By M. Bahadır Akgün & Semih Tuna / info@eurohoops.net
Basketbol Şampiyonlar Ligi’ndeki temsilcilerimizden Darüşşafaka, Play-in etabında San Pablo Burgos‘u eleyerek Son 16 takım arasına adını yazdırdı ve bu başarının ardından Daçka‘nın başarılı baş antrenörü Selçuk Ernak, Eurohoops’a özel açıklamalarda bulundu.
Huzurlarınızda Selçuk Ernak ile gerçekleştirdiğimiz röportaj…
– “Ne haftaydı be!” denir ya hani, öyle bir hafta geçirdiniz. Nasıl bir hafta oldu? Bir haftaya sıkıştırılmış dört maç, iki seyahat, 25 farktan Galatasaray galibiyeti… Burgos‘a direkt uçuş da yok diye biliyorum…
– Uçuş yok. Dört saat Madrid’e uçuyorsunuz. Oradan üç saat otobüsle gidiyorsunuz. Beklemeleriyle o yolculuk 10 saatin üzerinde oluyor. Bir de biz bütün koçlar bir arada COVID olduğumuz için oradan beri hiç nefes alacak payımız yok. Afyon’a gittik, oradan iki gün sonra yılbaşı günü Karşıyaka ile oynadık. Döndük, Holon ile oynadık. Fenerbahçe ile oynadık. Bir daha Holon ile oynadık. Galatasaray ile oynadık. Çok uzun süredir nefessiz gidiyoruz.
– Bu haftayı özetlemek hiç kolay olmayacak fakat deneseniz nasıl özetlerdiniz?
– Sizin haftaya nereden başlayayım? (Gülüyor)
– İlk Burgos maçından başlayabiliriz hocam.
– İlk Burgos maçına gittiğimiz zaman Burgos takımını iyi tanıyan bir ekip olduğumuzu düşünüyorum. Geçen sene de onlarla oynamıştık. Beşiktaş‘ın grubunda oynadıkları için de yakından takip etme fırsatımız oldu. Çünkü biz Beşiktaş ile ligde oynayacağımız zaman onlar Burgos maçlarını tamamlamışlardı. O maçları da izledik. Tabii ki o maçlardan sonra bir koç değişikliği oldu. Bu sefer birtakım düzenleri değişti. Sonra biz buraya ilk maça geldik. Maça çok iyi başladık fakat rotasyona girdiğimizde onların bench oyuncuları çok verimli oynadı. Bizim benchten gelen oyuncular o maçta bize yeteri kadar katkı veremediler ve maçın momentumunu onlara verme gibi bir sorunumuz oldu. Sonuçta da onlar kazandılar. Ama açıkçası iki maç ile bitirebileceğimiz bir seriymiş. Bunu benden çok oyuncuların fark edip kararlı davranmalarının sağlanması açısından ilk maçın da bize bir şeyler kattığını düşünüyorum.
Tabii ilk maçı kaybettik, evimize döndük. Galatasaray ile oynayacağız, bir önceki hafta Fenerbahçe‘yi, ondan önce de Karşıyaka’yı yenmişiz. İyi de bir ivmemiz var. Galatasaray da tabii sıralamada direkt rakibimiz. İlk maçı kazanmıştık ve bu avantajı kaybetmek istemiyorduk. Böyle bir atmosfer içinde Burgos bir daha koç değiştirdi. Biz Galatasaray maçının ilk yarısında hiçbir savunma planımızı uygulayamayarak, 54 sayı yiyerek geride kapattık. Hatta üçüncü periyodun da neredeyse son dört dakikasına kadar bu sürdü. Tabii fark kapanarak gitti ama Galatasaray’ın üstünlüğü vardı. Galatasaray, müthiş bir hücum takımı. Zaten ortalama 91 sayı atıyorlar. Ondan sonra biz insan üstü bir savunma çabasıyla, biraz da rakibimizin herhalde “Maç burada bitmiştir, kazandık” içgüdüsünden faydalanarak o maçı kazandık.
Tabii şimdi o maçı kazandık, Burgos’a hazırlanacağız. Bizim için bir karar maçı. Kaybederseniz Avrupa’da sezonunuz bitecek. Koç takıma yeni gelmiş, ACB’deki COVID vakaları nedeniyle hiç maç oynamamışlar. Dolayısıyla biz neye göre hazırlanacağımızı bilmiyorduk. İlk maçtaki koç gittiği için o düzenleri komple değiştirmeleri mümkün olmasa da hangi kısımları koruyacaklarını, en azından savunma prensipleri nasıl değişeceğini, hücumlarda neler ekleyeceklerini bilmemiz mümkün değildi. Tam bir kör atış durumuna düştük. Biz de şöyle bir şey yaptık. Koç Olmos daha önce Breogan takımını çalıştırıyordu. Biz de o takımı çalıştık. Prensip olarak neleri tercih ettiğini anlamak için Breogan’ın analizlerinden faydalandık. Tabii koçla alakalı bilgi almak için birtakım scoutlar ile de konuştuk. Nasıl basketbol oynatmayı planlayacağını tahmin etmeye çalıştık. Burgos’un düzenlerinin içinde gerçekten işleyen şeyler vardı. Onları değiştirmeyeceğini hesap ettik. Fakat çoğunlukla da ana oyuncuların, yaratıcı oyuncuların, bizim sahada sorun olarak karşılaşabileceğimiz oyuncuların özelliklerini ön plana çıkardık. Hem İstanbul’da, hem İspanya’da bu bizim çok işimize yaradı. Hem düzenlerini durdurmak, savunmada belli bir istikrar yakalamak açısından hem de özgüvenli bir şekilde oynamamız açısından böyle oldu. İlk maçı da son maçı da özgüvenli oynadık. Tabii İstanbul’da oynadıklarından farklı bir şekilde oynadılar. İstanbul’da oynadıkları savunma veya hücum prensiplerinden daha farklı şeyler yapmaya çalıştılar. Onlar da maça göre iki gün içerisinde yapabilecekleri değişiklikleri yapmışlar ama gerçekten bizim oyuncular çok kararlıydı. Her hamle yapmaya çalıştıklarında bu hamleleri savuşturdular. Son 16’ya kaldığımız için çok memnunuz.
– Burgos, son iki yılın şampiyonuydu. Bu sezon biz de yakından takip ettik. Zan Tabak ile başladılar, ardından Salva Maldonado geldi. Son olarak dediğiniz gibi Paco Olmos vardı. Olmos’u değerlendirmek için erken olsa da ilk iki koç, Avrupa’da da İspanya’da da istenen basketbolu oynatamadı. Şöyle de bir durum var, sizin de dediğiniz gibi Burgos, geniş kadrosuyla sorunlarını sezon içerisinde halledebilecek, bu ligin favorilerinden olduğu net bir takım. Dahası sizin de maçtan sonra söylediğiniz gibi kazanmayı bilen de bir takım. Biz aslında sizin Rytas ile eşleşmenizi bekliyorduk. Öyle tahmin ediyorduk çünkü Burgos evinde Rytas ile oynayacaktı. Dışarıdan bakan bir göz, Burgos’un ilk sırada çıkacağını hesaplayabilirdi diye düşünüyorum. Siz onlarla eşleştiğinizi öğrenince neler düşündünüz?
– Biz de öyle tahmin ediyorduk açıkçası. Bir kere biz kendi grubumuzdan üçüncü çıktık. Daha iyi bir noktada, hatta belki Play-in maçlarına kalmadan Son 16’ya kalmak isterdik. Bu olmadı. Bizim geniş bir kadromuz yok. İki tarafta da savaşmaya çalışırken aynı miktarda verim alamayabiliyoruz. Ki alamadık da… Bunun sonucunda üçüncü olmanın bir bedeli var. Karşı taraftan gelen ikinci ile oynuyorsunuz. Biz de Rytas ile oynayacağımızı tahmin ediyorduk. Burgos’un evinde avantajı sağlayacağını ve ikinci olmayacağını düşünüyorduk ama Rytas da çok iyi bir sezon geçiriyor.
Burgos ile ilgili şöyle bir şeyi de göz ardı etmemek gerekiyor: Geçen sene Koç Penarroya varken onlar turnuvayı iki sezon üst üste kazanmadılar, 10 ay ara ile kazandılar. Çünkü bir önceki turnuva Eylül’de oynandı. Sonra diğer turnuva Mayıs’ta oynandı. Penarroya, takıma müthiş hakim, takımın güvenini müthiş kazanmış, kimyası çok daha doğru ve zengin bir takım ile oynuyordu. Özellikle Jasiel Riviero’nun ayrılması, geçen sene belki görünmez kahramanlardan olan Omar Cook’un ayrılması, yerine monte ettikleri parçaların sakatlıklar yaşamaları ya da aynı verimi sunmamaları ve -en sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim- sonraki koçlarla Penarroya’nın yarattığı sinerji, mücadele, güven ortamını yakalayamamış olmaları da büyük faktör.
Bir takım, iki kez kazandığında tabii kalan oyuncularda da bir doymuşluk oluyor. Bir artık deşarj durumu oluyor ve insanlar aynı noktadan devam edemiyorlar. Duygusal olarak geriliyorlar ve ondan sonra ortam izin verirse tekrar toparlanıp aynı duyguyu yakalayabiliyorlar. Tabii orada Kravic’te bu var. Rabaseda’da bu var. Çok net gözüküyor. Renfroe‘da bu var. Çok net gözüküyor. Geçen sene bıraktıkları yerde değiller. Kimse de orada olmalarını beklemiyor ama etraftan da yardım almayınca onların duygusal düşüklükleri, çok net bizim avantajımız hâline geliyor diye düşünüyorum.
– İlk tur gruplarından bahsettiniz. Daha iyi işler çıkarabileceğinizi söylediniz. Holon deplasmanı, elinizden kayıp gitti. Çok iyi başlamıştınız ama kendiniz de söylemiştiniz “57 sayı atarak Holon deplasmanında maç kazanamayız” diye. Sonra Cluj maçında sekiz dakika kala 18 sayı farkla öndeydiniz. Maçtan sonra siz de “Bunu idmanda 200 kez göstersek öğretemeyiz” demiştiniz. Brindisi deplasmanı da aynı şekilde… Grupta dönem dönem iyi maçlar çıkarsanız da yine de daha iyisi olabilirdi sanki. Dar kadroyla da alakası var sanırım bu durumun.
– Burası kesin. Ben şunu söylemiştim, bizim oluşturduğumuz kadroya zamanın iyi geleceğini düşünmüştüm. Bunu daha önce de ifade etmiştim, biz sezon başında deplasmanları bu kadar iyi oynayamıyorduk. Bu bir gerçek. Ligde çok önemli deplasman maçları kazandık. Gaziantep’e gittik, kazandık. Fenerbahçe‘ye gittik, kazandık. Karşıyaka’ya gittik, kazandık. Efes ile çok ciddi bir farkı yakaladık, kazanamadık ama Galatasaray deplasmanını kazandık. Yani takım deplasmanda maç kazanmayı biraz yolda öğrendi.
Cluj ilk maçımızdı. Benim en hayıflandığım maç o maç diyebilirim. Rakibimizi 60’lı sayılarda tutup yenemedik. Hücum ile ilgili özellikle deplasman maçlarında ciddi sıkıntımız vardı. İçerideki Cluj maçını siz de söylediniz. Biz gittiğimizde Cluj’un ciddi bir rakip olabileceğini belki de oyuncularımıza yeteri kadar anlatamadık. Onlar bir Romanya takımı ile oynamaya gittiler ama Cluj, bir Romanya takımı değil. 7-8 tane yabancı oyuncu, Romanyalı oyuncular oyuna bile girmiyor. Romanya’da yerleşmiş, Romanyalı bir koçun çalıştırdığı herhangi bir Avrupa takımı Cluj. Bence iyi bir kimyaları var. Mücadeleci ve yetenekli oyuncuları var. Kimse, bu yaptıkları işi onlardan beklemiyordu. Dolayısıyla çok büyük saygım var yaptıkları işe. Bizi ilk maçta çok net gafil avladılar. Biz dışarıdaki ve içerideki Cluj maçlarını kazanıp bambaşka bir yerde bitirebilirdik. Evet, Brindisi ve Holon deplasmanları zor. Zaten zor olur bu maçlar. Deplasmanda hiçbir maç kolay olmaz ama biz 18 sayı öne geçtiğimiz maçı ve ilk oynadığımız maçı kaybetmeyebilirdik. İlk grup ile ilgili özeleştirim bu şekilde.
– Siz kadronuzun sezon içerisinde gelişeceğini düşündüğünüzü belirttiniz. Bu tabii tesadüf değil. Geçen sezon sizinle gerçekleştirdiğimiz röportajda da planlı, düzenli bir transfer süreci yürüttüğünüzden bahsetmiştiniz. Avrupa’da çok sık rastlamıyoruz buna. Genelde takımlar, transferi son dakikaya bırakmak zorunda kalabiliyor. Siz gayet planlı bir süreç yürütüyorsunuz. Bu anlamda geçen yaz da transferde hamlelerinizde yine erken davrandınız. Takıma uygun, aklınızdaki planlara uygun isimlerle anlaşmaya çalışıyorsunuz. Bu transferlerdeki seçim kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?
– Şöyle, bizim için 2-3 tane kriter var. Bunların ilki, bildiğiniz gibi biz çok düşük bir bütçe ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bizim toplam oyuncu bütçemiz 1 milyon doların biraz üzerinde. Dolayısıyla kendi bütçemiz içinde ilerletebileceğimizi ya da fayda çıkarabileceğimizi düşündüğümüz oyuncuyu tespit ettiğimiz zaman hemen hamle yapıyoruz. Dolayısıyla bunlar erken hamleler oluyorlar. Pineiro ile Wayne McCullough’da olduğu gibi.
İkinci kriterimiz, takımı taşıyabilecek ve güvenebileceğimiz, ne işler yaptığını net olarak bildiğimiz, kişiliğine de güvendiğimiz oyuncular. Bunlar da Troy Caupain ve Nathan Boothe. Zaten daha önce de beraber çalışmıştık. Özellikle hata payımız olmayan mevkilerde tercihimizi bu şekilde kullandık.
Tabii Olaseni’yi onlardan ayrı tutuyorum. Sadece Türkiye’de oynadığı için değil, ben Sakarya’yı çalıştırdığım dönemde Würzburg’da bizim rakibimiz olmuştu. O zamandan beri radarımızda olan bir oyuncu. Hem oyuncu olarak hem kişilik olarak kendisini çok ispatlamış ve Türkiye’ye çok net entegre olmuş bir oyuncu. Nasıl Türkçe konuştuğunu duysanız hepiniz çok şaşırırsınız. Bu arada onu da eklemiş olayım. (Gülüyor).
Bu sebeplerle böyle bir erken hamle yapma durumu oluyor. Geciktiğimiz zaman kafanızda karar verdiğiniz isimleri de kaçırabilirsiniz. Tabii bunların hepsinin oyunculuk hedeflerinin sürmesi, belli bir hedef için kendilerini ilerletme inançları ve bize inançları da burada faktör. Daha ileriki yaşlarda kendilerini Avrupa’da çok ispatlamış oyuncular da var. Bunlardan da bir takım kurabilirsiniz ama oyunculuğu düşüşe geçmiş, kariyeri gerilemeye başlamış addediyorum ben o oyuncuları. Hedefleri olan, şu anda belki daha geride olsa da potansiyeli ile bizi ikna eden, amaçlı oyuncuları bir sürü şeyi kazanmış, finansal olarak bir rahatlığa erişmiş oyuncuya her zaman tercih ediyorum.
Tabii işin karakter kısmında da biz ekip olarak, size daha önce söylediğim gibi çok ders çalışan, çok bağlantısı olan bir ekibiz. Çok düzgün karakterleri bir araya getirme şansımız oldu bu sene. Türk oyuncularla da şahane kaynaştılar. Benim çalıştırdığım takımlar arasında kimyası açık ara en iyi takım, bu takım. Özellikle kötü günde kafamızı tekrar kaldırıp ileriye bakabilmemiz için bunun bize çok faydası oluyor. İyi günde herkes iyi zaten, o sorun değil. Önemli olan kötü günde kim bir arada kalabiliyor, kim kime yardım edebiliyor. Tamamen bunun peşindeyiz.