By Semih Tuna / stuna@eurohoops.net
Galatasaray‚ın yıldız oyuncusu DeVaughn Akoon-Purcell, Eurohoops’a özel bir röportaj verdi.
Huzurlarınızda DeVaughn Akoon-Purcell ile gerçekleştirdiğimiz röportaj…
– Küçükken tekvando yapmış, futbol oynamışsın. Bu sporlardan birinde profesyonel bir sporcu olma şansın var mıydı sence? Futbolda mesela seni santrafor olarak hayal edebiliyorum. Güçlü bir fiziğin, harika bir bitiriciliğin var…
– Profesyonel olamazdım herhalde. Fakat bilemiyorsunuz. Eğer bir şeyi kafanıza koyup çok çalışırsanız bence her şey mümkün. Fakat profesyonel bir futbolcu olmak ilgimi çekmiyor.
– Kolej kariyerine Eastern Oklahoma’da başladıktan sonra düşük akademik notlar nedeniyle üç bin kişiden az nüfusu olan bir yerde oynamak zorunda kaldın. O dönem nasıl geçti? Çünkü Florida’da büyüdükten sonra böyle küçük bir şehre uyum sağlamak zor olmuş olsa gerek.
– Evet, kesinlikle farklıydı. Oraya giderken kolej hakkında pek bir fikrim yoktu. Gerçekten büyük okullar ile küçük üniversiteler arasındaki farkı bilmiyordum. Kolej basketbolu oynama fırsatım olduğunu biliyordum ve bu yüzden gittim. Kolejin böyle olduğunu sanıyordum ama Division I’dan teklifler alıp ziyaretlere başlayınca küçük bir okulda olmakla Division I kolejinde olmanın arasındaki farkı gördüm. Fakat kesinlikle benim için Orlando’dan küçük bir üniversiteye gitmek, kültür şoku oldu.
– Daha sonrasında sanırım Auburn’e gidecektin. Fakat koç değişikliği oldu ve Illinois State’e gittin. Gider gitmez de büyük bir etki gösterdin ve koç Muller, seninle ilgili „Birçok oyuncuda bu yetenek var ama DeVaughn’un hep sahip olduğu bu özgüvene sahip değiller“ dedi. Bu özgüven, sende doğuştan mı geliyor?
– Bence öyle. Özgüvenin dışında tabii çok çalışıyorum. Evet, bir anlamda doğuştan geliyor ama bunun bir kısmı da çalışmanın getirdiği özgüven.
– O takımda şimdilerde Monaco’da oynayan Paris Lee de vardı. Onunla hala iletişim halinde misin?
– Evet, konuşuyoruz. Hatta bu sabah konuştuk çünkü dün bir maçları vardı ve kazandılar. Evet, haftada 1-2 kez konuşuyoruz. Adamım benim.
– Danimarka’ya giderek kariyerinde beklenmedik bir hamle yapmış oldun. Danimarka, basketbol kültürü ile tanınan bir ülke değil fakat sen, Bakken Bears formasıyla orada mücadele ettin. Seni bu tercihe ne yönlendirdi?
– O dönemde benim transfer piyasası konusunda bilgili olmamam ve menajerlerim etkili oldu. Yurt dışına çıkarak basketbol oynayıp para kazanma fırsatım olacağını düşünmüştüm. Kolejdeki ilk 1-2 yılım gibi oldu. Nereye gideceğim, nasıl olacağı konusunda pek bilgi toplamadım. Nasıl desem… Basketbol seviyesi itibarıyla yurt dışında oynama fırsatım olduğunu biliyordum ve bu fırsatı değerlendirdim, güzel bir fırsat olacağını düşündüm. Bence güzel de oldu. Fakat şu an geldiğim nokta itibarıyla yıllar içerisinde dersler çıkardım. Ülkeler, ligler arasındaki farkları öğrendim. İşlerin nasıl yürüdüğünü, menajerlerin nasıl çalıştığını öğrendim. Kariyerimin başlarında bu konuda bilgi sahibi değildim ve daha önce oynadığım farklı yerlere beni, bu durum götürdü.
– Danimarka’da geçirdiğin dönemi „kültür şoku“ olarak adlandırıyorsun. Bunu biraz açabilir misin?
– Aslında daha önce yurt dışına İspanya’ya gitmek için çıkmıştım. Kolejdeyken geziye gitmiştik, yani daha önce ABD’nin dışına çıkmıştım ama oraya gitmek ile orada yılın 10 ayını geçirmek arasında fark var. Kışın günün büyük bölümünün karanlık olması, hiç fena olmasa da yiyecekler… Birçok insan İngilizce bildiği için Danimarka aslında güzeldi, benim de deneyimimi kolaylaştırdı ama farklıydı işte. Herkes bisikletle dolaşıyor, daha az araba var. Farklı bir durum. Fakat harika bir deneyimdi.
– Danimarka’dan sonra Yaz Ligi’nde oynadın ve ardından da Denver Nuggets‚tan two-way sözleşme aldın. Böyle bir hikayeye pek rastlamıyoruz. Uzun sürmemiş olsa da bize NBA kariyerinden bahseder misin? Orada olmanın sana nasıl katkıları oldu? Çünkü bir de sen Oklahoma City Thunder taraftarıydın ve sırf Thunder‚ı izlemek için iki saat yol gidiyordun. Ayrıca arkadaşlarına bir gün NBA’de oynayacağını söylüyordun ve bunu da başardın. Bu, nasıl bir histi?
– Kesinlikle rüyam gerçeğe dönmüştü. Bazı şeylerin farklı olmasını bekliyordum ama bir kez daha kültür şoku yaşadım. NBA oyuncusu olarak hayat tarzı ve orada bulunmak, farklı bir şey. Seyahatler farklı. Herkesin özel uçakları var. Çok farklı bir deneyimdi benim için. Fakat aynı zamanda harika bir deneyimdi. Çok etkileyici insanlarla birlikteydim. Çocukluğumda yaşamadığım bazı deneyimleri de böylece yaşamış oldum. Kesinlikle rüyalarım gerçek oldu. NBA’de oynamaktan büyük keyif aldım.
– O dönemde Nikola Jokic, süperyıldızlığa evrilme noktasındaydı. Senin onunla iletişimin nasıldı?
– Harikaydı. Kadrodaki herkesle ilişkim harikaydı. Kadronun büyük bölümüyle de hala iletişim halindeyim. Sadece takım arkadaşı olarak Jokic’in bir gün MVP olacağını biliyordum. Harika biri ve harika bir oyuncu.
– Denver’dan sonra Avrupa’ya döndün. Bunu yapmaya ne zaman karar verdin? NBA’de kendini ilk kez denemiştin. G League’de veya bir başka NBA takımında two-way sözleşme ile devam etmeyi düşündün mü?
– Dediğim gibi kariyerimin yine başlarıydı ve o kadar bilgi sahibi değildim. Sadece belli bir miktar para olduğunu gördüm ve ayrıldım. O zamanlar pek bugünkü gibi değildim. Bana verecekleri parayı duyunca „Vay be“ dedim. Sezonun bitmesine dört ay kalmıştı. Gidip oynarım diye düşündüm ama beklediğim gibi olmadı. Yine dersler çıkardığım bir deneyim oldu. Dönüp bakınca „Keşke“ diyorum „başka bir NBA takımına gitmeye çalışsaydım.“ Fakat böyle bir karar vermedim ve bugün buradayım, olduğum yerden mutluyum.
– Peki Fransa ve İsrail deneyimlerin nasıldı? Yanlış bilmiyorsam Le Portel şehrini pek de sevmemiştin. Ayrıca ödeme sorunları olduğunu da duymuştum. Bu da tabii konsantrasyonunu etkilemiş olmalı.
– Evet, İsrail’den ayrılmamın asıl sebebi ödeme sorunlarıydı. Bu konuda pek ayrıntıya girmek istemiyorum. Tabii ki bir yerde oynayıp para almayacağınızı bilmek kolay değil. Böyle olunca basketbola konsantre olmak zor. Yani saha dışı sorunlardan ötürü endişelenmek durumunda kalınca oynamanız gerektiği gibi oynayamıyorsunuz da. Dolayısıyla beklediğim gibi gitmedi. Sonra oradan ayrıldım ve kendimi Le Portel’de buldum. Şehri pek sevmedim açıkçası fakat elimdeki fırsatı en iyi şekilde değerlendirdiğimi düşünüyorum. Bu kadar.