By Isaiah Thomas / Çeviri: M. Bahadır Akgün (@mbakgun)
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 6 Eylül 2017 tarihinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Çok komik, kutlama yapıyordum ben.
Danny beni aradığında havaalanından çıkıyorduk. Eşim, Kayla ve ben birinci evlilik yıl dönümümüzü kutlamaktan dönüyorduk. Birkaç günlüğüne Miami’ye gitmiştik ve artık Seattle’a dönüp eve gidiyorduk.
Telefonu açamadım, arabada bir şeyler yapıyordum herhalde. Danny (Ainge) mesaj attı.
“IT, fırsat bulunca beni ara.”
Kulağa dramatik geliyor böyle ama aslında Danny için epey normal bir mesaj bu. Her türlü şey olabilirdi konu. Geri aradım Danny’yi, araba kullanıyordum ve çok da düşünmüyordum. Seyahatte olduğumu biliyordu, tatilimle ilgili birkaç şey sordu. Ona nasıl olduğunu veya ailesinin durumunu sorduğuma eminim. Dediğim gibi işte, normal bir konuşmaydı.
Sonra bir ara, sanki bir boşluk oldu. Hani o konuşmalardaki anlık duraklamalar, boşluklar olur ya, öyle işte. Bana da o zaman söyledi.
“Seni takasladım.”
Hepsi bu kadar. Büyük laflar etmedi, bir konuşma yapmadı. Yine de mesele böyle şeyler olunca, söyleyecek çok da bir şey yok herhalde.
“Nereye?” diyebildim sadece.
“Cavaliers‘a, Kyrie karşılığında.”
İşte o an… Hani böyle telefonda konuşurken biri size bir şey söyler ve birden bire tek düşünebildiğiniz şey o an daha fazla telefonda konuşmak istemediğiniz olur. Kabalık bile etmek istemezsiniz. Sanki kişisel iradeniz o konuşmayı o anda bitirmek istiyordur. Benim için de o an öyleydi işte.
Danny benim Boston şehri ve Celtics organizasyonu için hem saha içinde hem de saha dışında yaptığım şeylerden bahsetmeye başladı. Ne kadar harika bir oyuncu olduğumu ve Cleveland’da ne kadar harika işler yapacağımı falan anlatıyordu. Öyle şeyler söylüyordu işte. O ana gelmiştik galiba işte. Bunların hiçbirini duymak istemiyordum.
Birkaç kez telefonu kapattırmaya çalıştım ve nihayet başardım. Çünkü beni bizzat arayıp söylemesini takdir ediyordum ama ne onun ne de benim bir şey söylememize gerek vardı o an.
Meselenin özü de buydu işte.
O telefon konuşması.
O anda aklımdan neler geçiyordu be… Ama o an aklımdan geçen her şeyi engellemem gerekiyordu. Aklıma ilk olarak ailem için bunun nasıl bir değişim olacağı geldi. İki oğlumu düşündüm, James ve Jaiden’ı. Onlara taşınmamız gerektiğini söylemek zorundaydım. İlk başta onlar da çok şaşıracaktı, biliyordum. Okulların açılmasına çok da az zaman kalmıştı. Sonra Boston’ın onlar için ne kadar “yuva” hâline geldiğini düşündüm. Hepimiz için öyleydi.
Kayla ve ben yokken çocuklar anneleriyle kalıyorlardı ve havaalanından eve döner dönmez onlarla görüntülü konuştuk. Haberin er ya da geç yayılacağını biliyordum ve bu haberi benden almalarını istedim. Olan biteni onlara anlattım, babaları takaslanmıştı.
Büyük oğlum James, “Nereye?” diye sordu. Tam babasının oğlu, onun ilk sorusu da benimkiyle aynıydı.
“Cleveland’a. Kyrie karşılığında takaslamışlar beni.” Cevabının ne olduğunu bildiğinize eminim…
“LEBRON! LEBRON JAMES! Baba… Baba!. LeBron James ile oynayacaksın!”
Küçük oğlum Jaiden ise biraz daha duygusal yaklaşıyordu olaya. Boston’ı da herkesten çok seviyordu zaten. Haberin onun için daha acı olabileceğini biliyordum yani. Duyduğu zaman verdiği tepkiye baktım, haklıydım. Kalbi kırılmış gibiydi.
“Jaiden, sevindin mi yoksa üzüldün mü?” diye sordum.
“Üzüldüm.”
“Neden?”
“Çünkü Cleveland’da muhtemelen kayak parkları yoktur,” dedi.
Kayak onun için çok büyük bir tutkuydu. En çok üzüldüğü nokta kesinlikle buydu. (Cleveland’da kayak parklarınız varsa bana Twitter’dan haber verin.)
Birkaç saat sonra haber artık yayılmıştı. Sosyal medya hesaplarım mesaj yağmuruna tutuluyordu. Binlerce mesaj aldım. Bir o kadar reaksiyon gördüm…
Fotoğraf:
İşin gerçeği ise oğullarımdan gördüğüm o ilk tepkilerdi. Benim ihtiyacım olan şey o’ydu. Tüm dedikodular, analizler vesaire etrafta dönüp duruyordu ve oğullarım daha görüntülü konuşurken bir iki dakika içinde her şeyi çözmüşlerdi. Takasla ilgili her şeyi, o anlarda kalbimde hissettiğim her şeyi çözmüşlerdi ve önemli olan yalnızca iki şeyi ortaya dökmüşlerdi.
İlki, büyük oğlumun dediği gibi LeBron James idi. Başka bir deyişle, gidip Doğu’nun en iyi takımına katılacaktım ve dünyadaki en iyi basketbolcuyla birlikte şampiyonluk kazanmaya çalışacaktım.
İkincisi ise küçük oğlumun dediği gibi “Üzüntü” idi. Başka bir deyişle, bu şehri çok özleyecektim be.
Celtics forması giymeyi çok özleyeceğim.
Evet, bu şey canımı çok yakıyor. Çok canım acıyor.
Yalan söylemeyeceğim, hâlâ canım acıyor.
Anlamıyor falan değilim. Tabii ki anlıyorum, profesyonel hayat bu. Danny bir iş adamı ve işi için gerekli hamleyi yaptı. Katılmıyorum bu hamleye, kişisel olarak yani ve bu takas ile Boston Celtics‘in daha iyi duruma geldiğini düşünmüyorum. Ama bu kısım beni ilgilendirmez. Danny’yi ilgilendirir. Zor bir iş hem bu, Danny de bu işte epey iyi. Ama günün sonunda, bütün bu anlaşmalar tek bir sona çıkıyor: İş… Yani bu açıdan bakılınca duygulara pek de yer yok. Ben yetişkin bir adamım ve bu lige girdiğim zaman neye bulaştığımı çok iyi biliyordum. Şimdiye kadar da aldığım mükafatlar, başıma gelen sorunlardan çok daha fazla oldu. Burada oturmuş bunu yazıyor olmamın sebebi bana yanlış yapıldığını falan düşünüyor olmam değil. Yanlış yapılmadı bana. Beni takaslamak, Boston’ın hakkıydı.
Dahası, birçok açıdan bakıldığında bunun benim için iyi bir ders olduğunu söyleyebilirim aslında. Sadece benim için de değil, ligin geneli için böyle. Taraftarlar ve medya için de keza. Çünkü oyuncuların takım değiştirmesiyle ilgili neler diyorlar biliyorsunuz. Bu konuyu geçen yıl düşünmüştüm, KD’nin serbest oyuncu durumunda olduğu dönem. İnsanlar ona kendisi ve geleceği için en iyisi olduğunu düşündüğü şeyi yaptığı için inanılmaz yükleniyorlardı. Bir anda “kötü adam” hâline gelmişti. Sırf serbest bir oyuncu olarak hakkı olan bir şeyi yaptığı için. Birden bire “bencil” ve “korkak” yorumları yapılmaya başlandı. Birden bire, sırf kendi profesyonel hayatını planladı ve bunu kendi başına yaptı diye, kötü adam ilan edildi.
Ama bence benim takasım insanlara bunu gösterebilir. Benim öylece takas edilmemi, hiçbir uyarı falan olmaksızın, başarısı için tırnaklarımla kazıyarak emek verdiğim, uğruna kan döktüğüm ve heybemde ne varsa ortaya koyduğum organizasyon tarafından takas edilme şeklimi insanların görmesini istiyorum. İnsanların bu yüzden bakış açılarına bir çeki düzen vermeleri gerekiyor. Birkaç istisnai durum hariç, serbest oyuncu değilsek %99 ihtimalle takım sahipleri ne derse onu yapıyoruz. Oyuncular sola ya da sağa kaydırıldığında, hiçbir şey söylenmeksizin hayatları değiştirildiğinde bunlar sorun değil ama kırk yılın başı tam tersi olur da oyuncu kontrolü elinde tutarsa skandal oluyor öyle mi? Dürüst olayım, bence bu lig ve hatta toplum olarak ne durumda olduğumuzu tam anlamıyla anlatıyor. Ve hâlâ gitmemiz gereken ne kadar yol olduğunu da söylüyor bizlere.
Dediğim gibi, bu işte duygulara pek yer yok. Ama umarım bir dahaki sefere bir oyuncu serbest durumdayken takımından ayrılırsa kimse ona yüklenmez, eleştirel bir yazı yazmaz veya ağır bir tweet falan atmaz. Belki artık tekrar düşünürler. Belki önce bir ligdeki duruma bakarlar, benimki gibi bir durum görürler ve sadakatin yalnızca sözlerden ibaret olduğunu anımsarlar. Ve bu sözler, isterseniz çok güçlü sözler olabilir. Fakat söz konusu profesyonel hayat olduğu zaman, sadakate güvenemezsiniz.
Yine de aynı zamanda insanların şunu da anlaması gerekiyor: Bütün bunlar söylenirken bile, hâlâ can yakıyor be. Çok yakıyor hem de. Umarım insanlar canımın yandığını söylerken, bunun kimseye yönelik bir söz olmadığını anlar. Kimsenin canımı yaktığını ya da kimsenin bana yanlış yaptığını, ihanet ettiğini falan söylemiyorum. Ben de insanım, sadece canımın yandığını söylüyorum. Sahada sert bir adam gibi davranabilirim. Rekabet içindeyken damarlarımda buz var gibi de gözükebilirim. Ama buz falan yok, gerçekten. Damarlarımda kan var ve herkes gibi benim de bir kalbim var.
Fotoğraf:
Canımın yandığını söylediğim zaman, bu durumun kimsenin yaptığı bir şeyden ötürü olmadığını bilmenizi istiyorum. Bunun sebebi benim yaptığım bir şey.
Ben Boston’a aşık oldum…
Celtics beni takıma kattığı zaman bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Takımda nasıl bir rol alacağımı biliyordum. NBA kariyerim boyunca aldığım rolü alacaktım. “Ara sıra oyun kuran, skorer guard.” “Kenardan gelerek hücuma büyük katkı veren isim.” “Altıncı adam.” Dört yıl içinde üçüncü durağım olmuştu Boston ve hiçbir organizasyonun sembol oyuncusuna ya da geleceğin oyun kurucusuna böyle şeyler olmuyordu. Lig beni öyle görmüyordu zaten, bunu biliyordum.
Bence ben takıma katıldığım zaman Celtics taraftarları da bunun ne anlama geldiğini biliyorlardı. Derin bir yeniden yapılanma sürecinin bir parçası olarak takıma getirilmiştim ve playoffları falan düşünecek zaman değildi. Bu yılların geçiş yılları olması gerekiyordu. Biliyorsunuz işte, bazı genç yetenekler takıma katılır. Ucuza gençler bulunur. Ve biraz da maç kaybedilir.
Yani en azından herkesin bize söylediği şey buydu.
Bence biraz da bu yüzden Boston şehriyle çok iyi geçiniyordum, bu yüzden birbirimize böylesine bağlanmıştık. Bütün hayatım boyunca, tek yaptığım şey kazanmak ve harika basketbol oynamak olmuştu. Ama artık, profesyonel bir oyuncu olarak insanlar bana bir bench oyuncusu olmamı söylüyorlardı. Bu durum yeniden yapılanan bir takımda ümit edebileceğim en büyük şey skorer oyuncu olmak diyorlardı. Celtics’in bu dönemiyle bir anlamda benzerdi de. Büyük oyuncular etrafta olduğu sürece tek yaptıkları şey kazanmak ve harika basketbol oynamak olmuştu. Ama artık birden bire insanlar taraftarlarına takımın yeniden yapılanacağını ve bir süreliğine lotarya takımı olacaklarını söylüyorlardı. Ben ve şehir, Celtics takımı ve o Celtics taraftarları, hepimiz aynı kalbi, aynı anlayışı paylaşmıştık. Hepimiz kazanmak istiyorduk, bir an önce. Ve hiçbirimizin eleştirilere kulak asacak vakti yoktu. S*kmişim lotaryayı, diye düşünüyorduk biz.
Sanırım bütün bu birleşim, bu özel bağa evrildi. Herkesin istatistikleri çatırdıyordu ve bütün o uzmanlar ligi komple çözdüklerine inanıyorlardı. Ama beni hiç çözemediler. Kazanma kültürünün önemini asla çözemediler; taraftarlardan oyunculara, koçlara, yönetime, en üst kademeye kadar kazanma kültürü… Burada buna sahiptik işte. Burası, beni küçük görmeyen, boyuma bakmadan bana her zamanki rolümü veren ilk yer, ilk organizasyon, ilk taraftar grubuydu ligdeki. Boston Celtics, bana harika olma şansını sunmuştu. Bunu asla unutmayacağım.
İşte bu yüzden insanlar bana geçen yılın playofflarını çok fazla sordular. Kardeşim Chyna vefat ettikten sonra bile nasıl çıkıp da Chicago ile karşılaştığımız maçta oynadığımı sordular. Ama asıl delilik, oynuyor olmamın asıl sebebi aslında sonradan oynama sebebimden biraz farklıydı. Başlangıçta, söz konusu basketbol olduğu zaman böyle düşündüğüm için oynayacağımı sanmıştım. Mesele basketbol olunca, ki aslında hep öyleydi, hayatımda ne olursa olsun sahaya çıkacağımı hep biliyordum. Tek yapmam gereken bir saha bulmaktı ve sonrasında o sahada kaldığım sürece iyi olacağımı biliyordum. Çünkü basketbol bu anlamda benim hep yanımda olmuştu. Hayattaki bütün iniş çıkışlarımda… Beni hayatımda olup biten her şeyden koruyordu basketbol.
Fotoğraf:
O gece salona vardığım zaman, Chyna vefat ettikten sonra yani, düşündüm kendi kendime… Pekala, bunun olması gerekiyor. Bu gece bu parkeler benim kalkanım olacak ve sahaya çıktığım zaman bana yaşananları unutturacak. Ama ya sahadan ayrılınca? O hissi anlatamıyorum işte… Aldığım alkışları hâlâ duyabiliyorum. Benim için hazırladıkları pankartları gördüm, hâlâ da gözümün önüne geliyor: BU CHYNA İÇİN. SENİ SEVİYORUZ ISAIAH. Böyle şeylerdi. Sonra tüm salon saygı duruşunda bulundu, Chyna’nın anısına. O an fark ettim ben de, sahanın bana kalkan olmasına ihtiyacım olmadığını. Hiçbir şeyi engellememe ve acı çekmiyor gibi gözükmeme gerek yoktu. Bu meselede yalnız olmak zorunda değildim. Bütün salon yanımdaydı. Sanki bütün Boston şehri yanımda gibiydi.
O an tabii ki oynamam gerektiğini fark ettim. Her şeyden önce, bunu Chyna ve ailem için yapacaktım. Ama sonra şehrim için de yapacaktım bunu. Çünkü bana tam da o an, o akşam ihtiyacım olan şeyi gösteriyorlardı: yalnız olmadığımı bilmek. Onların da aynı şeyleri hissettiğini gösteriyorlardı bana. Onlardan biri olduğumu ve bu acıyı birlikte paylaştığımızı gösteriyorlardı. Birlikte olmalıydık.
İki buçuk yıl boyunca da öyleydik…
Burada apaçık söyleyeyim de sonra siz nereye isterseniz oraya yazın bunları: Bu sene Cavs ile aşık atmak istemezsiniz. Cavs taraftarları için bu harika bir yıl olacak, harika! Ben de çok heyecanlıyım.
İşin basketbol boyutuna bakılırsa, benim Cavs’de olmam cennetlik bir eşleşme. Geçen yıl Celtics‘in herhangi bir maçını izlediyseniz kaç kez bana ikili ve hatta üçlü sıkıştırmalar yapıldığını görürsünüz, sırf şutumu bozmak için. Bizim için bu durum çok sorun olmadı, arkadaşlarım harika oynadı ve şutlarım da girdi. Ama bu yıl, böyle bir sorun bile olmayacak. Gezegendeki en iyi oyuncuyla aynı takımdayken bana üçlü sıkıştırma mı yapacaksınız? Hiç sanmıyorum.
Fotoğraf:
LeBron bu yahu. Kadroya bir bakıyorum, tek görebildiğim birlikte oynamak için sabırsızlandığım oyuncular: AAU’dan eski takım arkadaşım Kevin Love ile tekrar bir araya geleceğim, Tristan Thompson, JR Smith, Iman Shumpert… Bu adamların üç yıl üst üste Doğu’da şampiyon olmaları benim için sürpriz falan değil. Artık beni de o listeye ekleyin. Bir de D. Rose ile dostum Jae var. Bu kadro var ya bu kadro, yetenek dolu… Cavs taraftarları, ortalığın altını üstüne getirmeye hazır olun.
Doğu’da başı çeken takımda olmak insana farklı şeyler hissettiriyor, yalan söylemeyeyim. Çünkü Boston’da bunu, Cavs’i geçip Doğu’da şampiyon olmayı çok uzun zamandır hedefliyorduk. Boston’ın hedefinin hâlâ bu olduğunu biliyorum. Ama artık onları bu hedeften alıkoyması gereken kişi benim. Bu çok zor. Çünkü playoff dönemi geldiğinde, Celtics ile karşılaşacak olursak… Ne bileyim, açıklamak çok zor. Ama o takım “eskiden oynadığım takım” olmayacak. Benim eski takımım o takım. Elit bir hücum düzeni, ulusal kanalda yayınlanan 30 civarında maç, serbest oyuncuların gelmek istedikleri bir yer olması… Sanki bu düzenin kurulmasına yardımcı olmuş gibi hissediyorum. Bunların yaratılmasına yardımcı oldum.
Sonra playofflar gelecek, birden, Peki madem, hadi şimdi bu düzeni yıkalım durumu olacak.
Üzücü be, üzücü işte.
Ama ben Cleveland’a kaybetmeye gelmedim.