By Semih Tuna & Buğra Uzar / info@eurohoops.net
1996 yılı, Türk Basketbolu için bir mihenk taşı.
Altyapıdan çıkan 7 oyuncu ile gelen Koraç Kupası şampiyonluğu, ülke sınırları dışında da Türk basketbolunun var olduğunu kanıtlayan ilk adımdı.
Sıra Milli Takım’a geldi. Düşük beklentilerle gidilen 1999 Eurobasket’te 8. olsak dahi o genç kadronun parkeye koyduğu oyun, 2001’de Türkiye’de düzenlenecek Avrupa Şampiyonası için herkesin beklentilerini yukarı çekiyordu.
Nasıl çekmeyecekti ki ? 3 şampiyon başantrenörün aynı teknik ekipte bir araya gelmesi ve herkesin elini taşın altına sokması, oyuncu kadrosunun belki de tarihin bir araya gelmiş en iyi Türkiye Milli Takım kadrosu olması kağıt üzerinde başarı imkanı ilk kez bu denli yükseltti.
“2000 yılında Turgay Demirel’in Başkan olduğu federasyon bana görev teklif ettiği zaman önümüzdeki en büyük hedef 2001 Avrupa şampiyonasıydı. İlk kez böyle bir şampiyona ülkemizde organize edilecekti.
Benim inandığım bir başarı modeli var. Başarılı olabilmek için sıra dışı bir hedef koymak gerekir. Bunu da hayal etmek gerekir. O ana kadar ulaşılamamış bir hedef olması lazım. Buna da uyumlu kaliteli ve donanımlı bir ekip oluşturmak şarttı. Doğan Hakyemez’in Genel Menajerliğinde Ülkerspor koçu Çetin Yılmaz ile çalışmak istediğimi söyledim. Zaten Tolga (Öngören) Milli Takım’ın yardımcı antrenörüydü. Murat Özyer’i de teknik ekibe dahil ettik. Böylece çok kaliteli bir teknik ve idari ekip oluştu. Bir de üç jenerasyondan oluşan bir oyuncu havuzu oluşturduk. Bu ekibi oluşturduktan sonra hem kısa vadeli hem de uzun vadeli bir plan-program uygulamaya başladık. Uzun süreli kamp ve hazırlık dönemi tasarladık. Kaliteli Milli Takımlarla çok sayıda hazırlık maçı yaptık. Bunlarla birlikte takım olma anlayışını yerleştirmeye çalışarak şampiyonaya bu şekilde girdik.”
Aydın Örs’ün takımın kuruluş aşaması ve hazırlık dönemine ait açıklamaları bu şekilde.
Peki turnuvanın ilk iki maçında kabuğumuzu bir türlü kıramamanın nedenleri neydi?
“Şampiyonada grup maçları çok stresliydi, çok baskı altında oynadık. Çünkü böyle bir ekip oluşturduğumuz için herkes bizden bugüne kadar alınmamış bir başarı bekliyordu. İlk 2 maçta oyuncular bu baskının altında strese girdi ve gerçek oyunumuzu oynayamadık. Son maçta İspanya’yı yenerek grup birinci olarak yolumuza devam etme şansı bulduk. İspanya çok güçlü bir takımdı. O galibiyet bize özgüven kazandırdı.”
“Bizim için çeyrek finaldeki Hırvatistan maçı çok kritikti. Onları yendiğimiz takdirde ilk 4’e girecektik ve Dünya Şampiyonası’na katılma fırsatı elde edecektik. Zor maçtı. Bir takımın yeniden dirilişini gösteren, 19 sayıdan geri gelip maçı tırnaklarıyla kazanan bir takımın mücadelesiydi o. Hırvatlardan sonra Almanya maçı vardı. Nowitzki’li Almanya’yı da yenip Sırbistan ile final maçına çıktık. Sırbistan maçının ilk yarısını önde kapadık ama Sırbistan bizden biraz daha tecrübeli, daha geniş bir rotasyonla oynayan bir takımdı. Finalin 1 gün öncesinde ikinciliği garantilemenin verdiği bir rahatlık da vardı. Aynı zamanda oyuncular çok yorulmuşlardı. Maçın sonunu getiremedik. Yine de o zamana kadar Türk Milli Takımı’nın aldığı en iyi dereceyi almış olduk.”
Efsane, turnuvanın geri kalan kısmını da böyle özetledi bizlere. Koçun, parke içinde ve dışında unutamadığı anlar ise şöyle:
“Geçenlerde aklıma geldi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, teknik ve idari kadroyu köşke davet etmişti. Milli Takım’a başarılar dileklerinde bulundu. Kendisini maçlara davet ettiğimiz zaman “Finale kalırsanız maçınıza gelirim” dedi. Biz de finale kaldık ve o da İstanbul’daki finale geldi. Maçı kaybettik ama Avrupa ikinci olarak bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Onun dışında oyun içinde yaşananlar var. Almanya maçında Nowitzki’nin en kritik anda faul kaçırması mesela… Onu atsa fark 4’e çıkacaktı. Biz Hidayet’in üç sayılık atışıyla maçı uzatmaya götürdük. Hırvat maçında seyircinin desteğiyle 19 sayıdan geldik.”
Aydın Hoca final günü olan atmosfer için:
“Yugoslav Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, hükümetten çeşitli bakanlar, sanatçılar, diğer branşlardaki sporcular… Ortalık şölen gibiydi. İlk defa böyle böyle bir şey oluyordu. Türkiye Milli Takımı Avrupa finali oynuyordu. Tabii bunu kazanarak taçlandırmak ortamı daha da güzel yapacaktı.” dedi.
Peki o şölen havası oyuncuları etkilemiş miydi?
“Aslında şölenden ziyade takımın yorgunluğu vardı. Maçtan bir gün önce Yugoslavya da oynamıştı fakat onlar daha oyuncuyla oynamanın avantajını kullandılar. Bir de Yugoslav takımının kadrosunda finalleri oynamayı bilen çok oyuncu vardı. Biz de ise ilk defa finale kalmanın tatlı bir rehaveti vardı diye düşünüyorum. Çünkü ilk yarıyı seyircinin desteğiyle önde kapadık ama ikinci yarıdaki konsantrasyon ve fiziksel olarak düşüşümüz bize maçı kaybettirdi.
Hatta final maçında büyük bir tartışma çıkmıştı. Yarı finali yöneten İspanyol hakem finali de yönetiyordu, ki biz grup aşamasında İspanya ile olaylı bir maç oynamıştık. FIBA, bu yüzden çok eleştirilmişti ve hakemin de kritik anlarda kritik hatalar yaptığını hatırlıyorum. Tabii ki her şeyi ona yüklemiyorum. Kendi özeleştirimizi de yapmalıyız.”
“Güzel anılarla dolu muazzam bir turnuva geçirdik.”
Hocanın son sözleri… Gerçekten de öyle. Kabuğumuzu kırdık ve Türkiye’nin sahaya çıktığı her maçta pes etmeyecek bir takım olduğunu herkese ezberlettik.