By Semih Tuna / stuna@eurohoops.net
Galatasaray‘ın yıldız oyuncusu Maurice Ndour, Eurohoops’a özel bir röportaj verdi.
Huzurlarınızda Maurice Ndour ile gerçekleştirdiğimiz röportaj…
– Hayli ilginç bir kariyer yolculuğun oldu. Senegal’de küçük yaşlarda keşfedildin. Daha sonra çok daha farklı bir ülke olan Japonya’ya gittin ve burada 3 yıl geçirdin. O dönemde ailenle yalnızca haftada bir görüşebilmişsin hatta. Senin için Japonya, hem kişisel olarak hem de basketbol açısından nasıl bir deneyimdi?
– Japonya gerçekten başıma gelebilecek en güzel şeydi. Senegal’de büyüdüm ve orada basketbol için pek fırsat yoktu. Japonya’ya gitme fırsatı doğunca ikinci kez düşünmedim bile. Atladım hemen. Gittiğimde de büyümem açısından harika bir deneyim yaşadım. Henüz 15 yaşındaydım, çok gençtim. Tamamen farklı bir ülkeye gittim. Dolayısıyla olgunlaşmam, bir an önce büyümem gerekiyordu. Keza basketbolu ve çok çalışmayı öğrenmem açısından da önemliydi. Çünkü Japonya halkı ile ilgili hep söylediğim bir şey var: Gördüğüm en çalışkan insanlar onlar. Bu kültür, oradayken bana da işlendi. Başıma gelebilecek en güzel şeydi gerçekten.
– Bugün dönüp bakınca sence Japonya’ya gitmek doğru bir karar mıydı yani?
– Kesinlikle öyle. Kesinlikle. Yine olsa yine yaparım.
– Japonya, basketbol kültürü ile bilinen bir ülke değil aslında.
– Aslında dünya genelinde öyle bilinmiyor ama oraya gittiğiniz zaman beyzbolun bir numaralı spor olduğunu görüyorsunuz. Ondan hemen sonra basketbol geliyor. Lisede, üniversite turnuvalarında basketbol oynuyorlar. İnanılmaz. Beyzbol dışında Japonya’da ikinci sırada gelen spor basketbol. Dediğin gibi dünyanın geri kalanında böyle bilinmiyor ama orada yaşadığınız, benim gibi orada lise okuduğunuz zaman bu insanların basketbolu çok sevdiklerini kesinlikle görebiliyorsunuz. Ayrıca Japonya Milli Takımı’nı da izlediğiniz zaman nasıl oynadıklarını görebilirsiniz. Bence ülke olarak gelişiyorlar. Ayrıca tanınmaya da başlıyorlar. Kazanmaya başlıyorlar. Yıllar içerisinde kesinlikle daha da iyiye gidecek.
– Keza NBA’de de Yuta Watanabe ve Rui Hachimura gibi Japon oyuncular var. Dolayısıyla haklısın.
– Aslında çok komik çünkü Japonya’da oynadığım dönemde lisede son sınıftayken Yuta da ilk sınıftaydı. Hatta ona karşı oynamıştım. Hawaii’de kolej dönemimde de onunla karşılaştım. Ohio University’de oynuyordum ve orada karşılaştık. Japonya günlerimizi özlediğimizden konuştuk. Japonya halkına büyük saygı duyuyorum, onları çok seviyorum. Gerçekten çok çalışkanlar. Bunu çok seviyorum. Bu kültürü de çok seviyorum.
– Daha sonra kolej basketbolu oynamak için ABD’ye gittin. Monroe’da küçük bir kolejde okudun. Dönemin koçu Jeff Brusted, seni görür görmez takımında istediğini söyledi. Senin oraya gitme kararının arkasında nasıl bir motivasyon vardı?
– Çok acayip bir hikaye. Lisede son sınıftaydım ve Japonya’da hemen profesyonel olarak oynamaya başlayabilecek bir noktadaydım ama ben, ABD’ye gidip kendime bir meydan okuma yaratmak istedim. Daha iyi oyunculara karşı oynamak istedim. Lisedeki koçum “ABD’ye gidersen seni oynatmazlar. İncesin, onlar fiziksel mücadeleye dayalı bir oyun oynuyor” dedi. Bana mazeret üretmeye çalışıyordu. Ben de “Tamam ama ben kendimden iyi oyuncularla oynamak istiyorum” dedim. Portland University’ye girmeye çalışıyordum aslında ama not sistemi nedeniyle gerçekleşmedi. Ya küçük bir okula gidecektim ya da hazırlık okuluna. Hampton Prep ile görüşmeye başladım. Sonra fırsatımı beklemeye karar verdim. Senegal’e döndüm. Altı ay kadar orada kalıp yerel bir takımda oynadım ve beklerken kendime inanmaya devam ettim. Bir gün Monroe’da oynayan bir arkadaşım Long Island University’den kendisini aradıklarını söyledi. Hâlâ okul arayıp aramadığımı sordu. “Evet” dedim. “Tamam” dedi, “bana kliplerini gönder de bir bakayım.” Gönderdim. O da koç Jeff Brusted’a göndermiş. Hemen sonra bana tam burs verdiler. İki hafta içerisinde kabul mektubunu, vizeyi, uçak biletlerini alıp New York’a gittim. İnanılmazdı.
– Jeff Brusted, senin için “oyuncu-koç karışımı” diyor. Ayrıca onlar için çok şey yaptığını, her zaman çok mücadele ettiğini, hem antrenmanda hem de idmanlarda %110’unu verdiğini söylüyor. Herkes senden söz ederken karakterinden ve mentalitenden bahsediyor. Eski takım arkadaşın Antonio Campbell da seni “ilham kaynağı” olarak nitelendiriyor. Dahası, Jeff Hornacek ve Mark Cuban da seninle ilgili benzer şeyler söylüyor. Kendinle ilgili böyle şeyler duymak sana gurur veriyor mu?
– Kesinlikle veriyor. Tüm takdiri ben hak etmiyorum. Bence mesele biraz da yetiştirilme tarzımla ilgili. Senegal’de büyüdüm, bu değerler bana işlendi. Ayrıca daha önce de dediğim gibi Japonya’da kültürden bir şeyler öğrendim, ne kadar çalıştıklarını gördüm. Benim için bu durum normal. Sıradışı bir şey yok. Benim için o insan olmak normal. Hepimiz, bu turuncu topun etrafında birleşiyoruz. Günün sonunda mesele, basketbolun da ötesinde. Bir insan benim %100’ümü vermemle daha iyi olabilecekse o kişi için yapabileceğim her şeyi yaparım. Ben buna inanıyorum. Ama evet, bunları söylemeleri inanılmaz.
– Antonio Campbell ile hâlâ temas hâlinde misin? O da Türkiye’de oynamıştı.
– Galiba 1-2 yıldır konuşmadık. Geçen sene o Orlando’dayken konuşmuştuk. Kısa bir konuşma geçti aramızda. Arkadaşlarımdan biri orada oynuyordu. Telefonda denk geldi, kısaca konuştuk.
– Daha sonrasında sen Ohio’da kolej basketbolu oynamaya gittin. St. John’s, West Virginia, Cincinnati, Oklahoma State gibi okullardan da son iki yılın için teklif aldın. Ohio’ya gitme kararının arkasında ne rol oynadı?
– Şu kadarını söyleyeyim: Monroe’daki ikinci yılım geldiğinde hiçbir şeyden haberim yoktu. Kolejlerden gelen teklifler beni şaşkına çevirmişti. Telefonum sürekli çalıyordu ama ben, sırf gittim diyebilmek için üst düzey bir okula gitmek istemiyordum. Gerçekçi bakıyordum. Küçük bir kolejden çıkmıştım. Kendimi kanıtlamak için iki yılım vardı. Koçun bana inandığı, kendi oyunumu oynamama ve kendimi göstermeme izin verecekleri bir yere gitmek istiyordum. Ohio University’yi seçtim, orta seviye bir okuldu. Seçtiğim zaman da herkes, neden oraya gittiğimi sordu. Cevabım basitti: İki yılım kalmıştı, koç beni seviyordu ve oraya gitmem hâlinde istediğim oyuncu olabileceğimi söylüyordu. Öyle de oldu. İki yıllığına oraya gidip kendimi gösterdim. Ben de bunu istiyordum. İnsanlar “şu okula bu okula gittim” diyebilseler de günün sonunda ben basketbol oynamak istiyordum. Ben katkı yapabileceğim bir takımın parçası olmak istiyorum. Bu yüzden Ohio’ya gitmek kolay bir karardı gerçekten.
– Dallas Mavericks‘te iyi bir Yaz Ligi dönemi geçirdin fakat daha sonrasında talihsiz bir sakatlık yaşadın. Sence o sakatlık olmasa o sezon takımda kalabilir miydin?
– Tabii ki. Kesinlikle. Dallas’a gittim. İnanmazsın, koç Carlisle beni 1 numara, 2 numara, 3 numara, 4 numara, 5 numara, hepsinde oynatıyordu. Yemin ederim her pozisyonda oynatıyordu. Bazı takım arkadaşlarım iyi olup olmadığımı soruyordu çünkü hiç dinlenmeden çok fazla antrenman yapıyordum. Neticede NBA şansım vardı, elimden geleni yapmalıydım. Ama evet, beni tutmak istediklerine eminim. Bunu bana da söylediler. Ne kadar garip gittiğini şöyle anlatayım, beni süre bitmeden 30 dakika önce kadrodan kestiler. Koçla bir görüşme yaptım. O da orada olmamı istediğini fakat takımı kurmaları gerektiğini söyledi. Sakatlığım, o noktada her şeyi mahvetti. Talihsiz bir durumdu ama olan oldu. Bundan dersler çıkarıp yolunuza bakıyorsunuz.
– Kolej sonrası profesyonel kariyerine Avrupa’da Real Madrid forması ile başladın. Profesyonel olarak ilk kez oynadığın düşünülürse kolejden hemen sonra Real Madrid gibi bir Avrupa devi ile başladın. Bana o dönemden bahsedebilir misin? Çünkü EuroLeague’deki üst düzey takımlar genelde Avrupa tecrübesi bulunmayan oyuncuları almıyorlar.
– Evet, evet. Öncelikle kolejden çıkıp hemen Real Madrid gibi bir Avrupa devinde oynamak muhteşemdi. “Vay be” dedim o zaman. Ama şunu söyleyeyim, oraya gittiğimde hiç basketbol oynamamış gibiydim. Gerçekten çok zorlandım, yalan söylemeyeceğim. Zorlandım. Stres oldum, hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü özellikle de ABD’de oynamış, oradan gelmiş bir oyuncu için Avrupa basketbolu kesinlikle çok farklı. Avrupa’ya geldiğimde zordu. Çok zorlandım, kendimden şüphe ettim. Basketbol oynayabileceğimi biliyordum. Fakat haklarını vereyim, hata yapmama, ders çıkarmama izin verdiler. Tekrar söylüyorum, ben de çok çalıştım ve bu durum, onların hoşuna gitti. Ne olursa olsun hep antrenmana geldim, çok çalıştım ve elimden geleni yaptım. Avrupa basketboluna dair de çok şey öğrendim. Sergio Llull, Felipe Reyes gibi tecrübeli oyuncularla birlikte oynadım. Oyunu anlamama, öğrenmeme ve gelişmeme yardımcı oldular. Çok zordu, yalan söylemeyeceğim. Çok zordu.
– Belki Real Madrid dönemi, senin için sahada istediğin kadar iyi geçmedi ama çok çalışman sonucunda New York Knicks‘in yolunu tuttun. Burada 24 maça çıktın. İlk beşte başladığın ilk maçta annen de yanındaydı. Açıkçası bundan daha gurur verici bir an hayal edemiyorum. Çocukluğundan beri ailenden uzakta yalnızdın ve bu kez NBA’de anneni gururlandırıyordun. Kariyerinin de en iyi maçlarından birini oynadın. Bize o maçtan biraz bahseder misin?
– Öncelikle şut idmanındayken bile ilk beşte başlayacağımı bilmiyordum. Antrenmana gittim, takımla buluştum, maç önünde bireysel çalışmalarımı yaptım. Sonra koç gelip ilk beş başlayacağımı söyledi. “Ben mi?” dedim. Evet dedi. Gergindim. Çok gergindim. “Maça başlayacağım” diyordum. Tekrar ağırlık odasına döndüm. Matımı yere serdim ve yoga yapmaya başladım. Sakinleşip maça hazırlanmaya çalışıyordum. Bunu yaptım, sonra sahaya çıktım. Sadece basketbol oynadım. Hiçbir şey düşünmüyordum ve artık gergin değildim. “Çıkıp basketbol oynayacağım” diye düşündüm. Öyle de yaptım. Çok mücadele ettim. Sahanın iki tarafında da en iyi maçlarımdan biriydi. Bir pozisyonda Rondo, topla geliyordu ve ben topu ondan çaldım. Sonra topu elimde gördüm ve aklımdan “Vay be, Rondo’dan topu çaldım! Muhteşem!” diye bir şey geçti. Sonra başka bir pozisyonda Jimmy Butler beni savunuyordu. Ki kendisi harika bir savunmacı. Ben onu potaya kadar götürdüm, döndüm ve basketi buldum. Muhteşem bir andı. Keyif aldım. Eşim, o anın ve istatistiklerimin görüntüsü çerçeveletip ABD’deki evimize asmıştı. Çok seviyordum. New York’ta oynamak muhteşemdi. Annemin orada olması da çok özeldi. Bunlara tanıklık edebildi. Belki de ikinci veya üçüncü kez canlı canlı beni izliyordu. O sırada çok şey oluyordu ve muhteşemdi. Hâlâ o ana dönüp gururlu ve mutlu hissediyorum.
– Senin eşin de basketbolcu, değil mi?
– Evet, eskiden oynuyordu.
– Evet, çünkü şunu düşünüyordum: Üç çocuğunuz var. (Gülerek) Aslında bir anlamda kadının kariyerini genç yaşta sen bitirmişsin.
– (Gülerek) Aslında bazen ben de onunla bu konuda dalga geçip kariyerini bitirdiğimi söylüyorum ama aslında gerçekten yapmadım. Bence doğru zamandı onun için. O noktada artık Meksika’da, Polonya’da oynamıştı. Biz de ben Real Madrid’de oynarken tanıştık. O da İspanya’da oynuyordu. İspanya’da tanıştık ve bence onun bırakması için doğru zamandı. Benimle yaşamasını istedim. Birlikte yaşamaya başladık ve daha güzel oldu. Onun da pişman olduğunu sanmıyorum. (Gülüyor.) Harika geçiyor.
– ABD’de hangi noktada “Peki, burada işler yürümeyecek?” dedin?
– Galiba New York dönemimden sonraydı. O yaz, kontratımdaki takım opsiyonunu kullanabilirlerdi. Bunun onlara maliyeti de çok olmayacaktı. Yaz Ligi’ne gittim. Aslında daha doğrusu Yaz Ligi’nde oynamaya hazırlanıyordum ve takımın beni serbest bırakmak ile takımda tutmak arasında bir karar vermesi gerekiyordu. Herkes beni seviyordu. Koç beni takımda istediğini söylüyordu. Herkes beni takımda istiyordu. Antrenmanlara gidiyordum ve bence haksızlık yapıldı. Hayatınızda o an gelir, “Beni istiyorlar mı, istemiyorlar mı?” dediğiniz bir an. Konsantre olup “Antrenmana gideceğim ve önüme çıkan herkesi mahvedeceğim” demeniz gerekir. Ben de öyle yaptım. Herkesi mahvediyordum. Neticede beni serbest bıraktılar. Üzüldüm ama daha önce de düştüğümde hep kalkmıştım. Daha sonrasında dedim ki “Tamamdır, NBA’i denedim, olmadı.” Yine NBA’de oynadım diyebilirim. Günün sonunda orada mesele sadece basketbol değil, çok fazla bileşen var. Dışarıdan bakınca içeri girene kadar bilmiyorsunuz olup bitenleri. Ben de bunu yaşadım. Sonrasında “Oynayabileceğim, para kazanıp basketbol oynayarak mutlu olabileceğim bir yere gidiyorum” dedim. New York Knicks dönemi sonrası beni serbest bıraktılar ve “Tamam, buraya kadar” dedim. İnsanlar “Bence hâlâ oynayabilirsin, kalmak istemiyor musun?” dediler ama “Ben bunu yine yapmayacağım, iyiyim böyle” dedim.
– Daha sonrasında tekrar Avrupa’ya geldin ve UNICS Kazan ile anlaştın. Burada iki sezon geçirip ilk kupanı kazandın. Rusya’daki deneyiminin kariyerinin en unutulmaz dönemlerinden biri olduğunu söylüyorsun. Bunu biraz açabilir misin?
– O noktada artık Avrupa’da daha önce de oynamış bir oyuncuydum, Madrid’de oynamıştım. Bir şeyler öğrenmiştim. Kazan’a gittim ve koç, oynamama izin verdi. Kendi oyunumu oynuyordum. Hücumda da savunmada da yapabildiğimi yapıyordum. Sınırı, kısıtlaması yoktu. Sadece basketbol oynayıp harika takım arkadaşlarıyla oynarken keyif alıyordum. En iyi yıllarımdan birini geçirdim. Dediğim gibi, artık Avrupa basketboluna alışmıştım. Aslında çok komik çünkü daha önceleri oynamak istemediğim tek ülkenin Rusya olduğunu söylüyordum.
– Gerçekten mi? Neden?
– Çünkü Rusya işte, soğuk. Rusya’ya dair hiçbir şeyi sevmiyordum. Oraya gitmemeye çalışıyordum ama oldu. Kazan da harika bir şehir. Çok sevdim. Ailem de çok sevdi. Harika zaman geçirdik. Dediğim gibi basketbol harikaydı. Çok şey öğrendim. İnsan ve basketbolcu olarak çok şey öğrendim. Çok sevdim. Yine olsa kesinlikle yine yaparım. UNICS’te kesin oynarım.
– Galatasaray ile anlaşmadan bir ay kadar önce Rytas, sözleşmenin sezon sonuna kadar uzatıldığını açıklamıştı. Ne oldu peki? Neticede nasıl Galatasaray ile anlaştın? Çünkü aslında Basketbol Şampiyonlar Ligi’nde normal sezonu beklenmedik bir grupta ilk sırada bitirmiştiniz.
– Evet evet. Rytas ile aramda ne var bilmiyorum ama bir bağ, bir sevgi var aramızda ve hep bir şekilde oraya gidiyorum. Evet, kontratımı sezon sonuna kadar uzatmışlardı ama çıkış maddesi vardı. Takımdan ayrılıp bir yere gitmem için belli bir süre vardı. Sanırım Şubat ayı içerisindeydi o tarih. Tam tarihi hatırlamıyorum ama o zamana kadar ayrılmazsam sezon sonuna kadar kalacaktım. Sonra Galatasaray’ın teklifi geldi. Ben de kasığımdan bir sakatlık yaşamıştım hatta. Teklif gelince ne yapmak istediğime karar vermem gerekiyordu. Takıma baktım, daha kaliteli oyunculara sahip olduklarını düşündüm. Kariyerimin bu noktasında gerçekten kazanmak istiyorum. Bunu yapmak istiyorum. Bir kupa kaldırmak, kazanmak istiyorum. Ben de “Basketbol Şampiyonlar Ligi’ni kazanma şansım Rytas’ta nasıl, Galatasaray’da nasıl?” diye düşündüm. Gerçekten bu kararı tam da böyle aldım. Kadroya baktığım zaman Galatasaray’da kazanma şansımın daha yüksek olduğunu düşündüm. Bu yüzden buraya gelme tercihini yaptım.
– Aslında ben de bunu soracaktım. Eminim tabii maaş da etkili bir faktör olmuştur ama Türkiye’ye gelme kararının arkasında ne yatıyordu? Tabii sen cevabı verdin ama…
– Para dışında bu takımla kazanma fikri vardı tabii ki. Kadroya baktığınızda tecrübeli oyuncular var. Geçen sene EuroCup kazanan Dee Bost var. Akoon-Purcell, Melo Trimble, Kerry Blackshear, birlikte oynayabileceğim oyuncular. Ben de katılırsam kesinlikle iyi bir şansımız olacağını düşündüm. Tek yapmak istediğim şey bu, kazanmak istiyorum. Rytas’ta hedefim buydu. Kazanır mıydık bilmiyorum ama Final Four için elimden geleni yapardım. Artık Galatasaray’dayım ve yapabileceklerimizin sınırı yok.
– Üç dinamik guardı ile Galatasaray, bu sezon Avrupa’nın en keyif verici takımlarından biri oldu. Artık bir süredir sen de bu takımın parçasısın. Takım kimyası ve takımda arkadaşlığın üst düzey olduğunu, keyifli olduğunu biliyorum. Sen buna nasıl uyum sağladın?
– Alışıyorum. (Gülüyor.) Sezon ortasında takıma katılıp hemen uyum sağlamak kolay değil. Hâlâ birbirimizi tanıma aşamasındayız. İlk geldiğimde oynayamadım. Kenardan izlemek zorunda kaldım ve zor oldu. Fakat atmosfer harika ve burada harika oyunculardan kurulu harika bir takım var. Soyunma odasında atmosfer kesinlikle çok keyifli. Hep gülüyor, şakalaşıyoruz. Ben de alışıyorum. Bu ara bence takım olarak alışmamız ve birbirimizi tanımamız açısından bize gerçekten yardımcı oldu. Takım için neler yapabileceğimi görme fırsatı buldum. Onlar da benim nasıl oynamak istediğimi gördüler. Bunları yalnızca antrenman ile yapabiliyorsunuz. Antrenman yapacak vaktimiz oldu. Zamanla alışıyoruz. Zaman alacak ama yaklaşıyoruz.
– Sen de video oyunları oynuyor musun takım arkadaşlarınla? Call of Duty gibi…
– Ben en kötüleriyim. Hiç video oyunu oynamıyorum. (Gülüyor.) Ben oynamaktansa başka bir şey yapmayı tercih ederim. Anlatabiliyor muyum? Bir şeyler okurum, oturup esneme yaparım, ailem ve eşimle kaliteli vakit geçiririm. Bir keresinde yalnızdım. PlayStation alıp oynamaya karar verdim. Üç kez falan oynadım. Sonra da başkasına vermek zorunda kaldım. Oynamıyordum ki.
– DeVaugh Akoon-Purcell ve Melo Trimble oyun oynamayı seviyorlar ve evli değiller. Sen evlisin tabii… Anlatabiliyor muyum?
– Aynen öyle. Eve gelip oyun oynamaya başlamam mümkün değil. Antrenmandan eve geliyorum, çocuklarımla vakit geçirip onları uyutana kadar arada kısa bir vaktim oluyor. Sabah da onları okula götürüyorum. Şu anda vaktim var ama durum farklı. Aileniz olunca tamamen farklı oluyor.
– Galatasaray tarihinde çok fazla Afrikalı oyuncu yok ama burada oynayanlar da önemli izler bıraktılar. Lasme, Kazan’da senin takım arkadaşındı ama ben Boniface Ndong ile ilgili konuşmak istiyorum. Kendisi, milli takımda da hocan. 13 yıl önce şampiyon olan takımda o da vardı. Herkes onu çok güzel hatırlıyor. Senin onunla ilişkin nasıl? Sana hiç Galatasaray döneminden bahsetmiş miydi?
– Bahsetmişti. Boni ile kardeş gibiyiz. Aslında Senegal’de de birbirimize çok uzak değil yaşadığımız yerler. Hep temas halindeyiz. Onun Senegal milli takımında oynadığı dönemde ben hâlâ Senegal’da yaşıyordum. Yarı profesyonel bile değildim. Daha yeni başlıyordum basketbola. O da idolümüz gibiydi. İmrenerek bakıyordum. Uzundu, basketbol oynayabiliyordu. Muhteşem biri. Harika bir insan. Dediğim gibi, kardeş gibiyiz. 2014’te milli takıma ilk gittiğimde o da yeni emekli olmuştu. Milli takım menajeriydi. Galatasaray döneminden de bahsediyordu. Hatta aslında o dönemde Galatasaray’dan yeni bir teklif almıştı ama geri çevirdi. Ben çok şaşırdım, bu kadar parayı nasıl bırakabiliyor diye düşündüm. O noktada gerçekten doymuştu herhalde. Boni harika biri. Onu çok seviyorum. Çok da komik biri. Milli takımda canıma okuyor. Birlikte harika vakit geçiriyoruz. Bu adamı sevmeme şansınız yok. Muhteşem biri. Hani o arkadaş olmak isteyeceğiniz insan tam. Etrafında olmak isteyeceğiniz insan. Her zaman yardımcı olmaya ve her konuda harika tavsiyeler vermeye hazır. Ona her zaman ulaşabilirsiniz. Şimdi arasam açamasa bile hemen geri döner. Adamım.
– Bu yaz Senegal Milli Takımı’nda Fenerbahçe Beko’dan Pierria Henry ile birlikte oynadın. Kazan’da da takım arkadaşıydınız. Galatasaray’a gelmeden önce onunla İstanbul ve Türkiye hakkında konuştunuz mu?
– Evet, aradım ve Türkiye’ye geleceğimi söyledim. Kısaca konuştuk ve maçların, hakemlerin nasıl olduğunu sordum. O da kendi fikirlerini verdi. Arkadaşım, kardeşim gibi. Şu anda düşman gibi olsak da hep temas hâlindeyiz. Sahada tabii ki düşmanız ama saha dışında kardeş gibiyiz.
– Beş dil konuştuğunu biliyorum. Türkçe öğrenmeye de başladın mı?
– Pek sayılmaz. İnsanlar gittiğim yerlerde çok dil konuştuğum için bunu hep soruyorlar. (Gülüyor.) Onların bana sorması normal ama benim için durum çok farklı. Gençken bir dilin konuşulduğu bir ülkeye gittiğinizde o dili konuşmaya başlamanız kolay. Tüm bu dilleri okulda, bulunduğum yerde yaşayarak ve arkadaş edinerek konuşmaya başladım. Dil öğrenmenin en hızlı yolu bu. Ama artık ailemle vakit geçirme zamanım geldi. Dolayısıyla takılıp başkalarıyla tanışacak vaktim yok. Hâliyle dili öğrenmek de zor oluyor. Ama Elhamdülillah, inşallah gibi kelimeleri biliyorum çünkü Senegal’de biz de bu kelimeleri çok kullanıyoruz. Senegal de Müslüman bir ülke. Bu kelimeleri kullanıyoruz. Belki başka kelimeler de öğrenirim. Genelde yeni bir dilde ilk öğrendiğiniz kelimeler kötü kelimeler oluyor. (Gülüyor.)
– Daha önce birçok kez İstanbul’da bulundun fakat artık burada yaşıyorsun. Buradaki hayat nasıl? Daha önce yaşadığın şehirlere benziyor mu?
– Çok farklı, çok hareketli, çok dinamik. Senegal ve birazcık da New York’un karışımı gibi. Anlatabiliyor muyum? Buradaki trafik, Dakar’dakine çok benziyor. İnsanların araç kullanmaları, Senegal ile aynı. İnsanların arabaların önünde yürümesi, Senegal’de de oluyor. Senegal de Müslüman bir ülke. Dakar ile İstanbul arasında kıyas yaptığımızda çok benzerlik var. Fakat burada hızlı bir hayat var, çok seviyorum. Ailem de çok seviyor. Çocuklarımın kalkıp okula yürüyebilmeleri harika. Onları okula götürmek için uzun bir yol gitmem gerekmiyor. Ayrıca burada yaşamak çok ama çok ucuz. Benim bulunduğum en ucuz yer. Dışarı çıkıyoruz, hesap geliyor, “Doğru mu bu? Doğru olamaz” diyorum. Çok seviyorum. (Gülüyor.)
– Yabancılar için öyle tabii fakat bizim için ekonomik olarak durum biraz daha acayip.
– Biliyorum, biliyorum. Dediğim gibi bu da Senegal’de aynısına sahip olduğumuz durumlardan biri. Senegal’de yaşayan insanlar, hayatı çok pahalı buluyor fakat oraya gittiğim zaman benim için o kadar pahalı değil. Maalesef hayat böyle. Her zaman adil değil. Fakat burayı seviyorum. Hava da çok kötü değil.
– Futbolla da ilgilendiğini biliyorum. Afrika Kupası’nı takip ettin mi?
– Hem evet hem de hayır. Galiba tek bir maçı izledim. Tabii sadece final maçını. (Gülüyor.) Fakat muhteşemdi. Uzun zamandır bekleniyordu. Tüm ülke, futbol takımının kupa kazanmasını bekliyordu. Uzun zamandır bekleniyordu. Oyuncular için mutluyum. Bunun için savaştılar. Bu kez konsantre oldular, çalışmaya devam ettiler ve nihayet kazandılar. Onlar ve bizler için mutluyum. Uzun zamandır bekleniyordu. Öte yandan tabii basketbol için de baskı oluşturdu bu durum. Şimdi de bizim çıkıp kazanmamız gerekiyor. (Gülüyor.)
– Galiba sen de milli takımdan emekli olmak istemiştin, doğru mu hatırlıyorum?
– Kesinlikle doğru. 2014’ten beri milli takımda oynuyorum ve milli takım, çok zor. İnsanlar anlamıyor. Bir grup insanı çok kısa bir sürede bir araya getirip sahaya çıkarmak çok zor. Ayrıca ben karakterim gereği kendimi adadığım zaman tamamen oraya konsantre oluyorum. Her şeyimi veriyorum. Sadece kazanmak için orada oluyorum. 30-40 sayı atmak umurumda değil. Kazanmak için ne gerekirse yapmak istiyorum. Hâl böyleyken herkes benimle hemfikir değil. Anlatabiliyor muyum? Bazı insanlar milli takıma geliyor ve oyun karakterlerinin dışına çıkıyorlar. Kulüpte alışkın oldukları şeyi yapmıyor, daha fazlasını yapmak istiyorlar. Böyle olmaz. Böyle kazanamazsınız. Aynı şeyi yapıp duruyoruz ve farklı sonuç bekliyoruz. Delilik bu. Milli takımdan her dönüşümde stresli, bitkin oluyorum. Enerjim düşük oluyor, zihinsel olarak başa çıkmamız gereken saha dışı meseleler yüzünden bitap kalıyorum. Ailemi de özlüyorum çünkü yazları, ailenizle olabildiğiniz tek zaman. İnsanlar bunu çok hafife alıyor. Ben, milli takım yüzünden ikinci çocuğumun doğumunu kaçırdım. Çocuklarımın futbol ve yüzme derslerini milli takım yüzünden kaçırdım. Bu noktada artık “Bunu daha fazla yapamayacağım” dedim. Tekrar yapmam gerekecekse kazanmaya konsantre oyuncularla yapmak istiyorum. Çünkü kadromuza baktığınız zaman Afrika’daki en iyi oyuncular bizde. Afrika’daki en iyi kadroya sahibiz ama asla kazanamıyoruz. Tabii en iyi oyunculara sahip olmanız yetmiyor. Çünkü çok fazla fedakarlık, takım olmak, çıkıp mücadele etmek için çok fazla olgunluk gerekiyor. Tüm bu sebeplerle şimdilik ara verdim. Bu kapıyı kapatmıyorum çünkü koç Boniface ile konuştum. Kendisi arkadaşım, dediğim gibi. Kardeşim. Beni yeniden takımda görmek istiyor. Çünkü bana değer veriyor ve sahaya neler getirebileceğimi biliyor. Oynamamı istiyor ama ben de araya ihtiyacım olduğunu söyledim. Ailemle olmak istiyorum çünkü 4-5 yıldır onlarla olamadım. Dolayısıyla ara vermek, belki kararımı gözden geçirmek ve bu noktadan sonra dönmek istiyorum. Başkalarının kendilerini adamaması işleri zorlaştırıyor. Konsantre olup istersek çok kolay kazanabiliriz. Fakat bu tabii benim görüşüm. Beni bitiren, çıldırtan şey bu. Bu yüzden milli takımdan dönüşlerde tamamen zihnimi kapatıyorum. Kimseyle konuşmak istemiyorum. Sadece huzur bulmak, dinlenip rahatlamak istiyorum. Çünkü zihinsel olarak bitap düşüyorum. Çünkü kendinizden çok fazla veriyorsunuz ama başkalarından aynısını alamıyorsunuz. Bu çok yorucu. Kolay değil.
– Hayata ve basketbola senin gibi tutkuyla yaklaşan insanlar, genelde taraftarın sevgilisi oluyor. Sen, Galatasaray taraftarına bir şey söylemek ister misin?
– Buraya ilk geldiğimde dediğim gibi bence taraftarlar, beni çok sevecekler çünkü ben çıkıp mücadele ediyor, elimden gelen her şeyi yapıyorum. Tutkuyu, fedakarlığı, çalışkanlığı ve ne kadar istediğimi görecekler. Beni görecekler. Bu da yeni bir şey değil. Ben hep böyleydim. Galatasaray’a geldim diye bu değişmeyecek. Her yıl bulunduğum her takımda daha iyi olmaya çalışıyorum. Ben sadece çıkıp mücadele etmek istiyorum. Kaybetsek de kazansak da. Çünkü günün sonunda basketbolda her şeyi yapıp yine de kaybedebilirsiniz. Fakat çıkıp yapmanız gereken her şeyi yapıyor, her şeyinizi veriyorsanız, kendinize kazanmak için fırsat yaratıyorsanız kazanmasanız da bununla idare edebilirsiniz. Sadece benim değil, tüm oyuncuların kendilerini adadıklarını, tutku ile oynadıklarını, mücadele ettiklerini ve kazanmak için her şeyi yaptıklarını görürlerse kazansak da kaybetsek de bizim yanımızda olurlar. Ayrıca iç sahada, kendi taraftarımızın önünde oynamayı da iple çekiyorum çünkü henüz yapamadım. Sabırsızlanıyorum. İple çekiyorum.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!