Gherardini: “Zeljko’yu Çalışırken Görmüşseniz Gözleriniz Kamaşır”

14/Mar/18 16:43 Mart 14, 2018

Mehmet Bahadır Akgün

14/Mar/18 16:43

Eurohoops.net

Fenerbahçe Doğuş Genel Menajeri Maurizio Gherardini, İtalyan basınına kapsamlı bir röportaj verdi. Gherardini, Obradovic’i övgü yağmuruna tuttu!

By M. Bahadır Akgün / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Fenerbahçe Doğuş‘un İtalyan Genel Menajeri Maurizio Gherardini, EuroDevotion‘dan Alberto Marzagalia’ya geniş bir röportaj verdi. Deneyimli spor adamı, kariyerinin ilk yıllarından Fenerbahçe ile kazanılan Turkish Airlines EuroLeague şampiyonluğuna kadar kapsamlı açıklamalarda bulundu.

Gherardini’nin açıklamalarına geçmeden önce, kendisinden “yalnızca İtalya’da değil tüm Avrupa’da basketbolun tarihini yazan ve yazmaya devam eden kişilerden biri” şeklinde bahsediliyor.

Önce oyuncu, sonra yardımcı koç en son da Genel Menajer olarak kariyeri hatırlatılan Gherardini’nin ayrıca NBA’de Toronto Raptors ve Oklahoma City Thunder deneyimleri ile 1997-1999 yılları arasından sonra 2014 yılından bu yana Fenerbahçe’de Zeljko Obradovic ile olan ortaklığına da değiniliyor.

Maurizio Gherardini’nin röportajından satır başlarını sizler için derledik…

– Treviso, Benetton, 14 yıllık bir başarılarla dolu kariyer öyküsü, unutulmaz şampiyonluklar ve hepsinden öte başta Mike D’Antoni, Zeljko Obradovic, Ettore Messina ve David Blatt gibi harika antrenörlerle çalışma fırsatı… Bu dört liderin bir ortak noktası var mı?

– İlk olarak Treviso muhteşem ve unutulmaz bir deneyimdi. Bu dört koçun tabii temelde ortak bir noktası var. Hayatlarının her anında basketbolu yaşayan ve basketbolu soluyan bu adamların verdikleri his… Sürekli olarak mümkün olan her şeyi kazanmak için ne gerekliyse onu yapıyorlar. Yaratıcılar, kadrolarını güçlendirmek için bilinmedik çözümler arıyorlar. Bu açıdan hepsi de farklı şekillerde insan yönetimi uyguluyorlar ve eşsiz isimler.

– Siz, NBA ile Avrupa basketbolu, özellikle de EuroLeague arasındaki farkı bire bir deneyiminiz nedeniyle en doğru şekilde anlatabilecek insanlardan birisiniz. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

– Karşılaştırma yapmak hiç kolay değil, böyle değerlendirmeler zor. NBA hâlâ en tepede ve normal sezon da göründüğünden çok daha karmaşık. En tepedeki bir organizasyonu bir başkasıyla karşılaştırmak mümkün değil. Bu formattaki bir EuroLeague, hayli ilginç zira taraftarlar geçmişe oranla farklı bir açıdan basketbolu yaşama ve izleme şansı buluyorlar. Mücadele çok üst bir seviyede, tansiyon her zaman yüksek. Güzelliği de her maçın büyük önem taşımasında. Her açıdan sürekli gelişen bir lig ve izlenen örneğin de NBA örneği olduğu, bunun sebebinin ise o ligin daha iyi olması olduğu açık.

– 2006’daki NBA Draftı’nda Bargnani’nin ilk sıradan seçilmesiyle ilgili muhtemelen milyon kez size bir şeyler sorulmuştur. Drafttaki oyuncu seçiminde hangi mantığa dayanarak tercihler yapıldığını bana açıklar mısınız? Daha açık konuşmak gerekirse o tarihte mesela Andrea ilk sıradan seçildi, Aldridge ikinci sıradan gitti, JJ Redick 11. sıradaydı, Rondo 21. sırada, Lowry 24. sırada, Millsap 47. sırada ve Rodriguez de 30. sıradaki Freeland’in önünden 27. sırada seçilmişti. Hatta Pecherov 18. sıradan seçilirken Marcus Vinicius (Marquinhos) da Millsap’in önlerinde 43. sıradan seçilmişti…

– Birçok faktörün bir araya gelmesi gerekiyor ve bu faktörlerin hepsi önemli. Hepsinden önce tabii roller göz önünde bulundurulduğuna kadronuzda neye ihtiyacınızın olduğu ve uygun seçenekler önemli. Her aday derinlemesine araştırılıyor ve kamuoyu ile paylaşılmayan bir dizi değerlendirme yapılıyor. Mesela o draftta potansiyel fiziksel sorunları nedeniyle dikkate alınmayan bazı isimler vardı. Elbette bu da bütün dünyaya anlatılamazdı. Dolayısıyla fiziksel raporlar belirleyici oluyor. Andrea seçimiyle ilgili sorumluluğu üzerimden atma niyetim yok ancak biz birkaç gün önce Treviso ile kupa kazanmıştık ve ben o drafttan sadece birkaç saat önce Toronto’ya gelmiştim. Dahası, artık zirveye oynayan Raptors adına çok mutluyum zira ben de Valanciunas, DeRozan ve Lowry gibi isimleri takıma kazandıran anlaşmaların bir parçası oldum.

– Avrupa’ya dönelim. 2014 yılında Fenerbahçe‘ye geldiniz. Geçtiğimiz yıl alınan şampiyonluğun öncesinde orada kaybetmeyi de öğrendiğinizi söyleyebilir miyiz? Birçok büyük takımın gittiği bir yoldur bu.

– Ben bu konuya biraz daha farklı bakıyorum. Ben gittiğimde henüz hiçbir Türk takımı EuroLeague’de Final Four oynamamıştı. Bu da benim için aynen Amerika’da düşünüldüğü gibi kazanımlarla dolu ve sezon geçirmek ve elit bir durumun parçası olmak anlamına geliyordu. Zaferi ya da mağlubiyeti düşünmeden önce o elit seviyedeki oyuna ulaşmanız gerekiyor. Çok yakın geçen bir finalin sonunda CSKA‘ya kaybediyorsanız, Final Four gibi en önemli zaferlerin peşinde koşan çok güçlü bir takımın yolculuğunun bir parçası olduğunuzu ve harika bir rakibe karşı mağlup olduğunuzu anlamanız gerekiyor. Mağlup olmuş gibi düşünmenize gerek yok ancak daha iyi olmak için çalışmalı ve bir önceki noktadan zafere ulaştığınız noktaya gelmelisiniz. En güzeli de bir sonraki yıl aynı oyuncu grubunu aynı yerde, birlikte o adımı atıp tekrar denerken görmekti.

– Seviyesi yüksek bir yerel ligde oynamak da daha düşük seviyeli liglere göre sizin için mücadelenin hep üst düzeyde kalmasına yardımcı oluyor mu sizce? Çıtanın hep yüksek olması… Bir de tabii kenarda Obradovic olunca doğası gereği o çıta hep yüksek oluyor…

– Zaman zaman nefes almak iyi olsa da ben sık maç yapmayı seviyorum. Ancak doğru yol bu. Hep tepede kalıyorsunuz. Gerçekten iki zorlu ligde mücadele etmek için 15-16 oyuncu gerekiyor. Yerel ligin değerinin yüksek olması kesinlikle bize yardımcı oluyor.

– İstanbul’daki CSKA maçı öncesi 18 galibiyet ve 7 mağlubiyetiniz var. İlk maçı da zaten kazanmıştınız. Ligde ilk sırayı alma düşünceniz var mı?

– Bakın, bence artık asıl farkı saha avantajınızın olması ya da olmaması yaratıyor. Dolayısıyla ilk dört sırayı almak önemli. Diğer hesaplar fazlasıyla karışık. Ayrıca geçen seneki OAKA deneyimi nedeniyle iyi bildiğimiz üzere saha avantajını tersine çevirmek de hayli zor.

Obradovic de sizin gibi üst seviyede ve yaklaşık 25 yıldır her şeyi kazanıyor. En azından üç farklı dönemde bu kadar üst seviyede kalmanın reçetesi ne?

– Tutku. O tutku, hayatınızın her anında size basketbol konuşturuyor ve basketbolu yaşatıyor. Her mücadele ile birlikte gelen sorunları en iyi şekilde çözmeye götüren insanlar, planlar, kararlar… Zeljko, 24 saat basketbola aç. Bir menajer olarak onunla çalışmak çok kolay. Aynı durum daha önce saydığınız koçlar için de geçerli.

– Pekala öyleyse tamamen Obradovic hakkında konuşalım. Herhangi bir anekdota başvurmadan, Obradovic ile basketbolun diğer ölümlü yüzleri arasındaki fark ne noktada bulunuyor?

– Kesinlikle detaylara gösterdiği özende. Hiçbir şeyi atlamıyor. Eğer bir antrenman yapmışsanız ve Zelimir’i çalışırken görmüşseniz, sahada olduğu kadar dışarıda da işini yaparken her an gözleriniz kamaşır. Oyuncular da bunu tamamen anlıyorlar ve ellerinden gelenin fazlasını vermek için buraya getiriliyorlar. Ama daha da şaşırtıcı olanı ise büyük bir kişiliği olması. Çünkü her an basketbolla yaşamak insani değerleri de doğru benimsemek anlamına gelmiyor. Hem oyuncu hem de koç olarak dünya şampiyonu olan sadece o var. Hem kenarda hem de sahada bulunmuş olması da bir avantaj. Size bir olay anlatayım. Türkiye Kupası’nda Anadolu Efes‘e kaybettik. Bütün oyuncular bir sonraki gün çok ağır bir antrenman bekliyorlardı. Ancak büyük ve beklenmedik bir sürpriz ile karşılaştılar. Zeljko herkesi şaşırtıp İstanbul’da harika bir yer ayırttı ve tüm oyuncular ile teknik ekibi, aileleriyle birlikte çok keyifli bir akşama davet etti. Antrenman falan yapılmadı. Bir ekip olma, birlikte olma akşamıydı.