By Baxter Holmes / Çeviri: Aslınur Oyan
Görsel, Andrew Archer’a aittir.
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak ESPN’de 10 Ekim 2017 tarihinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Erken check-in yapanların cenneti- gelişigüzel konulmuş ve servisi öldüresiye yavaş- Oakland Uluslararası Havaalanı’nda Terminal 2, Kapı 25 ve 26 arasında sıkışıp kalır. Adı Vino Volo, İtalyancada “şarap uçuşu” anlamına gelir ve şarabın 200 çeşidini sunarken uçuş öncesinde ıstıraptan da yoksun bırakmaz.
Fark edilir şekilde uzun boylu ve eski sporculara özgü bir zarafetle büyük adımlar atan orta yaşlarda iki adam, Vino Volo’nun beş kişilik barının sonundaki taburelere yerleştiklerinde takvimler 2014 Ağustos’undan bir cuma gününü gösterirken saatler 15:30’du. Saniyeler sonra, mutfakta, Kevin Ninkovich, arkadaşının haykırışını duydu: Steve Kerr geldi.
28 yaşındaki Vino Volo barmeni Ninkovich sıkı bir Warriors taraftarıydı. Bir buçuk metreden biraz uzun boyuyla guard oynarken kendisi Kerr olarak bile hayal ederdi: fiziksel üstünlükten yoksun olsa da gerektiğinde maçı kazandıran üçlüğü atabilecek bir keskin nişancı… İşte orada, o adam, 10 hafta önce göreve gelen Warriors’ın yeni antrenörü, eski takım arkadaşı ve yeni yardımcısı Bruce Fraser’ın yanında oturuyordu.
Ninkovich bu fırsatı elinden kaçırmaya hiç de niyetli değildi.
Garsonlardan biri siparişi aldı; iki kadeh kırmızı şarap, 3 çeşit et ve peynirden oluşan bir aperatif tabağı. Ninkovich gerekenleri hazırlayıp koltuğunun altında bir not defteriyle mutfaktan dışarı çıktı. Barmenin hayranlığı 1990’larda Tim Hardaway, Mitch Richmond ve Chris Mullin’in NBA’in en skorer üçlüsü olduğu “Run TMC” dönemine uzanıyordu. Takımın top paylaşımını oldukça beğense de Kerr’ün selefi Mark Jackson’ın takım yönetimini sevdiği pek de söylenemezdi. Jackson’ın Warriors’ı, bir önceki sezon 51 maç kazanmasına rağmen maç başına 247 pas ortalamasını yakalamıştı; NBA’de o sezon en kötü istatistik bu değildi ama yine de sıralamada önündeki takımdan 15 pas daha azdı. O Warriors, playoffların ilk turunda Clippers’a yenildiğinde, o dönem Clippers’ın yardımcı antrenörü olan Alvin Gentry, Warriors’ın neden bu kadar çok bire bir hücum ettiğine takılmıştı. Bu durum Gentry’ye 2000’lerin ortasında, guard Steve Nash’in önderliğindeki güçlü Suns’ı hatırlatıyordu; Golden State’in dinamik bir guardı, ölümcül dış skorerleri, pas verebilen forvetleri ve zeki oyun kurucuları vardı. O dönemde, Gentry “İhtiyaçları olan tek şey, doğru takım yönetimi.” diye düşünmüştü.
Ve şimdi de aynı şeyi aperatif tabağını servis eden Ninkovich düşünüyordu, “İhtiyaçları olan tek şey, doğru takım yönetimi.”
Ninkovich, dinlemekten başka çareleri olmayan Warriors antrenörlerine hitap etmek için tüm cesaretini toplayıp Kerr’e yöneldi: “Ne yapmayı düşünüyorsunuz? Birebir hücumlarımız sona erecek mi? Üçgen hücumu kullanacak mısınız?”
“Biz de onu konuşuyorduk. Birkaç planımız var, görmek ister misin?” diye yanıtladı Kerr.
Fraser olan biteni seyrederken Kerr de tahta aperatif tabağının üzerindekileri temizleyip tabağın sapını pota olarak kullandı. Tabaktan aldığı kuru meyveler savunma yapan takım, bademler ise hücum eden takımdı ve onları tahta yarı sahaya beşer kişi halinde yerleştirdi. Serbest atış çizgisine yakın Badem Stephen Curry, kenardaki takım arkadaşı Badem Klay Thompson’a hayali bir pas attı ve Thompson topu Badem Andrew Bogut’a indirirken Curry de yakın köşeye cut etti. Thompson ve Curry üç sayı çizginin içindeki hiza boyunca birbirlerini perdelerken, Bogut uygun pozisyonu arıyordu: boş badem bulmak ya da arkasında çaresiz kalan kuru meyvenin üzerine gitmek.
EZRA SHAW/GETTY IMAGES
Kerr aperatifleri bir kenara bırakırken bu pozisyonların 1990’larda altın çağını yaşayan Bulls’ta oynadığı üçgen hücum taktiğinin detayları olduğunu açıkladı. “Warriors’ta yalnızca üçgeni kullanmak akılsızlık olur; dış oyunculardan tam performans sağlanamaz. Bu yüzden takım, karma ilerleyecek,” diye bitirdi.
Tüm bu fikirler haftalardır Kerr’in aklında dolanıp duruyordu. 10 dakika öncesine kadar tek bir oyun çizimi dahi yapılmamıştı. Son 10 dakikadır Ninkovich, Kerr’ün NBA tarihinde benzeri görülmemiş yıkıcılıkta bir hücum planı çizmesini izliyordu. Keşke bu adam, ligin en berbat paslaşan takımını, en iyi paslaşanı yapabilseydi…
DÖRT HAFTA SONRA, Warriors’ın yeni antrenörleri Napa Vadisi’ndeki bir tesiste üç gün süren tanışma toplantısı için bir araya geldi. Tenis oynadılar, yüzdüler ve bol bol şarap içtiler. Warriors’ın yardımcı antrenörü Gentry, kroket turnuvasını kazanınca (sonradan açıklıyor) “Dünyanın en iyi kroket oynayan siyahı benim!” diye kutlama yaptı ve ardından üzerindeki gömleği yırtıp herkesin üzerine soda döktü. Rahat bir ortamdı; fakat herkes bu buluşmanın amacının bilincindeydi. Antrenörler, her biri en az üç saat süren dört tane oturuma katılıp maç tekrarları izliyor ve beyin fırtınası yapıyorlardı. Sezon öncesi hazırlık maçlarına birkaç hafta kala, Kerr tüm kariyeri boyunca kazandığı deneyimlerden faydalanarak takım çalışanları için yeni bir çalışma planı hazırlıyor ve Vino Volo’daki aperatif tabağında canlandırdığı planı giderek daha da somut bir hale dönüştürüyordu.
Tüm bu planlar ona ne kadar kolay gelse de bir yandan zorlayıcı olduğunu düşünüyordu. Phil Jackson’ın üçgenini nasıl sahaya yansıtacağını hayal ediyordu; çünkü bunun için tüm oyuncuların topu paylaşması gerekiyordu. Bulls’un forvet ve pivotlarının uyguladığı top paylaşımını oldukça beğeniyordu ve bu sistemi uygularsa Bogut, David Lee ya da diğerlerinden tam performans alabilirdi. Yine de Curry’nin üçlükleri yollamak için tepeden oynadığı pick-and-roll hücumlarını büsbütün bir kenara atmak istemiyordu. Sadece üçgen hücumu kullanmak yerine, karma bir sistem oluşturmak istiyordu.
Fakat harmanlanacak çok fazla şey vardı.
Photo: NBA.com
90’ların ortasında Final’lerde Bulls iki kez Jazz ile karşılaşmıştı ve Jazz ikisinde de fena halde ortalığı kasıp kavurmuştu. Jazz’deki olay şuydu: top önce serbest atış çizgisi civarındaki forvet Karl Malone ile buluşurdu, ardından guardlar John Stockton ve Jeff Hornacek birbirlerine perdelemeye giderdi ve boştaki oyuncu da topu Malone’den alırdı. Bu sete split cut deniyordu ve Kerr onları savunmaktan nefret ederdi. Savunmada hareket edebilmek, birebir savunma yapmaktan çok daha zorlayıcıydı ve hatta Kerr’in deyimiyle “Tam bir kabustu.” Curry ve Thompson ile karşı karşıya kalan oyuncuların da neler hissettiğini az çok tahmin edebiliyordu. Öte yandan, sistemi kurmak tam bir zevk meselesiydi. “Birebir oyun demek sadece bir oyuncunun bir başkası üzerinden oynayıp diğerlerininse etrafta dikildiği oyun demek ve ben bundan zerre kadar zevk almıyorum.” diyor Kerr.
Warriors’ın savunması çok dayanıklı ve tüm perdeleri kolaylıkla değişebilen uzun boylu forvet oyuncuları var. Kerr, bir önceki sezon savunma verimliliği bakımından üçüncü sırada olan bir takımı, bu konuda eğitmek istemiyordu fakat hücumda on ikinci sıradaydılar. NBA’in son on şampiyonunun dokuzu bu iki kategoride de ilk ondaydı. Genel Menajer Bob Myers’e, eğer şampiyon olmak istiyorlarsa onların da bu performansı göstermeleri gerektiğini söylüyordu. Böylesi birebir oynayan bir takımda topu paylaştırmak oldukça zor olacaktı ama Kerr’in bir fikri vardı “Bugüne kadar oynayan tüm oyuncular bir değişme göstermiştir. Eğer topa dokunmak istiyorsa sahadaki oyunun bir parçası olmak zorunda. İster asist yapsın, ister pas atsın, ister şut atsın, ister top sürsün. Hücum ederken ne kadar çok oyuncu topa dokunursa hücum o kadar kuvvetli olur.”
Myers ise şöyle cevap verdi: “Hepimiz bu oyunun bir parçası olmak istiyoruz.”
Buna rağmen Kerr’in aklında oldukça can sıkıcı bir sorun vardı: Kötü bir takımı istediğin kıvama getirmek, sezonda 50 maç kazanmış bir takımı yola getirmekten çok daha kolaydır. Göreve başladıktan sonra ortalığı kırıp geçiren birçok antrenör tanımıştı fakat elinde zaten iyi bir takım bulunan Kerr’ün küçük rötuşlar yapması gerekiyordu. Sekiz maçlık sezon öncesi hazırlık maçları için aday kadronun açıklanması yaklaştıkça tansiyon da artıyordu. Normalde, bu gibi maçlar pek önemsenmez; sahadaki diziliş ya da oyun içi koordinasyon düzeltilir. Takımlar da kazanmak için mücadele etmez. Kerr’in çarpıcı planıyla yüzleşen Warriors için bu durum geçerli değildi… Antrenörler, eğer kazanamazlarsa oyuncularından ayrılmayı göze almaları gerektiğini düşünürler. Bir de Kerr var… NBA’deki tüm deneyimine rağmen hiç başantrenör olmamıştı.
EĞER Warriors’tan bir matematik profesörü seçilecek olsaydı Sammy Gelfand tam da adamı olurdu. Gözlüklü ve dağınık saçlı Chicago’lu Gelfand, Warriors’un istatistikçisiydi ve Mark Jackson’un kadrosundan kalan birkaç kişiden biriydi. Kerr ve Gelfand aynı kafadan insanlar. Kerr, küçükken abur cuburlarıyla oyun planları yaparken, Gelfand da mısır gevrekleriyle benzer bir oyun oynuyormuş, hatta önemli maçlar için Lucky Charms marka gevreklerini kullanır ve maçın skorunu aklında tutarak zihnini hep canlı tutarmış. Hazırlık maçları boyunca Kerr, Gelfand’dan takımın durumunu özetleyecek ve standardını belirleyecek bir analiz istiyordu.
Takımın durumunu özetleyecek analizi bulmak için bir önceki sezonu da değerlendirmeye başlamışlardı ve bir şey oldukça dikkat çekiciydi. Gelfand “Buna ne dersin? Maç başına yapılan pas sayısı?” diye sordu.
Kerr, bu fikrin, yaratmak istediği atmosfere uygun olabileceğini düşünüyordu. Gelfand’a dönerek “Bizim için en uygun hedef kaç pas olur?”diye sordu.
Gelfand, Jackson’ın liderliğindeki 2013-14 sezonunda bu kategoride sonuncu geldiklerini ve ne zaman bir hücum süresi boyunca ikiden daha az pas atarlarsa o zaman top kaybı yaptıklarını hatırlıyordu. Ne kadar az paslaşırlarsa o kadar dağınık oynuyorlardı. Ne zaman bir hücum süresi boyunca en az üç kez paslaşırlarsa hücum başına kazandıkları sayılar artıyordu. Gelfand’a göre Warriors topa hâkimiyet kurduğu anda sahada alev topu oluyordu fakat bu yeterli sıklıkta yapılmıyordu.
Kerr ve Gelfand, oyun tarzlarını beğendikleri takımları değerlendirerek kaç pas yapacaklarına karar vermeye çalışıyordu. Bobcats, bir önceki sezon 338.2 pas ortalamasıyla ligin lideriydi ama bu kadar yüksek bir sıçrayış pek mümkün değil. Zaten oldukça az maç kazandılar. Bobcats’i geçelim. Savunmada lider olan Spurs’u örnek alsak? Geçen sezon 334 pasla oynadılar fakat bu da yüksek bir sıçrayış olacak. Hazırlık maçlarında Kerr’in yeni yönetimiyle ibre hep 280’i vurdu. İki haftalık hazırlık maçları sürecinin bitiminde hatırlaması kolay ama kazanması zor bir hedef belirlemişlerdi: 300.
“BUNU HAKİKATEN yapabilir miyiz?” diye sordu Myers.
Kasım ayının ilk günlerinde, Warriors’un Genel Menajeri Myers, bu soruya giderek daha çok kafa yoruyordu. Takım, sezona beş galibiyet ile başlamıştı ancak basketbol açısından bir felaket söz konusuydu. Warriors, kışlık erzak depolar gibi maç başına 21.6 top kaybı ortalamasıyla oynuyordu. Ligdeki en kötü istatistik olmakla kalmıyor, hem geçen sezonun en kötü takımından daha çok top kaybediyor hem de NBA tarihindeki en kötüler arasında yer alıyorlardı.
Gelfand, her maç sonrası Kerr’e maçın istatistik raporlarını veriyordu ve raporların ilk sırasında her zaman paslaşma ve sırasıyla asistler, serbest atışlar, hücumlardaki paslaşma sayıları yer alıyordu. Sabahları, antrenörler hem önceki maçlardan 15-20 tane kısa bölüm izletiyor hem de toplamda ne kadar paslaşıldığını söylüyordu. Takım, 300 barajına ulaşmıştı, ilk beş maçtaki pas ortalaması 320.8’di ve bu kategoride ligin 8. sırasındaydılar.
İyi haber, topu paylaşmaya başladılar; kötü haber, çok fazla paylaşıyorlardı.
Kerr, bu kadar çok paslaşmamaları için artık takıma yalvarır vaziyete gelmişti. “Eğer boştaysanız şut atın, yok değilseniz pas atın. Ama hiçbir şekilde sabit kalmayın; hareket halinde olun!”
Yine de büyük bir mücadele vardı. Klasik gitar çalan birinin basgitar çalmayı öğrenmesi gibi bir şeydi bu durum; hem de sahnede, canlı gösteri sırasında… Bir önceki maçta Houston’a karşı 26 top kaybı yaptılar. 9 Kasım’da Phoenix’e karşı da 26 top kaybı ile kaybettiler. Phoenix maçında top kayıplarının 10’u Curry’nin hanesine yazılmıştı.
Curry, savrukça, sol eliyle savunmanın üzerinden pas vermeye çalışıyor ve daha da kötüsü pası attıktan sonra kımıldamadan yerinde kalıyordu. Kerr’in de deyimiyle rezil eğilimler olarak tanımlanıyordu onun yaptıkları. Curry’nin karşısında savunma yapan oyuncular, oyunu daha da sertleştirdiği için Kerr de gözde oyuncusuna baskıdan kaçmasını, mücadele etmemesini, topsuz alanda da olsa savunma yapan bir oyuncuyu eksilteceği için işleri kolaylaştıracağını söylemişti. Curry, söylenenleri yapmak yerine, Kerr’in deyimiyle, sanki parkelere dans etmeye gelmiş gibiydi. Curry’nin böyle yapması da haliyle hücumu etkiliyordu. Bu arada, ikinci turdan draft edilen Draymond Green, kendini takımın en iyi oyun kurucularından biri olarak göstermekte zorlanıyordu. Güzel işler çıkaracak bir potansiyelini olduğunu gösteriyor fakat istediğini yapamayınca sinirleniyordu. Antrenörler, 3 yıllık forvete, oyun kurabileceğini ama bunu basit şekilde yapmasını söylüyorlardı.
Kerr, haftalarca top kaybı meselesinin üzerinde durdu. Ağustos ayında Amerikan futbolu takımı Seahawks’ın antrenörü Pete Carroll’u ziyarete gitti ve Seahawks’ın savunma takımının soyunma odasında duvara monte edilmiş bir top gördü; böylece oyuncular odaya girip çıkarken topa vurup onu gevşetmeye çalışacaktı ve Carroll, bu hareketin karşı takımı top kaybına uğratacağına inanıyordu. Carroll’a göre topa hâkimiyet her şey demekti.
Bu anlamda, ilk altı maçta, Warriors gerçek bir enkazdı ve patlak tekerlekli bir yarış arabasından farkı yoktu. 11 Kasım’daki yedinci maç Spurs ile heyecanlı bir buluşma tadında olacaktı; nitekim geçen sezonun şampiyonuna karşı oynamak ve topa hakimiyetin en üst düzeyde olduğu bir takımla yüzleşmek kolay olmayacaktı. Kerr, Gregg Popovich’in liderliğindeki Spurs’te dört sezon oynamış ve iki şampiyonluk kazanmıştı. Topu paylaşan takımın, bencillikten uzak olmasına ve kendileri için oynayan bireyler değil de birbirleri için oynayan bir takım yaratmasına hayran kalmıştı.
Kerr takımına şöyle söylemişti “Bu oyun, sadece siz beşinizin kan ter içinde kalarak oynadığı bir oyundan daha fazlası; bu oyuna herkes dahil. Nasılsa kendi yolunuzu bulursunuz, sezonda birkaç maç kaybetme fikri sizi korkutmasın, ne olursa olsun takımı güçlendirmeye bakın. Çok klişe laftır ama birlikten kuvvet doğar fikrine canı gönülden inanırım. Birlik olmak da bu oyunun güzelliğidir zaten. Sahadaki beş birlikte hareket etmek zorunda, doğru ama bench’te oturanlarınız da bu oyunun bir parçası olduğunu hissetmek zorunda.”
Ezra Shaw/Getty Images
İntikam almak da bir etken olabilir. 2 sezon önceki playofflarda Spurs, Warriors’u mağlup etmekle kalmamış, Kerr’den önceki sezon, takımın da parkelerin de tozunu sağlam şekilde almıştı. Gelfand “Yaptığımız tüm değişiklikler, onların seviyelerini alt etmek içindi.” diyor. Curry’nin anlattığına göre ise Kerr daha ilk günden Spurs ve onun efsanelerinden bahsediyormuş. Daha sezonun başı olmasına rağmen, bu maç Warriors’un ne kadar ilerlediğini gösterecek maçtı.
Henüz beklenen gelişmeyi gösterememişlerdi.
Aslında maç iyi başlamıştı, ikinci çeyreğin ortalarına kadar skoru 38-34’e kadar getirmişlerdi. Fakat Spurs o gün formunun zirvesindeydi. Devre arasına bir dakika kala, forvet Boris Diaw, iki Warriors’lıya fake atıp potaya giderken topu Manu Ginobili’ye indirdi. Topu sol eliyle kapan Ginobili, hiç zaman kaybetmeden sağ köşede üç sayı çizgisinin gerisinde bekleyen Tony Parker’a gönderdi ve Parker cezayı anında kesti. Mükemmeliyetin 6 saniyelik özetiydi.
Devre arası dönüşü, Spurs, parkede uykuya dalan Warriors’un canını okudu. Kerr, bu maçta, bu zamana kadar sürekli tekrar ettiği bir hatayı fark etti: “Topu umarsızca sallamaktan başka bir şey yapmıyoruz!” Bunu o kadar çok söylüyordu ki artık bu durum gerçek olmuştu. Hatta eşi Margot’tan bunun için azar bile işitiyordu. Spurs’e karşı yapılan en büyük hatalar: dikkatsizlikti ve topun nereye gittiğini önemsemeden atmaktı.
Hâlâ aynı Big Three’ye (Tim Duncan, Ginobili ve Parker) başrol oynatan Spurs, yıllar önce Kerr de onlarla oynarken yaptığı gibi 113-100’lük bir galibiyete doğru hızla yol alıyordu. Kerr, mücadeleden yıkılan takımına soyunma odasındayken Warriors’un maçı alıp almaması önemli değil diye bir açıklamada bulunmuştu. Bunun üzerine, 19 kez top kaybı yapmakla kalmamış, bir de maça odaklarını kaybetmişlerdi. Gentry ise şöyle demişti, “Siz dile getirmek istemiyorsunuz fakat oynamak istediğimiz stil onların stili.”
Takım, tam bir çıkmazdaydı. Tempolu oynamalı ama top kaybı yapmamalıydılar; topu paylaşmalıydılar ama çok da değil; pas atmalı ama şut şansını kaçırmamalıydılar.
“Bunu yapabilir miyiz?” diye sordu Kerr.