By Adam Fromal / Çeviri: M. Bahadır Akgün
Fotoğraf: EuroLeague
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı ilk olarak 9 Nisan 2018 tarihinde ESPN’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Bir süre Luka Doncic’in öyküsü bir tür efsane gibi gözüktü: Doğaüstü zihinsel ve fiziksel güçleri olan sarışın bir basketbol yarıtanrısı, NBA internet evreninin en ücra köşelerinde ismi fısıldanan Sloven bir gençti o. Yaptıkları arada bir Atlantik’in diğer yakasına videolarla gelse de draft delilerinin arasında kaçak mal misali dolanıyor ama asla onlar dışında bir çevre üzerinde etki bırakmıyordu. Doncic, Avrupa’nın dışında hala soyut, akıllara seza istatistiklerin yanında gelen bir isimden ibaretti. Sonra Eylül’de Kristaps Porzingis’le yüz yüze geldiler ve bir masalı andıran varlığı gerçeğe dönüştü.
Geçen yıl EuroBasket için Avrupa’nın dört bir yanından bir araya gelen ekipler, NBA yıldızlarına da milli görev için milli formaya çağırdı. Turnuva sırasında 18 yaşındaki Doncic, Slovenya milli takımında Goran Dragic’in liderliği altında görev yapıyordu. Slovenya, Letonya’ya çeyrek finalde rakip oldu. Doncic ve Porzingis’in düellosuna sahne olan mücadele nefes kesti. İkilinin yolları dördüncü çeyreğin ortasında kesişti. Ve bir an için adeta zaman durdu. Doncic topu bacaklarının arasından geçirip Knicks‘li pivotun karşısında kara tahtaya yazılı bir probleme bakan bir matematikçi msaili durdu. Porzingis o uzun kollarından birini uzattı. Doncic sonu gelmeyecek gibi durakaldığı bir anın ardından All-Star olacak rakibinin yanından geçip gitti ve tek eliyle turnikeyi bıraktı. Savunmaya dönerken Porzingis’e de şöyle bir bakış attı.
Salon gürültüden patlıyordu. Porzingis gülerek hatırlıyor o anı: “Onu öldürmek istedim. Onun yaşında hiç bu kadar istikrarlı değildim. Onun seviyesinde oynayabilen başka Avrupalı bir genç bilmiyorum.”
Gerçek şu ki Doncic sadece Avrupa’nın gençlerini sollayan seviyede bir yetenek değil. Aynı zamanda yetişkinleri de cebinden çıkarıyor. 13 yaşında Real Madridli olmasının ardından ilk EuroLeague maçına 16 yaşında çıktı. Şu an 19’unda ve 36 dakika başına 22 sayı, 7.6 ribaunt, 7 asist üretiyor. Ayrıca dünyanın en iyi ikinci basketbol liginin de en verimli oyuncusu. Her ay bir gözlemci kafilesi İspanya’nın yolunu tutup Doncic’in yarattığı heyecana değecek bir oyuncuya dönüşüp dönüşmeyeceğini görmek için yeni veriler toplamaya çalışıyor. Bir NBA görevlisi şöyle ifade ediyor: “Raporlarımıza göre Doncic çok nadir görülen bir oyuncu.”
21 Haziran günü Adam Silver muhtemelen Doncic’in draft’ın tepesine yakın bir yerlerde seçildiğini açıklayacak. Harika Çocuk, her şey beklendiği gibi gider ve ilk üç sıradan seçilirse 2006’dan ilk sırada seçilen Andrea Bargnani’den sonra bu unvanı alan ikinci Avrupalı oyuncu olacak (Porzingis 2015’te dördüncü sıradan seçildiği draft sırasında unutulmayacak şekilde yuhalanmıştı). Bu olduğunda bazı taraftarlar kaçınılmaz olarak protesto edecek, Bargnani’yi, Darko Milicic’i, Nikoloz Tskitishvili’yi hatırlatacak. Aile sırrı misali nesilden nesle aktarılan bu Avrupalı yeteneklerin öyküleri kulağa küpe olacak cinsten ibretler içerecek. Doncic’e yumuşak diyecekler, ona benzediğini iddia ettikleri oyuncularla kıyaslayacaklar, çok daha garanti bir seçim olacak bir NCAA yeteneğinin seçilmemiş olmasından dert yanacaklar. Porzingis’in de dediği gibi, EuroLeague’de böyle istatistikler yapabilecek tek bir oyuncu olmamasına rağmen, bunları yapacaklar. Ancak Porzingis’in bir iddiası var.
Evet, Amerikalı yetenekler bu aralar daha çok heyecan yaratıyor. Ama bu çok yakında değişecek.
Real Madrid‘in dağınık tesislerinin adı Ciudad Real Madrid, şehrin dışında kuzeye doğru yayılıyor. Bir pazartesi sabahı, güvenliklerden başka kimse olmuyor. Sahalar öyle sessiz ki uzaktaki futbol sahalarından gelen çim biçme makinelelerinin gürültüsü duyulabiliyor. Gizliliğe verdiği önemle meşhur organizasyon, sporcularını dış dünyadan narin çiçekler misali korkuyor. Oyuncuları 18 yaşına basmadan nadiren basının karşısına çıkıp röportaj veriyor.
Antrenman sonrası Doncic salondan üstünde sweatshirt, ayağında Jordan’larıyla çıkıyor. Amerikalı basın danışmanı Alyson peşinde, diğer yanda Real Madrid’in iletişim görevlisi Julio. Sokak kıyafetleriyle vücudu şaşırtıcı şekilde kalın gözüküyor. Ljubljana, Slovenya yerine Birmingham, Alabama topraklarında dünyaya gelmiş olsa Amerikan futbolu oynuyor olabilir. Yüzünü son maçından sonra tıraş etmiş, elma yanaklı ve meleksi bir görüntüsü var, Rönesans tablolarındaki oğlan çocuklarına benziyor. Görüntüsündeki değişime dikkat çektiğimde yüzü kızarıyor, akıcı İngilizcesiyle (bu arada İspanyolcası da kusursuz) yanıtlıyor:
“Sakalım olmayınca bir bebek gibi gözüküyorum.”
Boynunda küçük bir fular, üzerinde takım elbise ceketiyle Julio elinde Winston Churchill’in İkinci Dünya Savaşı adlı kitabının bir kopyası Doncic’e yetişmeye çalışıyor. Doncic bizi arabasına götürüyor. Mavi, elektrikle çalışan bir Porsche Panamera. Doncic’in ifadesiyle dünyanın en güzel arabası. Özel yapım siyah jantları dikkat çekiyor. İspanya’da ehliyet alabilecek yaşa gelmesinden önce onu antrenmanlardan annesi alıyormuş.
Bir benzin istasyonunda durmamızın ardından Doncic markete girip bir sürü Snickers’la çıkıyor. Madrid’e doğru gidiyoruz. Doncic bir viraja doğru hızla yaklaşırken Julio ürperip gözlüklerini ovuyor. Genç Sloven dönüp sırıtıyor. Birçok genç gibi o da çevresindeki yetişkinleri troll’lemeye bayılıyor: “Ralli pilotluğuna geçmeyi düşünüyorum da.” Rap çalan birkaç radyo istasyonunu taradıktan sonra reggaeton çalan birinde duruyor, sesi açıyor. Julio yine memnun değil: “Neden bize işkence ediyorsun?” Birkaç dakika sonra Doncic anlaşılmaz şekilde eşlik ettiği iki şarkıyla yine Julio’yu isyan ettiriyor. Yüzünde tatlı bir gülümseme, beni işaret ediyor: “Amerikalılarla rap dinliyorum işte.”
Şehir merkezine yaklaştıkça trafik yavaşlıyor, bazı yayalar gözünü Doncic’in arabasına dikiyor. O ise Amerikan fast-food zinciri Five Guys’ı işaret ediyor. “Muhteşem” diyor. İki yaz önce Doncic, Santa Barbara’da iki hafta geçirmiş. California’daki kentte P3 adlı, NBA yıldızlarının da uğrak mekanı olan bir spor bilim ve antrenman tesislerinde çalışmış. Şehrin kendisine bir İspanyol köyünü hatırlattığını söylüyor. Hafta sonları annesi ve kız arkadaşıyla Los Angeles’a gitmişler. Şehrin imza bölgelerini ziyaret etmişler. “LA bana inanılmaz geldi. Özellikle o müthiş arabalar. Venice Plajı’na gittim… Neydi orada çekilen o dizi? Baywatch. Çok güzel bir yer.”
Bu seyahat dışında Amerika’yla tek teması televizyon üzerinden olmuş. Geçtiğimiz yaz Friends’in 10 sezonunu birden izlemiş, şimdi How I Met Your Mother izliyor ve New York’u görmeye kararlı. Heyecanla “Central Park!” diyor. “Kahve içeceğim!” New York Knicks‘te oynamış iki isimle de arkadaş: Porzingis ve Willy Hernangomez. İspanyol oyuncuyla iletişimlerinin genelde Call of Duty oynarken gerçekleştiğini söylüyor.
Julio bu sırada araya giriyor: “Call of Duty’yi bir kere denedim, 1 dakikada öldürüldüm.”
Doncic’e Porzingis gibi bir lakap edinmeyi düşünüp düşünmediğini soruyorum. Hınzır bir gülüşle yanıtlıyor: “Swaggy L.”
Julio ve Alyson bu fikri pek beğenmiyor.
Farklı bir öneri sunuyor: “Swaggy… LD?”
Doncic arabasını garaja park ediyor, sonra bizi Madrid’deki favori restoranlarından birine götürüyor: Hard Rock Cafe. Julio ve Alyson karşısına oturuyor, İspanyol menajeri Quique Villalobos yanına geçiyor. Kendisi eski bir Real Madrid oyuncusu. Bir garson yaklaşıyor. Doncic, İspanyolca siparişini veriyor. Mekanın ünlü fajitas’ı ve bir tabak nachos. Bir de ekliyor: “Con doble queso.” (Ekstra peynirli olsun.”)
Yemeği geldikten sonra Doncic’e sosyal medyada NBA takipçilerinden mesaj alıp almadığını soruyorum. Yanıtı tabii ki evet, yüzü yine kızarıyor. “Bazıları “Tank for Luka” yazıyor. Bilmiyorum, sadece gülüyorum.” Chicago, Orlando, Phoenix, Dallas gibi kentlerden oldukları kullanıcı adlarına bakılınca anlaşılıyormuş. Hiç görmediği, bir yetişkin olarak yaşayacağını hiç düşünmediği yerler. Gelecekten konuşma konusunda isteksiz. Real Madrid‘in sezonu henüz yarısına gelmiş durumda ve taraftarlar bir sezon daha kalabileceğine inanıyor. Doncic “Gelecekte ne olacağı” bilinmez diyor, Julio’ya anlık bir bakış atarken. “Ben olduğum yere odaklanmak istiyorum.”
Doncic sahada özellikle gösterişli ve duygusal. Maçlar sırasında yoğun kutlamaklar, tutku dolu hareketler yapıyor. Hatta yazı için bulunduğum sırada bir maçtan atıldı. Ama saha dışında duygularını pek ele vermiyor. Özellikle de kendi başarılarından konuşması istendiğinde. Ciddi sorulardan ince bir mizahla kaçıyor.
Villalobos onu temkinli bir kişilik olarak niteliyor, Dragic’e ise tam zıttı diyor. İki ismin de menajerliğini yapan adamdan kıyaslamasını istiyorum:
Doncic araya giriyor. “Ben daha yakışıklıyım.”
Villalobos gözlerini devirerek sorumu yanıtlıyor: “Doncic çok daha içine kapalıdır. Goran ise hemen sevgi gösterir. Luka’nın seni beş yıldır tanıması lazım.”
Biz konuşurken Alyson, Dragic’i arıyor. Doncic’le EuroBasket’ten bu yana düzenli temas halindeler, onu NBA’e hazırlayıp akıl hocalığını yapıyor. Saniyeler sonra rboğuluyor. Kapattıktan sonra Dragic’in ne dediğini soruyorum:
“Sen buraya gel diye Miami’de maçları kaybediyoruz diyor.”
Doğu Avrupa’dan direkt NBA’e giden ilk draft seçimi Georgi Glouchkov isimli bir bulgardı. 1985-86’daki bir sezonda ligi ateşe veren oyuncu Balkan Banger namıyla bilinen bir forveti. Ardından gelen yıllar boyunca Avrupalı basketbolcuların onun gibi zayıf ve yavaş olduğu fikri kalıcı oldu. Toni Kukoc, Drazen Petrovic ve Vlade Divac’ın NBA’de başarılı olmaları bile bunu değiştiremedi. Sonrasında 2000’lerin başında Mavericks, Dirk Nowitzki’yi seçti. Ardından yabancı diyarlardan gelen yeteneklere bir ilgi başladı. 2003’te NBA takımları 21 uluslararası isim seçerek bir rekor kırdı. Lig yöneticileri bugün itiraf ediyor: O günlerde bilinçsiz seçimler yapıyorlardı. Birçok takımda yabancı oyuncuları değerlendirecek altyapı yoktu, ABD’deki yaşam tarzına uyum sağlamaları için bir şey de yapmıyorlardı. Manu Ginobili, Pau Gasol gibi bazı isimler gerçek yıldızlara dönüşürken başarısız seçimler onları gölgede bırakıyordu. Kwame Brown’ın başarısızlığı Amerikalı yeteneklere bakışı etkilemezken Milicic’in hikayesi Avrupa’dan gelen her ismin ayağına dolanıyordu.
Yıllar geçti, yetenekler gelişti. 2013’te Giannis Antetokounmpo ve Rudy Gobert lige geldi, bir yıl sonra Dario Saric, Jusuf Nurkic ve Clint Capela onları izledi. Avrupa’dan ithal yeteneklerin sayısının artması tesadüf değil. Toronto’nun eski asistan GM’i ve şimdi Fenerbahçe Doğuş‘un GM’i Maurizio Gherardini’ye göre bu bir şeyler anlatıyor: “Yaklaşmda yenilikçi bir değişimi yansıtıyor. NBA takımları Avrupa’dan gelen yeteneği kabul etmeye hazır.”
Başkaları NBA’in kendisinde bir evrim yaşandığını söylüyor. Nowitzki’yi dinliyoruz: “Kuralların değişmesi süreçte yardımcı oldu.” Ligin agresif ve fiziksel oyunu kural dışı hale getirmesiyle NBA’de odak noktası güçten beceriye döndü, uluslarası basketbola yaklaştı. “Bence bunların hepsi bazı Avrupalı oyuncuların işine yarıyor.”
Her şeye rağmen bazı takımlar hala draft’ın en üst kısmından Avrupalı bir ismi seçme konusunda tereddütlü. Pek azı yabancı oyuncuları seçmekten çekindiklerini itiraf etse de kolejli yıldızlara daha aşina oldukları ortada. Bir yönetici meslektaşlarının Avrupalı bir fiyasko seçmektense Amerikalı bir fiyasko seçmeyi tercih ettiğini söylüyor. Çünkü ilki daha çok olay yaratıyor. Bir başkası takım sahiplerini ikna etmenin zor olduğunu, konuyu hemen Bargnani’ye getirdiklerini söylüyor. “Bu beş yıl önce kötü bir film izledin diye bir başka filme gitmemek gibi ki o zamandan bu yana sinemaya da gitmemişsin. Kolej basketbolu izliyorlarsa bildikleri şeye gitmekte çok rahat oluyorlar.”
İşin ironik tarafı Doncic basketbol dünyasının en fazla bilinen ögesi olabilir. Gherardini şakayla karışık sözleriyle durumu anlatıyor:
“Onu görmeyen, incelemeyen, değerlendirmeyen kalmadı. Doğduğundan günden beri onu biliyorum!”
Daha önce onun yaşında onun yaptıklarını yapan bir oyuncu daha olmadı. Rotasyonların NBA’den daha kalabalık ve derin olduğu EuroLeague’de genç oyuncular için çıkış şansı bulmak zor olsa da. (Bazı NBA yöneticileri ortalama bir EuroLeague takımının kolej ekiplerini darmadağın edeceğini söylüyor).
Sadece sayılar bile Doncic’in kesin yıldız olacak bir seçim olduğunu söylüyor.
Ama NBA’in içindeki isimler zaten Sloven gencin fiyasko olup olmayacağını sormuyor. Zaten kimse böyle bir ihtimali düşünmüyor. Soru daha çok şu: DeAndre Ayton ve Marvin Bagley III gibi isimler üzerinden seçilmesine değer bir tavanı var mı? Doncic ağır bir oyuncu sayılmaz ama istisnai bir gücü ya da hızı da yok. Bir NBA ekibinin yönetimindeki bir isim değerlendiriyor: “Vücudu fiziksel olarak olgun ama daha çok değişim potansiyeliyle ilgili endişe var. Yani fiziksel potansiyeli var?” Takımlar en atletik isimlerini üzerine yolladığında zaman zaman oyununu oynamakta zorlanıyor. Oyunun diğer tarafında istekli bir savunmacı ama çevik guard’larla başa çıkabilecek kadar süratli değil.
Yine NBA’in içindeki isimler Doncic’in oyununu eleştirdikten sonra ekliyorlar: Bu ince eleyip sık dokumalarından kaynaklanıyor. Savunmada sınırlı olsa da parkede birden fazla pozisyonu oynayabiliyor ve ligin çok yönlü kadrolarına çabuk uyum sağlayabilecek bir yapısı var. Doncic topu eline aldığında sahadaki herkes karanlıklar içinde sürüklenirken onun elinde bir fener varmış gibi gözüküyor. Henüz ortaya çıkmayan pas açılarını önceden görüp ikili oyunlarda ölümcül bir tehdite dönüşüyor. Bir NBA yönetiminin üst kademesinden bir isim anlatıyor: “Oyunu yaşından çok daha olgun. Duyduğunuz o aptalca klişeler var ya? Hepsi gerçek.”
Doncic’in şut yüzdeleri uzun sezon içerisinde düştü, üçlük çizgisinden %31, genelde %47. Ama şut mekaniği sağlam. Yani yorgunluk ve şut seçimleri doğal becerisinin verimini düşürüyor gibi gözüküyor.
Aralık ayında Kızılyıldız’a karşı oynanan bir EuroLeague maçında yorgun olmasa dahi hız eksikliği biraz belli oldu. Savunmada efor koymak istediği bazı anlarda biraz ağır kalıyor, ayakları adeta parkeye ağır basıyor. Ama atletik olmadığını söylemek de yanlış olur. Daha çok fiziksel olarak akıcı olmadığı söylenebilir. Vücuduyla boşluk yaratmaya çalıştığı zaman muhabbete ortasından dalmaya çalışan birini andırıyor.
Ama tam bunun yokluğu gözünüze fazla gözükürken bir şeyler önünde çözülüveriyor. Real Madrid onun için bir sürü perde yapıyor, Doncic içeri kat ediyor, şutu gönderiyor, basketi buluyor. Birkaç pozisyon sonra bir şutu bozup sahayı koşarak geçiyor, alley-oop’u tamamlıyor. Saniyeler sonra bir savunmacıyı dağıtıp geriye çekilerek üçlüğü gönderiyor, sonra iki serbest atış, sonra bir üçlük daha.
Beş dakikada 12 sayı atıveriyor.
İkinci çeyrek başlarken skor fırtınası yavaşlıyor, salondaki gürleme duruluyor. Ancak bir anda öyle göz kamaştırıcı bir hareketi öyle çabuk yapıyor ki ne olup bittiğini Amerika’ya dönüp videosunu izleyene kadar çözemiyorum: Sırp takımının iki ismi ona sıkıştırma yaptığı sırada onları aldatmaya çalışırken geirye doğru düşüyor, tam düşerken topu 7,5 metre uzakta potada topu bekleyen arkadaşına alley-oop pasıyla çıkarıyor.
Spiker sadece gülüyor. Söyleyecek pek bir şey yok.