by Semih Tuna / info@eurohoops.net
TOFAŞ, Dimitris Priftis ile sezona başlasa da kadro mühendisliği anlamında sınıfta kalan bir takım ortaya çıkmıştı.
Takım Basketbol Şampiyonlar Ligi’nden elenmiş, ligde de sıkıntılı bir periyoda girmişti.
Bu dönemde Bursa ekibi, kulübün ya da ailenin bir ferdi olan Orhun Ene ile tekrar yolları birleştirme kararı aldı.
Aslında Orhun Ene, sezon ortası takım almaya sıcak bakan bir koç değildi. Ancak TOFAŞ ile arasındaki bir iş ilişkisinden ziyade bir gönül bağına sahip olması, 2 tarafın tekrar yakınlaşmasını sağladı.
Koç değişikliği oldu, fakat sonuçlar gelmedi. Ancak yapılan bir kamp, kafaların tamamen temizlenmesine ve yeni bir sayfa açılmasına neden oldu. TOFAŞ, 9’da 8 yaptı ve son haftaların en formda ekibi olarak play-off’a adım atıyor.
Eurohoops, Orhun Hoca ile bir araya geldi. Değişenleri, kulübün içindeki atmosferi ve gençleri sordu, Orhun Hoca da büyük bir samimiyetle yanıtladı.
Sadece basketbol düzeninden bahsedersek sizin geldiğiniz ortam kaotik bir ortamdı aslında. Küme düşme yarışı iç içeydi ve TOFAŞ küme düşme yarışına doğru göz kırpıyordu. TOFAŞ’a geldiğinizde nasıl bir ortam vardı?
– Sıkıntılı bir dönemdi. Kulüp açısından, oyuncular açısından sıkıntılı bir dönemdi. Alınan sonuçlar kötü olsa da esasen TOFAŞ potansiyelli bir takımdı. Bazen takımlar kötü başlangıçlar üzerine geri dönüşler yapamadığı dönemler oluyor. Bu anlamda 3-4 tane tecrübeli, oynadığı düzeyde de fark yaratacak oyuncularla birlikte genç Türk oyuncu yapısıyla birlikte esasında yukarıya da çıkabilecek bir takımdı. Bu tarz takımlar bazen iyi gidip fark yaratıyorlar bazen de kötü gittiklerinde de özgüven sorunu yaşadıklarında da saha içerisinde kendi potansiyellerinin çok altına düşüyorlar.
İlk yarı sonucunda TOFAŞ takımı aşağıya doğru bir düşüşteydi ve fikstür anlamında da zor bir fikstürü vardı. Bu tabii esasında gerginlik ve stres ortamı yaratıyor. O yaratılan gerginliğin ve stresin olduğu yerde de direkt olarak etkilenen ilk faktör performanslar oluyor. Özellikle bu işte küme düşme korkusu olduğu zaman o şampiyonluğa oynamaktan da daha zor bir şey. Yani psikolojik tarafı daha zor bir şey. Esasında baktığınız zaman pratikte şampiyonluğa oynamak için 16 takımın olduğu yerde 15 takımı geçmeniz gerekiyor, küme düşmede ise altınızda 2 takımı geçtiğiniz zaman ligde kalabiliyorsunuz ama küme düşmeye oynamak çok dramatik. İnsanların hayatlarında, profesyonel olan bizlerin hayatında iyileştirilmesi zor izler de bırakıyor. O anlamda kulüplerin de oyuncuların da antrenörlerin de görmek istemediği kabus bunlar.
Öyle bir atmosfer bizi etkiledi. Yani ben geldiğimde de oyuncuların üzerinde de bu anlamda bir çekingenlik var. Bir şekilde bir maç kazansak her şeyi düzelteceğiz ama bir türlü istediğimiz maçı kazanamıyoruz. Kulübün de o anlamda bir gerginliği vardı. Tabi olayı çok da dramatize etmenin bir anlamı yok. Bunlar bir şekilde galibiyet geldikten sonra, bu hava dağıldıktan sonra sanki hiç yaşanmamış gibi ortadan kalkacak şeylerdi ama açıkçası zor bir süreçti. O sürecin sonrasında da zaten bunu düzeltme adına geçen, bu dengeyi sağlama adına geçen ikinci bir süreç yaşandı.
Bir Manisa maçını hatırlıyorum ben. Son çeyrekte neredeyse hiçbir şey üretemeyen, hücumda acı çeken bir TOFAŞ vardı. O maçın ardından da TOFAŞ iki maç daha kaybetti ama o tip bir takımı bir daha sahada görmedik. Sizce milat o muydu?
– Karşıyaka maçından sonra biz Antalya’da 5-6 gün beraber çalışma ve antrenman yapma süreci bulduk. Oraya gitmenin esasında birçok takım için anlamı olmayabilir ama bizim için tekrardan yeni bir takım kuruyoruz, yeni bir başlangıç yapıyoruz fikri üzerinden oyuncuları da buna ikna ederek 5-6 gün beraber çalışalım ve bu işi düzeltmek için hem fiziksel olarak hem de konsantrasyon olarak %100’ümüzle buraya odaklanalım diye gidilen bir yerdi. Bizim miladımız buydu.
Orada iyi bir çalışma fırsatı bulduk. O çalışma fırsatı yeni bir koçun gelip yeni bir düzenle de oyunculara direkt olarak müdahale ettiği zaman bıraktığı etki her zaman olumlu olmuyor. Bazen siz işleyen olumlu taraflara da zarar verebiliyorsunuz işlemeyen tarafları düzeltme adına. Antalya’da bir şekilde o aranın olması bizim için biraz daha oyunculara istediklerimizi daha iyi anlatma anlamında, kendimizi ifade etme anlamında daha çok antrenman yapma fırsatı verdi. Bence milat orası.
Oradan sonra biz iyi basketbol oynamaya başladığımızı ve bir şeyleri değiştirmeye başladığımızı görüyorduk ama bunları sonuca yansıtamıyorduk. Tabi hem oyuncuların olsun hem de teknik ekibin olsun buraları çok iyi yönetebilecek tecrübesinin olması benim için de bir avantaj oldu. Bu süreçte Antalya’da yaptığımız o kampla birlikte esasında her ne kadar kazanamasak da Galatasaray NEF ve Türk Telekom maçlarını da iyi oynadığımız dönemlerin sonunda eski sorunlarımızla kaybettik. Orada kaybettiğimiz maçları bir kenara koyarsak esasında çıkışımız başlamıştı, sadece sonuca yansıtamamıştık.
2023 yılının basketbolunda, hem hücum hem de savunmada bu kadar hacim kapladığı bir takımda ben Deon Thompson’ı hep zararlı hücre olarak görüyordum. Onun kesilmesi, takımdan gönderilmesiyle ve aynı zamanda Manek’in gelişiyle birlikte hücumun da geometrisi sanki tamamen değişti. Siz ne düşünüyorsunuz?
– Buna Milton Doyle’u da eklemek lazım. O da önemli bir faktör. Bu takımda böyle bir performansla oynayabilir ama başka takıma koyduğunuzda, muhakkak ki eksileri var ama farklı kullandığınızda artılarını da ortaya çıkarabilirsiniz. Ancak kendine benzeyen uzunlarla kendine benzeyen uzunların yarattığı ofansif spacedeki onun tarzındaki oyuncunun çok olmasının yarattığı sıkıntıyla takım için çok tercih edilen bir oyuncu olmayabiliyor.
Bizim özellikle kısalarla birlikte baktığınızda topu daha az yere vuran ve daha çok alanı açabilen yani dış şutta, uzak mesafeden çember tehdidi olan bir oyuncuyu koyduğunuzda o zaman onun yarattığı etkiyle Manek müthiş bir katkı sağlıyor. Bu sadece bizim o dönemde teknik anlamda böyle bir hamleye ihtiyaçtan dolayı böyle bir karar alınmıştı. Bir gün başka bir takımda ben antrenörken, Deon Thompson gibi bir oyuncuya ihtiyaç varken o da dışarıdan gelerek farklı bir katkı sağlayabilir ama bu takım gerçekten hücum tehdidinde alanı açması gereken bir takım.
Özellikle de 3 tane topu yere vurup topla üretmek isteyen oyuncu olduğu zaman Boubacar, Ege Demir, Manek gibi oyuncuların daha az topa sahip olarak daha fazla üretebileceği bir takım kimyası var.