Nigel Hayes-Davis’ten Eurohoops’a: “Avrupa’daki Taraftarlık Kültürü, Sevdiği Film ve Diziler, Final Four ve Fazlası”

2024-05-23T18:13:11+00:00 2024-05-23T18:13:11+00:00.

Meliksah Bayrav

23/May/24 18:13

Eurohoops.net

Fenerbahçe Beko’nun yıldızı Nigel Hayes-Davis, Eurohoops’a özel açıklamalar yaptı.

by Aris Barkas / info@eurohoops.net

Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın! 

Temsilcimiz Fenerbahçe Beko, bu hafta (24-26 Mayıs) Berlin’de düzenlenecek olan EuroLeague Final Four’unda sahne alacak. Bu prestijli organizasyon için hazırlıklarını sürdüren temsilcimiz, Final Four öncesinde bir medya günü düzenledi.

Fenerbahçe‘nin yıldız oyuncusu Nigel Hayes-Davis, Final Four öncesinde Eurohoops’un sorularını yanıtladı.

EH: Sezon öncesi Eurohoops’a yaptığın açıklamalarda ‘yılın en iyi savunma beşinde olacağını veya yılın en iyi savunmacısı seçileceğini’ söylemiştin. Bu olmadı ama yılın en iyi beşinde yer aldın. Bu senin için iyi mi yoksa kötü mü oldu? Yoksa sahada yaptıklarını yeterince iyi fark edemediler mi?

“Hayır, fark edemediler. Bunu hep söylüyorum. Yine de çok uzatmayacağım çünkü bir hedef haline gelmek istemiyorum. Maçları izliyorsanız benim içerisinde olduğum bazı durumları görebilirsiniz… Daha açık konuşacağım, mesela Monaco serisinde Mike James’i, Okobo’yu veya Loyd’u savunmama gerek kalmadı. Peki bu nasıl olabildi? Benim tuttuğum oyuncu üzerinden Pick and roll oynamadılar çünkü switch’ten sonra benim karşılarında olmamı istemediler. Ben Blossomgame’i savunuyordum, onun şut atabilmesinden dolayı perdelemeye gittiğinde switch yapacaktık. Onun üzerinden (Pick and roll oynayıp) switch yaptırsalardı ana savunmacı ben olacaktım. Yani savunma yapabilme becerimden dolayı onları (James, Okobo, Loyd) savunmak durumunda kalmadım. Sonuç olarak böyle şeyler gözden kaçıyor çünkü toplu oyuncuyu savunmak veya top çalmak gibi şeyler yapmıyorum. Bunun olmamasının nedeni ise benim toplu oyuncuyu savunmuyor olmamdan emin olmaya çalışmaları. Kendimi açıklayabildim mi?”

EH: Kesinlikle! Bu söylediklerin bende daha çok basketbol konuşma isteği uyandırdı ama farklı bir konuya geçiyorum. Az önce (basın toplantısında) asla kurgu türü kitaplar okumadığını söyledin. Peki ne tarz şeyler okuyorsun? 

“Telefonumda iki farklı kategori var ve insanlardan öneriler alıyorum. Bunlardan ilki ‘siyahi ve afrikalı tarihi’, diğerleri kategorisinde ise kişisel gelişim, tarih ve istatistik kitapları var. Aslında bilim kurguyla bir derdim yok, yalnızca okuduğumda bir şeyler öğrenebileceğim şeyler okumak istiyorum.”

EH: Sanırım kurgu kısmı kitaplardan ziyade daha çok farklı medya kuruluşlarında işleniyor… Peki son dönemlerde en sevdiğin film hangisi? 

“Son olarak ‘The Game’ isimli filmi izledim. Bir Instagram Reel’ında görmüştüm ve akıl karıştıran filmler listesinde ilk beşte yer alıyordu. 1997 yapımı bir film…”

EH: Bir David Fincher filmi.

“Bu filmi biliyor musun? Vay, bravo. Ben daha önce hiç duymamıştım, filmi izledim ve daha öncesinde de ‘Don’t Worry Darling’i’ izlemiştim. Harika bir filmdi, izlediğimde şoka girdim. Filmde Harry Styles’ın oynadığını gördüm ve ‘Harry Styles mı? Bu nasıl bir film?’ dedim. Yine de çok iyi bir filmdi, son ana kadar şaşırtıcıydı. Son izlediğim iki film buydu. Ayrıca şeyi de izliyorum… Thomas Walkup sağolsun, Zalgiris‘teyken sürekli ‘Curb, Curb’ü izlemen lazım, Larry Davis tarihin en iyisi’ deyip duruyordu. Onun sayesinde Curb Your Enthusiasm’ı izliyorum. Bayılmadım ama gittikçe daha iyiye gidiyor. Thomas’ın bana sürekli gösterdiği bir sahne vardı… Zamanla Larry David mizahını daha iyi anlamaya başladım. Çok bariz, direkt anlaşılır türden bir mizah değil. Daha çok ‘The Office’ tarzı. Bir sahnede Larry, ilacını yuttuktan sonra su içmek yerine ilaç gitsin diye kafasını sürekli geriye atıyor (editör notu: Bu anları videoda izlemeniz lazım). Gerçekten çok komik bir sahneydi. O sahneyi gördükten sonra ‘evet, Larry Davis mizahını anlamaya başladım’ diye düşündüm. Şu ana dek fena gitmiyor.”

EH: ABD’de Curb Your Enthusiasm’ın sonu çok tartışıldı. Hatta çok sık oradaki mizahın şu an için ‘ofansif’ sayılması gerektiği söylendi. Peki sen bunun o dönemden günümüze ve sosyal medya çağına olduğu gibi aktarıldığına inanıyor musun? Sence bir şaka tartışma konusu olmalı mı?

“Hangi şaka?”

EH: Dizideki her şaka, özellikle de son bölümdekiler çünkü çok tartışıldılar. Teoride Larry David hiçbir şey öğrenmemişti ve bunu söylemekle gurur duyuyordu. 

Hey, benim için diziyi mahvetmeye mi çalışıyorsun? O bölümü daha önce hiç izlemedim!”

EH: Bunu özetlemesi zor, ben de daha beşinci sezondayım. Dolayısıyla şu an benzer seviyedeyiz. Aslında bu daha çok genel olarak bakış açınla alakalı bir soruydu. Az önce Afrika tarihine ne kadar ilgili olduğunu söyledin, sence şu an her şeyin özellikle irdelenmesi gereken bir çağda mı yaşıyoruz?

“Bu o kadar da ciddi değil, ama aslında öyle’ şeklinde çok sevdiğim bir söz var. Bence bu söz ara ara kullanılabilir. Her şeyin en ince ayrıntısına kadar incelendiği, ‘birini nasıl daha çok eleştirebiliriz, nasıl yargılayabiliriz, nasıl kendini kötü hissettirebiliriz?’ diye düşünülen bir çağda yaşıyoruz. Aynı zamanda hayatın tadını çıkarmanız gerek, sonuçta hayat devam ediyor. Hayatınızı ‘şu an dünyanın öbür tarafında birinin başına korkunç şeyler geliyor, bu yüzden bu akşamki aile yemeğimizde son derece mutsuz olmam lazım’ diyerek yaşamanızın bir anlamı yok. Bu noktada yapabileceğiniz şey keyif almak. Aslında bu konudan ‘Book of Joy’ isimli kitapta bahsediliyordu. Harika bir kitap, dostum Nate (muhtemelen Sestina) bana vermişti. Seni seviyorum Nate! Kitapta Desmond Tutu ve diğerinin adı neydi… Dalai Lama, birkaç gün süren bir konuşmanın içerisindeydiler. ‘Dünyanın bir yerinde insanlar mutsuzken ben nasıl mutlu olabilirim ki?’ şeklinde düşünen insanlar hakkında konuşuyorlardı. İnsanların hayattan zevk alıp aynı zamanda yakın çevrelerindeki kişilerin hayatlarını daha iyi hale getirmek için ne yapabileceklerinden bahsediyorlardı. Herkes bu yaklaşımı kabullenirse her yerin daha iyi olacağını söylüyorlardı.”

EH: Peki nerede aktivizm, nerede aksiyon olmasıyla alakalı o çizgiyi nereye çiziyorsun?

“Duruma göre değişir. Mesela insanların kendilerini yanlış yönlendirilmiş, kötü davranılmış veya kullanılmış hissetmelerine bağlı olarak değişir. Bu durum her kültür ve her grup insan için farklı. Dünyanın bir yerindeki bir grup insan için kötü olan şey, farklı bir grup için o kadar kötü olmayabilir. Bu konu, kültürlerin tanımlanmasında çok önemli bir rol oynuyor. Bu gruptan insanlar için kabul edilebilir ve kabul edilebilir olmayan şeyler ne? Sonuçta uygarlığın çevresine bir battaniye örtüp ‘herkes bu konuda kendini kötü hissetmeli’ diyemezsiniz. Elbette savaş, kıtlık ve çocuklara zarar vermek gibi evrensel olarak herkesin ‘bunlar kötü şeyler’ diye üzerinde anlaşması gereken noktalar var. Yine de bu konuyu deşmeye başladığınız zaman durumun kişiden kişiye göre değişebileceğini görüyorsunuz.”

EH: Peki özellikle Avrupa’da sporcuların etrafında bir kutu ve battaniye var mı?

“Sporcuların arasında mı? Muhtemelen. Her zaman şunu söylerim; Avrupa, spor konusunda duygusal bir yer. Bunun nedenini insanlara ‘sporun daha az olması’ olarak açıklıyorum. Mesela diyelim ki ABD’de yaşayan sıradan birisin. Böyle biri olarak sevdiğin bir kolej takımı, bir NBA takımı, buz hokeyi takımı, NFL takımı, golfçüler ve farklı sporlardan bir kolej takımı daha oluyor. Daha şimdiden yedi takım oldu bile. Avrupa’da ise Fenerbahçe var. Fenerbahçeli olunca insanların elinde futbol ve belki basketbol oluyor. Sadece bu kadar. Hal böyle olunca tüm mutluluk, heyecan, öfke ve keyif, yedi takım yerine tek bir takıma aktarılıyor. Dolayısıyla Avrupa’da takımlara olan tutku çok fazla. Buna rağmen yavaş da olsa sporculara sadece ‘hey, senin sporunu yapman lazım çünkü benim ailem yıllardır Fenerbahçe’yi destekliyor. Bu yüzden senin sahada bu forma için öldüğünü görmeye ihtiyacım var, benim için bu sahada ölmen lazım’ gözüyle bakmak yerine insan gözüyle bakılmaya başlanıyor. Mesela  artık bunun yerine ‘vay, demek bir insan olarak bunları yapmaktan hoşlanıyorsun. Vay, bu oyuncunun YouTube kanalı varmış, bu oyuncu seyahat etmekten hoşlanıyormuş. Vay, demek tüm bunları yaparken bir yandan da iyi oynuyorsun. Çılgınca, ikisini aynı anda yapabildiğini bilmiyordum!’ demeye başladılar. Sonuç olarak Avrupa bu noktaya gelmeye başladı. Tabii ben sadece basketbol hakkında konuşuyorum, sonuçta bir futbolcu değilim. Evet, bence değişim başladı.”

EH: Peki sence gerçekten bir şeyler değişiyor mu yoksa kendini bazı açılardan ‘sınırlanmış’ hissediyor musun?

“Hayır, kendimi her şeyi yapmakta özgür hissediyorum. Mesela herkes mümkün olan her boş günde seyahate gittiğimi biliyor, sürekli bir yerlere gitmeye çalışıyorum. ‘Swiss TV’ isimli küçük bir YouTube kanalım var, lütfen abone olun. Bugünden de (medya günü) bazı görüntüler olacak. Yalnızca hayatımı yaşamaya çalışıyorum, hayat çok kısa. İkinci şanslar, gerçekten söylemek istediğiniz şeyler ve yaşamak istediğiniz tecrübeler için çok fırsatınız olmuyor. Bunları yapmazsanız olacak tek şey iki hafta sonra uyumaya gittiğinizde gecenin birinde kalkıp ‘iyi ki bunu yapmışım’ demek yerine ‘keşke bunu yapmış olsaydım’ demek olacak. Bunlardan biri, diğerine göre çok daha iyi hissettiriyor.”

EH: Peki yaklaşan Final Four’da kendini nerede konumlandırıyorsun?

“Ben yalnızca Fenerbahçe Beko takımının bir parçasıyım, takımdaki oyunculardan biriyim. Elbette bazı oyunculara göre daha çok öne çıkan bir rolümün olduğunun farkındayım ama günün sonunda hepimiz aynı hedefe ulaşmaya çalışıyoruz. Her zaman dediğim gibi idmanların önemi çok büyük, yalnızca ‘Nigel’ın en iyi Nigel’ olduğundan emin olmak istiyorum. Takımıma yardımcı olabilmek için yeterince hazır olduğumdan emin olmak için her şeyi yapacağım. Bunu yapabilirsem genelde Nigel en iyi halinde olduğunda kazanmak için şansımız artıyor. Dolayısıyla kendi üzerime düşeni yapmak ve takım arkadaşlarıma kendi üzerlerine düşenlerini yapabilmeleri için yardımcı olmak istiyorum.”

EH: ‘Sonunda bu işi başarırız’ diyor musun?

“Bilmiyorum, bilmiyorum dostum. Final Four çok seviliyor çünkü asla ne olacağını bilemiyorsunuz. Bu bir seri değil, dolayısıyla her şey olabilir. Biri harika bir maç çıkarırsa takımı o maçı kazanabilir, biri kötü bir maç çıkarırsa takımı o maçı kaybedebilir. Bu yüzden ne olacağını asla kestiremiyorsunuz, zaten işin güzelliği de bu. Aynı durum ABD’de NCAA Final Four’u için geçerli, bu yüzden herkes ‘March Madness’ı’ çok seviyor. Kaos ve beklenmedik mağlubiyetler ve galibiyetler… Aynı şey EuroLeague için de geçerli, ne olacağını bilemezsiniz.”

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

EuroLeague gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!