Gerçek mi, Rüya mı, Senaryo mu: LaMelo Show

07/Mar/18 10:37 Mart 8, 2018

Bugra Uzar

07/Mar/18 10:37

Eurohoops.net

NBA’e gitmesine birkaç yıl önceden kesin gözle bakılan 16 yaşındaki LaMelo Ball, Litvanya’da ne yapıyor? Babası LaVar’ın medya odaklı hamlelerinin ortasında bir basketbol cevheri heba mı oluyor? Eurohoops Çeviri tüm soruların cevabıyla geldi.

by Mirin Fader / Çeviri: Anıl Can Sedef

Bu yazı ilk olarak 28 Şubat 28 Şubat 2018 tarihinde B/R Mag’de yayınlanmış, uyarlanarak çevrilmiştir.

Kapılar ardına kadar açılıyor. Kıvır kıvır sarı bukleli çocuk Prienai Arena’ya giriyor. Bir grup Litvanyalı genç hava atışından bir saat önce gelmiş, onu  daha yakından görmek için koşuşuyorlar. Ama çocuk onları görmezden geliyor. Kendi dünyasına kitlenmiş durumda. Kulağında iki siyah dev kulaklık, üzerinde Big Baller Brand marka eşofman, Bruno Mars ve Cardi B’den Finesse çalarken gülümsüyor.

Bu onun zamanı.

16 yaşındaki LaMelo Ball omuzlarını bir sağa bir sola atıp soyunma odasının orada bekleyen iki güvenlik görevlisini de topla geçiyor.

Birkaç saniye sonra hayranlar LaMelo’yu bırakıp bir başka adama, onun gülümsemesini aldığı adama gidiyorlar. LaVar Ball.

Göğsü dışarıda, LaVar bir sol bir sağ yaparak enerjik bir yürüyüşle geliyor. Bütün gözler onda. Ailesinin hayatını Facebok’taki bir reality show için çeken üç kameraman neredeyse her hareketini izliyor.

Bu da onun zamanı.

23 Ocak günü. LaVar, Prienai Vytautas’ın teknik ekibine yardımcı koç olarak katılacak. Rakipleri bir üçüncülük ekibi, Alyataus Dzukija isimli bir takım olacak.

LaVar yüzünde bir gülümseme seyircilerle selfie’ler çektiriyor, büyük oğlu Lonzo’nun Lakers’la oynadığı maçlardaymış gibi davranıyor. Ama burada ne dev ekran var ne tünel ne VIP locası ne de satış stantları. Sadece gıcırdayan parkeler ve eskimiş, gri koltuklar. 1500 adet. Baltık bölgesindeki bu salon ıssız bir yolun kenarında öylece duruyor. Melo’nun Amerikalı en genç profesyonel basketbolcu olduğu yer burası. Sadece amatör seviyede koçluk yapmış, hiçbir kolej ya da profesyonel basketbol koçluğu tecrübesi olmayan bir babanın ilk maçı için mükemmel bir ortam.

Bundan saatler önce Big Baller Brand takımın resmi sponsoru oldu, bir anda sahadan hakemlere ve formalara her şeyi BBB logosu kapladı. Maç, Facebook’tan canlı yayınlanıyor. Karşılaşmanın MVP’sine Lonzo imzalı BBB ayakkabılar verilecek.

Maç başlıyor, Melo kolayca topla tepeden içeri dalıyor. Rakibin sanki savunmaya alerjisi var. Bakmadan paslar atıyor, kolay turnikeler buluyor. Maç bir anda “Kim en boş üçlüğü atacak” yarışmasına dönüyor.

Takımın koçu Seskus kenardan alaycı yorumlar yapıyor. Ama LaVar bench’ten kalkıp bağırdığında ne kadar ikinci planda olduğu anlaşılıyor.

“10 numara, oyuna gir” dediğinde altı maç ve iki haftadır takımın çevresinde olmasına rağmen takımın guard’ı Paulius Ivanauskas’ın ismini bilmediğini anlıyorum. Ivanauskas gözlerini deviriyor. Belli ki bu LaVar’ın takıma ilk koçluk yapma denemesi değil.

Melo üst üste beş üçlük atıp maç biterken kimsenin kendisini savunmadığı karşılaşmada 43 sayı buluyor. Vytautas maçı bilgisayar oyunu misali bir skorla147-142 kazanıyor. Melo çevresine boş boş, yorgun ve sanki vazgeçmiş gibi bakıyor. LaVar’ın ise gözlerinden ateş çıkıyor, reality show’u artık gerçek hayata dönüşmüş durumda.

“Bu mükemmel… Burası mükemmel bir ortam. Şu heyecana bak!” LaVar, Ocak ayında bana böyle diyordu. Ball ailesinin Litvanya gelişinden üç gün sonra bir otelin lobisindeydik. “Heyecan yaratacağın küçük bir yere gitmek, başka 20 şeyin döndüğü yerde olmaktan iyidir. Büyük denizdeki küçük olmayacaksın.”

Melo’yla ilgili heyecan Aralık ayında LaVar çocuğunun Litvanya’da profesyonel olacağını duyurmasıyla başladı. Karar en hafif ifadeyle garipti. Gidecekleri ülke bir basketbol devi sayılmazdı, sadece Zalgiris Kaunas ve Lietuvos Rytas, EuroLeague seviyesindeki iki takımdı. Ama LaVar zaten oğlunu Vytautas’a küçük bir kasabada, kimsenin olmadığı bir kasabada yıldız olmaya götürdü.

Melo, Prienai’a geldiğinde yeni takımı onu sahada zorlamaya uğraşmadı bile. Ne kendisi ne takım arkadaşları sert idmanlar yapmıyordu. Kaçırılan turnikeler ya da savunma hataları ceza idmanı getirmiyordu. Rakipleri kendilerine göre zayıf isimlerden seçiliyordu.

Melo önündeki tüm  engeller temizlenirken nasıl yükselecekti?

LaVar bana verdiği 56 dakikalık röportajda gururla oğlunun keşfedilmemiş bir yerde bir macerada olduğunu söylemişti. Ama gördüğüm tam tersiydi. Litvanya tecrübesinin her anı önceden belli, her şey LaVar’ın kendisi tarafından sahnelenen bir oyundu. Ocak ayı biterken baş antrenör olacak, takımı ve turnuvayı oğlunun lehine manipüle edecekti.

Melo, Alytaus maçından sonra yıldızsız bir geceye doğru adımlarını atarken merak ediyordum. Kendisine tanıdık olan her şeye binlerce kilometre uzakta, böylesine yetenekli bir çocuk, hiç zorlanmazsa kendisinin ya da babasının hayallerindeki NBA yıldızına nasıl dönüşecek?

Gökyüzü kara. Hava dondurucu soğuk. Ellerimizi yakıyor, ayaklarımız donuyor. Prienai Arena’dan çıkarken burnumu hissetmiyorum. Arabalar igloya dönmüş durumda. Herhalde Ocak ayında Prienai’la Los Angeles kadar farklı iki yer bulamazsınız.

Ay yok. Sokak ışıkları yok. Karların arasında iki şeritli yolu ayıran işaretler kaybolmuş.

İngilizce konuşan çok az insan var. Vytautas Mineral SPA Hotel’de yemekler domuz eti, lahana ve patatesten ibaret. Sinema yok, alışveriş merkezi yok, farklı restoranlar yok. Melo’nun 16. yaş günü için aldığı siyah Lamborghini kasabada türünün tek örneği.

Toyota Corolla’mdaki buzu temizlemek 10 dakika alıyor.

Salonda antrenman başlarken Melo ortama yabancı gibi gözüküyor. Takım arkadaşları turnikeyle başlıyorlar, o üçlükle. Onlar pek bir şey söylemiyor, Melo şutlarından sonra “FACETIME!” diye bağırıp kardeşi Gelo’nun üzerinden smaç yapar gibi zıplıyor. Takım koniler arasından dikkatle top sürme idmanı yapıyor, Melo hepsinin arasından kolaylıkla uçarken araya kendi hamlelerini ekliyor.

Melo buradaki herhangi biri gözükmüyor, hareket etmiyor ya da konuşmuyor. Denys Lukashov’un aksine antrenmana 10 şınav, 10 squat yapmadan başlamamak gibi bir huyu yok. Edvinas Seskus gibi 30 dakika fazlan şut idmanı da yapmıyor.

Sadece oynamak istiyor. Gece ve gündüz. Her gün.

Melo hala gelişiyor ama takımı bir sonraki hareket için hazırlanırken koçunun ona Litvanyaca dilinde ne söylediğini bilmiyor bile.

Takım arkadaşlarına bakarken görüyorum onu. Çoğu ondan 10 yaş büyük isimlere yardım istercesine gözünü dikmiş. Koçunun ellerine bakıp Seskus’un hareketlerinden istediği şeyin manasını çözmeye çalışıyor.

Peki bir önemi var mı? Melo, Melo gibi davranacak. O lisedeki ikinci yılında rakibine orta sahadan üçlük atacağını söyleyip deliksiz gönderen çocuk. O 11 yaşında 17 yaşındaki rakiplere karşı oynayıp dalaşmalara yine üçlükle cevap veren çocuk.

Ama şimdi Litvanya’da. Ne kolejde oynayabilir ne lise takımında yola devam edebilir.

Ball Ailesi geldikten kısa süre sonra Vytautas, Baltık Basketbol Ligi’nden çıkıp Big Baller Brand Chanllege’ı kurdu. Takımın sportif direktörü bu kararı aile geldikten bir gün sonra aldıklarını söylüyor.

Peki neden ismini Big Baller Brand koyduklarını soruyorum. Gülerek cevap veriyor: “Odak noktası neresi biliyorsun.” Herkes neden burada olduğumuzun farkında.

BBB Challenge ikinci sınıf takımlara, (ikisi amatör seviyedeki) beş rakibe karşı Melo ve Gelo’ya süre vermek için düzenlenen bir turnuva.

Litvanya Ligi LKL’de süre alamayan iki oyuncu için sahaya çıksınlar diye. LKL’yi kuran isimlerden Steponas Kairys bu ligin “bir şaka, bir şov” olduğunu söylüyor. Hele de iki kardeşi oynatmanın zorunlu olduğu düşünülürse: “Gerçek bir şey değil, dürüst değil.”

Vytautas ve BBB çoktan anlamış durumda. LaVar, Seskus’a gülerek şöyle diyor: “Sen Litvanya’da bana sahip çık, ben sana L.A’de sahip çıkarım!” İkisi reality show programın kameraları karşısında el sıkışıyor.

Takımın medya sorumlusu Pijus Mykolaitis hayranlıkla izliyor: “Bu son 10 yılda Litvanya’nın başına gelmiş en güzel şey. O kadar muhteşem olacak ki.”

Beş gün sonra Melo, LKL’de Lietkabelis’e karşı ilk maçına çıkıyor. Takım ve Melo’nun durumu muhteşemden çok uzakta. Sıralaması ve profesyonel rakipleri olan bir lig bu. Karşılarındaki takım geçen yıl ikinci olmuş. Melo, Zalgiris Kaunas’ın amatör takımına yaptığı gibi rakiplerin yanından uçup gidemiyor.

Panezevys deplasmanında Melo’nun rakipleri, karşısında birer dev misali gözüküyor.

Ama o büyüklere karşı oynamaya alışık. En azından öyle olması gerekiyor.

Yine de Lietkabelis’e karşı zorlanıyor.Karşısına tecrübeli ve kalıplı forvet Zanis Peiners çıkınca rakip ona adeta şöyle diyor: “Belki kendi ayakkabın ve TV programın var ama bu yetişkinlerin oyunu çocuk!” Lietkabelis ideal Avrupa basketbolunu oynayarak bir ara farkı 18’e çıkartıyor. Rakibin gösteriden, şaşadan uzak ve etkili oyununa karşılık Melo’nun yaptığı her şey gösterişle dolu. İki kötü üçlük deniyor, sonra içeri girip savunmaya karşı zor bir turnike. Ama Melo hep böyle. Cesur, hızlı, havalı. LaVar “Melo hep şovmen olmuştur” diyor.

Lisede dahi hep hem hızlı hem aceleciydi. Akıllı ama düşüncesizce oynardı. Hücumda dört saniye geçmişken kötü bir şut atıp endişelendirir, sonra topu çalıp harika bir pas atardı. Heyecanlandırır, bıktırır ve şaşırtırdı.

Başka bir deyişle 16 yaşında basketbol kusurları olan bütün gençler gibiydi.

Ama burada o genç gibi davranmasına izin yok, öyle de muamele görmüyor zaten. Burada Lietkabelis’li yetişkinlere karşı sınav veriyor. Oyunun kendisine gelmesini beklemeyip sayı atmak için şutları zorluyor.

Takım arkadaşı Miniotas’a göre durum şöyle: “Çok yetenekli. Belki kararları çok aceleci ve çaresizce alıyor, bilmiyorum. Ama hep böyle oynamış, hemen değişmesi zor. Büyük bir potansiyeli var yine de.”

Melo savunmada yaptığı baskıyla kendine geliyor ama bir türlü hücum ritmini bulamıyor. Sadece beş dakika oynayıp sayı atmadan kenara geliyor. Bench’e oturup bacaklarını büküyor. Etrafa üzgün değil şaşkın bakıyor. Nasıl bu kadar iyi olduğu bir şeyde bu kadar kötü oynayabildi ki?

Otele giden yol uzadıkça uzuyor sanki. Sürekli karşıdaki farlara bakıyorum. Açık restoran yok. Otelin restoranı bile şu an kapalı. Aklımda LaVar’ın sözleri yankılanıyor: “Burası mükemmel. Şu heyecana bak!” Ama reality show’un kameraları şu anki görüntüleri çekmiyor ki.

Bu, gerçek hayat. Gösteriş değil yalnızca belirsizlik var. Melo’yla arkadaşları arasında bir 10 saatlik fark var.

Melo’yu ailesinin kiralık arabasının arka koltuğunda pencereden dışarı bakarken hayal ediyorum. Bütün bu manzaradaki yerini bulmaya çalışıyor. Gökyüzündeki tek yıldız olmak zor olsa gerek.

LaVar göreve hazır. Dört gün sonra kendisinden imza ve selfie bekleyen 10 taraftarın arasından sahaya dalıyor. BBB Challenge’da rakip Sakiai Vytis.

Herkes şovun bir parçası olmaya çalışıyor. Vytautas, Melo ve Gelo formalarından para kazanıyor, Instagram hesaplarının artık binlerce takipçisi var. Ponpon kızlar 100 bin Facebook izleyicisine dans etmek için can atıyor. Spikerler sürekli Ball ailesine mesaj gönderen şeyler söylüyor.

Çevrede barmenlik yapan Laimonas Zenkus, Ball’ların ilk haftasından fotoğrafları olduğunu ve kasabanın Hollywood’a benzediğini söylüyor bana, heyecan içinde. Prienai belediye başkanı 60 yaşındaki Alvydas Vaicekauskas bile heyecanlı: “Bölge hiç bu kadar heyecanlı olmamıştı.”

Ama Melo için yapacak pek bir şey yok. Vytautas Mineral SPA’nın müşterileri beyaz bornoz ve terliklerle gezip Himalaya tuzlu saunaya gidebiliyor, mineral sudan havuzda yüzebiliyor. İki hafta sanki iki ay gibi geçiyor. Yemekte sürekli domuz ensesi eti, kahvaltılarda tatsız krepler.

Basketbol, otel, basketbol, otel. Antrenmanlar kolay. Sürekli şut, hiç sprint yok. Oyuncular resmen top sürme idmanlarında yürüyor. Seskus diğer oyuncularına bağırıp çağırırken Melo ya da Gelo’ya sesini çıkarmıyor.

Onu tanıyan Estonya’dan bir başka koç bana Seskus’un oyuncuların sevdiği bir koç olduğunu söylüyor: “Oyuncularına dalaşabilir, kızabilir ama sonuçta hepsinin arkadaşıdır.”

Seskus neden Melo’yu zorlamıyor merak ediyorum. Cevaplıyor: “Evinden ilk kez uzakta. İlk kez yetişkinlerle basketbol oynuyor. Zaten üzerinde çok baskı var. Henüz daha fazla baskı yapmak istemiyorum.”

Zorluyorum: “Aile yüzünden mi? Onları mı kızdırmak istemiyorsun?”

Duruyor ve cevaplıyor: “Evet. Söylediğin biraz doğru.”

“Peki büyümesi için en iyisi bu mu?”

“Henüz kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Tabii ki zorlamak daha iyi olur ama sırası gelecek.”

Ne zaman?

Bu akşam değil. İkinci lig Sakiai’ya karşı Melo zor durumda. Rakibi kendisini geçince faulü yapıyor.

Ama sonrasında kızgın, üzgün ya da moralsiz değil.

Sahada şikayet edip ağlamaması gerektiğini dört yaşında öğrenmiş. Daha ilk basketbol maçında kendisinden büyüklere karşı oynamış. Top ona doğru yükselip gelirken tutacağını zannedip suratına yemiş. Tam yüzüne gözyaşları düşecekken babasının sesi yükselmiş:

“Bebek gibi davranma!”

Rakipler ona yıllar geçtikçe daha da sert davrandığından fırsatı olmamış zaten.  Ama bir maçta iki kez rakiple kavga etmeye çalışınca oyundan atılan ilk Ball olmayı da başarmış.

LaVar anlatıyor:

“Ona rakiplere karşılık vermenin başka yolları olduğunu anlatmaya çalıştım. Diyelim ki barda kavga var. Birisi gözüne vuruyor, dışarı gidemezsin, gözün dağılmış şekilde kavgada kalacaksın.”

Melo, Saikai’ya karşı kavgaya devam ediyor. Ama yetmiyor. Gelo’ya pası isabetsiz. İkinci top kaybı ve daha kötüsü ikinci kez de savunmaya gelmiyor. Yarı sahaya bile koşmuyor.

Koç Seskus bıkıyor ve onu oyundan çıkarıyor.

Bir dakika.

Senaryoda bu yok ki. Doğaçlama mı yapılıyor? Hayır.

Melo’nun kendisi için oynanan BBB maçlarında sahadan çıkmaması gerekiyor. Bu onun yıldızlaşması gereken sahne, yarıda kesilemez. Ama kimse “Kes” demiyor.

Melo sahadan çıkıyor, bütün bıkkınlığı takım arkadaşlarıyla selamlaşırken sanki üzerinden çevreye yayılıyor. Sakin bir şekilde yerine oturuyor.

Ama bir şey geliyor. Ve duruyorum:

“BUNU ONA YAPAMAZSIN! BUNU ONA YAPAMAZSIN!”

LaVar bu. Sesi giderek daha da güçleniyor.

“MELO’YU OYUNA SOK!”

Seskus’a bağırıyor.

Salonda sessizlik ve rahatsız edici bir durgunluk peydah oluyor. İki Vytautas’lı yüzünü havluya gömüyor. İkinci sıradaki davulcular çalmayı bırakıyor. Bazı taraftarlar komik olmayan bir şaka duymuş gibi garip garip gülümsüyor. Bir sınır geçilmiş gibi.

Twitter’a bakıyorum. Kimse bunu konuşmuyor. Kimsenin Amerika’da LaVar’ın öfkesini duyduğunu ya da gördüğünü sanmıyorum. Seskus da duymayıp Melo’dan 17 yaş büyük Maceina’yı oyuna alıyor.

Ama bir senaryo daha görüyorum.

LaVar’ın oğluyla gurur duyması da var burada. Belki yanlış zamanda yanlış şekilde ortaya çıkıyor ama insani duygular böyle. Kontrolsüz, derin ve zararlı olabiliyor. Felç geçiren eşiyle her sabah ilgilenen de, Melo’yu sorduğumda tüm oğullarıyla ilgili cevap veren de, sürekli Gelo’yu hatırlatıp “O çok önemli” diyen de LaVar.

Bütün gösterişinin yanında oğullarına sevgi, ilgi vermeye, rehberlik etmeye devam ediyor. Onlara hayal etmeyi, kendi değerlerine inanmayı, itaate fazla dayalı bir dünyada girişimci olmayı öğretiyor.

Bana şöyle anlatıyor: “Ortada bir pasta var. Sana kırıntıları uzatıyorlar. Sonra da diyorlar ki ‘Tamam, bu kadarı sana yeter.’ Gelip teşekkür etmeni bekliyorlar. Ben kırıntı filan istemiyorum! Tüm pastayı istiyorum!

Peki babası onu lokma lokma beslerken Melo o pastadan kendisine bir dilim kesmeyi nasıl öğrenecek?

Sessiz sedasız salonda Melo’nun gözleri sahaya kitlenmiş kalmış gibi. Babasına bakmıyor. Omuzlarını indirmiyor, hiçbir şey söylemiyor. Sanki film bitmiş de yazıların geçmesini bekliyor.

Üç gün sonra, Seskus oyuncularını top sürme idmanı da yaptırmadan antrenman maçı için topladı. Kimse terlemedi, sprint atmadı. Sanırım grubu gerçek maç hızına antrenmanda yaklaştıran tek şey beş dakikalık bir çalışmadan ibaretti. Her antrenmanın başında yapılan bu idmanda oyuncular topu sahanın bir ucundan diğerine atıyor sonra da turnike için yakalıyorlardı.

Melo’yu topla izlerken İspanya’da, Almanya’da ya da İtalya’da yüksek seviyeli bir ekipte oynarken hayal ettim. İçindeki yeteneğin her zerresini işleyecek bir koçu olduğunu, her turnikeye çıkışında karnına dev bir pad’i indirip ona temasa rağmen bitirmeyi öğretecek bir antrenörü olduğunu hayal ettim. Topu eline aldığında üçten fazla dribbling yapmamasını ve böylece potaya giden yolları açık tutmasını söyleyecek bir çalıştırıcısı olduğunu hayal ettim. Her savunmaya dönmediğinde birisinin “çizgiye basıp” geri dönmesini emrettiğini, ayaklarını aşağı bırakmadan şut atmasını söyleyen biri olduğunu hayal etti.

Ama gerçek şu: Melo burada, zayıf rakiplere karşı oynuyor. Sahada uçarcasına bir oraya bir buraya gidiyor, bomboş turnikeler atıyor. Hatta kendine alley-oop pasları atmaya bile fırsatı oluyor (smaçı yapamasa da).

Top kendi potasına hızla giderken ağır ağır geri yürüyor. Aceleye ne gerek var ki?

LaVar’ın da acelesi yok. LKL altıncısı Pieno’ya karşı oğullarının takımı rakip olacakken yüzü gülüyor.

Lakers koçu Luke Walton’a gönderdiği salvoların NBA koçları arasında sırtına “hedef” damgasını vurmuş olması onu endişelendirmiyor. Nasıl olsa Seskus’la araları iyi. Reality show kameraları karşısında gülüşüyor, konuşuyorlar. LaVar, Sakiai maçında takıma müdahale etmeye çalışmamış gibi davranıyorlar.

LaVar sırıtmaya devam ediyor, birkaç hayran Melo’ya geliyor, imza istiyor. Tabii ki kabul edip kocaman bir gülümsemeyle imzalıyor. Kameralar çalışıyor.

Kameralar çalışırken, o da çalışmak zorunda.

Ama onlar gidince Melo’nun gülümsemesi önce küçülüp sonra yok oluyor. Ayakkabılarına bakıyor, mutsuz gözüküyor. Aklından ne geçiyor bilmiyorum, ya da ne hissediyor. Ona ulaşmaya çalıştım ama Walton hakkındaki yorumlarının yarattığı kargaşadan sonra LaVar ve ailesi basına erişimi tamamen kesti.

Yine de çevrelerinden ayrılmadım, Melo’yu her gün izledim. Vytautas daha sert ve atletik Pieno’ya karşı gerideyken Melo’ya bakıyorum.

İlk beş başlamıyor, oynaması gerekiyor ama Seskus’un da kazanması gerekiyor. Onun yerine Tomas Dimsa oynuyor. Baseline’da adamını geçip yıldırım gibi bir smaç indiriyor. Melo’nun gözleri büyüyor. 24 yaşındaki guard, Melo’nun gelecekte olmak istediği her şeyi özetliyor gibi: Soğukkanlı ve güçlü, sabırlı ve patlayıcı.

Melo rakiplerine dalaşmıyor, gözlerini devirmiyor.

Burada gördüğüm Melo hiç böyle şeyler yapmıyor. LA’de herkesin sözünü ettiği kibirli çocuk gibi gözükmüyor. Durumdan en iyisini almak için elinden geleni yapıyor. Bir antrenmanda takımın fitness koçuyla onu su şişelerini şampanya kadehi gibi tokuşturup gülerken görüyorum.

Takım arkadaşları ondan sürekli küçük kardeşleriymiş gibi bahsediyor ve davranıyor. Lukashov anlatıyor: “Bizi soyunma odasında hep güldürüyor.”  Melo boş bir üçlük yerine pota altındaki boş arkadaşını tercih edince herkes sevinip tebrik ediyor.

Ve Pieno’ya karşı son çeyreğin sonlarında oyuna giriyor. Şutlarını atmadan önce bir saniyelik tereddütler yaşadıktan sonra beş dakika oynayıp oyundan çıkıyor. Mesajı kabul etmiş gözüküyor, sessizce oturuyor.

Ama sonra yine o sesi duyuyorum. Kim olduğunu bilmek için bakmaya bile lüzum  yok.

“MELO’YA ŞANS VER!”

Salonda çıt çıkmıyor yine ama bu kez kimse şaşırmıyor.

Seskus’un gözlerini sahadan ayırmıyor, LaVar’a dikkatini vermeyi reddediyor.

Bu sırada maç da çözülüyor. Vytautas bir sürü faul yapıyor. Pieno boyalı alanı işgal edip 66 sayı buluyor, LaVar oğlu oyuna girmeyince üçüncü çeyreğin başında kafasını sallamaya devam ediyor.

Melo yeniden oyuna girse de fark 22 sayıya çıkmış durumda. Bir top çalıyor. Başka bir top için yere atlıyor. Bir blok yapıyor. Birkaç basket atıyor. Sonra yine 16 yaşında olduğunu hatırlatıyor: Durup dururken gösteriş yaptığı bir hareket sırasında düşüyor.

116-93’lük yenilgi sonrası Vytautas oyuncuları durumdan kopmuş gözüküyordu. Melo sakince soyunma odasına gitti. LaVar tek başına oturdu, gözlerini kısmış, somurtuyor, konuşmayı reddediyordu.

Büyük planı ellerinden kayarken her şeyi kurtarmak için bir şey yapması gerekiyordu.