Lamar Odom Anlatıyor: Karanlıkta Yapılanlar

28/Tem/17 16:13 Mart 25, 2020

Semih Tuna

28/Tem/17 16:13

Eurohoops.net

NBA’in en önemli oyuncularından biriyken kariyeri bir anda düşüşe geçen Lamar Odom, iki yıl önce ölümün kıyısından dönmüştü. Emekli basketbolcu, kendi hikayesini, yaşadığı zor anları, uyuşturucu bağımlılığı ve daha birçoğunu kendi yazdı!

By Lamar Odom / Çeviri: Yılmazcem Özardıç

Bu yazı ilk olarak 27 Temmuz 2017 tarihinde The Players Tribune’de yayınlanmıştır.

Nevada’daki hastane odasında uyandığımda günü hatırlıyorum… Hareket edemiyordum. Konuşamıyordum. Kendi vücudumun içinde kapana kısılmıştım. Boğazım deli gibi acıyordu. Aşağı baktığımda ağzımdan çıkan tüpleri gördüm.

Panikledim.

Onları çıkarmaya çalışmaya başladım, ama başaramadım çünkü ellerim çok zayıftı. Hemşireler beni durdurmak için koşarak odaya geldiler. Size de mutlaka olmuştur. Kötü bir rüya görürsünüz. Bir canavar peşinizden koşuyordur, siz de ondan kaçamazsınız ya? Bacaklarınız çalışmaz, canavar arkanıza kadar gelir, sanki yavaş çekimdeymişsiniz gibi hissedersiniz. Aynı bunun gibi hissediyordum.

Yatakta yatmış, tavana bakıyor haldeydim. Doktorlar gelip başımda dikiliyor, bana bir şeyler söyleyip gidiyorlardı. Sonra bir daha geliyor, bir daha gidiyorlardı. Gidiyor, geliyorlardı. Bir daha. Bir daha. Belki de ben uykuya dalıp uyanıyordum, tam olarak bilmiyorum.

Eski karım odada benimleydi. Yediğim b..larında ardından onu gördüğüm için şaşırmıştım. Dürüst olmak gerekirse tam olarak o anda kötü bir halde olduğumu fark etmiştim.

Sonra bir ara yetkili doktor gelip neler olduğunu anlattı. “Bay Odom, dört gündür komadaydınız. Beni anlıyor musunuz?”

Konuşamıyordum. O yüzden kafa salladım.

“Burada olman bir mucize. Yaşayacağını düşünmüyorduk” diyordu.

Tamamen şoktaydım. Bir şeyler söyleyemiyor, soru soramıyordum. Hayatımda ilk kez kendimi yardıma muhtaç hissediyordum. Sanki çok küçük bir bebekmişim gibiydi. Her şey.. Her şey gerçekti.

Hayatımın o döneminde her gün kokain kullanıyordum. Boş olduğum her saniye, kokain çekiyordum. Kontrolüm altında olan bir şey değildi.

Kontrol etmek istemedim de.

O yatakta otururken yaşamım boyunca ilk kez durumu anlatamadığımı hissettim. Kendi düşüncelerim içinde boğuluyordum. O anda büyükannemin küçükken bana söylediği bir şeyi aklıma getirip durdum.

Sanki odanın içinde bana bakıyormuş gibiydi, adeta yüzünü görebiliyordum.

“Karanlıkta yapılanlar” derdi, “Aydınlıkta ortaya çıkar.”

Yaptığım ve kaçmaya çalıştığım o gizli şeyleri hatırladım. Yanlış yaptığım her şeyi. Saklanmaya, gizlemeye çalıştıklarımı. Kimse görmese, Tanrı görüyordu.

O yatakta, makinelere bağlı şekilde, etrafımda insanlar benim için ağlıyorken bir şey fark ettim. Artık kaçış yoktu. Bu durum Tanrı’nın bana “Her ne s..im yapıyorsan, yavaşlaman gerek, yoksa bundan daha kötü hallere de düşeceksin” deme şekliydi.

Sadece bir şey bundan daha kötü olabilirdi.

Rick James en iyisini söylemiş.

“Kokain çok fena bir uyuşturucu.”

Fena bir şey.

Size hiçbir zaman yapacağınızı düşünmediğiniz şeyler yaptırır. Sizi farklı bir insana dönüştürür. Kendinizi, “Buraya nasıl geldim a…. koyayım?” diye sorduracak yerlerde bulmanıza neden olur.

O hastane yatağında kendime bu soruyu sorup durdum. Eskiden hayatımda önemli bir yere sahip olan ama artık benimle birlikte olmayan insanları düşündüm. En çok da annemi düşündüm. Babam ben çocukken pek etrafımda değildi zaten. Bağımlıkla alakalı kendi sorunlarıyla uğraşıyordu. Annem en yakın arkadaşımdı. Beni çok önemsiyordu. Hayattaki ilk kendimi bildiğim anda onun sesini duyuyordum. Çok kocaman gözleri ve yumuşak bir ses tonu vardı.

Bir aile partisine gittiğimizde herkes bana hemen “Lamar, annen nerede? Cathy nerede? O nerelerde?” diye sorardı.

Jamaika’nın Queens şehrindeki insanlar için evrenin merkezi gibi bir kadındı.

Küçükken Amerikan futbolu oynuyordum ve o zamanlarda dahi çok iriydim. Kendi başımın çaresine bakabiliyordum. Bir pozisyonda sert bir müdahale alıp yere düşmüştüm. En fazla 6-7 saniye yerde kaldım, tam kalkıyordum, annemin sesini duydum. Seyircilerin arasından çıkıp sahaya kadar koşmuştu. “Mookah! Mookah! Bir şeyler söyle bebeğim!” diye bağırıyordu.

Bana verdiği lakap buydu.

Yanıma vardığında ona dönüp “Anne ne yapıyorsun, manyak mısın?” dedim. New York’tayız be. Herkes bana ‘Harbi mi bu, yok artık oğlum’ dermişçesine bakıyordu.

Annemin “Mookah, Mookah, iyi misin oğlum? Neren acıyor?” sorusuna “Anne, iyiyim. Şimdi sahadan çık!” demiştim.

“Tamam! Tamam! Bir şeyin olmadığından emin olmak istedim” sözleriyle sanki hiçbir şey olmamış gibi tribüne geri dönmüştü. Benim annem böyleydi. Her zaman arkamdaydı.

12 yaşıma geldiğimde hastalandı. Kolon kanseri olduğunu biliyordum ama kanserin ne kadar kötü bir şey olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Beni korumak için gerçeği benden saklamaya çalıştı. Hastaneye yattığını hatırlıyorum. Onu ziyarete gittiğim her seferde sanki… küçülüyormuş gibiydi. Yani, yok oluyormuş gibi… Ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?

Bir gün büyükannem beni evden hastaneye götürürken bana “Muhtemelen annen yakın zamanda vefat edecek. Hazırlıklı olmanı istiyorum” demişti. Annemin öldüğü gün onu son kez gördüğüm anı hatırlıyorum, kanserin vücudunu ne hala getirdiğini. Şu saniye zamanda geri gidip o odaya girsem, herhalde annemi tanıyamazdım. Yüzü küçücük kalmış, ağzından kanlar süzülürken “Mookah, Mookah…” diye sayıklıyordu. Yatağının yanında otururken, bana söylediği bir şey hala aklımdan çıkmıyor.

“Herkese iyi davran, Mook.”

Anneni 12 yaşında kaybediyorsun. Bu sende bir yara açıyor. Ne kadar güçlü olduğunu düşündüğünün bir önemi yok.

O zamanlardan çıkabilmenin iki nedeni vardı, büyükannem ve basketbol. Bu ikisi beni koruyordu. Annemin öldüğü gün direkt olarak parka, basketbol oynamaya gittim. Yapmak istediğim tek şey buydu. Benim için bir kaçıştı basketbol oynamak. Komşular arasında haberin yayılmaya başladığını ve insanların parka geldiğini hatırlıyorum. Sonra biraz daha insan. Biraz daha. En sonunda tüm mahalle yanımdaydı.

Her şeyin düzeleceğini, işlerin yoluna gireceğini hissediyordum. Büyükannen arkanda. Mahallen, komşuların arkanda. Tanrı arkanda.

Öyleyse hayatına devam et. Üstesinden gel. Takım elbiseni giyip o yaşlı adamın elinden sıkana kadar devam et.

Bakın, 10 yaşımdan beri kafamda hep bu vardı. David Stern’ün sahnede adımı ve gideceğim takımı okuduğunu, benim de ayağa kalkıp ailemi öptüğümü hayal ediyordum. O anı görebiliyordum.

New York’lu bir çocuksanız etrafınızda sürekli uyuşturucu bulunur, benim problemlerim de uzun süre önce başladı. Belki de Los Angeles Clippers tarafından seçildiğimde başlamıştır. Önemli olan bu değil. Hiçbir zaman mariujana’dan daha güçlü bir şeye bulaşmak istemedim. Kokaine hiç bulaşmamıştım. Kullananları adeta hor görüyordum.

24 yaşıma kadar da hiç denemedim. Miami’de bir yaz tatilindeyken ilk kez kullandım ve… Size altında yatan nedeni açıklayamam. Çünkü böyle bir neden yoktu. Aptalca verdiğim bir karardı. Hayatımı nasıl değiştireceğini bilsem, denemeyi aklımdan bile geçirmezdim, buna yemin edebilirim. Asla düşünmezdim bile. Ama yaptım, denedim. Bu hareketim hayatımı tamamen değiştirdi.

Tam o zamanlarda, büyükannemi de kaybettim. Aile fertlerimi çok kısa bir süre içinde teker teker kaybediyordum. Kokain çektiğimde bir dakikalığına iyi hissediyordum. Çok kaygılı bir insanımdır, ve kaygılarımdan, endişelerimden, üzüntülerimden kurtuluyordum. Acı çekeceğim, ölüme yaklaşacağım aklımın ucundan geçmiyordu. Daha fazla kullanmaya, artırmaya devam ettim, ama hala kontrol bendeydi. Her gün yapmıyordum.

 

Yaklaşık iki yıl sonra hayatımı değiştiren bir telefon çağrısı aldım. 2006 yazıydı. Tüm gece partideydim, eve gitmemiştim.

Oğlum Jayden o zamanlar 6 aylıktı. Evde, beşiğindeydi. Onunla birlikte evde olmalıydım. Ama değildim, dışarıda bir şeyler yapıyordum.

Sabah erken saatlerde annesi aradı. Paniklemişti. “Sakin ol, sorun ne?” diye sordum.

“Jayden… Uyanmıyor” dedi

“Nasıl uyanmıyor?”

“Uyanmıyor. Ambulans burada. Onu götürüyorlar.”

Manhattan’daydım. Long Island’a kadar direksiyon salladım. Hastaneye vardığımda doktorlar bana, anlarsınız ya, “Cevap alamıyoruz, tepki vermiyor” dedi.

“O artık yok, gitti” dediler.

“Nasıl gitti? Ne diyorsunuz siz? Daha az önce onu gördüm. Nereye gitti?” diye sorup durdum.

Oğlum çok neşeli, hayat doluydu. Odaya ne zaman girsem… bana öylesine bakar, gözlerini diker ve izlerdi. Tabii ki konuşamazdı ama beni dikkatle izlerdi. Gözlerini kullanır, beni anladığını gösterirdi. ‘Evet, bu adam benim babam. Nasılsın baba?’ dermiş gibi.

Daha onu yeni görmüştüm. O artık yok? Nasıl böyle bir şey olabilir a… koyayım? Nasıl gitmiş olabilir?

Hastane odasına girdiğim anda annesinin yüzündeki acı… O anı asla unutmayacağım.

Nasıl böyle bir şey olduğuna inanamadığını asla unutmayacağım.

6 aylıktı. Ve artık yoktu.

Şimdi 11 yaşında olacaktı.

Yaşasaydı şimdi nasıl olurdu diye düşünürdüm. Aslında, hala her gün düşünüyorum.

Doktorlar ani ölüm sendromu nedeniyle öldüğünü söylediler. Sanki uydurulmuş bir şey gibiydi. Açıklama yok. Cevap yok. Gitti.. Bu kadar işte. Ve bunu kabul etmeniz gerektiği sanılıyor. Bununla yaşamanız bekleniyor.

Bence muhtemelen herkes acısını uyuşturucularla geçirmeye çalışırdı. Bilinçaltının bir oyunu oluyor adeta. Neden kullandığınızı bilmiyorsunuz. Bilinçaltınız çektiğiniz acı nedeniyle bir bağımlı haline geldiğinizi kabul ediyor.

Özellikle kokainde duygusal olarak bazen çok yukarıda, bazen de aşağıda oluyorsunuz. Roller coaster gibi sanki. Uçuyorsunuz, sonra aşağıdasınız. Yukarıya çıkıyorsunuz, aşağı iniyorsunuz. Bir daha. Kullandıktan sonra utanç duyuyor, suçlu hissediyorsunuz. Neden yapmamanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Onlarca sebep. Sonra döngü yeniden başlıyor.

İnsanların anlamadığı kısım da bu. Benim yaşadığım gibi karışık, uyuşturucu etkisinde bir hayat yaşayanlar bu döngüyü bilir. Kadınlarla, eşimi aldatıyorum, öyle şeyler. Uyuyor olmam gerekirken uyumadığım geceler. Kokain çekerken ayakta kaldığım geceler. O tür gecelerden birçoğu. Kalbinizin hızlı attığı geceler. Bildiğin, daha önce yaşadığın geceler. O roller coasterda geçirdiğin geceler.

Kendimi suçlu hissetmediğimi mi sanıyorsunuz? Neler yaptığımın farkında olmadığımı falan mı düşünüyorsunuz?

Hayır, her şeyin farkındaydım. Suçluluk… acı. Hepsi döngünün bir parçası. Beynim çalışmıyordu. Yıllar geçip 30’lu yaşlarıma girdiğimde kariyerim aşağı doğru gitmeye başladı, ve işler kontrolüm altından çıktı.

32,33 yaşlarımda sürekli kafa olmak istiyordum. Bu kadardı, sadece kafa olmak. Sonra işler tamamen karanlığa büründü.

Bulunduğum en karanlık yerlerden biri bir motel odasında, bir hatunla kafa olurken karımın odaya girmesiydi. Muhtemelen en dip orasıydı.

Öncelikle bir moteldeydim.

Bir motel.

Milyonerdim lan ben.

Jamaica’nın Queens şehrinden çıkan, iki kere NBA şampiyonu olan bir adamdım. O anda ise bir motelde, rastgele biriyle kokain çekiyordum. Sadece o kızla kafa olmak istemiştim ve gidecek başka yerim yoktu. Eve götüremezdim. Yani pislik bir adama dönüşmüştüm. Başka denecek bir şey yok. Gerekçe yok, saçmalayacak bir şey de yok. Gerçek buydu, pislik, lanet bir adamdım.

Cinsel organım ve doğam beni gitmek istemeyeceğiniz o yollara sürükledi. Birçok iyi adam bu tuzağa düşüyor. Düşüyor. Benim hikayemi duyup bunların kendisinin başına gelme ihtimalinin olmadığını düşünen birçok genç adam vardır muhtemelen. Dokunulmaz olduklarını düşünen.

Beyler… Kimse dokunulmaz değildir. Kimse acıya bağışıklık kazanamaz.

İlginç gelecektir ama benim amcam Mike Riker’s Adası’nda hapishane memuruydu. Çok sert bir herifti. Herkesin sahip olduğu güçlü, siz orta okuldayken tişörtünü kaldırıp “Güçlü olduğunu mu sanıyorsun? Hadi bakalım. Elinden geleni ardına koyma. Vurabildiğin kadar sert vur” diyen amcaydı o.

Bum. Tüm gücümle vururdum. Etkilenmezdi bile.

Çalıştığı yerde ayda bir falan aile yemekleri olurdu, beni de götürürdü. Amcamın çalışma arkadaşlarıyla birlikte olmaktan heyecan duyardım çünkü gerçekten akıllı adamlardı. Mike amcam beni o silahların olduğu odaya sokuyordu. O adamlar yapıyordu silahları. Onlara bir kürdan verseniz bir şekilde silaha çevirirlerdi. Tuvaletten, alarm saatinden falan bir şeyler bulup malzemeleri ince uçlu bıçağa dönüştürebiliyorlardı.

Yaptıkları şeyleri incelerken farkına vardım: Bu herifler çok akıllıydı. Bazıları mühendis bile olabilirdi. Nasıl buraya kadar düşmüşlerdi?

Hiçbir zaman hapishaneye düşmeyeceğime kendimi ikna ettim. O kadar batırmayacaktım.

Ama biliyor musunuz? Hayat düşündüğünüzden çok daha zor.

Bir bağımlıysanız, anlamak istemediğinizi anlamazsınız. Hiçbir zaman öleceğimi düşünmedim. Komada olacağımı da. Bir problemim olduğu fikrine katılmıyordum. Ağzımdan tüpler çıkarken yatakta uyandığımda ise kafama dank etti. Her şey gerçekti.

Doktolar komadan çıkmadan kısa süre önce çocuklarımın beni ziyaret ettiğini söyledi. Bu beni üzdü çünkü ben de kendi ebeveynimi, annemi, ağzından tüpler çıkarken ölüm döşeğinde görmüştüm.

Hayata tutunmamı sağlayan şey çocuklarım oldu. Hayatım boyunca güçlü biriydim, bu yüzden çocuklarımın beni o kadar zayıf görmesi, şimdi anlatırken bile zor bir hisse kapılmama neden oluyor.

Oğlum Lamar Jr. 16 yaşında. Sessiz bir çocuk ve basketbolu seviyor. Sanki benim reenkarnasyon halim gibi. Tabii daha yakışıklı versiyonum.

Kızım Destiny ise 18 yaşında. Akıllı ve güzel bir kız. Bu b..luğu kabul etmiyor. Yeniden konuşabilmeye başladığımda beni karşısına alıp “Baba, yardım alacaksın ya da bir daha seninle konuşmayacağım” dedi.

Ben de rehabilitasyona gittim. Rehabilitasyonda her şeye boyun eğmeyi öğreniyorsunuz. Her zaman endişeli bir insan oldum. Şimdi ise umursamamayı öğreniyorum. En azından öğrenmeye çalışıyorum.

Birkaç terapi seansına çocuklarım da geldi. Bu benim için önemliydi çünkü benim bağımlılığımın onları da etkilediğini görmemi sağladı.

Bir seanstan sonra kızım gelip “İyi geçti ama bir daha burada olmanı istemiyorum” dedi.

Şu anda ayığım. Her gün zorlanıyorum. Bağımlılığım var. Her zaman bağımlılığım olacak. Hiçbir zaman gitmiyor. Yani, şu anda bile kafa olmak istiyorum. Ama çocuklarımla birlikte olmak istiyorsam bunu yapamayacağımı biliyorum.

Çok acayip bir durum. Hastanedeyken, yürüyemez haldeyken uzun zamandır görmediğim insanlar ziyaretime geldi. Tüm eski takım arkadaşlarım geldi. Kobe geldi. Bazı tanıdıklarımdan “Adamım, haberlerde senin öldüğünü söylüyorlardı. Hala nefes alıyor olduğun için mutluyum” tarzında mesajlar alıyordum.

Bu benim kim olduğumu ve bazı insanlar için ne anlama geldiğimi anlamama yardımcı oldu. Ölümle burun buruna geldim. Ama biliyor musunuz? Bundan dönüş yok. Cenazem büyük ihtimalle güzel bir cenaze olurdu. Birbirini uzun zamandır görmeyen insanlar yeniden görüşürlerdi. Ama şimdi bunun zamanı değil.

Hala çocuklarım var. Hala buradayım. He bir de, hala çok yakışıklıyım.

O kadar çok şey yaşadım ki, artık o kısa zamana, o küçük ana gitmek istiyorum. Endişelenmek zorunda olmadığım ana.

Kalktığım her sabah aynı resimlere bakıyorum.

Geride kalanların resimlerine. Annem. Büyükannem. Oğlum Jayden. En yakın arkadaşım Jamie.

Hala burada olanlar. İki güzel evladım.

Yüzlerine birkaç dakika bakıyorum ve bun benim için hayatın anlamını tekrar hatırlamak manasına geliyor. Isınmış hissediyorum. Enerji hissediyorum. Sevgi hissediyorum. Bunlar hayatıma devam etmemi sağlıyor.

Adeta her sabah vitamin haplarımı alıyormuşum gibi.