Selçuk Ernak’tan Eurohoops’a: Burgos Zaferi, Oyuncu Seçimleri, Sezon Hedefleri

24/Oca/22 09:53 Ocak 24, 2022

Mehmet Bahadır Akgün

24/Oca/22 09:53

Eurohoops.net

Darüşşafaka baş antrenörü Selçuk Ernak, Eurohoops’a özel bir röportaj verdi!

By M. Bahadır Akgün & Semih Tuna / info@eurohoops.net

Basketbol Şampiyonlar Ligi’ndeki temsilcilerimizden Darüşşafaka, Play-in etabında San Pablo Burgos‘u eleyerek Son 16 takım arasına adını yazdırdı ve bu başarının ardından Daçka‘nın başarılı baş antrenörü Selçuk Ernak, Eurohoops’a özel açıklamalarda bulundu.

Huzurlarınızda Selçuk Ernak ile gerçekleştirdiğimiz röportaj…

– “Ne haftaydı be!” denir ya hani, öyle bir hafta geçirdiniz. Nasıl bir hafta oldu? Bir haftaya sıkıştırılmış dört maç, iki seyahat, 25 farktan Galatasaray galibiyeti… Burgos‘a direkt uçuş da yok diye biliyorum…

– Uçuş yok. Dört saat Madrid’e uçuyorsunuz. Oradan üç saat otobüsle gidiyorsunuz. Beklemeleriyle o yolculuk 10 saatin üzerinde oluyor. Bir de biz bütün koçlar bir arada COVID olduğumuz için oradan beri hiç nefes alacak payımız yok. Afyon’a gittik, oradan iki gün sonra yılbaşı günü Karşıyaka ile oynadık. Döndük, Holon ile oynadık. Fenerbahçe ile oynadık. Bir daha Holon ile oynadık. Galatasaray ile oynadık. Çok uzun süredir nefessiz gidiyoruz.

– Bu haftayı özetlemek hiç kolay olmayacak fakat deneseniz nasıl özetlerdiniz?

– Sizin haftaya nereden başlayayım? (Gülüyor)

– İlk Burgos maçından başlayabiliriz hocam.

– İlk Burgos maçına gittiğimiz zaman Burgos takımını iyi tanıyan bir ekip olduğumuzu düşünüyorum. Geçen sene de onlarla oynamıştık. Beşiktaş‘ın grubunda oynadıkları için de yakından takip etme fırsatımız oldu. Çünkü biz Beşiktaş ile ligde oynayacağımız zaman onlar Burgos maçlarını tamamlamışlardı. O maçları da izledik. Tabii ki o maçlardan sonra bir koç değişikliği oldu. Bu sefer birtakım düzenleri değişti. Sonra biz buraya ilk maça geldik. Maça çok iyi başladık fakat rotasyona girdiğimizde onların bench oyuncuları çok verimli oynadı. Bizim benchten gelen oyuncular o maçta bize yeteri kadar katkı veremediler ve maçın momentumunu onlara verme gibi bir sorunumuz oldu. Sonuçta da onlar kazandılar. Ama açıkçası iki maç ile bitirebileceğimiz bir seriymiş. Bunu benden çok oyuncuların fark edip kararlı davranmalarının sağlanması açısından ilk maçın da bize bir şeyler kattığını düşünüyorum.

Tabii ilk maçı kaybettik, evimize döndük. Galatasaray ile oynayacağız, bir önceki hafta Fenerbahçe‘yi, ondan önce de Karşıyaka’yı yenmişiz. İyi de bir ivmemiz var. Galatasaray da tabii sıralamada direkt rakibimiz. İlk maçı kazanmıştık ve bu avantajı kaybetmek istemiyorduk. Böyle bir atmosfer içinde Burgos bir daha koç değiştirdi. Biz Galatasaray maçının ilk yarısında hiçbir savunma planımızı uygulayamayarak, 54 sayı yiyerek geride kapattık. Hatta üçüncü periyodun da neredeyse son dört dakikasına kadar bu sürdü. Tabii fark kapanarak gitti ama Galatasaray’ın üstünlüğü vardı. Galatasaray, müthiş bir hücum takımı. Zaten ortalama 91 sayı atıyorlar. Ondan sonra biz insan üstü bir savunma çabasıyla, biraz da rakibimizin herhalde “Maç burada bitmiştir, kazandık” içgüdüsünden faydalanarak o maçı kazandık.

Tabii şimdi o maçı kazandık, Burgos’a hazırlanacağız. Bizim için bir karar maçı. Kaybederseniz Avrupa’da sezonunuz bitecek. Koç takıma yeni gelmiş, ACB’deki COVID vakaları nedeniyle hiç maç oynamamışlar. Dolayısıyla biz neye göre hazırlanacağımızı bilmiyorduk. İlk maçtaki koç gittiği için o düzenleri komple değiştirmeleri mümkün olmasa da hangi kısımları koruyacaklarını, en azından savunma prensipleri nasıl değişeceğini, hücumlarda neler ekleyeceklerini bilmemiz mümkün değildi. Tam bir kör atış durumuna düştük. Biz de şöyle bir şey yaptık. Koç Olmos daha önce Breogan takımını çalıştırıyordu. Biz de o takımı çalıştık. Prensip olarak neleri tercih ettiğini anlamak için Breogan’ın analizlerinden faydalandık. Tabii koçla alakalı bilgi almak için birtakım scoutlar ile de konuştuk. Nasıl basketbol oynatmayı planlayacağını tahmin etmeye çalıştık. Burgos’un düzenlerinin içinde gerçekten işleyen şeyler vardı. Onları değiştirmeyeceğini hesap ettik. Fakat çoğunlukla da ana oyuncuların, yaratıcı oyuncuların, bizim sahada sorun olarak karşılaşabileceğimiz oyuncuların özelliklerini ön plana çıkardık. Hem İstanbul’da, hem İspanya’da bu bizim çok işimize yaradı. Hem düzenlerini durdurmak, savunmada belli bir istikrar yakalamak açısından hem de özgüvenli bir şekilde oynamamız açısından böyle oldu. İlk maçı da son maçı da özgüvenli oynadık. Tabii İstanbul’da oynadıklarından farklı bir şekilde oynadılar. İstanbul’da oynadıkları savunma veya hücum prensiplerinden daha farklı şeyler yapmaya çalıştılar. Onlar da maça göre iki gün içerisinde yapabilecekleri değişiklikleri yapmışlar ama gerçekten bizim oyuncular çok kararlıydı. Her hamle yapmaya çalıştıklarında bu hamleleri savuşturdular. Son 16’ya kaldığımız için çok memnunuz.

– Burgos, son iki yılın şampiyonuydu. Bu sezon biz de yakından takip ettik. Zan Tabak ile başladılar, ardından Salva Maldonado geldi. Son olarak dediğiniz gibi Paco Olmos vardı. Olmos’u değerlendirmek için erken olsa da ilk iki koç, Avrupa’da da İspanya’da da istenen basketbolu oynatamadı. Şöyle de bir durum var, sizin de dediğiniz gibi Burgos, geniş kadrosuyla sorunlarını sezon içerisinde halledebilecek, bu ligin favorilerinden olduğu net bir takım. Dahası sizin de maçtan sonra söylediğiniz gibi kazanmayı bilen de bir takım. Biz aslında sizin Rytas ile eşleşmenizi bekliyorduk. Öyle tahmin ediyorduk çünkü Burgos evinde Rytas ile oynayacaktı. Dışarıdan bakan bir göz, Burgos’un ilk sırada çıkacağını  hesaplayabilirdi diye düşünüyorum. Siz onlarla eşleştiğinizi öğrenince neler düşündünüz?

– Biz de öyle tahmin ediyorduk açıkçası. Bir kere biz kendi grubumuzdan üçüncü çıktık. Daha iyi bir noktada, hatta belki Play-in maçlarına kalmadan Son 16’ya kalmak isterdik. Bu olmadı. Bizim geniş bir kadromuz yok. İki tarafta da savaşmaya çalışırken aynı miktarda verim alamayabiliyoruz. Ki alamadık da… Bunun sonucunda üçüncü olmanın bir bedeli var. Karşı taraftan gelen ikinci ile oynuyorsunuz. Biz de Rytas ile oynayacağımızı tahmin ediyorduk. Burgos’un evinde avantajı sağlayacağını ve ikinci olmayacağını düşünüyorduk ama Rytas da çok iyi bir sezon geçiriyor.

Burgos ile ilgili şöyle bir şeyi de göz ardı etmemek gerekiyor: Geçen sene Koç Penarroya varken onlar turnuvayı iki sezon üst üste kazanmadılar, 10 ay ara ile kazandılar. Çünkü bir önceki turnuva Eylül’de oynandı. Sonra diğer turnuva Mayıs’ta oynandı. Penarroya, takıma müthiş hakim, takımın güvenini müthiş kazanmış, kimyası çok daha doğru ve zengin bir takım ile oynuyordu. Özellikle Jasiel Riviero’nun ayrılması, geçen sene belki görünmez kahramanlardan olan Omar Cook’un ayrılması, yerine monte ettikleri parçaların sakatlıklar yaşamaları ya da aynı verimi sunmamaları ve -en sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim- sonraki koçlarla Penarroya’nın yarattığı sinerji, mücadele, güven ortamını yakalayamamış olmaları da büyük faktör.

Bir takım, iki kez kazandığında tabii kalan oyuncularda da bir doymuşluk oluyor. Bir artık deşarj durumu oluyor ve insanlar aynı noktadan devam edemiyorlar. Duygusal olarak geriliyorlar ve ondan sonra ortam izin verirse tekrar toparlanıp aynı duyguyu yakalayabiliyorlar. Tabii orada Kravic’te bu var. Rabaseda’da bu var. Çok net gözüküyor. Renfroe‘da bu var. Çok net gözüküyor. Geçen sene bıraktıkları yerde değiller. Kimse de orada olmalarını beklemiyor ama etraftan da yardım almayınca onların duygusal düşüklükleri, çok net bizim avantajımız hâline geliyor diye düşünüyorum.

– İlk tur gruplarından bahsettiniz. Daha iyi işler çıkarabileceğinizi söylediniz. Holon deplasmanı, elinizden kayıp gitti. Çok iyi başlamıştınız ama kendiniz de söylemiştiniz “57 sayı atarak Holon deplasmanında maç kazanamayız” diye. Sonra Cluj maçında sekiz dakika kala 18 sayı farkla öndeydiniz. Maçtan sonra siz de “Bunu idmanda 200 kez göstersek öğretemeyiz” demiştiniz. Brindisi deplasmanı da aynı şekilde… Grupta dönem dönem iyi maçlar çıkarsanız da yine de daha iyisi olabilirdi sanki. Dar kadroyla da alakası var sanırım bu durumun.

– Burası kesin. Ben şunu söylemiştim, bizim oluşturduğumuz kadroya zamanın iyi geleceğini düşünmüştüm. Bunu daha önce de ifade etmiştim, biz sezon başında deplasmanları bu kadar iyi oynayamıyorduk. Bu bir gerçek. Ligde çok önemli deplasman maçları kazandık. Gaziantep’e gittik, kazandık. Fenerbahçe‘ye gittik, kazandık. Karşıyaka’ya gittik, kazandık. Efes ile çok ciddi bir farkı yakaladık, kazanamadık ama Galatasaray deplasmanını kazandık. Yani takım deplasmanda maç kazanmayı biraz yolda öğrendi.

Cluj ilk maçımızdı. Benim en hayıflandığım maç o maç diyebilirim. Rakibimizi 60’lı sayılarda tutup yenemedik. Hücum ile ilgili özellikle deplasman maçlarında ciddi sıkıntımız vardı. İçerideki Cluj maçını siz de söylediniz. Biz gittiğimizde Cluj’un ciddi bir rakip olabileceğini belki de oyuncularımıza yeteri kadar anlatamadık. Onlar bir Romanya takımı ile oynamaya gittiler ama Cluj, bir Romanya takımı değil. 7-8 tane yabancı oyuncu, Romanyalı oyuncular oyuna bile girmiyor. Romanya’da yerleşmiş, Romanyalı bir koçun çalıştırdığı herhangi bir Avrupa takımı Cluj. Bence iyi bir kimyaları var. Mücadeleci ve yetenekli oyuncuları var. Kimse, bu yaptıkları işi onlardan beklemiyordu. Dolayısıyla çok büyük saygım var yaptıkları işe. Bizi ilk maçta çok net gafil avladılar. Biz dışarıdaki ve içerideki Cluj maçlarını kazanıp bambaşka bir yerde bitirebilirdik. Evet, Brindisi ve Holon deplasmanları zor. Zaten zor olur bu maçlar. Deplasmanda hiçbir maç kolay olmaz ama biz 18 sayı öne geçtiğimiz maçı ve ilk oynadığımız maçı kaybetmeyebilirdik. İlk grup ile ilgili özeleştirim bu şekilde.

– Siz kadronuzun sezon içerisinde gelişeceğini düşündüğünüzü belirttiniz. Bu tabii tesadüf değil. Geçen sezon sizinle gerçekleştirdiğimiz röportajda da planlı, düzenli bir transfer süreci yürüttüğünüzden bahsetmiştiniz. Avrupa’da çok sık rastlamıyoruz buna. Genelde takımlar, transferi son dakikaya bırakmak zorunda kalabiliyor. Siz gayet planlı bir süreç yürütüyorsunuz. Bu anlamda geçen yaz da transferde hamlelerinizde yine erken davrandınız. Takıma uygun, aklınızdaki planlara uygun isimlerle anlaşmaya çalışıyorsunuz. Bu transferlerdeki seçim kriterlerinizden bahsedebilir misiniz?

– Şöyle, bizim için 2-3 tane kriter var. Bunların ilki, bildiğiniz gibi biz çok düşük bir bütçe ile mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bizim toplam oyuncu bütçemiz 1 milyon doların biraz üzerinde. Dolayısıyla kendi bütçemiz içinde ilerletebileceğimizi ya da fayda çıkarabileceğimizi düşündüğümüz oyuncuyu tespit ettiğimiz zaman hemen hamle yapıyoruz. Dolayısıyla bunlar erken hamleler oluyorlar. Pineiro ile Wayne McCullough’da olduğu gibi.

İkinci kriterimiz, takımı taşıyabilecek ve güvenebileceğimiz, ne işler yaptığını net olarak bildiğimiz, kişiliğine de güvendiğimiz oyuncular. Bunlar da Troy Caupain ve Nathan Boothe. Zaten daha önce de beraber çalışmıştık. Özellikle hata payımız olmayan mevkilerde tercihimizi bu şekilde kullandık.

Tabii Olaseni’yi onlardan ayrı tutuyorum. Sadece Türkiye’de oynadığı için değil, ben Sakarya’yı çalıştırdığım dönemde Würzburg’da bizim rakibimiz olmuştu. O zamandan beri radarımızda olan bir oyuncu. Hem oyuncu olarak hem kişilik olarak kendisini çok ispatlamış ve Türkiye’ye çok net entegre olmuş bir oyuncu. Nasıl Türkçe konuştuğunu duysanız hepiniz çok şaşırırsınız. Bu arada onu da eklemiş olayım. (Gülüyor).

Bu sebeplerle böyle bir erken hamle yapma durumu oluyor. Geciktiğimiz zaman kafanızda karar verdiğiniz isimleri de kaçırabilirsiniz. Tabii bunların hepsinin oyunculuk hedeflerinin sürmesi, belli bir hedef için kendilerini ilerletme inançları ve bize inançları da burada faktör. Daha ileriki yaşlarda kendilerini Avrupa’da çok ispatlamış oyuncular da var. Bunlardan da bir takım kurabilirsiniz ama oyunculuğu düşüşe geçmiş, kariyeri gerilemeye başlamış addediyorum ben o oyuncuları. Hedefleri olan, şu anda belki daha geride olsa da potansiyeli ile bizi ikna eden, amaçlı oyuncuları bir sürü şeyi kazanmış, finansal olarak bir rahatlığa erişmiş oyuncuya her zaman tercih ediyorum.

Tabii işin karakter kısmında da biz ekip olarak, size daha önce söylediğim gibi çok ders çalışan, çok bağlantısı olan bir ekibiz. Çok düzgün karakterleri bir araya getirme şansımız oldu bu sene. Türk oyuncularla da şahane kaynaştılar. Benim çalıştırdığım takımlar arasında kimyası açık ara en iyi takım, bu takım. Özellikle kötü günde kafamızı tekrar kaldırıp ileriye bakabilmemiz için bunun bize çok faydası oluyor. İyi günde herkes iyi zaten, o sorun değil. Önemli olan kötü günde kim bir arada kalabiliyor, kim kime yardım edebiliyor. Tamamen bunun peşindeyiz.

– Ligdeki son beş maçtaki fikstürünüze baktığımızda Afyon maçını bir kenara koyarsak zorluk açısından ligdeki en zor fikstürdü. Karşıyaka deplasmanı, Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş maçları. Bu sırada dar bir rotasyon ile Basketbol Şampiyonlar Ligi’nde eleme ve play-in maçları da oynadınız. Bu kadar dinç kalmayı nasıl başardınız? Çünkü altı kişilik bir ana rotasyondan bahsediyoruz. Bu, hiç kolay bir iş değil.

– Kolay değil tabii. Sakatlanmamış ve hastalanmamış olmamız bizim şansımız. Burada tabii sakatlanmamak, çocukların gücünü belli bir miktarda koruyabilmek ve onları sezon içerisinde belli bir miktarda güçlü devam ettirebilmek açısından kondisyonerimiz Ertan Bedir’in hakkını vermem lazım. Biz Ertan ile 15. sezonumuzda birlikte çalışıyoruz. Hem Banvit’te, hem ümit milli takımda, hem Sakarya’da hem de burada… Artık birbirimizle konuşmadan birbirimizin ne düşüneceğini tahmin edebiliyoruz. Rüçhan Tamsöz de bu ekibin içerisinde. Dolayısıyla kimi nerede dinlendireceğiz, nerede ne kadar yükleneceğiz gibi hamleleri iyi yaptığımızı düşünüyorum ama tabii tekrar söyleyeyim, sakatlanmamak ve hastalanmamak büyük şans çünkü bu kontrol edebileceğiniz bir konu değil.

Aslında biz elimizdeki gençleri sahaya atmamaktan ya da daha az rol alan oyunculara şans vermemekten yana tercihini kullanan bir ekip değiliz ama hataların tekrarlanmasından hoşlanan bir ekip de değiliz. Hata yapabilirsiniz tabii ama hatayı tekrar ediyorsanız, bu bizim tercih edeceğimiz bir şey değil. Sezonun birinci idmanında oyuncularla yaptığımız bir anlaşmadır bu. Hatadan korkmamak, hatayla oynamasını bilmek, başkasının hatasını kapatabilmek ama hatayı tekrarlamayacak kadar da akıllı ve konsantre olmak, işe sahip çıkmak. Dolayısıyla bu yazılı olmayan anlaşma üzerinden gidiyoruz oyuncular ile. Bu dar rotasyonun içinde belli farklı maçlarda bize katkı yapan ekstra oyuncular oluyor. Sadece ana rotasyondaki oyuncularla kazanmıyorsunuz maçı. Bir maç çıkıyor Görkem katkı veriyor. Bir maç çıkıyor Berke katkı veriyor. Son zamanlarda çok önemli bir istikrar yakaladı bence. Genç Ege Özçelik’i Galatasaray maçında atıyoruz, 10 dakika çıkmadan oynuyor, Dee Bost’u tutup bir katkı veriyor. Troy Şav’ın çok geri gelişlerimizde fayda verdiği maçlar oldu. Maxim şanssız bir sezon geçiriyor. Çok fazla hastalık ve şanssızlık yaşadı. Onlardan katkı aldığımız sürece bizim yaşayacağımız ortada ama sezonun sonuna kadar tabii 5-6 kişi gibi üzerine çok yük binen oyuncular var. İnşallah sağlıklı kalırlar.

Biraz da dinç ve mücadeleci kalmaları tabii kendi karakterleri ile ilgili. Doğuş’a biz hiçbir zaman “Haydi oğlum, daha enerjik, daha agresif” gibi bir şey söylemiyoruz. Zaten adamın genleri böyle. Bu tarz oyuncuları bir araya getirmeye çalıştığımız için oradan biraz fayda görüyoruz.

– Doğuş Özdemiroğlu’ndan bahsetmişken biz onun yükselişine birkaç yıldır tanıklık ediyoruz aslında ama iyiden iyiye son 1-2 sezonda liderlik vasfı da öne çıktı. Aslında siz takım kimyasından da bahsettiniz. Bu anlamda Doğuş Özdemiroğlu’na sahip olmak sizin için nasıl bir şans? Siz onun gelişimini nasıl görüyorsunuz?

– Çok büyük bir şans. En son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim. Doğuş karakter olarak hem etrafını iyileştiren hem de kendini adım adım ileriye götürebilen bir karakter. Ben Doğuş’u sevmeyen çok az insan gördüm. Tabii rakip taraftarları saymıyorum. Onların böyle agresif bir oyuncuyu sevmesi mümkün değil ama mutlaka kendi takımlarında olsa en sevdikleri oyuncu Doğuş olur. Fakat beraber çalışan, Doğuş’u tanıyan herkes, ne kadar temiz kalpli, ne kadar akıllı, ne kadar etrafıyla ilgili ve etrafını umursayan biri olduğunu bilir. Bu da olduğu gibi basketboluna yansıdı. Basketbolu ciddiye aldı. Daha iyi basketbolcu olmak için çok çalıştı ve eksiklerini tamamlamak için üstüne gitti. Daha gidecek yolu var.

Doğuş, şu anda bizim gönül rahatlığı ile topu emanet edebildiğimiz oyunculardan biri. Bu görevi %100 emniyetli bir şekilde yerine getirebiliyor mu? Henüz getiremiyor. Fakat sonuçta Doğuş, bir A Milli Takım oyuncusu ve bizim ligimizde topun emanet edildiği Türk oyuncu sayısı maalesef çok kısıtlı ve her geçen sene daha da kurak bir hâle geliyor. Bizde hem Sinan hem de Doğuş’un topu verebildiğimiz oyuncular olmaları, bence bizim en önemli avantajlarımızdan biri. Aralarına birkaç tane genç katıp onların da abileri tarafından daha hızlı eğitilmelerini sağlarsak kendimizi çok zengin addedeceğiz.

– Oyunculara girmişken ben iki isimden bahsetmek istiyorum. Troy Caupain ve Isaiah Pineiro. Geçen sezon Caupain, Ulm’de oynarken önemli bir çıkış yakalamıştı aslında. Takım arkadaşı Dylan Osetkowski de EuroLeague’e transfer oldu. Pineiro, Kyle Allman ile birlikte VEF Riga’daydı. O da iyi işler çıkardı. Bence Avrupa basketbolunun oyuncu havuzu bu kadar daralmışken bu oyuncular, şimdiden diğer takımların radarına girmiş olmalı. Bildiğim kadarıyla çok da mütevazı ücretlere oynuyor bu oyuncular.

– Bizdeki tüm oyuncular çok mütevazı ücretlere oynuyorlar.

– Bu oyuncuların sizin düzeninizde çok ciddi çıkış yakaladıklarını gördük. Siz de daha önce bize verdiğiniz röportajda yetiştiriciliğin sizin için ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştiniz. Bu bağlamda bu iki oyuncunun gelişimi ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Bu oyuncuları nerelerde görüyorsunuz?

– Ben özellikle Troy Caupain’i kesinlikle EuroLeague seviyesinde görüyorum. Kendisiyle ilk konuşmaya başladığımızdan beri bunu anlatıyorum. Şöyle bir bilgi de vereyim, son Burgos maçını kazandığımız zaman basın toplantısına birlikte gittik. Troy’a şunu çok net söyledim: “Hücum olarak bir sürü EuroLeague takımı gözünü sana dikecektir ama bu savunma ile hiçbir EuroLeague takımının seninle imzalayacağını düşünmüyorum.” Ben kinayeli mi konuşuyorum, ima mı ediyorum yoksa onu uyarmaya mı çalışıyorum pek de anlayamadı. Biraz gülüştük.

Fakat şuraya bağlayacağım: %100 EuroLeague potansiyeli olan bir oyuncu ama bu sezonki performansı ile ilgili düşünürsem bence henüz oralarda değil. Sezon sonunda tercih edenler olacaktır. Ben bir EuroLeague takımı çalıştırsam Troy Caupain’i orada görmek isterim ama ben onu çok iyi tanıdığım için böyle bir tercihte bulunurum. Dışarıdan, tanımayan ya da başka oyuncularla karşılaştıran bir koçun tercih edip etmeyeceğini göreceğiz. Tabii biz de tutmak için elimizden geleni yapacağız. Bizim bu sene en ciddi sıkıntımız, bir sponsorumuzun olmaması. Darüşşafaka, tamamen kendi fedakarlıkları ile bu takımı var etmeye çalışıyor. Ama çok ciddi, çok ilerlemiş ve son aşamaya gelmiş görüşmelerimiz de var. Böyle bir anlaşma yaparsak bu oyuncularımızın gitmesini istemiyoruz. Önümüzdeki seneye ana kadronun üzerine bir takım inşa etmeye çalışacağız. Bunu da muhtemelen sorardınız, sormadan söylemiş olayım. (Gülüyor).

Allman’dan bahsettiniz. O da bizim radarımızdaki oyunculardan biriydi. Pineiro ve Michale Kyser ile beraber üçü Riga’da geçen sezon gerçekten güzel işler yapmışlardı. Pineiro da Doğuş gibi enerjik oynaması için zorlamamız gerekmeyen, süper atlet ve süper karakterli bir oyuncu ama basketbolun doğruları ile ilgili, işi okuyarak ya da bilerek değil, daha çok hissederek ve o andaki içgüdüleri ile basketbol oynayan bir oyuncuydu. Şimdi onu biraz daha okuyan, kendini hatadan koruyan bir oyuncu hâline evirmeye çalışıyoruz. Çok da adım attı. Bence onun da Avrupa basketbolunda ciddi bir yeri olabilir.

Nathan Boothe ile ilgili bir şey söylemiyorum çünkü onun artık Avrupa basketbolunda bir yeri var. Bilinen bir oyuncu, stabil bir fayda sağlıyor. Dolayısıyla Boothe’un takımlarına uyup uymayacağı tamamen koçların bileceği, onların muhasebeyi yapması gereken bir konu. Fakat mesela kimsenin çok tanımadığı, bizim Finlandiya’dan getirdiğimiz zaman herkesin şaşırdığı bir Wayne McCullough var. Herkes “Nereden çıktı bu adam?” dedi. Şimdi Wayne McCullough ile her gün yaşasanız, potansiyelini görseniz şu anda sahada verdiği performans, potansiyelinin %20’si falan. O kadar önü açık bir oyuncu. Çok çok kötü maçları oldu. Sezona çok kötü başladı ama bu, bizim tahmin etmediğimiz bir şey değildi. Arkasında duracağımızı ona en başta söylemiştik. Böyle olacağını da söyledik. Muhtemelen “Ben niye kötü oynayayım?” diye düşünmüştür ama şimdi onu biraz bu seviyede basketbolda “çaylak” gibi kabul ediyorum ben. Hem kendini bulmaya çalışıyor hem de nasıl basketbol oynanması gerektiğini anlamaya çalışıyor. Hem yarıştığımız ligleri anlamaya çalışıyor. Birden çok fazla yüklenme oldu ona. Bu arada tabii izin verdik, gitti geldi, çocuğu oldu derken birtakım dikkatini dağıtacak durumlar da oldu sezon başında. Fakat kendisi benim çok itimat ettiğim ve özünde hepsini beraber değerlendirmem gerekirse fiyat/performans oranlamasında çok iyi bir beş oyuncuyu yan yana koyduk diye düşünüyorum. Umarım hiçbiri sakatlanmadan sezonu bitirirler.