by Lee Jenkins / Çeviri: Mehmet Bahadır Akgün
Bu yazı ilk olarak 12 Haziran 2017 tarihinde SI.com’da yayınlanmıştır.
OAKLAND – 2016 Finallerindeki yedinci maçtan yaklaşık yarım saat sonra, Warriors forveti Draymond Green soyunma odasında daha üzerinde maç forması, telefonunu kurcalıyordu. Etrafında takım arkadaşları apar topar duş alıp giyiniyorlar, Oracle Arena’dan ve havayı kirleten şampanya kokusundan kaçıyorlardı. Fakat Green’in acelesi yoktu. Cleveland karşısındaki bir haftalık çöküşün en yoğun anlarını kafasında tekrar yaşamakla meşguldü: Kafasının içinde LeBron James, Andre Iguodala’ya sahayı geri koşarak bloğu indiriyor, Steph Curry’nin Kevin Love’ın üzerinden yolladığı üçlük potayı dövüyor ve gizemli bir soğuk hava kütlesi, Golden State’in güvendiği bileklere adeta buz üflüyordu. Green merak içindeydi: Bunun bir daha yaşanmamasını nasıl sağlayabilirdi?
Bir grup konuşması başlatabilir, Hawaii’de inzivaya çekilebilir ya da hazirandan ekime kadar her gece salonda yatıp salonda kalkabilirdi. Fakat büyük hamleler, James karşısında hiçbir şeyi garanti etmeyecekti. “Bizim bu yükü kaldırmamızı sağlayacak olan,” diye düşündü Green kendi kendine, “ve bizi inanılmaz seviyeye getirecek olan şey ne? Bizi yalnızca bir yıl için değil, çok uzun süre inanılmaz yapacak olan şey ne?” Daha doğrusu kim? Warriors’ın Stephen Curry hücumda her defasında 10 metreden kaldırıp atmasın diye üzerindeki yükü alacak ve LeBron James savunmada Harrison Barnes ile kalarak blok ve top çalma kovalamasın diye bu baskıyı James’in üzerinde kuracak bir oyuncuya ihtiyacı vardı. Dünya üzerinde bu tanıma uyan tek oyuncu, gelecek yaz boşa çıkıyordu.
Ve böylece, o soyunma odasında, üzerinde hala maç forması dururken, hayatının en acı verici mağlubiyetinin üzerinden daha bir saat geçmemişken Green, Kevin Durant’in numarasını tuşladı. “Bizde ne eksik sen de gördün,” dedi Green, “Sana ihtiyacımız var. Oldur şu işi.” Green, aylardır Durant’e kur yapıyordu, ama bu en dramatik anda kullanılmış en güçlü kozuydu. “7. Maçı kaybettikten hemen sonra atılan mesaj,” diyor Green, “ciddi olduğunu gösterir.” Elbette Warriors’ın Durant’e ihtiyacı yoktu, durum böyle değildi. Onsuz 73-9 yapmışlardı ama Green’in hiçbir şeyi şansa bırakmaya niyeti yoktu. Sonradan anlaşıldı ki Durant’in de öyle bir niyeti yoktu.
Basketbolun modern megastarları bir biyolojik basketbol saatiyle doğar. Ve eğer 27 yaşına kadar parmğına bir yüzük takamamışsa, saatin tik taklarının gürültüsü, hava atışında Oracle’daki gürültüden daha yüksek olmaya başlar. Kimse, James Harden veya Russell Westbrook bile, NBA’in en önemli başrol oyuncularından birinin üzerinde oluşan baskıyı idrak edemez. Bu baskı, dokuz basamaklı ayakkabı sözleşmeleri imzalayan sponsorlardan başlar, mahalledeki arkadaşlarınıza kadar varır. “Annem bunu anlayamıyor” diyordu Durant. “Babam, anlayamıyor. Kardeşlerim anlayamıyor. Bunu gerçekten anlayabilecek tarihte tek bir oyuncu var muhtemelen.” James, Cleveland’da geçen yedi boş sezonun ardından Miami’ye giden yolu tutmuştu. Artık Durant de o saatin sesini duyuyordu.
Green telefonuna baktı, bir cevap bekliyordu. Tam da bu esnada, Durant temmuz başında sınırsız serbest oyuncu durumuna geldiğinde, Thunder cephesi onunla tekrar sözleşme yapacağından emindi. Oklahoma City yetkililerinden biri haziran boyunca onunla sürekli temas halinde kalmış ve umut verici konuşmalarla daha çok cesaret bulmuştu. “Golden State’in kaybettiği gün, her şey değişti.” Diyor o yetkili. “Telefon konuşmaları, mesajlar, çok daha mesafeliydi.” Warriors’ın bir yaz sürecek aşağılayıcı şakalara dayanması gerekti. Bunlar 3-1’lik üstünlüğü kaybetmenin bir cezası olacaktı. Bu sırada yerinden kalkıp üstündekileri çıkarıp duşa giren Green son gülenin kendileri olacaklarını hissedebiliyordu. Durant’in yanıtı telefon ekranını aydınlattı: “Ben hazırım. Yapalım şu işi.
51 hafta sonra, yine Cavaliers ile oynanan ama bu kez bir beşinci maçta Green yine aynı soyunma odasındaydı ve Durant de üç sıra yanında oturuyordu. İkisinin de etrafı şişelerle doluydu. Mesajlaşmak yerine, kadeh tokuşturuyorlardı, akıllardan silinmeyecek bir takımın takımın ve o takımın yüzük sahibi en yeni üyesinin şerefine!
“Bir yerlerde biri yerimi almaya çalışıyor, biliyorum. Nerede olduğunu da biliyorum. Oklahoma’da. İlham kaynağım o, çünkü gittiği noktayı biliyorum, ben de aynı yönde gidiyorum. Kafa yapısını biliyorum, o da benimkini biliyor. Bir gün mutlaka karşı karşıya geleceğiz.”
LeBron James, ilk şampiyonluğunu kazanmak için Durant ve Thunder’ı geçtikten beş ay sonra Phoenix’teki Ritz-Carlton’ın ikinci katındaki havuzda, 2012 güzünde söylemişti bunları. James ve Durant o zamanlar yakındı, yazları Akron’da birlikte çalışıyorlar ve Finaller sırasında Miami’de Prime 112’de birlikte akşam yemeği yiyorlardı. “Ben Giannis Antetokounmpo’ydum,” diyor Durant, Bucks’ın elastik fenomeninin ismini anarak. “LeBron benim için gerçeğin ötesinde bir figürdü. Ben sadece daha uzundum.” Sonraki beş yıl boyunca, kralın tahtına yönelik Derrick Rose’dan Paul George’a kadar, zorlayıcı faktörler geldi geçti. Durant tek gerçek tehditti. Thunder, Clippers ile karşılaştığı zaman, Matt Barnes Durant’i savunmuş, Chris Paul de Westbrook ile kalmıştı. “Bu dünyada seni durdurabilecek tek kişi,” demişti Barnes, “kendi takım arkadaşından başkası değil.” 10 yıldan fazla zaman içinde Barnes, “trash-talk” için en iğneleyici sözlerin bir parça gerçek içermesi gerektiğini öğrenmişti.
James’in kehaneti, Durant Warriors’a kaçıp Cavaliers’a karşı kan davası halini alan Final mücadelelerinin üçüncü randevusuna katılana kadar gerçekleşmedi. KD bu sırada geceleri yalnızca birkaç saat uyudu. James ile eşleşmesini altı yıl boyunca çalıştı. Kendisini kupa töreninde hayal etti, platforma çıkıyor, aile bireylerini kucaklıyordu. Dördüncü maçın üçüncü çeyreğinin ortalarında, Durant, Love’ın yaptığı sportmenlik dışı faule sinirlendi ve James, Durant’in tepkisi karşısında şaşkına döndü. Quicken Loans Arena’da masanın önüne geldiler. Gezegendeki en iyi iki oyuncu burun buruna gelmişti. Yaptıkları tartışmanın ayrıntıları önemsizdi. “Önemli olan,” diyordu Durant’in yakın bir arkadaşı, “Kevin’ın geri adım atmamış olması.”
Warriors dördüncü maçı kaybetti, playofflarda kaybettikleri ilk maçtı bu ve bütün o eski 3-1 şakaları geri döndü. Ama takımın bu hâli, Durant ve Barnes kadar farklıydı. Oakland Marriot City Center’daki evlerine beşinci maç için döndükleri zaman, Saykodelik Bilim konferansı işgal edilmesinin üzerinden iki ay geçmeden Ulusal Kenevir Sanayisi Birliği’nin konuşulduğunu gördüler. Şehrin gündeminde değildiler. Durant pazartesi sabahı fazladan şut çalıştı, öğleden sonra dinlendi ve akşam Oracle Arena’ya girdiğinde Jerry West’i selamladı.
Warriors dalgalı bir performans sergiliyordu, ama Durant, ikinci çeyrekte Golden State’e seri yakalatmak için geri çekilerek attığı, üçüncü çeyrekte Cleveland’ı durdurmak için attığı ve bir de dördüncü çeyrekte maçın sonucu hâlâ belli değilken yolladığı üçlüklerle onları sakin sulara aldı. Nihayetinde, Durant 39 sayı atmış ve ilk şampiyonluğunu kazanmışken, topu istedi ve saat bitene kadar topu sürmeye devam etti. Bir anlığına, çizgide tek başına durdu, takım arkadaşları saha ortasında toplanmışlardı. Onu kutlayan ilk kişi James’den başkası değildi.
Warriors, NBA’deki en iyi normal sezon rekorunu kırdıktan bir yıl sonra, gelmiş geçmiş en iyi playoff rekorunu elde etti. İlk şampiyonluklarını 2015’te kazanan oyuncular için, bu galibiyet döngüsü tanıdık bir histi. Durant için ise, yabancıydı. Dört yıldızlı bir serbest oyuncu güzergahı seçerek bahisçileri şampiyonluk şansını artırdığı kesindi elbette ama burada kimsenin yancısı değildi. KD, Finaller MVP’si ödülünü hak ederek kazandı. Bunu yaparken de 35,2 sayı, 8 ribaund, 5,4 asist ortalamaları tutturmakla kalmayıp, James’in savunmada karşısında duran adam oldu. Bir zamanlar Thunder’ın antrenman salonunun yanındaki siyah deri sandalyelere oturup Greg Oden ve lisedeki sırasını düşünerek her defasında ikinci olmaktan sızlanan adam, bu kez birinci oldu.
Durant, Oklahoma City’den ve Westbrook’tan ayrılacağını 4 Temmuz’da duyurmuştu ve hemen ardından gelen boşluk ona doğru şeyi yapıp yapmadığını düşündürtmüştü. “Mükemmel oynamak zorundayım,” diyordu bir arkadaşına. Golden State’teki antrenörler, okula gelen yeni çocuğun tetikte oluşu gibi, sürekli “ürkek” ve “gergin” olduğunu söylüyorlardı. En sevdiği şarkılardan olan “Don’t Worry, Be Happy” (Endişelenme, Mutlu Ol), arabada sürekli çaldığı, hayatını yönlendiren bir slogana dönüştü. Warriors’ın Oakland’daki tesislerinde tam ölçülere sahip dört taraflı potalar bulunuyor. Antrenman sonrasında, Curry birinde atıyor, Green diğerinde, Klay Thompson da üçüncüsünde; diğer herkes dördüncüyü paylaşıyordu. İsteksizce bench ekibine katılan Durant için bir pota yoktu. Asistan Wilie Green ile birlikte, yedekler şut oyunlarına başlamadan önce atış yapıyordu.
“Kimsenin bana bakıcılık yapmasını istemedim.” diyor Durant. “Ekibi yıkıp yeni bir ekip kurmaktansa, bir arada bulunan gruba katkı vermek istedim. Burada yarattıkları kültüre uyum sağlamak istedim. Ama bunu yapmak, bir yandan kendine karşı dürüst olmaya çalışmak epey ince bir çizgi. Sanırım rahat olmak için çok fazla uğraştım.” Golden State ve OKC arasındaki şiddetli tarz farkı düşünülürse, bir uyum süreci kaçınılmazdı. “Artık isolation ile skor üretmek istemiyorum.” diyordu Durant koçlara, Westbrook ile birlikteyken verdiği bir dolu bire bir mücadelesini anımsatarak. Ama sonra çizginin gerisinde sabit kalıyor, Warriors hücumunun kilit taşları olan potaya gidişleri ve kaymaları kaçırıyor, aynı koçlara film seanslarını durdurmalarını istiyordu. “KD,” dedi koçlar, hem de defalarca “Yine öylece duruyorsun.” Oklahoma City’de top onu bir şekilde bulurdu. Hareketliliğin esas olduğu Golden State’te ise, işler böyle yürümeyecekti.
“Yeni takımıma karşı açık ve zaman zaman savunmasız olmam gerekti.” diyor Durant. Lakers ile karşılaşmak için sezon öncesinde Las Vegas’a yapılan bir yolculukta, Durant yardımcı koç Bruse Fraser’dan ARIA’da onunla bir şeyler içmesini istedi. Durant’in içkisi Jameson’dı. Fraser da tekila istedi. “O zaman ben de tekila içeyim,” dedi Durant. Daha önce bir koçla bir şeyler içip içmediğini hatırlamaya çalıştı. Galiba hiç içmemişti. “Böylesi bir hamle yaptığın zaman, seni neyin beklediğini bilmiyorsun.” diyordu Durant Fraser’a yudumlar arasında. “Korkutucu bir şey. Ama aslında beklediğimden daha iyi. Bu… Gerçek.” Don Julio 1942’den bahsetmiyordu. Warriors’ın malum uyumuna atıfta bulunuyordu. Antrenmanda kimse potasını bırakmak istemese bile, Durant ona geri vermeden önce, Curry topu ve spot ışıklarını ilk birkaç ay boyunca Durant’e bıraktı. Bu cömertlikleri cesaret vericiydi. Aynı zamanda boşunaydı da. Golden State koçlarından biri durumu biraz yakınarak anlatıyor: “Güç kullanmadan oynayan, güçlü oyuncular.”