by Anıl Can Sedef / info@eurohoops.net
NBA ne kadar yıldızların ve kahramanların ligiyse bir o kadar başarısızların ve günah keçilerinin arenasıdır da. Her takımın hedefleri büyük, her oyuncunun hayalleri playoff’lar, finaller, yüzükler olunca hayal kırıklıkları da kaçınılmaz olur.
Başarının treninde hiçbir zaman binmek isteyen herkese yer yoktur.
Bu isimler de NBA sezonunun ilk yarısı itibariyle büyük lokma çiğneyip büyük sözler edenler ama hala o başarı treninin ardından koşup durmak dışında bir şey yapmıyorlar.
Yaşattıkları hüsranın telafisini yapmaları hala mümkün ama şu ana kadar hayal kırıklığına uğrattıkları da su götümez:
Rudy Gobert – Utah Jazz
Gordon Hayward gitmiş, Utah Jazz ise Ricky Rubio’nun gelişi ve Donovan Mitchell’ın seçilmesi sonrası yeni bir yola girmişken Rudy Gobert’in geçen sezon daha da bir cesaretle giydiği lider kostümünü kuşanması bekleniyordu.
Hayallerdeki oyuncu Rubio’nun ikili oyunları ve paslarıyla hücumda, korkunç kollarıyla savunmada iki potada da dehşet saçmalıydı. Sonuç? Gobert şu an sakat ancak sağlamken de takımına pek bir şey kattığını söylemek zor.
Elbette oyuncu olarak kalitesini sorgulamıyoruz. Ama o sahadayken Utah Jazz savunmasının daha kötüye gittiği anların açıklamasını yapmak çok zor. Hücumda Hayward gibi hem yaratıcı hem skorcu hem de eforlu bir oyuncuyu araması ise normal.
Ancak ne olursa Fransız devin bu sezon hem sağlık hem performans olarak adımlarını geriye değil, ileriye doğru atması gerekiyordu. Oyununa yeni bir şeyler ekleyip çeşitlilik katması umulurken şu an eskiden çok iyi yaptığı şeyleri bile aratıyor. Tabii sağlığı sahaya çıkmasına izin verecek kadar iyi durumdaysa…
Damian Lillard – Portland Trail Blazers
Lillard kendi belirlediği çıtanın altında bir sezon geçiriyor. Belki tam anlamıyla kötü denemez ama şu ana kadar kesinlikle iyi de denemez. Savunma, oyun içi ve sezon içi istikrar onun için soru işareti olmaya devam ediyor.
Oysa geçen sezon bittiğinde Jusuf Nurkic’in de eklenmesiyle “doğru formülü” bulduğu düşünülen Blazers bu sezon da pek öyle ileriye bir adım atmış gibi gözükmüyor. Ve bunun en önemli sebeplerinden birisi Lillard’ın bir tepeyi bir dibi gösteren performansı.
Dame her zaman olduğu gibi kritik basketlere kalmış maç sonlarında sahne almaya devam ediyor ama takımını Batı’nın 6 ve 8. koltuğu arasındaki o “vasatlık eşiğinden” bir türlü yukarı çıkaramıyor da.
Bazı okurlar abartılı bazı okurlar da olağan bulabilir ama Portland’ın bir doğa yasası gibi konferansının playoff eşiğindeki seviyede olmaya devam etmesi artık Lillard için bir hayal kırıklığına işaret ediyor.
John Wall – Washington Wizards
Girişte de söylemiştim… Büyük hedefler, büyük sözler ama pek öyle büyük olmayan icraatlar: John Wall’un şu ana kadarki 2017/18 sezonu bunun kusursuz bir örneği.
Yaz aylarında Washington Wizards‘la henüz eski sözleşmesinin sonu gelmeden “super-max’li” bir uzatma yapan Wall astronomik faturaya karşılık kendisine bir hedef koydu: NBA MVP’si olmak.
Kendisi şu ana kadar Washington Wizards kadrosunun MVP’si olabilmiş bile değil.
Geçen sezon jilet keskinliğinde ve hızında savunmaları delen penetreler, bilgisayar oyunu izliyormuş hissi veren çabuklukta paslar, nitelikli anlarda yükselen bir nicelikle gelen isabetli şutlar…
Wall sezonun ilk yarısını farklı dönemlerde bu konularda bir ileri bir geri giderek geçirdi. Washington’ın onun liderliğinde Doğu’nun zirvesini zorlayan bir takım olacağı tasarıları şu an yeniden rafa kalkmış durumda. Genç ve yenilenen Celtics‘in, yeni bir yola giren Raptors‘ın ve nihayet havasını bulan Detroit’in arkasındalar.
Şu an LeBron ve Cavs‘i playoff’ta zorlayacak takım ve süperstar adayı dahi Washington’da değil. Wall kendine gelip beklenen yükselişi göstermeden tersi de zor gözüküyor.
Myles Turner – Indiana Pacers
Liderlik rolüne soyunması beklenirken düşüşe geçen bir başka uzun. Ama Myles Turner’ın düşüşü, doğrusunu söylemek gerekirse, Rudy Gobert’inkinden daha heybetli gözüküyor.
Turner’ın birkaç sezondur Paul George sonrası Pacers‘ın dümenine geçecek adam olması için bekleniyordu. Bu rol için yavaş yavaş geliştiği, ağır ağır hazır hale geldiği ve yeni sorumluluğunu başarıyla üstleneceği düşünülüyordu.
Herhalde işler tüm bu beklentilerin daha aksi bir biçimde gidemezdi. Turner sakat olarak girdiği sezonda döndükten sonra da pek “Pacers’ın sahibi” gibi gözükmedi. Kendi skorunu yaratabilecek seviyedeki beceri yelpazesi, atletizmi, çabukluğu ve kendini hafif hafif göstermeye başlayan basketbol zekası buhar olup uçmuş gibi.
Tabii ki tüm yeteneklerini kaybetmiş vasıfsız bir oyuncu gibi gözükmüyor Turner. Gel gör ki bir NBA takımına liderlik edecek o genç uzunun yerinde başka bir oyuncu varmış gibi.
Öyle ki takıma sezon başında gelen Victor Oladipo ipleri eline alıp takımın “alfa oyuncu” rolünü üstlenmiş durumda. Onun için ise tüm potansiyeline rağmen sıradan oyunlarla dolu bir sezon ilerlemeye devam ediyor.
Josh Jackson – Phoenix Suns
Bir çaylak hakkında çok ağır sözler söylemek, kötü tespitler ve tahminler yapmak için henüz erken. Ancak “bu sezon özelinde” Josh Jackson henüz kendisinden umulan hiçbir şeyin karşılığını verebilmiş değil.
Zaten NBA’de ilk sezonuna uçarak girmesi beklenmiyordu. Mesele bu da değil: Daha çok sıradan gözükmesi bir sorun. Çaylaklar için ilk sezon her zaman icraattan çok potansiyeli hissetirmek ve bazı işaretler vermekle ilgilidir.
Jackson şimdiye kadar draft günlerinde bir anda “hisselerinin yükselmesine” sebep olan özellikleri NBA seviyesinde gösterebilmiş değil.
Nicolas Batum – Charlotte Hornets
Yeni sezona hazırlanmak için EuroBasket 2017’yi pas geçti, ülkesini karşısına aldı, tepki gördü, tepkilere önemsemediğini söyleyerek yanıt verdi. Tek düşündüğü Charlotte Hornets‘le önceki sezonun üstüne koymaktı. Bunun için özel çalıştı, işler tersine dönmeden önce açıkça daha iyi hissettiğini söylüyordu.
Sonra sezon başı sakatlığı geldi, bütün planlar daha birinci adımda suya düştü.
Dönüşünde de durum çok değişmedi. Geçen sezonun üstüne çıkma hedefi, ne kendisi ne takımı için ufukta gözükmüş bile değil. Sakatlığı büyük şanssızlık ama toparlanmak için de hayli zamanı oldu.
Batum yaz aylarında bu sezon için yazdığı hikayeyle kendisine asla altından kalkamayacağı bir yük yüklemiş olabilir.
Hassan Whiteside – Miami Heat
Miami Heat geçen sezonun ikinci yarısını 30-11 bitirerek hem NBA’in sezon çapında en büyük geri dönüşüne imza attı hem de son maçta playoff dışında kalarak en büyük hayal kırıklığını yaşadı.
Hassan Whiteside işin son adımında takımını hedefe taşıyamamış olsa da kendisi için iyi bir sezon geride kalmıştı. Önemli olan üzerine koyarak devam etmek, korunan çekirdeğe sezon boyu liderlik ederek Doğu’nun tepesine katılmaktı.
Nasıl olduysa tüm bu hedefler Whiteside’dan şu an çok uzaklarda. Ne oyunda ne sonuçta ne kendisi ne Miami Heat istikrarın kaymağını yiyebilmiş, geçen sezonki rüya ikinci yarının üzerine koyabilmiş gözükmüyor.
Düşen performansı sebebiyle yediği kesikler yüzünden Koç Spoelstra’yla medya önünde yaşadığı gerilim, daha sonra takımın liderleri tarafından teskin edilmiş olması da pek iyi bir görüntü vermedi.
Whiteside ve onunla beraber Heat’in durumu şu an tam anlamıyla Mehter Takımı’nı andırıyor. Bir ileri, iki geri.
Paul Millsap – Denver Nuggets
Denver Nuggets geçtiğimiz yaz Nikola Jokic’in yanına onu getirdiğinde ligin en acayip melez forvet ikilisinin Batı’nın playoff yarışının içerisine gireceği ve dengeleri kaçınılmaz biçimde değiştireceği düşünülüyordu.
Maalesef basketbolda (diğer takım sporlarında olduğu gibi) zaman zaman 1+1=2 etmeyebiliyor. Rüyaların ikilisi gibi gözüken Millsap – Jokic ikilisi için de şu ana kadar durum böyle.
Üstüne Millsap’in sakatlanmış olması Nuggets’ın yeni yıldız ikilisinin birbirinden uzak kalıp uyum sürecinin kesilmesine yol açtı. Eski Atlanta’lı istikrar abidesi isim üzerinde bireysel kritik yapmak zor. Millsap’in bireysel becerilerini, istikrarını ve tecrübesini birden çok kez gösterdiğini unutmak imkansız.
Ama bir gerçek daha var: Jokic’li Nuggets o sakatlanıp sahaya Miles Plumlee girdiğinden bu yana daha iyi oynuyor. İyiye işaret olmasa gerek.