By Buğra Uzar/ info@eurohoops.net
Geçtiğimiz günlerde NBA kariyerini noktalayan ve bugün de Hapoel Jerusalem’le resmi sözleşme imzalayan Amar’e Stoudemire, Players Tribune’de özel bir yazı kaleme alarak NBA kariyeri ve emeklilik kararı hakkındaki duygularını anlattı.
İşte Stoudemire’ın Players Tribune’deki “Bu Bir Veda Değil” başlıklı yazısı:
“M-V-P!”
“M-V-P!”
“M-V-P!”
15 Aralık 2010’du. Dokuz maç üst üste 30 sayı ve daha fazlasını atmıştım. Bu aynı zamanda Knicks rekoruydu. Madison Square Garden coşmuştu – Gerçekten coşmuştu– benim adıma tezahürat yapıyorlardı. Böyle bir şeyi hiç duymamıştım. Böyle bir şeyi daha önce de hiç duymamıştım. Knicks, uzun süredir ilk kez hesaba katılan bir takım olmuştu. O gün Celtics‘e iki sayıyla kaybettik (üçlüğüm süre dolduktan sonra geldiği gerekçesiyle iptal edilmişti). Ama daha önemlisi bir uyanış vardı. Sadece MSG’de değil aynı zamanda tüm şehirde.
Herkes maçlarımıza geliyordu. Gelemeyenler de barlarda toplanıp maçlarımızı izliyordu. İnsanlar maçlardan önce ve sonra parti yaparak eğleniyordu. Yemin ederim New York’un ekonomisini tek başımıza canlandırdık. Rock yıldızlarıydık -ben, Raymond Felton, Danilo Gallinari, Timofey Mozgov ve takımın geri kalanları. Tabii ki ünlü olmak bizim işimiz değil. Eğlencelidi ama harika basketbol oyuncularının ilk görevi kazanmaktır. Yine de rock yıldızı olmayı mağlup edemezsiniz.
Milyonlarca çocuk NBA’de oynamanın hayalini kurar. Sadece bazıları bunu başarır. Ve bu binlerce insandan çok daha azı da “M-V-P!” tezhüratlarını duyar.
Çılgın olan şey ise lisenin başlarında olduğum yolda devam etseydim bu tezahüratları hiç duyamazdım.
Orlando’da bulunan Cypress Creeg High’daki ilk yılımda, tehlikeli bir yola girdiğimi fark ettim. Yanlış tayfayla takılıyordum. Dersleri ekmeye başladım ve notlarım da düşmeye başladı. Uyanmam gerektiğinin, uzaklaşmam gerektiğinin ve basketbola odaklanmam gerektiğinin farkındaydım.
Koçum ve mentörüm olan Burney Hayes’e gittim. 12 yaşımdayken babam ölmüştü ve annem de hapishanedeydi. Koç Hayes, beni kabul eden insanlardan biriydi. Ona, “Koç, buradan gitmeliyim. Belaya karışmaya başlıyorum. Gidebileceğim bir yer var mı?” dedim.
Birkaç araştırma yapacağını söyledi ve ertesi gün iki seçenekle geldi: Oak Hill Akademisi ya da Mount Zion. O zamanlar Oak Hill hakkında sadece erkeklere özel bir okul olduğu dışında hiçbir şey bilmiyordum. 15 yaşındaydım ve beladan uzak durmak istememe rağmen sadece erkeklerden oluşan bir okulu istemedim. Bu yüzden Kuzey Carolina’daki Mount Zion’u seçtim.
Orada antrenmandaki ilk günümde koç hepimizi erkenden uyandırdı, sabah altı gibiydi ve bizi futbol stadyumuna götürdü.
“Evet çocuklar. Stadyumdaki her adıma dokunun, gidin ve gelin”.
Dur bir dakika. Gidip gelecek miyiz? Bu stadyumu? Ne? Aw, adamım.
Sadece ilk yılımdaydım, her adımda oflayıp pufluyordum. Benden yaşlı takım arkadaşlarım buna biraz daha alışıktı, bu yüzden onlar öndelerdi ve geriye dönüp bana bağırıyorlardı, “Hadi STAT! Hadi!”
Bitirdiğimizde koç her birimize bir gallon su verdi.
“İçin ve sizleri yarın göreceğim”.
Ve bu sadece ilk gündü.
Ancak hepsine değdi, her antrenmana ve stadyumdaki her adıma. Beni üst düzey genç yeteneklerin, üst sıra seçimlerinin ve sonuç olarak da NBA’deki en iyi oyuncuların arasına soktu.
Bugün, arkama yaslanıyorum ve NBA kariyerime bakıyorum, bazı insanlara sebgimi vermek için parantez açmak istiyorum.
Her şeyin başladığı yer olan Phoenix’ten başlayalım. Stephon Marbury’yle birlikte. Ben onun çaylağıydım. Beni kanatları altına aldı ve bana ipleri gösterdi. Birçok insan onun All-Star olduğunu ve maksimum kontrat kazandığını unutuyor. Öylesine harika bir oyuncunun beni kanatlarına alması, bana çok şey ifade etti.
Takımlar bunun için hazır değildi. Yedi saniye ve azına hazır değillerdi.
Daha sonra Steve Nash var. O gelmeden önce oldukça güçlü bir çekirdeğimiz vardı. Ben, Joe Johnson, Shawn Marion ve Leandro Barbosa. Steve’i de kadroya kattığımızda bambaşka bir seviyeye ulaştık. Geri kalan herkes ondan besleniyordu. İlk başta pas vermeyi düşünen bir guardınız olduğunda, topun nereye gitmesi gerektiğine odaklanan bir adamınız olduğunuzda, takım arkadaşlarını daha iyi yapan bir oyun kurucunuz olduğunda bu bütün oyunu açıyor.
Basketbol oyununu yeniden tanımladık. Bizden önce pivot pozisyonunda Shaq ya da Karl Malone gibi oyuncular vardı. Fiziğimiz yoktu ama hızımız vardı. Mike D’Antoni kısa beşe dönmeye karar verdi. Takımlar bunun için hazır değildi. Onlar Yedi Saniye ya da daha aza hazır değildi.
Ve paslaşma. Paslaşma. Woooo adamım, paslaşma. Bunun hakkında düşünürken bile gülüyorum.
Bu paslardan bazılarını Steve’in nasıl verdiğini hala merak ediyorum. Sahada o anın ateşiyle harika bir pasın hakkını tam olarak veremiyorsunuz. Ama tekrarı izleme şansı yakaladığınızda, dev ekranda ya da film sekanslarınızda, ona giderdim ve “Bu inanılmaz bir pas!” derdim.
Steve, bu oyunun gördüğü en iyi pasörlerden ve en iyi şutörlerden birisi. Ben de o işini yaparken olabilecek en iyi koltuktan izledim. Steve, benim oyunumu bambaşka bir seviyeye taşıdı. Bana bir lider olmanın ne demek olduğunu gösterdi.
Büyük adamı da unutamam: Shaq. Büyürken onu idolüm olarak gördüm. Ve 2008’le 2009’da onunla Phoenix’te oynama şansı yakaladım. İş de yaptık. Onun ve takımların ona vermek zorunda kaldıkları dikkat sayesinde inanılmaz istatistikler elde ediyordum.
Ayrıca Dirk Nowitzki de var. Savunmak zorunda kaldığım en zorlu oyuncu. O tek ayak fadeawayleri? Onları durdurmanın bir yolu yoktu. Şansıma 2015’te bir süre aynı takımda olduğumuzda bunu yapmak zorunda kalmadım. Onunla birlikte oynuyordum ve o oynarken izleyebiliyordum.
Bu yıl bir başka Hall Of Fame üyesi Dwyane Wade’le de oynama şansı yakaladım. Yere çok yakın top sürüyor ve aldatıcı seviyede hızlı. Çizgiden geçmesi ve çembere doğru hücum etmesi için iki kez top sektirmesi yetiyor. Tüm maçı kontrollü oynuyormuş gibi gözüküyor ama o akşamın sonunda 28 sayı ve 9 asist yapmış oluyor.
Son olarak, Carmelo Anthony. Bence NBA’de saf olarak en iyi skorer. Onun için işler çok kolay. En iyi döneminde olduğunda her birimizden farklı bir oyun oynuyordu. Garden’da 62 sayı attığı akşam onun için oldukça kolaydı. 70 ya da daha fazla atabilirdi. Sahada adeta süzüldü. Oyun bundan ibaret, Carmelo’nun olduğu seviyede oynayabilmek. Harika bir oyuncu böylesine bir performans gösterdiğinde izlemesi çok keyifli. Bunu bilmeliyim, oradaydım.
New York ve Phoenix’de hissettiğim bu sevgi, bu heyecan? Bunu hiçbir şey alt edemez. Kariyerimde yeni bir aşamaya doğru devam etsem de bunu hep taşıyacağım. Bu şehirleri, beni nasıl karşıladıklarını ve beni bugün olduğum adama çevirmelerini her zaman seveceğim. Bu şehirler, bu insanlar sonsuza dek kalbimde olacak.
NBA’den emekli oluyor olabilirim ama bu benim henüz basketbola veda ettiğim anlamına gelmiyor. Bir sonraki adımım, Avrupa ekiplerinden Hapoel Jerusalem adına oynamak. Bu sadece uzak yerlerde maaş çeki almakla ilgili değil; bu ruhsal da bir macera.
Kutsal Kitap’ta Jerusalem’den kutsal bir yer olarak bahsediliyor ve ne zaman şehirde olsam bunu hissedebiliyorum. Benim daha iyi bir eş daha iyi bir baba olmam için bir şans var ve ailemin dürüstlük yolunda ilerlemesine yardımcı olabilirim. Burada oynama şansı ve hem bir insan hem de bir oyuncu olarak büyüme şansı bir kutsanma.
Babamın bana hep dediği gibi, “Limit gökyüzüdür”.
Uçma zamanı.