By Jonathan Abrams / Çeviri: Yılmazcem Özardıç
Bu yazı ilk olarak 20 Mart 2012 tarihinde Grantland’de yayınlanmıştır.
10 yılı aşkın bir süre sonra dahi o anlar aynı şekilde insanın hafızasında kalıyor. Detroit Pistons‘ı farkla yendikleri maçın son anlarında Ron Artest’e bir plastik bardak atılıyor. Palace of Auburn Hills’in tribünlerine doğru zıplıyor. Kargaşa başlıyor. Oyuncular taraftarlarla kavga ediyor, bir sandalye atılıyor, şişeler patlıyor. Saniyeler içinde oyuncularla izleyicileri ayıran o görünmez duvar yıkılmış, sosyal davranış sözleşmesi yırtılıp atılmış durumda kalıyor.
O akşam yaşananlar ödenmeyen 10 milyon dolara yakın çek ve 146 maç cezaya neden oldu. Kavga Pacers‘ı Final adayından normal bir playoff takımına, sonrasında ise bir lotarya ekibine dönüştürdü. Artest o günden sonra NBA’in en sinirli oyuncularından yavaş yavaş Metta World Peace’e dönüştü. Stephen Jackson ve Jermaine O’Neal’ın kariyerleri birkaç saniye içinde alınan hatalı kararlarla büyük yaralar aldı. Medya haftalarca güvenlik, taraftar davranışları ve oyuncularla izleyiciler arasındaki ilişkiyi haftalarca tartıştı. O gece NBA’in en korkulu en kötü rüyasını temsil etti.
“Büyük kavganın nedeni olan çok sayıda etmen vardı” diyor Indianapolis Star’dan gazeteci Mark Montieth, “Eğer Artest, Ben Wallace’a sert bir faul yapmasa bunlar yaşanmazdı. Ben Wallace verdiği gibi bir reaksiyon vermese yine olanlar olmazdı. Eğer hakemler durumu kontrol etse, yine olmazdı. Artest hakem masasında uzanmasa olmazdı. Eğer bir taraftar bir içecek fırlatmasa olmazdı. Her şey birbirine bağlıydı. Bunlardan bir tanesini içeriden söküp alsanız hiçbir şey yaşanmazdı.”
O gece orada olan, olayı yaşayan ve tanık olan herkese ulaşıp sözlü bir hikaye yaratmak istedik. Aşağıda işleri parantez içinde olan kişiler 19 Kasım 2004’teki ünvanlarıyla yazıda yer alacak. Tarih yerine tabii NBA tarihinde en çok tanınan gece, gerçek adıyla “The Malice at the Palace” da diyebiliriz.
“Mesaj” Maçı
Sezonun başlangıcından yaklaşık iki hafta geçmesine rağmen maç öncesi şunlar iki takım için de çok önemliydi: Cuma gecesi ESPN’de, son şampiyon Pistons‘ın Doğu Finalleri 6.maçında Artest’in Rip Hamilton’a yaptığı sert faulden ve Indiana’nın duygu yüklü elenişinden sonra iki takım ilk kez karşı karşıya geliyor. O maçta O’Neal ve Jamaal Tinsley sakat sakat oynamış ve Indiana tüm yaz boyunca daha iyi takım olduğunu düşünmüştü. İki taraf da kadrolarında oynamalar yapmıştı. Detroit Corliss Williamson, Mehmet Okur ve Mike James’le yollarını ayırmış, Antonio McDyess, Carlos Delfino ve Derrick Coleman’ı kadrosuna katmıştı. Indiana ise Al Harrington’ı takas edip Stephen Jackson’ı almıştı ancak iki tarafta da birbirlerine karşı kötü hisler devam ediyordu.
Jermaine O’Neal (forvet, Pacers): Ne kadar iyi bir takım olduğumuzu bilmiyorduk bile. Sadece yeteneğimizle 61 maç kazanmıştık. Bu ligde önemli olan olgunluk, tecrübe ve yetenek, biz de sezona girerken ‘bunların hepsi bizde var’ diye düşünmüştük. Gerçekten böyle düşünüyorduk.
Anthony Johnson (guard, Pacers): 2004 Konferans Finalleri’ne çıkan takımın neredeyse tamamını tuttuk ve muhtemelen daha da iyiydik.
Darvin Ham (forvet, Pistons): Indiana ile bizim aramızda sıkı bir rekabet vardı. O dönemin Pacers koçu Rick Carlisle bizden yeni ayrılmıştı. Benzer oyun stillerimiz vardı.
Mike Breen (o gece ESPN için maçı sunan spiker): Sezonun ilk bölümünde oynanan merakla beklenen maçlardan biriydi.
O’Neal: Birbirimizi sevmiyorduk. Aramızdaki rekabet eski Knicks–Bulls takımlarının TV’den izlediğim, oyuncuların birbirlerini itip kaktığı rekabete benziyordu. Biz böyle görüyorduk.
Scot Pollard (pivot, Pacers): Bir takımla hazırlık maçlarında, normal sezonda ve playoff’ta oynadığınızda bir rekabet oluşturmaya başlıyorsunuz. Böyle oluyor. Ben Sacramento’dayken de Lakers‘la aynı şey vardı. Birbirinizle yılda altı-yedi, belki de daha çok kez oynuyorsunuz ve rakiplerinizi daha da tanıdıkça birbirinize kötü hisler beslemeye başlıyorsunuz.
O’Neal: Bizim yolumuza çıkıyorlardı diye düşünüyorduk. Daha gençtik. Daha iyiydik. Daha yetenekliydik. İyi olduğumuzu biliyorduk. O gün onlar son şampiyon, biz de en çok kazanan takımdık. Onlar ‘Biz ağır toplarız. Gemi batarken dahi en son biz batarız. Bizi ezip geçmeniz gerek’ diyorlardı. Aramızdaki rekabet böyleydi işte.
Mark Montieth: Ron çok iyi oynuyordu. Sezonun ilk 7 maçının istatistiklerine bakarsanız bunu görebilirsiniz. Maç başına 20 sayıdan fazla atıyor ve kariyerinin en iyi üçlük yüzdesiyle atıyordu. Detroit’e karşı o gece devrede 17 sayı civarı bir skor bulmuştu. Üçlüklerleri yolluyordu. Pacers maçı domine ediyordu.
Pistons son çeyrekte bir ara farkı 5 sayıya kadar indirse de sonraki 10 atışını kaçırdı. Indiana galibiyeti Austin Croshere ve Stephen Jackson’dan gelen üst üste üçlüklerle garantilemişti. Ancak maç çok gergin hale geliyordu. 6.43 kala Rip Hamilton Jamaal Tinsley’e bir ribaunt pozisyonunda sırtından darbe vurmuştu. Pacers benchi bir anda ayağa kalkmıştı. Çok rahat şekilde kasti faul çalınabilecek bir pozisyondu. Sonra 1.25 kala fark 11 sayıyken Wallace Artest’in şutunu bloklamaya çalışırken potanın altına kadar itti ancak faul çalınmadı. Indiana, 57 saniye kala Jackson’ın 2 serbest atışıyla skoru 97-82’ye getirmişti.
Sekou Smith (NBA yazarı, Indianapolis Star): Maçın bitimine 3 dakika kala Mark Montieth bana ‘Bu fauller sertleştikçe sertleşiyor’ dedi. Hakemlerin maçın kontrolünü alması gerektiğini söyleyip duruyordu.
Stephen Jackson (guard/forvet, Pacers): Maçın sonuna doğru takımdan birinin Ron’a ‘Şimdi bir tane yapabilirsin’ dediğini hatırlıyorum. Duymuştum. Sanırım birisi serbest atış atıyordu. Birisi Ron’a ‘Şimdi bir tane yapabilirsin’ demişti. Bu maç içinde sorun yaşadığı birine bir faul yapabileceği anlamına geliyordu.
O’Neal: Çocukların bu konuda konuştuklarını anımsıyorum. Olanlardan iki üç dakika önce oyundan çıkmıştım. Onları farkla yenmiştik. Arada bir düşmanlık olduğunu görebiliyordunuz.
Mike Brown (asistan koç, Pacers): Ron ile Ben arasında bir şeyler olmaya başladığını görebiliyordunuz. Bir faul oluyor, bir tane daha oluyor, sonra bir tane daha oluyor ve fauller dışında problemler de yaşanıyordu. Maç kontrolden çıkıyordu. Hakemlerin ikisini de oyundan atacağını umuyordum.
Mark Boyle (radyo spikeri, Pacers): Hala oynamaları için bir neden yoktu. Bana sürpriz geliyordu. Evet, heyecanlı bir maç, önemli bir rekabetti. Ama maçın sonucu çoktan belli olmuştu.
Larry Brown (koç, Pistons): Ben maçın 45 saniye kala bir oyuncuyu atarak utandırmaya yetecek kadar kontrolden çıktığını düşünmüyordum.
Montieth: Reggie Miller oynamadı. Anthony Johnson oynamadı. Scot Pollard oynamadı. Bu adamlar sokak kıyafetleri giymiş durumdalardı. Carlisle’ı tebrik etmek lazım, o gece elinde az bench oyuncusu vardı.
Jackson: Ben faul yapılması konusunda yanlış adamdı çünkü hatalı değilsem kardeşi çok yakın bir zamanda hayatını kaybetmişti ve sorunlar yaşıyordu. Ben’i savunurken sayı atmasına izin veriyordum. Süreyi bitirmeye çalışıyordum. Sonra Ron bir anda çıktı ve ona çok sert bir faul yaptı. Ben ‘Ne oluyor a… k…?’ diyordum. Neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Sonra olanlar oldu. Her şey çok ama çok hızlı yaşandı.
Boyle: Ronnie Ben’e pota altında faul yaptı ve Ben Ronnie’yi itti. Sonra Ronnie geri çekildi ve her şey basın masasına doğru taşındı.
Ben Wallace (forvet/pivot, Pistons): Bana vuracağını söyledi ve yaptı. Normal olan şeylerden biriydi. Çekişmenin sıcaklığıyla oldu.
Larry Brown: Ligde herkes sert faul yapıyor. Ancak bunun bir yeri ve zamanı var. Belki bir oyuncuyu faul çizgisine götürüp maçın son anlarında turnike atmasına izin vermezsiniz. Ancak maç çoktan bitmişse ligdeki çok az oyuncunun başkasına zarar vermeye çalışacağını düşünüyorum. Nadir görülen bir şeydi ve bence o yüzden Ben verdiği şekilde bir reaksiyon verdi.
Hakem Masası
İki takımdan birçok oyuncu Wallace’ı Artest’ten uzak tutmaya çalıştı, Artest sonunda (açıklanamayacak şekilde) hakem masasına uzanmayı tercih etti. Her şey duruluyordu. Bir sonucun çıkması konusundaki yavaşlık (Wallace’ın çıkması, takım arkadaşlarının itip kakışması ve hakemlerin tartışması) olayın hızlanmasına yol açtı.
Donnie Walsh (CEO ve başkan, Pacers): Ronnie karmaşadan uzak kalmaya çalıştı çünkü ona daha önce ‘Eğer kendini çok heyecanlanıyor olarak görürsen hemen olaydan uzaklaş ve o histen kurtulmaya çalış, sonrasında düşüncelerini topla’ denmişti. Bu yüzden gidip masaya yattı. Bu şekilde heyecanlanmayacak ve yanlış bir şey yapmayacaktı.
Tom Wilson (Detroit Pistons ve Palace Sports and Entertainment CEO’su): Hakem masasına uzandığı anda doğal engeller kalkmış oldu. Kalabalıkla arasında hiçbir şey kalmamıştı. Normalde oyuncular benchine gider. Bu durumda hakem masası ya da sandalyelerin üzerinden zıplamanız gerekir. Yani çılgınca bir şey yapmanız için önünüzde engel olur ve insanların sizi tutması için de bir şans verir.
Montieth: Bir şekilde de olsa masada yatarak pasifçe provoke etmiş oldu. Bir kulaklık aldı, sanki evindeki insanlarla konuşacakmış gibi. Etrafta çok fazla ‘soytarılık’ yapıyordu. Kafasında kendine ‘Bak, burada bir şey yapmıyorum. İyi olmaya çalışıyorum’ diyordu. Ancak işler öyle gelişmedi.
Boyle: Kulaklık sistemini hazırlamıştık çünkü maç sonunda bir oyuncuyla röportaj yapmayı düşünüyorduk. Ronnie’yi bir süredir tanıyorduk. Asla öyle bir durumda Ron Artest’in önüne açık bir mikrofon koymazdık. Mikrofon kapalıydı.
Wilson: O sanki ‘Çok havalıyım be’ deyip herkesten uzaklaştığınız ve hiçbir şey yokmuş gibi hareket ettiğiniz anlardan biriyi. Bence kalabalık da böyle anladı.
Boyle: Belki 6 tane asistan koçumuz vardı, orada olmalarının sebebi koçun ya onları çok sevmesi ya da birilerine iyilik borcu olmasıydı. O günlerde bu çok tipik bir şeydi, geniş teknik ekipler. Ronnie masada uzanırken asistanlardan biri (Chad Forcier isimli genç bir adam) Ron’a doğru karnını ovuyordu. Ben o anda ‘Neden bu adamı buradan götürmüyorlar?’ diye soruyordum kendi kendime.
Montieth: Artest kulaklıkları takmaya çalışıyor, aynı anda Reggie Miller da elinden alıp yerine bırakmaya çalışıyordu. Reggie durumu kontrol altında tutup Artest’in peşinde koşmak konusunda iyi bir iş çıkarmıştı.
Boyle: O takımda çok fazla bu tarz oyuncu vardı. Stephen Jackson kavga edecek birini arıyordu. Sürekli kafası yukarıda bakıyordu. Ronnie masada yatıyordu. Ben geri kalacak bir karakter değildi. Çok fazla yanlış adam bir araya gelmişti.
Mike Brown: Pistons oyuncularını kimse geride tutmuyordu. Tanıdığım ve iyi ilişkim olan bir isim varsa o da Ben’di. Onu tutup konuşmaya çalıştım. Lakabı Debo’ydu. Bu yüzden eskilerden bir esinti yapmaya çalıştım. ‘Debo, Debo, buna değmez. Geri git. Debo. Hadi ama’ diyordum. Biraz yavaşladı ve sonunda onu durdurmayı başardım.”
Jackson: Beni en çok kızdıran şey Ben ile Ron’u ayırmaya çalışırken Ben’in birçok takım arkadaşının konuşmayı sürdürmesiydi. Yardım edip ayırmaya çalışıyordum ve Rip Hamilton ile Lindsey Hunter’ın sözlerini duyuyordum. Sonra ‘Tamam, kavgayı ayırmaya çalışmıyorlar. Konuşmayı sürdürüyorlar. Gidip ne yapmak istiyorlarmış bir bakayım diye düşünmüştüm.
Hunter: Rip’i durdurmaya çalışıyordum çünkü Rip neredeyse 70 kilo bir şeydi ve benim küçük kardeşim gibiydi. Ona ‘Rip, sakin ol. Darbe almadan buradan çık’ diyordum. Derrick Coleman ‘Hadi şunları buradan alalım’ diyordu. Sonra oradayken Stephen gelip bir şeyler söylemeye başladı. Dinleyin, ben öyle kavga için falan çok yaşlıydım ama boks yapıyordum. ‘Buradaki adamlarla kavga etmem pek yakışık olmaz’ diye düşünüyordum. Ancak yaklaşık 9-10 yıldır boks yaptığım için benim için çok da büyük bir şey olmazdı.
Jackson: O anda kavga modundaydım. Kendi kendime ‘Saygısızlık yapıyorsunuz. Biz bunu ayırmaya çalışıyoruz. Eğer kavga etmek istiyorsanız istediğinizi size vereceğim’ diyordum. Çok fazla gürültü, ters konuşma vardı.
Hunter: Böyle bir durumda kendinizi ve takım arkadaşlarınızı korumaya çalışırsınız. Kimsenin kimseyi arkadan vurmayacağından emin olmaya çalışıyordum. Zorla gülümsediğimi ve ‘Jacko, bu kadar insanın önünde kavga etmek istemediğini biliyorum’ dediğimi hatırlıyorum. Sonra birbirimize baktık ancak bir şey olmadı. İnsanlar Rip’in manyak gibi bir rekabetçi olduğunu bilmiyorlar ama Rip bir anda patlıyor. Gerçekten duyguluydu.
Jackson: Rip’le yakınız, gerçekten iyi arkadaşlarız. Ancak o zaman duygular çok yukarıdaydı. Sinirliydiler çünkü rezil oluyorlardı. 15 sayıyla onları yeniyorduk. Gerçekten sinirliydiler ve dolduruşa gelmişlerdi. O yüzden o anda ‘Eğer istiyorsanız, istediğinizi size vereceğim’ dedim.
Boyle: Tommy Nunez Jr. üç hakemden biriydi ve çok küçük bir adamdı. Orada adamları ayırmaya çalışıyorlardı. Ron Garretson elinden geleni yapıyor gibi duruyordu, kimsenin hatırlamadığı üçüncü hakem de Tim Donaghy’di.
Tim Donaghy (NBA hakemi): Artest ve Wallace’ın birbirlerinden uzak olduğu taktirde bir şeyler olacağını düşünüyorduk.
Smith: Çılgınlık başladığında Garretson orta sahadaydı. Sahanın ortasından, sahanın masanın karşı tarafındaki son çizgisine kadar Artest ile Wallace’ın arasında hakem masasının oralarda yaşanan aksiyonu görebilmek için gerilemişti.
Donaghy: Olayı durdurmaya çalışıp bunun imkansız olduğunu fark ettiğimiz anda geri çekilip neler yaşandığını görmeyi denedik. Böylece maç başladığında kimin atılması gerektiğini ve ne kararlar alacağımızı bilecektik.
Jackson: Kimlerin atılacağını belirlemekte facia bir iş yaptılar. Korkunç bir iş yaptılar korkunç. Her şeyi yönetmekte korkunç bir iş yaptılar.
Montieth: Millet Joey Crawford ve hemen çaldığı düdüklerinden falan şikayet ediyor. Joey Crawford o maçta görev yapsa bunların olmayacağına dair garanti veririm çünkü işleri kontrol altına alırdı. Teknik fauller çalıp herkesi ihraç ederdi.
Ben Wallace: ‘Bir daha bunu yapmam’ ya da ‘şunu yapmam’ demek çok zor çünkü benzer bir durumda nasıl reaksiyon vereceğinizi bilemiyorsunuz. Çok farklı bir durumdu ve çok fazla şey çok hızlı gerçekleşti.
Jim Gray (saha içi muhabiri, ESPN): Pistons bir sıkıntıydı. Olayın gerçekleşmesine yol açan Pistons’tı, agresif taraf Wallace ve Pistons destekçileriydi.
Jackson: Tabii ki keşke Ron’u durdurmakta daha iyi bir iş yapsaydık diyorum. Onun masaya gidip kulaklıkları takmasına izin verdik. Bence bu sorumluluk bir takım olarak bizim üzerimde. Eğer geri dönebilsem takımımızı toplayıp benchte öylece durmamızı sağlardım. Böylece soğukkanlı kalıp büyük resmi görebilirdik.
Kıvılcım
Wallace’ın Artest’i itmesinden 90 saniye geçmişti, Artest hakem masasında uzanıyor, Detroit taraftarları ona ağza alınmaz küfürler ediyordu. Parkede olan 10 oyuncu (O’Neal, Artest, Jackson, Tinsley, ve Fred Jones Indiana adına; Ben Wallace, Rasheed Wallace, Hamilton, Hunter, ve Smush Parker Detroit adına) ve iki tarafın koçları sahanın ortasında toplanmış, bir türlü siniri yatışmayan Wallace’tan endişeli haldeydi. Diğer herkes benchlerinde duruyordu. Nedense kimse Artest’i o masadan almadı. Sonunda sinirli Wallace Artest’e doğru kafa bandını fırlatmıştı.
Mike Brown: Ben Ron’un peşinden gitmiyordu ancak kafa bandını çıkarıp elimin altındaki Ron’a doğru fırlattı. Bu olduğunda hemen bandın nereye gittiğine doğru baktım, Ron’a isabet etmemişti ancak sanki kapalı kapakları o an açmıştı.
Gray: Ron’dan birkaç santim uzakta, basın tribününde oturuyordum. Ron’a ‘Hemen gitme, maç sonunda seninle röportaj yapmak istiyorum’ demiştim. Tamam cevabını vermişti. Bu konuşma bir şey havada süzülüp göğsüne isabet etmeden yaklaşık 20 saniye önce yapılmıştı.
Bob “Slick” Leonard (radyo yorumcusu, Pacers): Arkamızdan bir yerlerden büyük bir bira şişesi geldiğinde elim Ron’un üstündeydi.
Mike Brown: Çok küçük bir mesafeden bahsediyoruz. O taraftar attığı bira, kola ya da her neyse daha da şanslı olamazdı.
John Green (Artest’e şişeyi atan taraftar): Kimseye isabet etmesini istemedim. O şişeyi fırlattığım gün fiziğin kurallarını unuttum. Umarım kimse The Palace’ta kimse bir şey fırlatmaz.
Ron Artest (forvet, Pacers): Bir sıvı üstüme geldiğinde yatıyordum. Yüzümde ve göğsümde buz ve cam vardı. Bundan sonra artık olay nefsi müdafaaya döndü.
Jackson: Herkes için yüzüne böyle bir şey atıldıktan sonra tepki vermek çok zordur.
Gray: Hemen kalkıp radyodaki insanların üzerinden atladı.
Wilson: O an hem ışık hızında yaşanıp hem de olabilecek en yavaş şekilde gerçekleşen nadir anlardan biriydi. ‘Haaaaaaaaayır’ diyorsunuz kendi içinizden.
Boyle: Refleks ya da içgüdü, ne derseniz deyin. Ben hemen ayağa kalktım ve Ronnie beni ezip geçti. Beş omurumu kırdım. Şimdi eşim bana dediğimde güldüğüm şey ise ‘Eğer Ronnie’yi tribüne gitmekten alıkoyabilsen bunların hiçbiri olmazdı’ cümlesi. Ona ‘Aman tanrım. Eğer Ronnie’yi tribünlerden alıkoysam NFL’de oynuyor olurdum’ diyorum. Partnerim Slick Leonard benden daha akıllıydı, hemen oradan çekildi.
Leonard: Mark yoldan çekildi ve Artest üstünden geçti. Olanları gördüğümde ‘Şunlar bitene kadar basın odasına gideyim’ dedim.”
Mike Brown: Artest’i yakalamaya çalıştım. O anlık bir reaksiyondu çünkü tribüne giderse hiç iyi şeyler olmayacağını biliyordum. Yakalayamadım ve peşinden gitmem doğaldı diye düşünüyorum. Nasıl tribüne kadar gittiğimi bilmiyorum ama tribünlerde kendimi buldum.
Kargaşa
Artest şişeyi atan kişiyi bulmak için tribünlere gitti ve yanlış taraftara (Michael Ryan) doğru hareketlendi, sonra önünde durup iki eliyle üstüne çullandı. Gerçekte şişeyi atan taraftar John Green Artest’i arkasından yakalayıp kafakola almaya çalıştı. Bir başka taraftar yakından Artest’e bira fırlattı, Stephen Jackson da ıslandı ve yumrukla cevap verdi. Aynı anda Ben Wallace’ın kardeşi David’in balyoz gibi yumruğu Indiana’lı Fred Jones’ı çok küçük bir mesafeyle kaçırdı ve o anda iki takımın oyuncuları ve koçları olanları durdurmak için kalabalığın üstüne zıpladı. ESPN yorumcusu Bill Walton daha sonra o anı ‘NBA’deki 30 yılımın en kötü anı’ diyerek nitelendirdi. O sekansı hatırlayanların sözleri ise aşağıda.
Ham: Bir anda her şey karıştı.
Doreen E.Olko (Auburn Hills Polis Şefi): Palace’ta yaşanacak her şey için milyarlarca güvenlik planımız vardı ancak bunların hiçbiri bir oyuncunun tribünlere atlamasını içermiyordu. O kimsenin ön görmediği bir şeydi.
Michael Ryan (fan): Artest üstümde beni yumrukluyordu. ‘Sen mi yaptın?’ diye sordu. Ben de ‘Hayır, hayır!’ diye cevap verdim.
Montieth: Birçok kişi size Artest’in tribünlere gidip taraftarlara saldırmaya başladığını söyleyecektir. Aslında hayır, böyle olmadı. Tribünlere gidip şişeyi attığını düşündüğü yanlış kişiyi yakaladı. ‘Sen mi attın?’ diye sordu ve ona vurmadı.
Mike Brown: Sonra bir anda Jack’i tribünlerde gördüm.
Jackson: İnsanlar takım arkadaşı dediğiniz insanın sizin için ne kadar önemli olduğunu, sezon boyunca ailenizden çok onu gördüğünüzü anlamıyor. Nasıl ona yardım etmememi bekliyorsunuz, yaptığı yanlış bile olsa? Tribünlere gitmek kesinlikle doğru değildi. Bir genç olarak takım arkadaşlarınızın yanında olmayı öğrenirsiniz ancak size asla tribünlere gitmeniz söylenmez. Ben asla o durumda olabileceğimi, yani tribünlere gidip takım arkadaşımın taraftarlarla kavga etmesine yardım edeceğimi düşünmedim. Ancak o anda onu görüp yardım etmesem o şekilde yaşayamazdım.
Montieth: Eğer doğru hatırlıyorsam Artest Ben Wallace’ın kardeşinden bir darbe aldı ve bir yumruk attı.
David Wallace (Ben Wallace’ın kardeşi): O anın sıcağıyla öyle bir şey yaptım. Bir konuda düşünecek zamanınız yoksa yaşananlar üzerinde bir düşünme süreci olmayabiliyor.
O’Neal: Bizimle birlikte seyahat eden özel bir korumam vardı. Gölgem gibi benimle birlikteydi. Tribünlere bakıp insanların oyuncuların üstüne atladığını gördüm. Hakem masasının üstünden arkadaşlarıma yardım etmek için geçmeye çalıştığımda korumam beni tuttu. Arkamı döndüğümde parkede insanlar bize vurmaya çalışıyordu. İlk gördüğüm kişi takım arkadaşım Fred Jones’tu. Birisi arkadan ona zarar vermeye çalışıyordu.
Jackson: İlk reaksiyonum Ron’u yakalamaya çalışmak oldu. Ancak tribünlere atladığımda birisi yüzüne bira fırlattı. Ben de misilleme yaptım. Takım arkadaşım için orada olduğum için pişman değilim. Ancak tribünlere gidip taraftarlarla kavga ettiğim için pişmanım. Tabii ki tamamen yanlış bir şeydi ancak birisi kardeşinize zarar verdiğinde bunu düşünmüyorsunuz. Düşündüğünüz tek şey oraya gidip yardımcı olmak oluyor. Buna takım arkadaşı denir, birlikte olmak, takım arkadaşın için orada yer almak. Tim Duncan’ın dediği gibi ben tam bir takım arkadaşıyımdır. Birçok kişi oraya gittiğim için benim soytarı olduğumu düşünüyor. Tek düşüncem kavga eden takım arkadaşım için orada olmaktı. Tribünlere doğru ilk adımımı attığım saniye bunun sonuçları olacağını tabii ki biliyordum. Ancak takım arkadaşım yaşıyor ve sağlıklı durumdaysa bu sonuçlarla yaşayabilirim. Parkede durup kariyerimi düşünerek yardım etmemek ve arkadaşımın ölürcesine her tarafının kanamasını izlemektense yaptığımı yeğlerim.
Mike Brown: Tribünlerdeyken birileri bana vuruyordu. Ron yanlış adamı tutmuştu, gerçekte şişeyi atan adam ben Ron’un arkasından onu tutmaya çalışırken bana vuruyordu. Ben Ron’u oradan çıkarmaya çalışıyordum. Tam bir kaostu.
Chris McCosky (Pistons yazarı, Detroit News): Jamaal Tinsley’i durdurmaya çalıştığımı hatırlıyorum ve sanki orada yokmuşum gibi üstümden geçmişti. Benim açımdan başarısız bir denemeydi.
George Blaha (radyo ve television spikeri, Pistons): Radyocu Rick Mahorn basın tribünün ortasında oradaki bazı fiziksel rahatsızlıkları olan görevlilerin yara almaması için uğraşıyordu. Ricky tamamen kendi işini güvene almaya çalışmıştı.
Mahorn (radyo yorumcusu, Pistons): Hayatta bazen yapmanız gerekenleri yapmak zorunda kalırsınız.
Larry Brown: Küçük çocuğum top toplayıcıydı. Derrick Coleman onun ve benim güvenliğimi sağladı, birlikte kaldık. Ligde birçok sert oyuncuyla birlikte zaman geçirdim. Muhtemelen tanıdığım en sert oyuncu odur. Sonra Rasheed’in herkesi durdurmaya çalıştığını gördüm. Stephen ve Jermaine’in peşinden giderek tribünlere geçti ve orayı sakinleştirmeye çalıştı.
Blaha: Rasheed gerçekten akıllı bir adamdır. Herkes için en iyisini yapmaya çalışıyordu. Bu yüzden bu bana sürpriz olarak gelmedi. Bence birçoklarının yanlış anladığı, çok iyi bir adam.
Smith: Orada sadece eski güvenlik görevlileri vardı. İnsanların parkeye atlamasını engelleyecek kimse yoktu. O gecenin en çılgın olayı ise iki takımın oyuncularının kavgayı kesmesiydi. Kavga Pacers‘lılar ve taraftarlar arasında oluyordu.
Jim Mynsberge (Auburn Hills güvenlik şefi): Olayları durdurmak için orada sadece üç polis memuru vardı. Ellerindeki imkanlarla çok iyi bir iş yaptılar.
O’Neal: Güvenlik yoktu. NBA’deki en büyük salonlardan birinden bahsediyorsunuz. İlk olarak, taraftarlar mutsuzdu çünkü takımlarını rezil etmiştik, ikincisi oradaki 22 bin kişinin kötü insanlar olduğunu söyleyemem ama oradaki büyük bir grup bize zarar vermeye çalışıyordu.
Rick Carlisle (koç, Pacers): Sanki orada hayatım için savaşıyormuş gibi hissettim.
Ham: Ben, Antonio McDyess ve Tayshaun Prince orada olanlara inanamamış şekilde duruyorduk. Derrick Coleman, Elden Campbell gibi tecrübeli oyuncularımız kenarı terk edip olayları yatıştırmaya çalışmıştı. Kontrolün olmadığını görmek inanılmazdı. Normalde binada güvenliğin kuş uçurtmayacağını düşünürdünüz.
Wilson: Son derece iyi eğitim almış görevlilerimiz hemen oyuncuların peşinden gidip onları parkeye geri getirmeye çalıştı. Jermaine O’Neal’ı durdurmaya çalışıyorlardı. Onlara hak da vermeniz gerekir çünkü bahsettiğimiz insanlar normal boyutlarda genelde 50-65 yaş aralığında insanlar ve kafayı yemiş sporculara karşı kendilerini riske atıyorlardı. Mel isminde bir adamı hatırlıyorum, 60 yaşlarında falandı, O’Neal’ı belinden yakalamıştı ve bez bebek gibi bir o yana bir bu yana sallanıyordu.
Melvin Kendziorski (güvenlik görevlisi, the Palace): Jermaine tutmaya çalıştığım adamlardan biriydi. Bana karşı geldi, yakaladı ve hakem masasının üstünden fırlattı. Kendime ‘Vaov, az önce ne oldu?’ diyordum. Beni bez bebekmişim gibi fırlattı. Çok büyük bir adamdı. Olaydan sonra sırtımda ve boynumda sorunlar yaşadım ve bir süre tedavi gördüm.
Mike Brown: Her şeyin ortasında olmak çok korkutucuydu çünkü nereye dönerseniz dönün kavga edecekmişsiniz gibi hissediyordunuz. 20 kişiye karşı binlerce kişi vardı. İnsanların %99.999’u da bizim kadar korkmuştu muhtemelen ancak sanki herkes bize karşı gibi hissediyorduk.
Artest tribünlerde 40 saniye kadar kaldı ve sonra Indiana’nın benchine çekildi. Ortalığı sakinleştirmeye çalışan kişiler oyuncularla taraftarları ayırmaya çalışsalar da durum hiç de iyiye gitmiyordu. Hatta olanlar daha tehlikeli hal almaya başlamıştı.
Joe Dumars (genel menajer, Pistons): O maç, 10 yıllık dönemimde bitime bir iki dakika kala koltuğumdan kalkıp gittiğim tek maçtı. Oyunumuz ve rakibimizin bizi incik cincik edecek şekilde ezmesi nedeniyle o kadar sinirliydim. İki dakika kala yerimizden kalktık. Soyunma odasına vardığımızda gürültüleri duydum ve neler olduğunu merak ettim.
John Hammond (yardımcı genel menajer, Pistons): Joe’ya dönüp ‘Joe, ya çok iyi ya da çok kötü bir şey oldu’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum. O anda mucizevi bir şey olduğunu ve maçı kazandığımızı sandım.
Dumars: Kargaşa beni hazırlıksız yakalamıştı. Çok sesli bağırışmalardan büyük bir şeylerin olduğunu fark edebiliyordunuz.
Hammond: Joe ile birlikte soyunma odasına yürüdük, televizyon açıktı ve neler olduğuna baktık. Çoktan tekrarları göstermeye başlamışlardı. O anda şoka girdik.
David Stern (maçı televizyondan takip eden NBA başkanı): “A… s…” diye küfür ettim sonra da yardımcım Russ Granik’i arayıp “Bahsettiğimiz ‘boş’ maçı izliyor musun?” dedim. Hayır cevabını alınca ona ‘boş’ maçı açmasını, gözlerine inanamayacağını söyledim.
“Sakinleştikten sonra Artest bana dönüp ‘Jack, sende başımızı belaya soktuk mu?’ diye sordu. Jamaal Tinsley gülmekten yerlere yattı. Ben de ‘Kardeşim ciddi misin? Bela? Ron, eğer işlerimizi koruyabilirsek şanslı sayılırız’ dedim. O anda sağlıklı bir kafa yapısına sahip olmadığını sorduğu soruyla anladım.” – Stephen Jackson
Chuck Person (Basketbol Operasyonları Başkanı/ CEO Özel Danışmanı, Pacers): Fark 20 sayıya çıkınca koltuğumdan ayrılıp arkalara geçtim. Sonra birisi ‘Hey Chuck, Ron tribünlere doğru koştu’ diye bağırdı. Sahaya baktığımda tamamen kaos olduğunu gördüm. Koç Carlisle’a gidip oyuncuları sahadan almamız gerektiğini söyledim. O da maçın bitmediğini belirtince, ‘Olsun, oyuncularımız tehlikede’ dedim.
Donaghy: Maçın devam edemeyeceği bir noktaya gelinmişti. Geri çekilip doğru zamanda oradan ayrıldık çünkü hakemler olarak güvende hissetmiyorduk.
Larry Brown: Ligimizdeki çoğu kavga olup bitiyor ancak bu olan momentum kazanmaya başladı, sonra da tamamen kontrolden çıktı. Orada olmak, yaşananların bir parçası sayılmak, gençlerin neler olduğunu görmesi, bunlar acınası şeylerdi. Umuyorum ki bir daha böyle bir şey yaşanmaz.
Donaghy: Öyle bir kargaşaydı ki yaşamınız için korkuyordunuz. O anda birisinin bir bıçak veya tabanca çıkarıp çıkarmayacağını bilmiyorduk. Taraftarlar sahaya gelip oyuncularla kavga etmeye çalışıyorlardı. Daha önce hiç görmediğim bir seviyeye ulaşmıştı.
Breen: Diğer taraf faciaydı çünkü taraftarlar kavganın olduğu yere doğru geliyorlardı. Ancak bizim yayın yaptığımız taraftakiler bir şey yapmadılar. Sonra olaylar devam ettikçe bizim taraftakiler de gitmeye başladı ve o zaman ‘Aman tanrım, bu spor tarihinin en feci kavgası olacak’ dedim kendime.
Wilson: Benim önümde Pistons formalı iki kişi Pacers benchine doğru hareket etmeye başladılar.
O iki kişi taraftarlar Alvin “A.J.” Shackleford ve Charlie Haddad’dı. Tribünlerin ortasından daha yeni çıkmış ve kendinde değilmişcesine Pacers benchine doğru yürüyen Artest’e gittiler. İki taraf da anında gardlarını aldı. Artest’in Shackleford’a attığı yumruk arkadaki Haddad’ı da düşürdü. O’Neal koşarak geldi ve Haddad ayağa kalkarken onu tam yumruklayacakken bir sıvıya düşüp kaydı. Yumruk tam anlamıyla isabet etmedi.
Pollard: Sahaya gelmiş bazı taraftarlar ‘Ben şu adamı yumruklayacağım. Ben bunu yumruklayacağım’ deyip duruyorlardı. Sonra yaklaştıklarında ‘Vaov, adamın yüzüne yetişemiyorum bile’ oluyorlardı.
Gray: Jermaine O’Neal’ın yumruğu gelse o adam ölebilirdi. Kaydığı için çok şanslıydı.
Jackson: Görmedim ama duyabiliyordum. Salondaki tüm gürültüye rağmen o yumruğu hala duyuyordunuz.
Wilson: Bir an sadece bir şey düşünüyorsunuz. Tanrım, onu öldürecek.
Pollard: Vurmaya çalıştığı adam şanslıydı. O taraftarın şu anda yaşama nedeni bana göre kesinlikle arkadaşımın kayıp düşmesi ve yumruğu tam vuramaması. İyi ki kaymış çünkü yumruk isabet etse şu anda başı dertte, hatta direkt hapiste bile olabilirdi.
O’Neal: Yumruğu vurdum ve o yere düştü, o anda herkes etraftan çekildi. Bir anda olay eğlence ve maçtan çıkmıştı. ‘Hadi, Pacers’lıların canını yakalım’ değildi olay. Etrafımızdaki insanlar kendilerini korumaya başladılar. Mutlu olduğum şey buydu. Kayıp düştüğüm için mutluyum diye bakmıyorum. Birçok kişinin böyle söylediğini biliyorum ama ben kimsenin canını yakmaya çalışmıyordum. O anda kendimi ve takım arkadaşlarımı koruyordum.
Jonathan Bender (forvet, Pacers): Tüm amacım Jermaine’in önüne geçip barışı sağlamaktı çünkü 16 bin kişi sizin üstünüze çullanırken güvenliklerin bir işe yaramayacağını biliyordum. Kendime eğer birisi gelip bana zarar verecekmiş gibi gözükürse kendimi koruyacağıma dair söz vermiştim.
Charlie Haddad (O’Neal’ın yumruk attığı taraftar): Geceyi zar zor hatırlıyorum.
O’Neal: Kimse Pistons güvenliğinin olay olmadan hemen önce binayı terk etmesini o taraftara tembihlediğini bilmiyor. Kimse aynı adamın Yao Ming’e tehditler savurduğunu bilmiyor. İnsanlar bunu bilmiyor. O durumda yakalanan insanların bazı kötü senaryolarını kimse bilmiyor. Ancak oyuncular hakkında her şeyi biliyorlar. O adam oyuncularla kavga başlatmaya çalışıyordu, bu şekilde para kazanacaktı. Gerçek budur.
Çıkış Planı
Jackson ve O’Neal tarafından yumruklanan taraftarların görüntüsü Pistons taraftarlarının daha da azmasına neden olmuştu ve sahaya bir şeyler atıp olanları yuhalıyorlardı. Çok süre geçmeden herkes Indiana oyuncuları ve koçlarının olabildiğince kısa zamanda soyunma odasına gitmeleri gerektiğini fark etti. Tabii bu da sinirden patlayan taraftarların önünden tünele girmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Diğer problem Breen’in deyişiyle “korkutucu bir şekilde bakan” Artest’ti. Gecenin en beklenmedik şeylerinden biri o saniye yaşandı ve NBA ‘danışmanı’, güç ustası William Wesley ön koltuktaki yerinden kalkıp Artest’i iki taraftardan ayırdı.
Steve Angel (kameraman, ESPN): Sol gözümün görüş alanının köşesinde çıkan biri olduğunu gördüm ve o Artest’ti. Ben de onda kaldım. Sanki kendinde değilmiş, ‘Burada ne oluyor?’ dermiş gibi bir hali vardı. Olaydan kopmuş gibiydi.
Person: Ron’un stabilize edilme ve oradan çıkartılma konusunda biraz daha yardıma ihtiyaç duyacak adamlardan biri olduğunu biliyordum. Bu yüzden ona gittim. Gördüğümde tamamen kendinde olmadığını düşündüm. Sanki nerede olduğunu bilmiyordu. Önce dikkatini kendime çekmeye ve onunla konuştuğuma odaklanmasına çalıştım. Göz kontağı kurunca kendi kendini normal hale getirdi.
Artest: Ben Wallace’ın verdiği gibi bir reaksiyon vermesini beklemiyordum. Daha önce yüzüme hiç bira falan da fırlatılmamıştı. Hatta kimse birkaç istisna dışında bana bir şey atmamıştı. Hele hele kimse gelip yüzüme bira falan atmak, böyle bir şey hiç yaşanmamıştı.
Breen: En sonunda Artest’i sahanın diğer tarafına götürmeyi becermişlerdi. Arkasını döndüğünde sanki tamamen olayla ilişiğini kesmiş gibi bakmıştı. Tamamen kendini kaybetmişti. O bakış bana bunu anlatıyordu: kötü bir yerdeydi. Aklı tamamen başka diyarlardaydı ve delirmiş gibi bakıyordu.
Jalen Rose (forvet, Toronto Raptors): Adamım Wes hep doğru zamanda doğru yerdedir. Aynı zamanda Pistons‘ın en ön biletlerinden kombinesi vardır. Ron Artest’i sakinleştirmeye çalışan kişi oydu.
William Wesley: Bir şeylerin başladığını gördüm ama bu kadar büyüyeceğini düşünmedim. Sonra olayların çıktığını fark edince problemin değil de çözümün bir parçası olmaya karar verdim.
Angel: Canımın yanacağını hissettiğim tek an polisin biber gazını çıkarıp sallamaya başladığı saniyeydi. Reggie Miller ona yalvarıyordu. ‘Lütfen yapma, bu takım elbise yüzlerce dolar değerinde’ diyordu.
O’Neal: Polis ilk 10 dakika ortalıkta yoktu. Sonra gelip bize biber gazı sıkmaya çalıştı.
Pollard: Kontrol yoktu. Artık bu maç falan değildi. Olay taraftarlarla alakalıydı. Kuralları bilmiyorlar, ayırmaya çalışan hakemi dinlemiyorlardı. Tam bir mahalle kavgası kafasıyla hareket ediyorlardı. O taraftarlar NBA ailesinin bir parçası değiller. Sahada kavga etseler bile sonuçta kavga ettikleri adamlar diğer takımın formasını giyiyorlardı. Onlar kimseyi öldürmeye çalışmıyorlardı. Ancak taraftarlar bunu bilmiyordu ve biz de onların ne düşündüklerini bilmiyorduk. Bu tüm senaryoyu değiştirdi.
Larry Brown: Sahanın ortasında öylece durup yardıma muhtaç olduğumu hatırlıyorum. Taraftarlara seslenebilmek için mikrofonu almaya çalışmıştım ancak çok fazla şey oluyordu ve benim kafamda da inanılmaz sayıda şey dönüyordu. Olanları gördükçe midem bulanıyordu.
Person: En sonunda işler o kadar çirkinleşti ki mikrofonu yere bırakıp sahadan ayrıldı.
Breen: Sanki bir saattir oyuncuların sahadan çıkarılması için bekliyoruz gibi hissediyordum. Her kontrol altına alınmış gibi gözüktüklerinde başka bir kavga çıkıyordu. Taraftarlar, güvenliğin tribünde olanlarla ilgilenmesinden fırsat bulup sahaya indiklerinde ‘Vaov’ demiştim. Güvenliğe suç atmaya çalışmıyorum ancak şu çok net: bu sorunu nasıl aşacaklarına dair hiçbir fikirleri yoktu.
Jackson: Salonda en uzak tribünde oturan taraftarlar bizim olduğumuz yere gelmeden önce salondan ayrılmamız gerektiğini biliyordum. Onlar zalimdiler çünkü, bir şey kaybetmekten korkmazlardı. Eğer aşağı gelseler gerçekten birilerinin canı çok fena yanacaktı.
Person: O anda sanki Gladyatör filminde gibi hissettim kendimi. Taraftarlar birer aslandı ve biz kapana kısılmıştık ama bir şekilde canlarımızı kurtarmaya çalışıyorduk. Böyle hissettim. Sanki çıkış yoktu. Çıkmak için yoldaki herkesle kavga etmek gerekiyordu.
Kargaşadan akılda kalan fotoğraflardan biri Jackson’ın tünele doğru korkusuzca giderken Pacers formasını gösterip kendisine içecek fırlatan taraftarlara bağırışıydı. O’Neal bu tecrübeyi biraz daha kişisel algıladı. Bir şekilde çıkarılmadan hemen önce ona içecek fırlatan bir taraftara saldırmaya çalıştı. Çıkan birkaç Pacers oyuncusunun üstüne bir taraftar sandalye fırlattı. Jamaal Tinsley tünele girerek sahayı terk etti ama sonra elinde faraşla geri döndü, kimseye zarar vermeden bir şekilde yeniden içeri sokuldu. Tüm Pacers oyuncuları ve koçlarının tünele girebilmesi neredeyse imkansız görünüyordu ama bunu başardılar.
Jackson: Ben sahadan çıkarken bir şeyler atmaya başladılar. Ben de ‘Devam edin, atın. Ne yapmanız gerekiyorsa onu yapın’ diye bağırıyordum. Kendi güvenliğim konusunda pek endişeli değildim çünkü kendimi koruyabileceğimi biliyordum.
Donaghy: Sahadan çıkmak çok korkutucuydu çünkü tribünlerden üstümüze bozuk para, sandalye, farklı farklı sıvılar gibi birçok şey yağıyordu.
Breen: Sandalyeler havada uçuşuyordu, millet buldukları sert objeleri insanların kafasına atıyordu. Kimsenin ciddi şekilde yaralanmaması çok acayipti. Gerçekten çok acayipti.
Bryant Jackson (Pacers’lılara sandalye fırlatan taraftar): Ben, Bryant Jackson, altı çocuğum var. Ne doğruysa onu yapmaya çalışıyorum. Olmaması gereken bir şeyi o anın sıcaklığıyla yaptım.
O’Neal: Millet tükürüyor. Üstünüze tribünlerden sandalyeler, süpürgeler, tavalar geliyordu. Peki ne için? Eğer birimizin kafasına gelse ve ölsek, neydi yaptıklarının amacı? Evet bir rekabet vardı, Pistons‘ı sevmezdim ancak oraya her maça çıkmak için gittiğimde saygı göstererek gitmiştim. Otobüsten inip ısınmaya çıktığımızda dahi bir şeyler olacağını biliyorduk. Çünkü maç öncesi ısınmalarda bile kargaşa vardı. Taraftarlar bağırıyor, çığlık atıyordu. Zaten sporu spor yapan budur. Bu kadarını sevmeniz gerekir. Ancak fazlası… Gerçekten rakip takımda basketbol oynadığımız için mi bizden nefret ediyorlardı? Bu kadar derindi işte duygular.
Breen: Pacers’ın çıkış yapacağı yerde insanlar vardı. Sonra olayların ortasında son derece şık giyinmiş genç bir kadın vardı. O anda kadına acıdığımı hatırlıyorum, umarım iyi olur diye düşünmüştüm. Bunu söylediğim anda içi su dolu bir şişeyi çıkarıp çok kısa mesafeden Pacers’lılara fırlattı. İnanamıyordum. O kadar güzel giyinmiş bir kadın dahi olayın sıcaklığı ve herkesi etkisi altına alan mentalitesiyle bunu yapıyordu. Olayların ne kadar korkunç olabileceğinin net bir örneğine tanık olmuştum.
Larry Brown: Kadromuzdaki her oyuncu maçlara eşlerini ve çocuklarını da getirirdi, ve bir baba olarak çocuklarınızın sizi buna benzer bir halde görmesini asla istemezsiniz.
Ham: Eşim ve çocuklarım oradaydı. Küçük oğlum Donovan’ı ağlarken gösteriyorlardı.
Breen: En fazla 4-5 yaşlarındaydı. Ağlıyordu ve kendinden çok da büyük olmayan abisi küçük kardeşini kolları içine almış, kafasını tutmuş ‘Her şey geçecek. Her şey iyi olacak’ diyordu. Küçük çocuk çok üzgündü. Bir çocuğu öyle görmek çok korkunç olsa da abisini öyle görmek de çok kalbe dokundurucu bir andı. Tüm olanların saf duygusunu görebiliyordunuz.
Ham: Donovan çok sinirliydi. NBA’in sonsuza kadar bittiğini düşünüyordu. Ona olanları açıkladım ve sonra büyük bir sıkıntı çıkarmadı. Ama birçok çocuğun ürkmüş, bazılarının ağlıyor, bazılarının şok olduğunu gördüm.
Blaha: Bill Laimbeer’le birlikte Pistons benchinin yanında maç yayını yapıyorduk. Her şey diğer basın tribününde oldu. Benim çok şok olmamamın nedeni yanımdaki Bill Laimbeer’ın rahatsızmış gibi gözükmemesiydi. Sanki şaşırmış kalmış gibiydi.
Mike Brown: Tribünlerden sahaya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Herkes bir şeyler fırlatıyordu. Sanki 22 kişi 20000 kişiyle kavga ediyormuş gibi hissettim. Böyle bir şey olmadığını biliyordum anacak hayatımın en korkunç anıydı. Sonraki hatırladığım şey soyunma odasında ıslanmış kıyafetlerimizi sıkıyor halimizdi. Korkmadığını söyleyen her kimse bana göre yalan söylüyordur.
Person: Şanslıyız ki o insanlardan kaçıp güvenlice soyunma odasına varabildik.
Soyunma Odasında
Indiana oyuncuları ve teknik ekibi soyunma odasına girdikten sonra Detroit oyuncuları ve koçları sahada kalıp birkaç dakika önce yaşananlara inanamıyor şekilde durdular ve sonrası için neler yapacaklarını düşündüler. Maçın son 45.9 saniyesi oynanmadı ve sonuç tayin edildi: Indiana 97, Detroit 82.
Jackson: Soyunma odasına girdiğimizde Ron şunu dedi: “Adamım, takımda bu kadar z…i olduğunu bilmiyordum.” Çok zor zamanlardan geçip, beklenmedik şeyleri başaran oyuncularımız çoktu. Ben lise çıkışlıydım. Jermaine de öyle. Jonathan Bender. Jamaal Tinsley’in zor bir yaşamı olmuştu. Ron’un da. Birçoğumuz benzer durumlardaydık bu yüzden o zaman çoğumuz çok fazla düşünmedi. Ancak kimsenin bana gelip yanında olduğum için teşekkür etmesini beklemiyordum. Bu benim kendi başıma aldığım bir karardı.
O’Neal: Çok ateşli bir soyunma odasıydı. Arkadaşların sinirleri facia durumdaydı.
Jackson: Rick ‘Herkes sakin olsun, herkes sakin olsun’ diyordu. Herkes olanların etkisindeydi. Jermaine’in bir anda zıplayıp sanki Incredible Hulk’a dönüşürmüş gibi olduğunu hatırlıyorum. ‘Bir daha kavga ettiğimizde siz a… s…. bizi tutmaya çalışmayın!’ falan demişti. Rick ayağa kalkıp ‘Yardım etmeye çalışıyorduk!’ diye bağırmıştı. Yani durum oyuncularla koçların kavgasına dönüşüyordu. Öyle gözükmeye başlamıştı.
O’Neal: Soyunma odasına girebilmek için kavga etmiştik. Aslında tam bir kavga değildi, insanları itip kakmaktı. Bize yardım eden bir güvenlik yoktu. Yürüyordum, bizi tutmaya çalışıyorlardı birileri ama Chuck ve birkaç başka koç da ellerimizi tutup arkamızdan itiyorlardı. Bizim elimizi kaldırmamıza izin vermemeleri ve her şeyin yüzümüze gelmesi nedeniyle tartışma çıkmıştı. Sinirliydim çünkü. Bırakın da kendimi koruyayım sonuçta.
Jackson: Mike Brown’ın ağzına bir şey isabet etmişti ve kanıyordu. Koçun da yumruk yediğini gördüğümüzde ‘Biz bu işin içinde birlikteyiz. Herkes sakin olsun’ demeye başladık.
O’Neal: Rick’in neler yaşadığını bilemiyordum. Hangi pozisyonda olduğunu hayal edemiyordum. Sadece ikimizin sert bir tartışmaya girdiğini anımsıyorum. Rick’e çok saygım vardır, onu çok severim. Tüm dünyada en sevdiğim insanlardan biridir.
Jackson: Sonra Rick ‘Hadi otobüse atlayalım ve buradan gidelim’ demişti.
David Craig (doktor, Pacers): Birçok insana tedavi uyguladım, en kötü yarayı alan kişi Dan Dyrek’ti. (Indiana’nın fiziksel terapi danışmanı) Dan yüzünden yaralanmıştı. Çıkarken birisi yüzüne bir şey attı diye düşünüyordum.
Boyle: Yüzümün hemen üstünde kesik vardı ve benim için bir şey değildi. Ancak o alın bölgesi çok kanıyor. Ronnie yanımda duruyordu ve ‘Mark, sana ne oldu?’ diye sordu. Ronnie’ye ‘Beni ezdin’ dedim. O da ‘Oh, oh. Bilmiyordum. Çok özür dilerim” dedi. Gerçekten çok üzgündü. Çok sıcak kalpli bir insandır, hala da öyle.
Mike Brown: Kıyafetlerimin battığının farkındaydım, gözümün altında bir kesik olup olmadığını tam bilmiyordum. Eğer varsa da şaşırmazdım. Elimden geldiğince çabuk şekilde eşimi aradım çünkü beni tribünlere giderken görmüştü. Ona iyi olduğumu haber vermek zorundaydım.
Smith: Detroit oyuncularının aile lounge’ında Ben Wallace’ın ailesi, Rip Hamilton’ın arkadaşları ve birileri daha vardı. Ben’in ailesi çok büyük, devasa insanlardan oluşuyordu. Oradan geçerken tüm insanların olayların tekrarını izlemesi çok garipti. Bir boks maçı izlersiniz, bir adam yumruğu atıp kaçırdığında veya vurduğunda herkes nasıl ses çıkartır bilirsiniz. Ben’in kardeşinin Fred Jones’a doğru yumruğunu sallayıp kaçırdığında sanki tüm oda patlamıştı. İnsanların o gece güldüğünü gördüğüm tek an oydu sanırım.
Jackson: Sakinleştikten sonra Artest bana dönüp ‘Jack, sende başımızı belaya soktuk mu?’ diye sordu. Jamaal Tinsley gülmekten yerlere yattı. Ben de ‘Kardeşim ciddi misin? Bela? Ron, eğer işlerimizi koruyabilirsek şanslı sayılırız’ dedim. O anda sağlıklı bir kafa yapısına sahip olmadığını sorduğu soruyla anladım.
Pollard: Bu tamamen doğru. Deli gibi güldük. ‘Evet Ron evet. Bazı sorunlar çıkacak kardeşim, bir taraftara vurdun’ diyorduk. Ben inanamıyordum. Onun yaptığı şeyin bu kadar kötü olmasının şokundaydım. İçeriden kafası nasıldı bilmiyorum ama dışarıdan bakıp ‘Vaov. Herhangi birinin böyle bir tecrübe yaşadıktan sonra bedelini ödeme konusunda soru işaretleri olması garip duruyor’ diye düşünürdünüz.
Pacers için gece henüz bitmemişti. Polis tarafından tutuklanmadan salondan çıkmaları gerekiyordu.
Olko: California’da tatildeydim. Telefonum deli gibi çalmaya başladı. Ailemden ve arkadaşlarımdan birileri arıyor, ‘Televizyonunu aç, Palace’ta bir şeyler oluyor’ diyorlardı. Tabii ki televizyonumu açtım ve yardımcı polis şefimi aradım. Harıl hurul ‘Palace’ta değilim henüz ama gelmek üzereyim. Seni iki dakikaya arayacağım’ dedi. Palace çok güvenli bir yer olduğu için bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda memur oradaydı.
O’Neal: Soyunma odasına geldiler ve biz oyuncuları tutuklamaya çalıştılar. Bayağı bir şeyler oldu ancak kimsenin kelepçeyle dışarı çıktığını görmedim. Tamamen farklı şeyler dönüyordu, tam bir çılgınlıktı.
“Aslında Stern’ün bize merhametli davrandığını düşünüyorum çünkü direkt olarak bizi ligden atabilirdi. Düşüncem bu. 3 milyon doları kaybetmek üzücüydü ancak 3 milyon dolardan vazgeçip oynamayı, 3 milyonu tutup ligden atılmaya tercih ederim.” – Stephen Jackson
Mike Brown: Birisi geldi ve ‘Burada kalmanız gerek. Polis gelecek ve iki oyuncu ile bir koçu tutuklayacak’ dedi. Benden bahsediyordu çünkü bir taraftar tribünlerde arkadan gelip ona yumruk attığımı söylemiş. 20 bin kişiden dayak yemek üzereydim şimdi ise tutuklanıyordum. ‘Yok, böyle bir şey olmayacak’ demiştim.
O’Neal: ‘Yok, biz bir yere gitmiyoruz. Indiana’ya döneceğiz. Sizinle gelmiyoruz. Avukatımızla konuşun’ diyorduk. O şekilde konuşmak zorundaydık. Üstüne gelinen ilk kişilerden biri bendim. ‘Ne bu? Neyden bahsediyorsunuz? Hayır, sizinle gelmiyorum’ diyordum. Anlamıyordum. İnsanlar balyoz gibi şeyler fırlatıyordu ve Tanrı biliyordu ki her şey yüzümüze, vücudumuza, her yerimize gelmişti. Üstümüzde kan vardı. Kanıyorduk.
Gray: Artest’i tutuklamaya çalışıyorlardı. Kevin O’Neill gerçekten inanılmaz bir iş yapmıştı o gece. Polisi oyaladı ve o arada Artest’i otobüse bindirdiler.
Kevin O’Neill (asistan koç, Pacers): Evet ben yaptım. Bir şey değildi çünkü. Ronnie’nin nerede olduğunu merak ediyorlardı. O çoktan otobüse binip yerine oturmuştu bile.
Gray: Polis otobüse gidip onu çıkarmaya çalıştı ancak gelmeyeceğini söylediler.
Olko: En büyük odak noktamız sandalyeyi fırlatan adamı bulmaktı. Tek ağır suç buydu. Videoyu oynattık ve internete verdik. Şansımıza birisi aradı ve kim olduğuna dair ipucu verdi, biz de onu suçlu bulup tutukladık. Artest’i tutmak konusunda zaten çok fazla bir düşünce yoktu.
Mike Brown: Polis departmanından biri ‘Bakın, sizi olabildiğince çabuk şekilde buradan çıkaracağız. Bazı taraftarların gitmesini istiyoruz bu yüzden sizi burada tutmamız gerek. Kimseyi şu anda tutuklamayacağız çünkü böyle bir şeyin olması için yeterince güvenli bir çevre yok. Videoyu izleyip sonraki bir zamanda herkese ulaşacağız’ demişti.
Jackson: Gecenin en güzel ve çılgın tarafı otobüse binişimizdi. Çok sinirliydik. Sadece maçı değil, kavgayı da kazanmıştık. O gün Detroit’in kalbini çalmışız gibi hissettik. Sonra eve döndük ve cezaları gördük, gerçeklik o zaman devreye girdi.
Boyle: Uçağa bindik ve sırtım sertleşmeye başladı. Sağlık görevlisi tişörtümü kaldırmamı söyledi, sonra bana buz bağladı ve koridorda bir süre ileri geri yürümemi tembihledi. Kırıldığını bilmiyorduk. Sonra ben yürürken Ronnie ‘Mark, sana ne oldu?’ dedi. Ben de ‘Ronnie bu konuşmayı daha önce yaptık, hatırlamıyor musun?’ deyince; ‘Evet, evet evet. Hatırladım. Üzgünüm’ dedi. Her şeyden hiç etkilenmemiş gibiydi.
Gray: Artest sadece kendini savunduğunu ve her şeyin nefsi müdafaa olduğunu düşünüyordu bence. Ben Wallace’ın özür dilemek için aradığını söyledi. Ancak Wallace ve Pistons yöneticisi Mark Dobek bunu yalanladı. Yine de Artest defalarca kez bunu tekrarladı.
Daniel Artest (Ron Artest’in kardeşi): Her şey olup bittikten yaklaşık 10 dakika sonra Ron’la konuştum. Normal bir konuşmaydı. ‘Bana bir şeyler attılar, ben de tribünlere çıkıp işin icabına baktım’ dedi. Konuşma şeklinden ligin ona büyük bir ceza vermeyeceğini düşündüğünü anlayabiliyordum. En fazla beş maç falan kaçırır diye düşünüyorduk.
Netice
Lig bir sonraki gün hemen hareket etti ve David Stern “Dün geceki maçta yaşananlar şok verici, iğrendirici ve kabul edilemez, NBA’le alakalı herkes için küçük düşürücü şeylerdi. Yaşananlar oyuncularımızın tribünlere neden provakasyon veya kötü sözler olsa da girmemesi gerektiğini göstermiştir. Soruşturmalarımız devam ediyor ve yarın geceye kadar tamamlanmasını bekliyorum” cümleleri ile başlayan açıklamayı yayınladı. Sonunda Stern 9 oyuncuya 146 maçlık bir ceza vermiş oldu ve bu ceza oyunculara yaklaşık toplamda 10 milyon dolara mal oldu (En büyük cezayı 4.995 milyon dolarla Artest aldı. 13 de playoff maçını saydığımızda ortaya çıkan 86 maçlık ceza uyuşturucu cezalarını saymadığımızda tarihin en büyük cezası olmayı sürdürüyor. Ancak en büyük darbeyi ligin imajı aldı. Ligin alkol politikası ve oyuncular ile taraftarlar arasındaki bariyerlere dair büyük değişimler yapıldı. Stern olaydan 1 yıl sonra ligin aldığı dersleri şöyle sıralıyordu: “1-Oyuncular tribünlere giremez. Böyle bir durumda güvenliği bırakırlar ve ihkak-ı hak elde edemezler. 2- Taraftarlar da bazı sorumlulukları yerine getirmelidirler çünkü onlar da bilet aldıklarında her şeyi yapma özgürlüğüne sahip değiller. 3- Güvenlik ve taraftar kontrolüne dair çalışmalarımızı sürdürüp bu alanda güncellemelerimizi yapmalıyız.
Smith: Bir sonraki sabah kahvaltıda oturuyorduk ve olanların mantığını çözmeye çalışıyorduk. Yemek yerken ayağım yere değiyordu. Çılgıncaydı. Sonraki sabah bile o sinirler aynı şekilde duruyordu. Bunu asla unutmayacağım.
Walsh: Bir sonraki gün Artest’le konuştum. Sanırım sonraki gün maçımız vardı. ‘Orada kimseye vurmadım, sahaya dönüp taraftarlar bana saldırana kadar en azından’ demişti bana.
Boyle: Kimsenin bunun bedelinin ne kadar ciddi olacağına dair bir fikri yoktu.
Montieth: Larry Bird kariyerinde yaşadığı olaylardan sonra Artest’e yaklaşık 10 maçlık bir ceza verileceğini düşünüyordu. Sonra ligden bazı haberler gelmeye başladı ve Stern’ün ciddi olacağına dair sözleri duymaya başladık. Sonra Bird cezanın 30 maça yakın olacağını düşündü. Ancak asla tüm sezonu kapsayan bir şey olacağını sanmamıştı.
Larry Bird: O gece çok fazla kötü hata vardı ve Ronnie ile Indiana Pacers darbenin en büyüğünü yedi.
Stern: Bu olayda oyuncularla taraftarları ayıran bariyer aşıldı. Palace’ta yaşananlar hem oyuncularımızın taraftara ulaşabilmesi hem de kabul edilemez davranışlarıyla alakalıydı. Maçlarımız sırasında bazı bariyerler olduğunu herkese hatırlatmamız ve hem taraftarlardan hem de oyunculardan profesyonellik ile kendini kontrol etme konusunda daha uygun davranışlar beklediğimizi belirtmemiz gerekiyordu. Oyunculara verilen cezalar ile o taraftarların Pistons maçlarından ihraç edilmesi salonlardaki güvenliği sağlamamız açısından gerekli kararlardı.
Billy Hunter (yönetici, Oyuncular Birliği): Bence olayı ele alış biçimleri aşırı şekildeydi. Kavganın olduğunu, Ron ile Stephen’ın kendilerini tribünlerde bulduğunu biliyorum ve bunu hafifletmeye çalışmıyorum. Bu tolere edilebilecek bir şey değil. Basketbol için iyi bir şey değil. Ancak yaptırımların ne kadar ağır gördüğümde kaygılanmıştım.
Jackson: Aslında Stern’ün bize merhametli davrandığını düşünüyorum çünkü direkt olarak bizi ligden atabilirdi. Düşüncem bu. 3 milyon doları kaybetmek üzücüydü ancak 3 milyon dolardan vazgeçip oynamayı, 3 milyonu tutup ligden atılmaya tercih ederim.
Hunter: İtiraz ettik ve O’Neal’ın cezasını 25 maçtan 15 maça indirmeyi başardık. Kanıtlar Jermaine’in yaptıklarının parkede bittiğini ve Ron ile Steve’in yaptığı gibi tribünlerde büyük kavgalar etmediğini gösterdi.
O’Neal: Kızıma neler olduğunu hiç söylemedim, okulda öğrenmiş. Bir gün eve geldi ve ‘Baba kavga ettiğin için ceza mı aldın?’ dedi. Bu benim için zordu. Böyle bir konuşmayı kızımla yapmak zordu. Boys & Girls Club’a gitmek, St.Vincent Hastanesi’ne gidip oradakilerle konuşmak zordu. Toplumda bir lider olarak benim için zordu. Çünkü insanlarla konuştuğunuzda hem takımımız üzerindeki hem de toplumda bize algı olarak büyük etkiler bıraktığını görebiliyordunuz. Birçok kişi benim tüm davalarımı kazandığımı bilmiyordur. Haklı çıktım. Hepsinde, sivil, sabıkalı, ligdeki ceza olsun… Her bir davamı kazandım.
Daniel Artest: Ron tüm sezonu kaçıracağı için çok rahatsız değildi. Salona gidip çalıştı. Sürekli onunla birlikteydim. Ben, Ron, James Jones ve diğer Pacers‘lı John Edwards. Her gün. Ne kadar sinirli olursa olsun Ron bunu göstermedi.
Artest: O kadar para cezası almam gerektiğine hala inanmıyorum. Bir milyon dolara yakın bir parayı geri almak isterim aslında. Her şeyi başlatan ben değildim. Birkaç reklam anlaşması ve yatırım planlarımla birlikte 7 milyon dolar kaybettim.
8 Aralık’ta Oakland İdari Bölge Savcıları beş Indiana oyuncusunu (O’Neal, Artest, Jackson, David Harrison, ve Anthony Johnson) ve beş taraftarı (John Green, William Paulson, Bryant Jackson, John Ackerman, ve David Wallace) saldırı ve adam yaralama suçundan cezalandırdı. Aylarca süren dava süreci devam etti. Green 30 gün hapis cezasına çarptırıldı, diğer herkes maddi, şartlı tahliye ve toplum servisi cezaları aldı. Beş taraftar Pistons maçlarından ihraç edildi. Savcı David Goryca, davadan sonra “Tarihin en genç katili Nathaniel Abraham davasına baktım. Jack Kevorkian davasına baktım. Ama hiçbiri bu dava kadar dünya genelinde medya ilgisi görmedi” dedi.
Olko: Sürekli ne kadar müfettiş olduğuna dair sorular alıyordum. Bir tane vardı. Toplumda olan diğer sıkıntılarla da uğraşıyorduk. Ben elimdeki kaynakları nerede kullanayım? Hafif suçlu milyonerler üzerinde mi?
McCosky: Aylarca medya üzerinde durdu, artık acaba birisi mi öldü falan diye düşünürdünüz. Her şeyi nasıl başladığını, kimlerin olayın içinde olduğunu ve kimlerin olayı durdurduğunu insanlar hatırlayamaz duruma gelmişti. Sadece Detroit’te yaşanan çirkin bir gece haline dönüşmüştü.
O’Neal: Herkes olumsuz şeyler konuşuyordu. Bence kıyafet kuralı bu yüzden gündeme geldi. Lig bir anda ‘kontrolden çıkmıştı’. ‘Yorumcu’ denen insanları dinliyordum ve NBA’in çok hip hop vari bir şeye dönüştüğünü söylüyorlardı. Bu beni çılgına döndürüyordu. Sevdiğin müzik nasıl bir insan olduğunu illa belirlemek zorunda değil. Kavgadan sonra kıyafet kuralı gündeme gelmişti.
Olko: En sürpriz şeylerden biri toplumdan çok fazla kişinin bizi sertçe eleştirmesiydi. İnsanlar Pacers‘lıları tutuklamadığımız için kızgındı. Indianapolis’teki insanlar Pacers‘lıların peşinden gittiğimizi çünkü Detroit takımının bir parçası olduğumuzu falan söylüyorlardı. Tekrarlıyorum, olanlar küçük suç kategorisine giriyordu.
Ham: Bence medya olayları karıştırdı. Kontrolden çıkmış NBA oyuncuları hep haberlerin ilk sırasında yer alıyordu, taraftar davranışları değil. Taraftarlar oyuncuları saha içinde eleştirebilir, bu bir şeydir. Ancak daha önce bazı taraftarların oyuncuların çocukları, eşleri ile alakalı konuştuğunu gördüm. Hatta çizgiyi geçip bir şeyler attıklarını da. Bu yaşananların neden “NBA’de oynayan vahşi söz dinlemez siyahiler” üzerinden anlatıldığını anlamadım. Bu üzücü bir durum ancak böyle bir toplumda yaşıyoruz.
O sıralarda Pacers iki farklı sorunla karşı karşıyaydı: 2005 Playoff’ları yolunda takımı Artest’siz nasıl odaklanmış tutacaklar ve Artest’in geleceği hakkında ne karar alacaklardı? Artest garip şekilde olanlarla bir sorunu kalmamış gibi davranıyor, vücut formunu korumaya ve yeni hip-hop albümü üzerinde çalışmalar yapmaya devam ediyordu. 2005 Playofflarında iki takım bir daha karşılaştığında 6 maçta Pistons galip geldi ama Finallerde Spurs‘e kaybetti. Sonraki sezonun başında Artest ve Bird SI’ın kapağına çıktığında her şey iyi hoşmuş gibi görünmüştü. Ancak değildi.
Montieth: İnsanlar Pacers’ın dağılmasının nedeni olarak kavgayı gösteriyorlar. Ben buna katılmıyorum çünkü emekli olan Reggie Miller’ın dışında takım sonraki sezon aynıydı. Bence dağılmanın sebebi Ron Artest’in 2005 Aralık’ta takasını istemesiydi.
O’Neal: Ron’ın ne problemi vardı bilmiyorum, takas istemesinin nedenini de bilmiyorum. Hiç bana gelip bir şey söylemedi. Stephen’ın onu korumak için elinden geleni yaptığını biliyorum. Ben de aynı şekilde elimden geleni yaptım. Böyle bir şeyden sonra birisinin takasını istemesi size koyuyor açıkçası.
Walsh: Birçok kişi kavga esnasında Ronnie’ye destek çıktı. Jermaine ve Jack ceza aldı. Çoğu kişi de küçük cezalara çarptırıldı. Kalkıp takasını istemesi tüm takımı çok farklı bir hale büründürdü. Ron’un çıkıp gitmek istediğini düşündüler ve bu da takıma çok zarar verdi.
Jackson: Evet, Ron gitmek istediğinde yıkılmıştım. Düşünsenize 3 milyon dolar kaybettim. ‘Kariyerlerimizi ve her şeyimizi senin için orada riske attık ve bizden ayrılmak mı istiyorsun’ düşüncesi oluştu. O dönemde ligin en iyi takımıydık. Bu canımızı yakmıştı.
Walsh: Ron’a ‘Pazartesi günü oturup bu konuda konuşacağız’ dedim. Sadece bunları söyledim. Sonra pazar günü kalktı ve bir daha takasını istedi. Pazartesi günü buluştuğumuzda onu takas edeceğimi söyledim ve böyle de yaptık.
Pacers bir süre Artest’i kadro dışı bıraktı ve 25 Ocak 2006’da Peja Stojakovic karşılığında Sacramento’ya gönderdi. Kavgadan sonra Artest sadece 16 kez Pacers forması giydi.
O’Neal: Kariyerinden taviz verdiğiniz bir pozisyona düşüyorsunuz. Hayatınızı, ailenizin nasıl yaşadığını değiştirecek bir şeyler yapıyorsunuz ve bunun tek nedeni bir anda yanınızda olmak istemiyor. Kimse bir odaya girip saatlerce orada oturmanın ne olduğunu bilmiyor. Kimse hapse girme ihtimaliyle oynamanın ne olduğunu bilmiyor. Bir de bunların hepsi sezon içinde oluyor. Takım Detroit’e gidiyor ve neler neler duyuyor. Toronto’ya gidemiyoruz bile, iş iznimiz yok. Kimse bunları bilmiyor.
Jackson: Sonuçta bu Ron’un kararıydı. Hala NBA’de işimizi koruyabildiğimiz için müteşekkiriz. Ve bir kişinin ayrılması şovu bitirmez. Bu bizim kendi içimizdeki görüşümüzdü. Onunla yapabileceğimizi onsuz da yapabilirdik.
O’Neal: Kavgadan sonra çok fazla saha dışı problemimiz oldu ve kendimizi iyi hissetmiyorduk. İyi değildik. Artık bir değişim isteyeceğimiz noktaya kadar gelmişti. Donnie Walsh da eminim ki böyle hissetmişti. Bu yüzden New York’a gitti.
Rose: Ben Detroit’liyim. Detroit’te bıraktığı kara leke ülke bazında tipik Detroit şeylerinden birinin yaşandığı yönündeydi. Pacers olarak baktığımda ise 2000 Finallerinde oynayan bir takımdan, iyi basketbol sergileyen ve aynı zamanda sorumlu vatandaşlarla dolu bir kadrodan taraftarların artık izlemek istemediği bir ekibe dönüşmüştük. Ligin zirvesinden düştük. Taraftarlar desteğini çekti. Sonra saha dışında çok fazla sıkıntı yaşandı ve artık bazı değişimler yapılmak zorunda kalınmıştı.
O’Neal: Artık iş basketboldan çıkmıştı. İyi hissetmiyorduk. Maç oynarken iyi hissetmiyorduk, tüm şehir bölünmüş gibiydi. Bir tarafta bizim arkamızdakiler, diğer tarafta karşımızdakiler vardı.