by Semih Tuna / info@eurohoops.net
Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın!
Ülke basketbolumuzun önemli başantrenörlerinden Orhun Ene, TOFAŞ’taki üst üste üçüncü sezonuna hazırlanıyor. Tecrübeli çalıştırıcı, bu sezon takımıyla FIBA Europe Cup ve Basketbol Süper Ligi kulvarlarında başarılı bir sezon geçirmeyi amaçlayacak.
Takımıyla yeni sezon hazırlıklarını sürdüren Orhun Ene, Eurohoops’a özel kapsamlı ve geniş bir röportaj verdi.
EH: Yeni sezon kapıda, hayırlı bir sezon olmasını diliyorum. Öncelikle kişisel bir soru, yazınız nasıl geçti?
Orhun Ene: Biz geçen sene istediğimiz sonuca ulaşamadık açıkçası play-offa giremediğimiz için. Türkiye’deki mevcut ekonomik koşulları düşününce her bütçede olduğu gibi bizim bütçede de (düşüş oldu) çok da olmasa da. Zaten sürekli olarak kendi bütçesi, sınırları içerisinde kalmaya çalışan bir kulübüz. Hiçbir zaman gereksiz harcamalar yapmayan, kendi bütçemizin dışına çıkmayan bir kulubüz. Paramız da biraz azalacağı için iyi bir takım kurmak adına oldukça zorlu bir süreçte çalıştık. Diğer sezonlardan daha fazla gayret oluştu bu kadroyu oluşturmak için. Biraz da erken açtık sezonu. Bu yüzden daha kısa bir dinlenme, daha uzun bir çalışma süreci oldu. Ama inşallah sezon başladığında eğer düşündüğümüz gibi hedeflediğimiz şekilde, seviyemizi o noktaya çıkarırsak bütün bu yaşadığımız zorlukları sonuçları alarak daha mutlu bir atmosfere dönüştüreceğiz.
EH: Takıma dönecek olursak guard rotasyonuna Büyük Çekmece’den ligin en iyi guard en kalburüstü guard ikililerinden Alex Perez ve Marquis Reed eklemesi geldi. Hem bireysel oyunları hem de bu ikilinin geçen seneki uyumları mı etkili oldu transfer sürecinizde?
Orhun Ene: Açıkçası Marquis Reed karşılıklı oynadığımızda beni etkiledi. Daha önce takip ediyordum ama başka ligde oynayan bir oyuncuyu takip eden bir koçun göremediği bazı ufak ayrıntılar var. Karşılıklı oynarken görebiliyorsunuz bunları. İstatistik dışı takıma savunma ve hücum katkısı sağlayan bir oyuncu. O açıkçası oynadıktan sonra etkiledi.
Alex Perez de benim bugüne kadar hep çok beğendiğim bir oyun kurucu. Hem oyunu kurma anlamında hem de gerektiğinde bir skorer oyuncu kimliğiyle de takıma katkı sağlayabilen bir oyuncu. Açıkçası EuroLaegue seviyesinde olması gerekiyor. Konya’daki sezonundan sonra da kendisini düşünmüştük. Fakat o zaman transferi gerçekleştirememiştik. O zaman da Rasheed Sulaimon ile birlikte düşünmüştük ikisini. Bu ikilinin beraber geçirdikleri sezon özelinde uyumları da önemli. Transfer ederken o da bizim için önceliklerden biriydi. İlk sıralarda gelen özellikleri bireysel anlamda hem de takım oyununa hücum ve savunmada katkı veren isimler. Savunma tarafının olması bizim için çok önemliydi.
EH: Marcquise Reed skor çeşitliliği ve hücum tarafındaki cephanesi çok geniş bir perspektifte olduğunu görüyoruz. Bu mu sizi etkileyen faktörlerden bir tanesi? Her şekilde skor üretebiliyor gibi.
Orhun Ene: Reed öncelikle çok tecrübeli bir oyuncu. O da birçok ligde oynamış. Basketbolunun da en olgun dönemini yaşıyor. Tabii ki hücum çeşitliliği var, çok farklı şekillerde sayı atabiliyor ama bence en büyük özelliği çok rekabetçi olması. Biz de birçok oyuncuyu analiz ederken kendi oyuncularımıza zayıf tarflarını söylüyoruz. Kiminin sol eli zayıf oluyor, kiminin şutunu risk olabileceğini söylüyorsunuz. Ama Marcquise Reed rekabetçi olduğu için en zayıf olan tarafı, maçın sonunda en fazla sayı attığı alanı olabiliyor.
Ne kadar kazanmayı arzu ettiğini gösteriyor bu. Maçın sonunda karşı taraf solunu kapatıyorsa sağından üst üste sayılar bulabiliyor. Şutunu risk alın dediğinizde iki tane üçlük sokabiliyor, bu özelliği çok önemli. Tüm bunların yanında savunma kaynaklı skor bulabiliyor. Top çalması, pas yollarında hep aktif olması önemli. Oyuncuları değerlendirirken bana göre hücum tarafından ayırmadan savunma özellikleri değerlendirmek gerekiyor. Oyunu yönlendirecek oyuncuların savuna tarafı olmadığında, geçen sene bu açıdan bazı sıkıntılar yaşadık. Hücum yönü çok kuvvetli oyuncularımız vardı. Türkiye Ligi’nde özellike genç bir kadroyduk. İkinci rotasyondaki beşimizde genç oyuncularla birlikte bazen düşüşler yaşıyorduk ama hücum tarafını iyi yönetiyorduk. En büyük sıkıntımız savunma tarafıydı, savunma tarafında durdurma yapamadık. Bu seneki takımdan bu anlamda daha memnunum ama tabii ligin oynanması lazım.
EH: Geçen sezon rotasyonunuz daha tecrübesiz isimlerden kuruluydu dediniz. Bu açıdan bakınca yaz döneminde Berk Demir katıldı, Yiğitcan Saybir katıldı. Elde Tolga Geçim var. Geçen yaz yerli rotasyon açısından baktığımızda daha tecrübesiz vardı. Bu sene bu biraz değişti. Geçen yaza göre bu yazki farklılık, oyuncuların sizi tercih etmesindeki sebep neydi sizce?
Orhun Ene: Bu yaz değişen en büyük fark yabancı sayısının artması oldu. Yabancı sayısı arttığı zaman bizim gibi kulüpler biraz daha avantajlı duruma geliyor bu tip oyunculara karşı. Normalde beş yabancılı bir Türkiye Ligi formatında Berk, Yiğitcan ve Tolga’yı aynı kadroda tutmak kolay olmayacaktı. Onlar da oynamak isteyip iyi bir takımın parçası olmak isteyen ve iyi organizasyon arayan arkadaşlar. Tabii ki yabancı sayısının artmasının bize getirdiği avantaj oldu.
Tabii birçok dezavantajı var, avantajlı bir şey anlamında söylemiyorum, böyle de görmüyorum. Biz şöyle bir karar aldık: yedi yabancıyı kullanmayı düşünmedik. İleride ihtiyaç olursa belki diye düşündük. Altı yabancılı bir düzende Berk ve Yiğitcan’ı dört numaralı pozisyonda kullanınca bizim kimyamız çok uydu. Hem de en başında konuştuğumuz gibi rotasyonda bize büyük fayda sağladı. Geçen sene özellikle ikinci rotasyonlarda yaşadığımız hücum ve savunma dengesizliğini aldığımız Türk oyuncularla daha dengeli geçmiş olduk. Ama yedi yabancı kuralı olmasa alabileceğimizi düşünmüyordum.
EH: Yönetimden Tolga Öngören’in açıklamasını gördüm. Size yedi yabancı yabancı düşünür müsünüz sorusu yönetimden gelmiş ama siz altı yabancıyla yola çıkmak istediğinizi söylemişsiniz.
Orhun Ene: Sonuçta yedi yabancıyı kullanması gereken insanlar koçlar ama yedi yabancıyı saha içinde kullanmak çok da kolay değil. Çünkü baktığınız zaman Türkiye Ligi formatında yedi yabancı birbiriyle değişecek. Çünkü sürekli olarak sahada bir yerli olması gerekiyor. Yabancıyı yabancıyla değiştirmeniz gerekiyor. Baktığınız zaman minimum bir Türk oyuncuya 40 dakika vereceksiniz. Biz böyle bakmıyoruz bu duruma ama. İyi bir yerli kadrosuna sahip değilseniz ve yedi oyuncuyla ligi geçmek istiyorsanız, yabancı oyunculara da 160 dakika vermeniz gerekiyor.
Bunu altıya da yediye de bölebilirsiniz. Yediye böldüğünüz zaman da rostasyona giren ekstra oyuncuyla beraber almanız gereken optimum faydayı alamıyorsunuz. Altı yabancı olsanız 25’er dakika verebiliyorsunuz, yedide bu dakika 22’ye düşüyor. Altı yabancıya 25’er dakika verip kalan süreyi yerli oyuncuyla beraber yönetmek bana daha mantıklı geliyor. Maliyetleri yükseltmenin dışında birçok negatif anlamında sakınca ortaya çıkıyor. Fenerbahçe ve Anadolu Efes gibi takımlar için gerekiyor. Zaten bence bu kural onlara çok büyük fayda sağlıyor. Yedi oyuncu beraber formda kalacak. Zaten az sürede oynamaya alışmış oyuncular ve organizasyonlar. Bütün oyuncular 18 ile 22 dakika arasında oynayıp o kaliteyi sahaya yansıtabilecek derinlikleri var. Onlara yarayacak ama özellikle Türkiye Ligi anlamında play-offlarda avantaj olacak. Ama bu sezon ekonomi anlamında sıkıntı yaşayan Türk sporunda bir tane daha yabancıyı getirmek bana göre lüks.
EH: Yabancı oyuncuların da buraya geldiğinde doğal olarak süre beklentisi oluyor. Yurt dışından işlerini yapmak için gelen insanlar. Peki genel olarak yabancı sayısının 4+3’e dönüşmesine sizin bakışınız nasıl?
Orhun Ene: Yabancı kuralının beşten nasıl bir anda altıyı atlayarak yediye çıktı o süreci takip edemediğim için bir şey diyemem. Ama bence yabancı konusunda daha uzun vadeli planlar yapılması lazım. Bu sürecin Türk basketboluna ve milli takıma faydalı olmak istiyorsak daha az yabancının olması ve daha fazla Türk oyuncunun olması buna kesinlikle fayda sağlayacak. Ama bunu yaptığınız zaman Türk oyuncuların fiyatları yükseldiği için kulüpler bundan rahatsızlık duyuyor. Bu da farklı bir zorluk oluşturuyor.
Fakat o problemi çözebilmek için farklı bir yol çizmek lazım. Türk basketbolunun milli takımlar düzeyindeki düşüşünü önlemek adına, yabancı sayısının artmasının bir etkisi var bunu herkes görüyor. Çünkü karar verici konumunda ya da sahada topla en önemli anlarını oynayan Türk oyuncuların sürelerine baktığınız zaman, rollerine baktığınız zaman çok az. Sezon içerisinde o seviyelerde süre alan oyuncuların gelişerek milli takımda harikalar yaratması da mümkün değil. Ben doğru bulmuyorum. Yedi yabancı bizim kulüplere de maddi bir durum götürüyor ama belli ki kulülper bunu istiyor. İstediklerine göre de bunu çözeceklerini düşünüyor. Ancak her sezon birkaç takımın sezonun sonuna doğru oyuncularını yolladığını görüyoruz. Kendi sorumluluklarını yerine getiremiyorlar. Ligde düşmeyi kabul eden takımlar var. Demek ki bunlar da doğru hesaplanıp yönetilemiyor. Kulüplerin daha korumacı davranması gerekiyor bu kararlarda. Ben biliyorum ki birçok kulüp bugün yabancı sayısının serbest kalmasını kabul ederler.
EH: Çok hızlı gelişen iki oyuncu transferi var ve birinin gidişiyle sonuçlandı. John Jenkins takıma geldi, daha sonra çok kısa sürede takımdan ayrıldı. Onun yerine Uros Trifunovic hamlesi yapıldı. Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?
Orhun Ene: John Jenkins bize gelmeden önce bir sakatlık yaşadı. Sezonun açılmasına çok yakın bir süre vardı. O sakatlığın 6-8 hafta süresi var dedi oradaki doktor ama biz kendi sağlık ekibimizle görüştüğümüzde daha uzun sürebileceğini öğrendik. Zaten altı yabancıyla oynamaya karar vermiştik. Onun oynadığı pozisyonda bir oyuncuya da ihtiyacımız vardı. Bunun sonucunda karşılıklı konuşarak sözleşmesini feshettik. Çok yetenekli bir oyuncuydu, ben bu sezonu onunla da beraber geçirmek isterdim.
Daha sonra ligin başlamasına kısa süre kala tekrardan piyasaya çıktık, birçok oyuncu da takımını bulmuştu. O dönemde şansımıza da Uros Trifunovic geldi. O da açıkçası şans oldu. Onun EuroLeague takımlarına gitmek istediğini düşünüyorduk. Bizim onu seçmemizden daha çok o bize gelmek istedi. Bulunduğu ortamın dışında bir challange’a girmek istedi. Onun için biz de çok memnun olduk. O da çok büyük bir özveriyle bazı fedakarlıklar yaparak geldi. Bizim yabancı oyuncuya ödeyeceğimiz rakamlar zaten ortada. Bizim bir görüşmemiz oldu, ben de kendisine söyledim bunu kabul ediyor musun diye. Daha önce Vasilije Micic gibi bir oyuncunun bize gelmesi de etkili oldu.
EH: Ben de tam onu soracaktım. Telefon konuşmasında Vasilije Micic’in ismi acaba geçti mi diye.
Micic’in ismi geçti (transfer görüşmeleri esnasında). O zaten Karşıyaka altyapısında da oynamış, Türkiye’yi bilen bir isim Uros. Onun bu isteği oldu biz de o dönem oyuncu arıyorduk. Hatta anlaşmak üzere olduğumuz oyuncu da vardı, daha imzalamamıştık. Onun gelmesiyle de beraber kadroyu tamamlamış olduk.
EH: J.J. O’Brien da kaldı kadroda. Amerikalıların tutkal oyuncu dediği sınıfa çok uyuyor, geçen sene sizin sahadaki eliniz ayağınız gibiydi. Birden fazla pozisyon hem oynayabilip hem de savunabilmesi mi etkili oldu onu takımda tutmanızda?
Orhun Ene: Tabii ki bunlar etkili oldu. JJ O’Brien baktığınız zaman bizim bütçemize yakın. Biz zaten altı yabancımıza da birbirine yakın sayılar ödemeye çalışıyoruz. Bütçemiz zaten kısıtlı. Kendimize göre bütçemiz fena değil ama bizim beğendimiz bir oyuncunu talebi bizim kendi bütçemiz içerisinde yazan sayının iki katına geliyorsa onu kadroya katamayız. Bu anlamda da JJ O’Brien’ı ben daha önce de takıma almak istemiştim.
Astana’dan Monaco’ya gitmeden önce de çok istediğimiz bir oyuncuydu ama o dönemler ulaşamamıştık. Onu diğer oyuncuların biraz daha üstünde bir fedakarlık yaparak tutmak istedik. Üst seviyede takımlara karşı oynadığınız zaman onun farkı daha net ortaya çıkıyor. Size olarak kaybolmuyor. Onu 4 numara oynatmadığınız sürece… 2 ve 3 numara, hatta bazen 1 numara olarak da oynatıyoruz. Bu pozisyonlarda saha içerisinde kaybolmuyor. Biz Antalya’da 3-4 tane EuroLeague seviyesinde takımlarla oynadık. Bu tarz maçlarda genelde EuroCup takımları atletizm açısından sıkıntı yaşıyor. O pozisyonlarda 4 ve 5’i de atletik bulduğunuz zaman JJ O’Brien o sistemi tamamlayan bir oyuncu. Kulübü de ikna ettik bu açıdan baktığımızda, parasını da yükselttik ve kadroda tuttuk. Kadroda tuttuğumuz için mutluyuz.
Belki dışardan baktığınızda görsel anlamda JJ O’Brien çok spekteküler hareketler yapan birisi değil. Basketbol seyiricisi gözüyle baktığınızda öyle durmayabilir ama oyunu yöneten bir koç olarak baktığınızda yeri geldiğinde top getiren, yeri geldiğinde beş numara tutan bir oyuncu. Böyle oyuncular bana göre modern basketbolda çok değerli. NBA’in de Avrupa basketbolundan en büyük farkı bu. O pozisyonlarda birbirine yakın çok oyuncu var. 3-4, hatta bazen 3.5’ları da 5 gibi oynattıkları zaman dikine ve yana atletizm kazanıyorlar. Çok uzun beşlerle oynamak yerine o uzun beşlerin arkasında kalabilen, ayağı çabuk olan, her pozisyonu savunabilen oyuncular oluyor. O açıdan baktığımızda JJ O’Brien bizim için çok önemli.
EH: Gelecek sezon muhtemelen iki yabancı pivot ile başlama kararı almayacaktınız. Burada herhalde Ege Demir’in ayrılık kararı önemli bir faktör olmuştur. O dönemde tam olarak ne oldu?
Orhun Ene: Ben böyle planlamamıştım açıkçası. Ege Demir’in gitmeyle alakalı hikayesi iki, hatta üç sene önce başladı. Benden önceki sezonun başında da gitme durumu vardı, NCAA’e gidemediği için kalmıştı. Benim burada antrenörlük yaptığım süreçte de dönem dönem menajerinden (GM) Tolga Öngören’e de bu tip şeyler geldi. O süreçte de sürekli konuştuk. Onun bizim organizasyon içerisinde her zaman yeri olduğu ama biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu söylüyorduk.
Geçen sezon 14-15 dakikalık bir süresi vardı. Sezonun çok önemli bir yerinde sakatlandı, o sakatlıktan sonra geri dönüşü ve ritim bulması da uzun sürdü. Kulüp olarak ona biz her zaman pozitif bir ayrımcılıkla yaklaştık. Tecrübesinin eksik olması, daha genç olması sebebiyle. Onu ileriye dönük uzun oyuncularımız arasında yerli belkemiğimiz olacak diye düşündük. Onun da zorlandığı dönemler oldu ve gitmek için izin istedi. Nisan’da gitmek istedi, sonra konuştuk kal gitme dedik.
Bu sezon süreleri artacaktı ama o dışarıda oynayacağı bir sezonun ona çok daha iyi geleceğini söyledi. Biz de bunu kabul ettik. Burada olsa onun daha çok gelişeceğini düşünüyordum ama bir şekilde o gitmeye karar verdi. Sonra tekrar Amerika’ya gitmekle ilgili sıkıntılar yaşadı. Biz de gittiğini düşünerek iki tane oyuncu aldık. Tekrardan bize gelir mi diye bir süreç yaşandı. Ama gelseydi o pozisyonda üçüncü oyuncu olarak o süreyi alamayacaktı. Onun geleceği için daha iyi olabileceğini düşünerek bir kulübe gitmesine izin verdik. İnşallah o da o tecrübeyi sahada kalarak edinir ve kendi geliştiği noktaya gelir. Neticede bizim oyuncumuz, umarım tekrar TOFAŞ’a gelir ve bize faydalı olur.
Ben bunu bütün genç oyuncular için düşünüyorum. Bir tarafta hiç süre almamak, rotasyona hiç giremediğiniz bir takımın oyuncusu olursunuz ve gelecek göremeyip gidersiniz. Ama ben bütün genç oyuncular için bunu söylüyorum: yer değiştirmek, farklı bir yere gitmeyi çıkış yolu olarak arayan gençlerimiz oluyor. Her zaman bir çıkış olmuyor. Gittiğiniz yerlerde bazen daha iyi sonuçlar alabiliyorsunuz ama bazen de daha farklı problemler oluyor. Bence genç oyuncular bir süre alıyorsa, 12-13 dakika süre alıyorlarsa oradaki dakikalarını 20’ye arttırmak başka bir yerde 20 dakika almaktan daha kolay. Bu da önemli bir karakter ortaya koymayı gerektiriyor. Bunun için daha çok çalışmanız ve o güveni vermeniz lazım. Birilerinin size bir şeyler vermesiyle bir noktaya gelmek uzun süreli bir çözüm oluşturmuyor. İnsanlar size önceden bir rol verdiğinde işler doğru gitmiyorsa o süre azalmaya başlıyor. Bence o süreyi hak etmek çok önemli. Ege burada 13-14 dakikayı hak etmişti, 20’yi de hak etmesi için onun üzerine bazı şeyler yapması gerekiyordu. Ben bunlar yapmanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sürekli yer değiştirmek her zaman en doğru çözüm değil.
EH: Austin Wiley’nin sözleşmesi vardı ama kalacağını hiç düşünmediniz değil mi?
Orhun Ene: Austin Wiley burayı çok sevdi. Gelmeden önce Avrupa basketbolunda bilinmeyen bir oyuncuydu. Litvanya Ligi’nde averaj bir takımda oynayan, orada da ortalama bir süresi, istatistiği ve sorumluluğu olan bir oyuncuydu. Buraya geldiğinde sadece basketbol olarak değil, sağlık ekibiyle birlikte bütün kulüp onun gelişimine katkı sağladı. Biz de o size’da ve o yetenekte bir oyuncuyu gerçekten çok uygun bir fiyata aldık. Çünkü henüz o sıçramayı yapmamıştı. Daha sonra öyle bir çıkış yapınca, biz benzer durumu daha önce de çok yaşadık. Bizde böyle patlama yapan oyuncularımız olunca biz hiçbirini tutamadık. Onun için onun da gideceğine çok emin gözüyle bakıyordum.
EH: Şimdi sıçrama yaptılar ve gittiler dediniz, geçen sezon Austin Wiley, önceki sezon da Boubacar Toure… Biri EuroLeague, diğeri de o seviyede görülen bir kadroya gitti. Şimdi bu yeni alınan iki oyuncudan Kris Bankston özelinde soracağım bu soruyu, Bankston, bir seviyeye çıkartılacak yeni isim olabilir mi?
Orhun Ene: Bizim yabancı oyuncu bütçeleri içerisinde seçim yaparken mali kriterlerimiz var. Austin Wiley, TOFAŞ’taki sezondan sonra belirli bir noktaya gelince fiyatı zaten artıyor. Bizim bu isimleri o paralara alma şansımız yok. Bankston gibi oyuncuları basketbol olarak bir seviyeye çıkarmak için kulüp olarak gayret gösteriyoruz. Bunun altında bir basketbol programı var, atletik program var. Kris Bankston da çalışkan, kendini geliştirmek isteyen ve bunu büyük bir şans olarak gören bir oyuncu. O da tam olarak sizin gibi düşünüyor.
Bundan önce TOFAŞ takımı üç tane oyuncuyu (Brady Manek’i de katarak) EuroLeague’e yollamış, demek ki bende de bir şey görüyorlar diye düşünüyor. Onun da gelişeceğini düşünüyorum ama kolay değil. Boubacar Toure ile Austin Wiley’nin inanılmaz bir size ve atletizmi vardı. Kris Bankston’ın o atletizmi var ama EuroLeague için biraz undersize kalıyor. Ama o da bu programın sonunda fizik olarak da güçlenirse o da her zaman geniş kadro içerisinde o tip takımlarda belirli süreleri alabilecek bir oyuncu olabilir. Ama işi, Austin ve Toure kadar kolay değil.
EH: Basketbol Süper Ligi’ndeki yabancı kuralından bahsederken milli takımdaki oyuncular hakkında şöyle bir cümle kullandınız: Biz kendi kulüplerinde sorumluluk vermediğimiz oyunculardan o yükü çekmelerini bekliyoruz. Furkan’ın ve Cedi’nin kağıt üstünde Alperen ile birlikte milli takım liderleri olduğu açık. Furkan ve Cedi burada daha fazla süre alacaklar. Ömer Faruk da Avrupa’ya döndü. Bu Türk oyuncuların EuroLeague’e dönüşünü nasıl yorumluyorsunuz?
Milli takım açısından kesinlikle çok faydalı olacaktır. Çünkü yakınlar ve bütün o pencerelerde de milli takımda oynayabilecekler. Ben bu açıdan çok olumlu görüyorum. Furkan’ın da Cedi’nin de NBA’e gitmeleri kariyerleri açısından çok önemliydi. Ben bir de eski bir oyuncu olarak şu anda geldikleri noktaya baktığımda onları sahada görmek isteyen hem Türkiye’de hem de Avrupa’da olsun birçok insan var. O yüzden oynamaları gerekiyor ve önemli roller almaları gerekiyor. Tercihlerin doğru olduğunu düşünüyorum, hatta keşke biraz daha erken gelselerdi diye düşünüyorum.
Bir oyuncu için NBA’e gitmesi hayatının en önemli kariyer sıçraması. Benim onlarla da konuşma fırsatım oldu, onlarla da konuştuğumda gitmeden önceki hayallerini kurdukları NBA’i gittiklerinde bulamıyorlar. Burada Avrupa’da oynanan EuroLeague seviyesindeki basketbolu da küçümsememek lazım. Buranın da kendi dinamikleri içerisinde güzel bir rekabeti var ve önemli bir basketbol kalitesi var. Onun için onların buraya gelmesinin hem kariyerleri adına hem de milli takım müthiş faydası olduğunu düşünüyorum. İnşallah oynadıkları kulüpte de iyi bir sezon geçirirler ve başarılı olurlar. Çünkü gerçekten başarıyı hak eden oyuncular.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!