Blatt’in Dönüşü, Wilbekin’in Yükselişi, Türk Basketbolunun Altın Çağı!

16/Nis/18 17:49 Nisan 16, 2018

Utkan Sahin

16/Nis/18 17:49

Eurohoops.net

Darüşşafaka, geçtiğimiz Cuma günü herkesi gururlandırarak büyük bir başarıya imza attı. Peki bu başarının gelişi nasıl oldu?

By Utkan Şahin / info@eurohoops.net

Şampiyon olmak sadece iyi bir takım olmak ile başarabileceğiniz bir şey değildir.

Aslında basın tarihi boyunca pek çok kişi “şampiyonluk” kelimesini tanımlamaya çalışmış olsa da bu kelimeyi tanımlamak da çok kolay değil. Yine bir formül vermeye çalışsak ve bunu elden ele dağıtsak herhalde en kaba tabirle şunların gerektiğini söylerdik:  Mümkün olduğunca fazla yetenek, çok iyi bir plan, asla pes etmeyen bir azim ve biraz da şans.

Fakat bence bunlar da yeterli değil. Herhangi bir sporda şampiyonluğa ulaşan bir takımın ya da oyuncunun bunlardan birisinin olmamasına rağmen şampiyonluğa ulaştığını çok gördük.

Dediğim gibi bunun tarifini vermek kolay değil ama kesinlikle bir bileşenin olması gerekiyorsa size söylemek için galiba “inanç” kelimesini seçerdim. Çünkü herhangi bir spor dalında şampiyonluğa ulaşan izlediğim her takımda ya da oyuncu da, mutlu sona ulaşmak için hiç bitmeyen inancı olan takımları ve oyuncuları gördüm. Bu yüzden en gerekli şey sanırım, inanç.

Sürpriz şampiyonluklar ya da beklenen şampiyonluklar hiç fark etmez. Onların izlerken bu şampiyonluğa inandıkları bir şekilde görürsünüz ve özellikle sürpriz şampiyonluklara şaşırsanız bile bir noktada onlardan bunu beklediğinizi fark edersiniz.

İşte Daçka da böyle bir takım. Sezon boyunca en iyisi onlar değildi, birçok farklı açıdan eksiklikleri vardı ama sezon boyunca onları izlerken her zaman gözlerinde şampiyonluğa dair inançlarını gördük.

Ve gözlerindeki bu parıltı onları sezonun sonunda zafere taşıdı. Bu yüzden Daçka‘ya sonsuz tebrikler. Fakat basketbol tarihi için bunu nasıl kazandıklarından çok bize bıraktıkları hikayelere bakmak istiyorum çünkü şampiyonluğu olan inançları sırasında bize harika hikayeler de bıraktılar.

David Blatt’in Dönüşü! 

Basketbolla ilgili en büyük yanlışlardan biri de başarının tek bir yola geldiğini düşünmektir. Aslında bunun suçlusu da yine biraz basın. Yıllarca “Oyun kurucun kadar konuşursunuz” ya da “Hücum maç kazandırır, savunma ise şampiyon yapar” gibi basma kalıp sözler yüzünden bu spora gönüllü olan insanların böyle düşünmesine neden olundu.

Hayır, gerçekten basketbol böyle bir oyun değil. Hayatta olduğu gibi burada da tek bir doğru yok. Zaten bu sporu bu kadar güzel yapan şey de bu.

Şampiyonluk kahramanlarından David Blatt de bunu bize gösteren isimlerden. Hatta Avrupa’daki koçlar arasında bunun en iyi gösteren. Avrupa kültüründeki koçluk figüründen farklı bir koç o. Uğur Ozan Sulak’ın Socrates dergisi için 2016’nın Nisan ayında yazdığı “Gönderin Bunu” yazısından bunu daha açık bir şekilde anlıyoruz.

Blatt, basketbol gelişimi açısından kesinlikle bir deha. Modern EuroLeague’de bu oyunun içine kattıklarıyla sadece Avrupa’da değil, NBA’de de pek çok kişinin esinlenmesini sağladı. Efsane MaccabiPanathinaikos serisinde Obradovic ile girdiği rekabet hala birçoklarına göre Avrupa’nın zirve noktasıdır.

Fakat onu diğerlerinden ayıran şey, yaklaşımının her konuda daha farklı olmasıyla ilgili. O, Avrupa’nın diğer koçları gibi kazanmak için doğru yolu bulmak ile uğraşmadı, onun asıl amacı doğru basketbolu oynatırken kazandırmaktı ve bunu yaparken de oyuncularıyla ilişkisini her zaman bambaşka bir noktaya koydu.

Farkındasınızdır, kariyeri boyunca her zaman bir adım yukarıya çıkartacağını düşündüğü oyuncularla çalıştı fakat bunun sebebi hiçbir zaman oyuncuların basketbol gelişimiyle alakalı olmadı. Onun derdi bu oyuncuların direkt balık tutmasıydı. Bu yüzden hiçbir zaman oyuncularına sorumluluğu kendisi veren bir koç olmadı, aksine o, onların kendilerinin sorumluluğu almasını istedi.  Eğer daha basit ve cümleyle anlatırsak; onun için koçluk bir öğretmenlik değil, vizyon sağlamak.

Bu özelliği de onu her zaman Avrupa’da diğerlerinden ayıran belirleyici faktör oldu. Üstelik kaderin cilvesidir, bu özellik onun aynı zamanda hep eleştiri noktası oldu.

Efes‘teki yılları, şampiyon olduğu Maccabi sezonu ve hatta Daçka‘daki ilk sezonu. Hep bu noktalar üzerinden eleştirildi fakat her seferinde kendi yolunun da doğru olduğunu gösterdi.

Daçka‘daki bu sezonuna bakarsak da aynı şeyi görüyoruz. Geçen sezon takımı taşıyan iki oyuncuyu, Avrupa’nın zirvesine gönderdi ve daha düşük bir bütçeyle sıradan bir basketbolseverin aklında soru işaretleri yaratacak bir kadro kurdu.

Wilbekin dahil olmak üzere elindeki her oyuncu hakkında soru işaretleri vardı ancak Blatt, bu oyuncuların soru işaretlerini silmesi için yine doğru yolu kullandı. Oyuncularının oynadıkları basketboldan zevk alırken bir yanda da sorumluluğu nasıl alacaklarını fark ettirerek bunu başardı.

Üstelik oyuna giren her oyuncusu, 1 dakika da oynasa 39 dakika da oynasa bunu gelişimle sezon içerisinde büyüdü. Sezon boyunca da takımından bunu izledik.

Doğuş’un Bayern serisinin ilk maçında oyuna girdikten sonra yaptıklarını gördük ya da liderliği konusunda soru işaretleri olan Wilbekin’in nasıl bir adım attığını da. NBA’de oynayabilecek bir yetenek olmasına rağmen Daçka’ya gelinceye kadar Avrupa’da heba olan JaJuan Johnson’ın gelişimini de ya da NBA’den döndükten sonra tanınmaz halde olan Furkan’ın kendine gelişini de…

Bu gelişim yolu Daçka’yı Avrupa’da zafere taşıdı.

İşin Blatt kısmına geri dönersek bence en önemlisi kendi yolunun da doğru  yol olduğunu da bir kez daha gösterdi.

Tarihi Rusya başarısını bir kenara koyarsak bir kulüp takımıyla bunu iyice gözümüze soktuğu zaman, Maccabi’yle 2014’te yaşadığı şampiyonluktur. O şampiyonluk, bundan daha da sürpriz ama bu yol ile yürüyen bir şampiyonluktu.  Zaten dikkatli gözler her iki takım arasındaki benzer noktaların ne kadar fazla olduğunun farkındadır.

Blatt, 2014’te Maccabi’yi kimsenin beklemediği bir şampiyonluğa taşırken bugün Daçka’da var olan kadro planlamasına benzer bir planla ilerlemiş ve aynı burada olduğu gibi de oyuncularının sorumluluğu almayı öğrenmesiyle birlikte şampiyonluğa yürümüştü.

O zaman Rusya sonrasındaki performanslarına bir cevap vermişti, bugün ise NBA macerası sonrasında yaşananlara cevap verdi. Bu yüzden de ona çok büyük bir saygı duyuyorum. Sadece basketbol bilgisi açısından değil, ortaya koyduğu davranış açısından da. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin hem kendi yolundan hiç vazgeçmedi hem de bunu yaparken kendini asla ve asla değişime kapatmadığı için.

Bu yüzden de Türk basketbolundan onun gibi bir basketbol insanı geçtiği için gerçekten çok şanslıyız.

Scottie Wilbekin’in Yükselişi

Şampiyon Darüşşafaka‘nın saha dışı liderinden bahsetmiş iken saha içi liderinden de bahsetmeden olmaz.

Scottie Wilbekin, Florida’da ilk yükseldiği günden beri yetenekleri ortada olan bir adamdı. Hem harika bir şutör, hem de çok hızlı bir ilk adamı olan yetenekli bir guarddı. Üstelik o zamanlar da sorumluluk almayı seven bir oyuncuydu.

Daçka‘dan önce NBA’in hazırlık döneminde Cleveland’ı yıkan son saniye basketini herkes hatırlar ya da Florida’da onu izlemiş olanlar son saniyelerde sorumluluk aldığını pek çok kez görmüştür.

Bu son saniyeleri oynama bilinci onun için her zaman vardı ama bu sene Blatt’in yanında nasıl lider olacağını öğrendi.

Aynı buraya geldiğinden beri basketboluna getirdiği gelişim gibi. Hatırlarsınız, buraya ilk geldiğinde eline geçen ilk topu atmayı çalışan bir oyuncuydu. Avrupa basketbolunun doğrularından çok, onun için yetenekleri önemliydi ve buna göre hareket etti.

Bu yüzden pek çokları onun klasik bir Amerikalı guard olmaktan öteye gidemeyeceğini düşündü ama o herkesi yanılttı. Yeteneklerini yine oyunun merkezine koydu ama burada nasıl bir basketbol oynanacağını da öğrendi ve kendini değiştirdi.

İşin sorumluluk kısmında da aynı şekilde gelişti. Wanamaker gidince herkes topun ona kalacağını biliyordu ama zorunluluktan değil, hak ettiği için takımın lideri olduğunu sezon içerisinde kanıtladı. Bu sayede de Daçka’nın asla pes etmeyen yüzünün bir parçası oldu.

Zaten takımın karakterini belirleyen faktörlerinden biri de her zaman budur. Generaller kendini ortaya koyarsa askerleri de arkasından gelir. Daçka’da da öyle oldu.

Tüm sezon boyunca Wilbekin kendisini ortaya koydu. Rakip savunmalar onu hep yıpratmaya uğraştı. Zaman zaman bu yüzden ciddi sakatlıklar da yaşadı ama hiçbir zaman geri adım atmadı. Kendisine ve takım arkadaşlarına güvendi.

Zaten bunu yapamayan birisi final maçının en önemli anında o üçlüğü atıp sokamazdı ya da Bayern deplasmanında tüm sorumluluğu üstüne alarak yarı final serisini kazandıramazdı.

Wilbekin gözümüzün önünde büyüdü ve Avrupa’nın en önemli oyuncularından biri haline geldi. Eğer gelecek sene de Eski Kıta’da kalırsa onu EuroLeague’de izlemek çok zevkli olacak.