By Kevin Love / Çeviri: M. Bahadır Akgün
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 6 Mart 2018 tarihinde The Players Tribune’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
5 Kasım’daki Hawks maçında ilk yarı bittikten hemen sonra bir panik atak geçirdim.
Birden oluverdi. Daha önce hiç olmamıştı. Gerçekten olduğunu bile bilmiyordum. Ama gerçekti. Kırık bir el ya da burkulan bir bilek kadar gerçek… O günden beri zihinsel sağlığımla ilgili neredeyse her türlü düşünce şeklim değişti.
Kendimle ilgili bir şeyler anlatmak konusunda hiç rahat hissetmedim kendimi. Eylül ayında 29 yaşına girdim ve hayatımın yaklaşık 29 yıllık bölümünde kendi iç dünyamla ilgili her şey konusunda koruyucu davrandım. Basketbol konusunda konuşurken rahattım ama bu doğal olarak gelmişti. Kişisel meselelerden bahsetmek çok daha zordu. Geriye dönüp bakınca yıllar içinde bunları konuşabileceğim biri olsa gerçekten iyi olabilirdi benim için diye düşünüyorum. Ama paylaşmadım. Ailemle, en yakın arkadaşlarımla, kamuoyuyla… Bugün fark ettim ki bunu değiştirmem gerekiyor. Panik atağım ve o günden bu yana olup bitenlerle ilgili bazı düşüncelerimi paylaşmam lazım. Bir bakıma bunu kendim için yapmak istiyorum ama en çok da insanlar zihinsel sağlık konusunda yeterince konuşmadıkları için yapmak istiyorum bunu. Muhtemelen erkekler bu konuya daha da uzak.
Kendim yaşadığım için biliyorum. Küçükken bir erkek çocuğun nasıl davranması gerektiğini gerçekten çabucak anlıyorsunuz. “Adam olmak” için ne gerektiğini öğreniyorsunuz. Yazılı kural gibi: Güçlü ol. Hislerinle ilgili konuşma. Kendi başının çaresine bak. Hayatımın 29 yılı boyunca bu kuralları izledim. Ve bakın, muhtemelen burada sizin için yeni bir şeyler söylemiyorum. Erkeklik ile ilgili bu değerler ve sert olma hâli, o kadar sıradan ki her yerde var. Ama aynı zamanda görünmez hâlde var. Hava veya su gibi etrafımızı sarıyor. Bu anlamda depresyon ya da anksiyeteye çok benziyor.
29 yıl boyunca zihinsel sağlığın başkasının derdi olduğunu düşündüm. Tabii, bazı insanların yardım isteyerek ya da duygularını açarak çare bulduklarını biliyordum bir ölçüde. Yalnızca hiç benim için olduğunu düşünmedim bunların. Bana göre bu durum, spordaki başarımı önleyebilecek veya beni garip, farklı gösterebilecek bir zaaf türüydü.
Sonra panik atak geldi işte.
Bir maç sırasında oldu.
5 Kasım’dı. 29 yaşına girdikten iki ay, üç gün sonrası. Hawks ile içeride oynuyorduk, sezonun 10. maçıydı. Olaylar silsilesi patlama noktasına gelmek üzereydi. Ailemle ilgili meseleler nedeniyle stresliydim. İyi uyumuyordum. Zannediyorum sezonluk beklentiler, 4 galibiyet, 5 mağlubiyetle başlangıcımız nedeniyle benim üzerime yıkılmıştı.
Neredeyse hava atışından hemen sonra bir şeylerin kötü gittiğini biliyordum.
İlk birkaç pozisyonda nefesim kesildi. Garipti bu durum. Kötü oynuyordum. İlk yarıda 15 dakika oynayıp 1 basket attım, iki de serbest atış soktum.
Devre arasından sonra taraftarlara da yansıdı bu durum. Koç Lue, üçüncü çeyrekte mola aldı. Kenara geldiğimde kalbimin normalden daha hızlı attığını hissettim. O ara nefes sıkıntısı çekiyordum. Anlatmak zor ama her şey dönüyor gibiydi. Sanki beynim, kafamdan dışarı çıkmaya çalışıyordu. Etrafımdaki hava kalın ve ağır gibi geldi. Ağzım beyazlaşıyordu sanki. Yardımcı antrenörümüz bir savunma seti hakkında bir şeylere bağırıyordu. Kafamı salladım ama dediklerinin çoğunu duymuyordum. O esnada ben kafayı yiyordum. Kalabalıktan sıyrılmak için ayağa kalkınca oyuna tekrar giremeyeceğimi biliyordum. Tam anlamıyla, fiziksel olarak tekrar oyuna giremezdim.
Koç Lue geldi yanıma. Bir terslik olduğunun farkındaydı sanırım. “Hemen dönerim,” gibi bir şeyler söyledim ve soyunma odasına koştum. Bir odadan öbür odaya koşuyordum. Sanki bulamadığım bir şeyi arıyor gibiydim. Gerçekten sadece kalbimin yavaşlamasını umut ediyordum. Sanki vücudum bana “Ölmek üzeresin” diyordu. Antrenman odasında yerde buldum kendimi en sonunda. Sırt üstü uzanıyor, nefes almak için hava almaya çalışıyordum.
Sonrası bulanık… Cavs‘den biri beni Cleveland Clinic’e götürdü. Birkaç test yaptılar. Her şey düzgün gözüküyordu, rahatladım. Ancak hastaneden ayrılırken “İyi de o zaman ne oldu?” diye düşünüyordum.
İki gün sonra, Bucks ile oynadığımız bir sonraki maçta geri döndüm. Kazandık ve 32 sayı attım. Tekrar sahaya çıktığım ve daha çok kendim gibi hissettiğim için ne kadar rahatlamıştım. Ancak sanki aynı zamanda uzak bir hatıra gibi Atlanta maçında neden oyundan çıktığımı kimse anlamadığı için her şeyden çok rahatladığımı hatırlıyorum. Organizasyondaki birkaç kişi biliyordu tabii ancak birçok kişi bilmiyordu ve kimse de konuyla ilgili bir şeyler yazmamıştı.
Birkaç gün daha geçti. Sahada işler harika gidiyordu ama bana yük olan bir şey vardı.
İnsanların öğrenmesi konusunda neden bu kadar endişeleniyordum?
O an benim için bir uyarı oldu. Panik atağı geçirdikten sonra en zor kısmın bittiğini düşünmüştüm ben. Tam tersine. Artık neden olduğunu ve neden bununla ilgili konuşmak istemediğimi düşünüyordum.
İster kusur deyin buna, ister korku, ister güvensizlik… Farklı farklı şeyler diyebilirsiniz ancak benim endişe ettiğim konu yalnızca iç mücadelelerim değil aynı zamanda onlarla ilgili konuşmanın zorluğuydu. İnsanların beni daha az güvenilecek bir takım arkadaşı olarak algılamasını istemiyordum. Küçükken okuduğum o “kural kitabına” çıkıyordu kapı yine.
Ben bu topraklarda yeniydim ve hayli kafam karışıktı. Ancak bir konuda emindim: Olan biteni hasır altı edip yoluma devam etmeye çalışamazdım. Bir yanım bunu yapmayı ne kadar çok istese de panik atağı göz ardı edip her şeyi de onun altına gizlememe izin veremezdim. Gelecekte, daha kötü olabileceği bir gün hepsiyle başa çıkmak zorunda kalmak istemiyordum. Bu kadarını biliyordum.
Ben de böylece görünüşte küçük ama daha sonra büyük bir şeye dönüşen bir adım attım. Cavs, bir terapist bulmama yardımcı oldu ve ben de bir randevu ayarladım. Burada durup şunu söylemem lazım: Bir terapiste görüneceğimi asla beklemezdim. Bunu düşünecek son insanım ben. Ligdeki ya iki ya da üçüncü yılımdı. Bir arkadaşım NBA oyuncularının neden terapiste görünmediklerini sordu. Ben de bu fikirle alay ettim. Bizden birinin biriyle konuşması mümkün değildi. Ya 20 ya da 21 yaşındaydım. Basketbolla büyümüştüm. Peki ya basketbol takımlarındaki durum? Kimse içten içe nelerle mücadele ettiğiyle ilgili konuşmamıştı. “Sorunum ne? Sağlıklıyım. Basketbol oynayarak maaş alıyorum. Endişelenecek neyim var ki?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hiçbir profesyonel sporcunun zihinsel sağlık durumundan bahsettiğini duymamıştım ve tek konuşan da ben olmak istemiyordum. Zayıf gözükmek istemiyordum. Açıkçası buna ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum. Tıpkı o kural kitabında yazdığı gibi: kendi başının çaresine bak. Etrafımdaki herkesin yaptığı gibi…