By Jonathan Abrams / Çeviri: Yılmazcem Özardıç
Bu yazı ilk olarak 20 Mart 2012 tarihinde Grantland’de yayınlanmıştır.
10 yılı aşkın bir süre sonra dahi o anlar aynı şekilde insanın hafızasında kalıyor. Detroit Pistons‘ı farkla yendikleri maçın son anlarında Ron Artest’e bir plastik bardak atılıyor. Palace of Auburn Hills’in tribünlerine doğru zıplıyor. Kargaşa başlıyor. Oyuncular taraftarlarla kavga ediyor, bir sandalye atılıyor, şişeler patlıyor. Saniyeler içinde oyuncularla izleyicileri ayıran o görünmez duvar yıkılmış, sosyal davranış sözleşmesi yırtılıp atılmış durumda kalıyor.
O akşam yaşananlar ödenmeyen 10 milyon dolara yakın çek ve 146 maç cezaya neden oldu. Kavga Pacers‘ı Final adayından normal bir playoff takımına, sonrasında ise bir lotarya ekibine dönüştürdü. Artest o günden sonra NBA’in en sinirli oyuncularından yavaş yavaş Metta World Peace’e dönüştü. Stephen Jackson ve Jermaine O’Neal’ın kariyerleri birkaç saniye içinde alınan hatalı kararlarla büyük yaralar aldı. Medya haftalarca güvenlik, taraftar davranışları ve oyuncularla izleyiciler arasındaki ilişkiyi haftalarca tartıştı. O gece NBA’in en korkulu en kötü rüyasını temsil etti.
“Büyük kavganın nedeni olan çok sayıda etmen vardı” diyor Indianapolis Star’dan gazeteci Mark Montieth, “Eğer Artest, Ben Wallace’a sert bir faul yapmasa bunlar yaşanmazdı. Ben Wallace verdiği gibi bir reaksiyon vermese yine olanlar olmazdı. Eğer hakemler durumu kontrol etse, yine olmazdı. Artest hakem masasında uzanmasa olmazdı. Eğer bir taraftar bir içecek fırlatmasa olmazdı. Her şey birbirine bağlıydı. Bunlardan bir tanesini içeriden söküp alsanız hiçbir şey yaşanmazdı.”
O gece orada olan, olayı yaşayan ve tanık olan herkese ulaşıp sözlü bir hikaye yaratmak istedik. Aşağıda işleri parantez içinde olan kişiler 19 Kasım 2004’teki ünvanlarıyla yazıda yer alacak. Tarih yerine tabii NBA tarihinde en çok tanınan gece, gerçek adıyla “The Malice at the Palace” da diyebiliriz.
“Mesaj” Maçı
Sezonun başlangıcından yaklaşık iki hafta geçmesine rağmen maç öncesi şunlar iki takım için de çok önemliydi: Cuma gecesi ESPN’de, son şampiyon Pistons‘ın Doğu Finalleri 6.maçında Artest’in Rip Hamilton’a yaptığı sert faulden ve Indiana’nın duygu yüklü elenişinden sonra iki takım ilk kez karşı karşıya geliyor. O maçta O’Neal ve Jamaal Tinsley sakat sakat oynamış ve Indiana tüm yaz boyunca daha iyi takım olduğunu düşünmüştü. İki taraf da kadrolarında oynamalar yapmıştı. Detroit Corliss Williamson, Mehmet Okur ve Mike James’le yollarını ayırmış, Antonio McDyess, Carlos Delfino ve Derrick Coleman’ı kadrosuna katmıştı. Indiana ise Al Harrington’ı takas edip Stephen Jackson’ı almıştı ancak iki tarafta da birbirlerine karşı kötü hisler devam ediyordu.
Jermaine O’Neal (forvet, Pacers): Ne kadar iyi bir takım olduğumuzu bilmiyorduk bile. Sadece yeteneğimizle 61 maç kazanmıştık. Bu ligde önemli olan olgunluk, tecrübe ve yetenek, biz de sezona girerken ‘bunların hepsi bizde var’ diye düşünmüştük. Gerçekten böyle düşünüyorduk.
Anthony Johnson (guard, Pacers): 2004 Konferans Finalleri’ne çıkan takımın neredeyse tamamını tuttuk ve muhtemelen daha da iyiydik.
Darvin Ham (forvet, Pistons): Indiana ile bizim aramızda sıkı bir rekabet vardı. O dönemin Pacers koçu Rick Carlisle bizden yeni ayrılmıştı. Benzer oyun stillerimiz vardı.
Mike Breen (o gece ESPN için maçı sunan spiker): Sezonun ilk bölümünde oynanan merakla beklenen maçlardan biriydi.
O’Neal: Birbirimizi sevmiyorduk. Aramızdaki rekabet eski Knicks–Bulls takımlarının TV’den izlediğim, oyuncuların birbirlerini itip kaktığı rekabete benziyordu. Biz böyle görüyorduk.
Scot Pollard (pivot, Pacers): Bir takımla hazırlık maçlarında, normal sezonda ve playoff’ta oynadığınızda bir rekabet oluşturmaya başlıyorsunuz. Böyle oluyor. Ben Sacramento’dayken de Lakers‘la aynı şey vardı. Birbirinizle yılda altı-yedi, belki de daha çok kez oynuyorsunuz ve rakiplerinizi daha da tanıdıkça birbirinize kötü hisler beslemeye başlıyorsunuz.
O’Neal: Bizim yolumuza çıkıyorlardı diye düşünüyorduk. Daha gençtik. Daha iyiydik. Daha yetenekliydik. İyi olduğumuzu biliyorduk. O gün onlar son şampiyon, biz de en çok kazanan takımdık. Onlar ‘Biz ağır toplarız. Gemi batarken dahi en son biz batarız. Bizi ezip geçmeniz gerek’ diyorlardı. Aramızdaki rekabet böyleydi işte.
Mark Montieth: Ron çok iyi oynuyordu. Sezonun ilk 7 maçının istatistiklerine bakarsanız bunu görebilirsiniz. Maç başına 20 sayıdan fazla atıyor ve kariyerinin en iyi üçlük yüzdesiyle atıyordu. Detroit’e karşı o gece devrede 17 sayı civarı bir skor bulmuştu. Üçlüklerleri yolluyordu. Pacers maçı domine ediyordu.
Pistons son çeyrekte bir ara farkı 5 sayıya kadar indirse de sonraki 10 atışını kaçırdı. Indiana galibiyeti Austin Croshere ve Stephen Jackson’dan gelen üst üste üçlüklerle garantilemişti. Ancak maç çok gergin hale geliyordu. 6.43 kala Rip Hamilton Jamaal Tinsley’e bir ribaunt pozisyonunda sırtından darbe vurmuştu. Pacers benchi bir anda ayağa kalkmıştı. Çok rahat şekilde kasti faul çalınabilecek bir pozisyondu. Sonra 1.25 kala fark 11 sayıyken Wallace Artest’in şutunu bloklamaya çalışırken potanın altına kadar itti ancak faul çalınmadı. Indiana, 57 saniye kala Jackson’ın 2 serbest atışıyla skoru 97-82’ye getirmişti.
Sekou Smith (NBA yazarı, Indianapolis Star): Maçın bitimine 3 dakika kala Mark Montieth bana ‘Bu fauller sertleştikçe sertleşiyor’ dedi. Hakemlerin maçın kontrolünü alması gerektiğini söyleyip duruyordu.
Stephen Jackson (guard/forvet, Pacers): Maçın sonuna doğru takımdan birinin Ron’a ‘Şimdi bir tane yapabilirsin’ dediğini hatırlıyorum. Duymuştum. Sanırım birisi serbest atış atıyordu. Birisi Ron’a ‘Şimdi bir tane yapabilirsin’ demişti. Bu maç içinde sorun yaşadığı birine bir faul yapabileceği anlamına geliyordu.
O’Neal: Çocukların bu konuda konuştuklarını anımsıyorum. Olanlardan iki üç dakika önce oyundan çıkmıştım. Onları farkla yenmiştik. Arada bir düşmanlık olduğunu görebiliyordunuz.
Mike Brown (asistan koç, Pacers): Ron ile Ben arasında bir şeyler olmaya başladığını görebiliyordunuz. Bir faul oluyor, bir tane daha oluyor, sonra bir tane daha oluyor ve fauller dışında problemler de yaşanıyordu. Maç kontrolden çıkıyordu. Hakemlerin ikisini de oyundan atacağını umuyordum.
Mark Boyle (radyo spikeri, Pacers): Hala oynamaları için bir neden yoktu. Bana sürpriz geliyordu. Evet, heyecanlı bir maç, önemli bir rekabetti. Ama maçın sonucu çoktan belli olmuştu.
Larry Brown (koç, Pistons): Ben maçın 45 saniye kala bir oyuncuyu atarak utandırmaya yetecek kadar kontrolden çıktığını düşünmüyordum.
Montieth: Reggie Miller oynamadı. Anthony Johnson oynamadı. Scot Pollard oynamadı. Bu adamlar sokak kıyafetleri giymiş durumdalardı. Carlisle’ı tebrik etmek lazım, o gece elinde az bench oyuncusu vardı.
Jackson: Ben faul yapılması konusunda yanlış adamdı çünkü hatalı değilsem kardeşi çok yakın bir zamanda hayatını kaybetmişti ve sorunlar yaşıyordu. Ben’i savunurken sayı atmasına izin veriyordum. Süreyi bitirmeye çalışıyordum. Sonra Ron bir anda çıktı ve ona çok sert bir faul yaptı. Ben ‘Ne oluyor a… k…?’ diyordum. Neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Sonra olanlar oldu. Her şey çok ama çok hızlı yaşandı.
Boyle: Ronnie Ben’e pota altında faul yaptı ve Ben Ronnie’yi itti. Sonra Ronnie geri çekildi ve her şey basın masasına doğru taşındı.
Ben Wallace (forvet/pivot, Pistons): Bana vuracağını söyledi ve yaptı. Normal olan şeylerden biriydi. Çekişmenin sıcaklığıyla oldu.
Larry Brown: Ligde herkes sert faul yapıyor. Ancak bunun bir yeri ve zamanı var. Belki bir oyuncuyu faul çizgisine götürüp maçın son anlarında turnike atmasına izin vermezsiniz. Ancak maç çoktan bitmişse ligdeki çok az oyuncunun başkasına zarar vermeye çalışacağını düşünüyorum. Nadir görülen bir şeydi ve bence o yüzden Ben verdiği şekilde bir reaksiyon verdi.
Hakem Masası
İki takımdan birçok oyuncu Wallace’ı Artest’ten uzak tutmaya çalıştı, Artest sonunda (açıklanamayacak şekilde) hakem masasına uzanmayı tercih etti. Her şey duruluyordu. Bir sonucun çıkması konusundaki yavaşlık (Wallace’ın çıkması, takım arkadaşlarının itip kakışması ve hakemlerin tartışması) olayın hızlanmasına yol açtı.
Donnie Walsh (CEO ve başkan, Pacers): Ronnie karmaşadan uzak kalmaya çalıştı çünkü ona daha önce ‘Eğer kendini çok heyecanlanıyor olarak görürsen hemen olaydan uzaklaş ve o histen kurtulmaya çalış, sonrasında düşüncelerini topla’ denmişti. Bu yüzden gidip masaya yattı. Bu şekilde heyecanlanmayacak ve yanlış bir şey yapmayacaktı.
Tom Wilson (Detroit Pistons ve Palace Sports and Entertainment CEO’su): Hakem masasına uzandığı anda doğal engeller kalkmış oldu. Kalabalıkla arasında hiçbir şey kalmamıştı. Normalde oyuncular benchine gider. Bu durumda hakem masası ya da sandalyelerin üzerinden zıplamanız gerekir. Yani çılgınca bir şey yapmanız için önünüzde engel olur ve insanların sizi tutması için de bir şans verir.
Montieth: Bir şekilde de olsa masada yatarak pasifçe provoke etmiş oldu. Bir kulaklık aldı, sanki evindeki insanlarla konuşacakmış gibi. Etrafta çok fazla ‘soytarılık’ yapıyordu. Kafasında kendine ‘Bak, burada bir şey yapmıyorum. İyi olmaya çalışıyorum’ diyordu. Ancak işler öyle gelişmedi.
Boyle: Kulaklık sistemini hazırlamıştık çünkü maç sonunda bir oyuncuyla röportaj yapmayı düşünüyorduk. Ronnie’yi bir süredir tanıyorduk. Asla öyle bir durumda Ron Artest’in önüne açık bir mikrofon koymazdık. Mikrofon kapalıydı.
Wilson: O sanki ‘Çok havalıyım be’ deyip herkesten uzaklaştığınız ve hiçbir şey yokmuş gibi hareket ettiğiniz anlardan biriyi. Bence kalabalık da böyle anladı.
Boyle: Belki 6 tane asistan koçumuz vardı, orada olmalarının sebebi koçun ya onları çok sevmesi ya da birilerine iyilik borcu olmasıydı. O günlerde bu çok tipik bir şeydi, geniş teknik ekipler. Ronnie masada uzanırken asistanlardan biri (Chad Forcier isimli genç bir adam) Ron’a doğru karnını ovuyordu. Ben o anda ‘Neden bu adamı buradan götürmüyorlar?’ diye soruyordum kendi kendime.
Montieth: Artest kulaklıkları takmaya çalışıyor, aynı anda Reggie Miller da elinden alıp yerine bırakmaya çalışıyordu. Reggie durumu kontrol altında tutup Artest’in peşinde koşmak konusunda iyi bir iş çıkarmıştı.
Boyle: O takımda çok fazla bu tarz oyuncu vardı. Stephen Jackson kavga edecek birini arıyordu. Sürekli kafası yukarıda bakıyordu. Ronnie masada yatıyordu. Ben geri kalacak bir karakter değildi. Çok fazla yanlış adam bir araya gelmişti.
Mike Brown: Pistons oyuncularını kimse geride tutmuyordu. Tanıdığım ve iyi ilişkim olan bir isim varsa o da Ben’di. Onu tutup konuşmaya çalıştım. Lakabı Debo’ydu. Bu yüzden eskilerden bir esinti yapmaya çalıştım. ‘Debo, Debo, buna değmez. Geri git. Debo. Hadi ama’ diyordum. Biraz yavaşladı ve sonunda onu durdurmayı başardım.”
Jackson: Beni en çok kızdıran şey Ben ile Ron’u ayırmaya çalışırken Ben’in birçok takım arkadaşının konuşmayı sürdürmesiydi. Yardım edip ayırmaya çalışıyordum ve Rip Hamilton ile Lindsey Hunter’ın sözlerini duyuyordum. Sonra ‘Tamam, kavgayı ayırmaya çalışmıyorlar. Konuşmayı sürdürüyorlar. Gidip ne yapmak istiyorlarmış bir bakayım diye düşünmüştüm.
Hunter: Rip’i durdurmaya çalışıyordum çünkü Rip neredeyse 70 kilo bir şeydi ve benim küçük kardeşim gibiydi. Ona ‘Rip, sakin ol. Darbe almadan buradan çık’ diyordum. Derrick Coleman ‘Hadi şunları buradan alalım’ diyordu. Sonra oradayken Stephen gelip bir şeyler söylemeye başladı. Dinleyin, ben öyle kavga için falan çok yaşlıydım ama boks yapıyordum. ‘Buradaki adamlarla kavga etmem pek yakışık olmaz’ diye düşünüyordum. Ancak yaklaşık 9-10 yıldır boks yaptığım için benim için çok da büyük bir şey olmazdı.
Jackson: O anda kavga modundaydım. Kendi kendime ‘Saygısızlık yapıyorsunuz. Biz bunu ayırmaya çalışıyoruz. Eğer kavga etmek istiyorsanız istediğinizi size vereceğim’ diyordum. Çok fazla gürültü, ters konuşma vardı.
Hunter: Böyle bir durumda kendinizi ve takım arkadaşlarınızı korumaya çalışırsınız. Kimsenin kimseyi arkadan vurmayacağından emin olmaya çalışıyordum. Zorla gülümsediğimi ve ‘Jacko, bu kadar insanın önünde kavga etmek istemediğini biliyorum’ dediğimi hatırlıyorum. Sonra birbirimize baktık ancak bir şey olmadı. İnsanlar Rip’in manyak gibi bir rekabetçi olduğunu bilmiyorlar ama Rip bir anda patlıyor. Gerçekten duyguluydu.
Jackson: Rip’le yakınız, gerçekten iyi arkadaşlarız. Ancak o zaman duygular çok yukarıdaydı. Sinirliydiler çünkü rezil oluyorlardı. 15 sayıyla onları yeniyorduk. Gerçekten sinirliydiler ve dolduruşa gelmişlerdi. O yüzden o anda ‘Eğer istiyorsanız, istediğinizi size vereceğim’ dedim.
Boyle: Tommy Nunez Jr. üç hakemden biriydi ve çok küçük bir adamdı. Orada adamları ayırmaya çalışıyorlardı. Ron Garretson elinden geleni yapıyor gibi duruyordu, kimsenin hatırlamadığı üçüncü hakem de Tim Donaghy’di.
Tim Donaghy (NBA hakemi): Artest ve Wallace’ın birbirlerinden uzak olduğu taktirde bir şeyler olacağını düşünüyorduk.
Smith: Çılgınlık başladığında Garretson orta sahadaydı. Sahanın ortasından, sahanın masanın karşı tarafındaki son çizgisine kadar Artest ile Wallace’ın arasında hakem masasının oralarda yaşanan aksiyonu görebilmek için gerilemişti.
Donaghy: Olayı durdurmaya çalışıp bunun imkansız olduğunu fark ettiğimiz anda geri çekilip neler yaşandığını görmeyi denedik. Böylece maç başladığında kimin atılması gerektiğini ve ne kararlar alacağımızı bilecektik.
Jackson: Kimlerin atılacağını belirlemekte facia bir iş yaptılar. Korkunç bir iş yaptılar korkunç. Her şeyi yönetmekte korkunç bir iş yaptılar.
Montieth: Millet Joey Crawford ve hemen çaldığı düdüklerinden falan şikayet ediyor. Joey Crawford o maçta görev yapsa bunların olmayacağına dair garanti veririm çünkü işleri kontrol altına alırdı. Teknik fauller çalıp herkesi ihraç ederdi.
Ben Wallace: ‘Bir daha bunu yapmam’ ya da ‘şunu yapmam’ demek çok zor çünkü benzer bir durumda nasıl reaksiyon vereceğinizi bilemiyorsunuz. Çok farklı bir durumdu ve çok fazla şey çok hızlı gerçekleşti.
Jim Gray (saha içi muhabiri, ESPN): Pistons bir sıkıntıydı. Olayın gerçekleşmesine yol açan Pistons’tı, agresif taraf Wallace ve Pistons destekçileriydi.
Jackson: Tabii ki keşke Ron’u durdurmakta daha iyi bir iş yapsaydık diyorum. Onun masaya gidip kulaklıkları takmasına izin verdik. Bence bu sorumluluk bir takım olarak bizim üzerimde. Eğer geri dönebilsem takımımızı toplayıp benchte öylece durmamızı sağlardım. Böylece soğukkanlı kalıp büyük resmi görebilirdik.
Kıvılcım
Wallace’ın Artest’i itmesinden 90 saniye geçmişti, Artest hakem masasında uzanıyor, Detroit taraftarları ona ağza alınmaz küfürler ediyordu. Parkede olan 10 oyuncu (O’Neal, Artest, Jackson, Tinsley, ve Fred Jones Indiana adına; Ben Wallace, Rasheed Wallace, Hamilton, Hunter, ve Smush Parker Detroit adına) ve iki tarafın koçları sahanın ortasında toplanmış, bir türlü siniri yatışmayan Wallace’tan endişeli haldeydi. Diğer herkes benchlerinde duruyordu. Nedense kimse Artest’i o masadan almadı. Sonunda sinirli Wallace Artest’e doğru kafa bandını fırlatmıştı.
Mike Brown: Ben Ron’un peşinden gitmiyordu ancak kafa bandını çıkarıp elimin altındaki Ron’a doğru fırlattı. Bu olduğunda hemen bandın nereye gittiğine doğru baktım, Ron’a isabet etmemişti ancak sanki kapalı kapakları o an açmıştı.
Gray: Ron’dan birkaç santim uzakta, basın tribününde oturuyordum. Ron’a ‘Hemen gitme, maç sonunda seninle röportaj yapmak istiyorum’ demiştim. Tamam cevabını vermişti. Bu konuşma bir şey havada süzülüp göğsüne isabet etmeden yaklaşık 20 saniye önce yapılmıştı.
Bob “Slick” Leonard (radyo yorumcusu, Pacers): Arkamızdan bir yerlerden büyük bir bira şişesi geldiğinde elim Ron’un üstündeydi.
Mike Brown: Çok küçük bir mesafeden bahsediyoruz. O taraftar attığı bira, kola ya da her neyse daha da şanslı olamazdı.
John Green (Artest’e şişeyi atan taraftar): Kimseye isabet etmesini istemedim. O şişeyi fırlattığım gün fiziğin kurallarını unuttum. Umarım kimse The Palace’ta kimse bir şey fırlatmaz.
Ron Artest (forvet, Pacers): Bir sıvı üstüme geldiğinde yatıyordum. Yüzümde ve göğsümde buz ve cam vardı. Bundan sonra artık olay nefsi müdafaaya döndü.
Jackson: Herkes için yüzüne böyle bir şey atıldıktan sonra tepki vermek çok zordur.
Gray: Hemen kalkıp radyodaki insanların üzerinden atladı.
Wilson: O an hem ışık hızında yaşanıp hem de olabilecek en yavaş şekilde gerçekleşen nadir anlardan biriydi. ‘Haaaaaaaaayır’ diyorsunuz kendi içinizden.
Boyle: Refleks ya da içgüdü, ne derseniz deyin. Ben hemen ayağa kalktım ve Ronnie beni ezip geçti. Beş omurumu kırdım. Şimdi eşim bana dediğimde güldüğüm şey ise ‘Eğer Ronnie’yi tribüne gitmekten alıkoyabilsen bunların hiçbiri olmazdı’ cümlesi. Ona ‘Aman tanrım. Eğer Ronnie’yi tribünlerden alıkoysam NFL’de oynuyor olurdum’ diyorum. Partnerim Slick Leonard benden daha akıllıydı, hemen oradan çekildi.
Leonard: Mark yoldan çekildi ve Artest üstünden geçti. Olanları gördüğümde ‘Şunlar bitene kadar basın odasına gideyim’ dedim.”
Mike Brown: Artest’i yakalamaya çalıştım. O anlık bir reaksiyondu çünkü tribüne giderse hiç iyi şeyler olmayacağını biliyordum. Yakalayamadım ve peşinden gitmem doğaldı diye düşünüyorum. Nasıl tribüne kadar gittiğimi bilmiyorum ama tribünlerde kendimi buldum.
Kargaşa
Artest şişeyi atan kişiyi bulmak için tribünlere gitti ve yanlış taraftara (Michael Ryan) doğru hareketlendi, sonra önünde durup iki eliyle üstüne çullandı. Gerçekte şişeyi atan taraftar John Green Artest’i arkasından yakalayıp kafakola almaya çalıştı. Bir başka taraftar yakından Artest’e bira fırlattı, Stephen Jackson da ıslandı ve yumrukla cevap verdi. Aynı anda Ben Wallace’ın kardeşi David’in balyoz gibi yumruğu Indiana’lı Fred Jones’ı çok küçük bir mesafeyle kaçırdı ve o anda iki takımın oyuncuları ve koçları olanları durdurmak için kalabalığın üstüne zıpladı. ESPN yorumcusu Bill Walton daha sonra o anı ‘NBA’deki 30 yılımın en kötü anı’ diyerek nitelendirdi. O sekansı hatırlayanların sözleri ise aşağıda.
Ham: Bir anda her şey karıştı.
Doreen E.Olko (Auburn Hills Polis Şefi): Palace’ta yaşanacak her şey için milyarlarca güvenlik planımız vardı ancak bunların hiçbiri bir oyuncunun tribünlere atlamasını içermiyordu. O kimsenin ön görmediği bir şeydi.
Michael Ryan (fan): Artest üstümde beni yumrukluyordu. ‘Sen mi yaptın?’ diye sordu. Ben de ‘Hayır, hayır!’ diye cevap verdim.
Montieth: Birçok kişi size Artest’in tribünlere gidip taraftarlara saldırmaya başladığını söyleyecektir. Aslında hayır, böyle olmadı. Tribünlere gidip şişeyi attığını düşündüğü yanlış kişiyi yakaladı. ‘Sen mi attın?’ diye sordu ve ona vurmadı.
Mike Brown: Sonra bir anda Jack’i tribünlerde gördüm.
Jackson: İnsanlar takım arkadaşı dediğiniz insanın sizin için ne kadar önemli olduğunu, sezon boyunca ailenizden çok onu gördüğünüzü anlamıyor. Nasıl ona yardım etmememi bekliyorsunuz, yaptığı yanlış bile olsa? Tribünlere gitmek kesinlikle doğru değildi. Bir genç olarak takım arkadaşlarınızın yanında olmayı öğrenirsiniz ancak size asla tribünlere gitmeniz söylenmez. Ben asla o durumda olabileceğimi, yani tribünlere gidip takım arkadaşımın taraftarlarla kavga etmesine yardım edeceğimi düşünmedim. Ancak o anda onu görüp yardım etmesem o şekilde yaşayamazdım.
Montieth: Eğer doğru hatırlıyorsam Artest Ben Wallace’ın kardeşinden bir darbe aldı ve bir yumruk attı.
David Wallace (Ben Wallace’ın kardeşi): O anın sıcağıyla öyle bir şey yaptım. Bir konuda düşünecek zamanınız yoksa yaşananlar üzerinde bir düşünme süreci olmayabiliyor.
O’Neal: Bizimle birlikte seyahat eden özel bir korumam vardı. Gölgem gibi benimle birlikteydi. Tribünlere bakıp insanların oyuncuların üstüne atladığını gördüm. Hakem masasının üstünden arkadaşlarıma yardım etmek için geçmeye çalıştığımda korumam beni tuttu. Arkamı döndüğümde parkede insanlar bize vurmaya çalışıyordu. İlk gördüğüm kişi takım arkadaşım Fred Jones’tu. Birisi arkadan ona zarar vermeye çalışıyordu.
Jackson: İlk reaksiyonum Ron’u yakalamaya çalışmak oldu. Ancak tribünlere atladığımda birisi yüzüne bira fırlattı. Ben de misilleme yaptım. Takım arkadaşım için orada olduğum için pişman değilim. Ancak tribünlere gidip taraftarlarla kavga ettiğim için pişmanım. Tabii ki tamamen yanlış bir şeydi ancak birisi kardeşinize zarar verdiğinde bunu düşünmüyorsunuz. Düşündüğünüz tek şey oraya gidip yardımcı olmak oluyor. Buna takım arkadaşı denir, birlikte olmak, takım arkadaşın için orada yer almak. Tim Duncan’ın dediği gibi ben tam bir takım arkadaşıyımdır. Birçok kişi oraya gittiğim için benim soytarı olduğumu düşünüyor. Tek düşüncem kavga eden takım arkadaşım için orada olmaktı. Tribünlere doğru ilk adımımı attığım saniye bunun sonuçları olacağını tabii ki biliyordum. Ancak takım arkadaşım yaşıyor ve sağlıklı durumdaysa bu sonuçlarla yaşayabilirim. Parkede durup kariyerimi düşünerek yardım etmemek ve arkadaşımın ölürcesine her tarafının kanamasını izlemektense yaptığımı yeğlerim.
Mike Brown: Tribünlerdeyken birileri bana vuruyordu. Ron yanlış adamı tutmuştu, gerçekte şişeyi atan adam ben Ron’un arkasından onu tutmaya çalışırken bana vuruyordu. Ben Ron’u oradan çıkarmaya çalışıyordum. Tam bir kaostu.
Chris McCosky (Pistons yazarı, Detroit News): Jamaal Tinsley’i durdurmaya çalıştığımı hatırlıyorum ve sanki orada yokmuşum gibi üstümden geçmişti. Benim açımdan başarısız bir denemeydi.
George Blaha (radyo ve television spikeri, Pistons): Radyocu Rick Mahorn basın tribünün ortasında oradaki bazı fiziksel rahatsızlıkları olan görevlilerin yara almaması için uğraşıyordu. Ricky tamamen kendi işini güvene almaya çalışmıştı.
Mahorn (radyo yorumcusu, Pistons): Hayatta bazen yapmanız gerekenleri yapmak zorunda kalırsınız.
Larry Brown: Küçük çocuğum top toplayıcıydı. Derrick Coleman onun ve benim güvenliğimi sağladı, birlikte kaldık. Ligde birçok sert oyuncuyla birlikte zaman geçirdim. Muhtemelen tanıdığım en sert oyuncu odur. Sonra Rasheed’in herkesi durdurmaya çalıştığını gördüm. Stephen ve Jermaine’in peşinden giderek tribünlere geçti ve orayı sakinleştirmeye çalıştı.
Blaha: Rasheed gerçekten akıllı bir adamdır. Herkes için en iyisini yapmaya çalışıyordu. Bu yüzden bu bana sürpriz olarak gelmedi. Bence birçoklarının yanlış anladığı, çok iyi bir adam.
Smith: Orada sadece eski güvenlik görevlileri vardı. İnsanların parkeye atlamasını engelleyecek kimse yoktu. O gecenin en çılgın olayı ise iki takımın oyuncularının kavgayı kesmesiydi. Kavga Pacers‘lılar ve taraftarlar arasında oluyordu.
Jim Mynsberge (Auburn Hills güvenlik şefi): Olayları durdurmak için orada sadece üç polis memuru vardı. Ellerindeki imkanlarla çok iyi bir iş yaptılar.
O’Neal: Güvenlik yoktu. NBA’deki en büyük salonlardan birinden bahsediyorsunuz. İlk olarak, taraftarlar mutsuzdu çünkü takımlarını rezil etmiştik, ikincisi oradaki 22 bin kişinin kötü insanlar olduğunu söyleyemem ama oradaki büyük bir grup bize zarar vermeye çalışıyordu.
Rick Carlisle (koç, Pacers): Sanki orada hayatım için savaşıyormuş gibi hissettim.
Ham: Ben, Antonio McDyess ve Tayshaun Prince orada olanlara inanamamış şekilde duruyorduk. Derrick Coleman, Elden Campbell gibi tecrübeli oyuncularımız kenarı terk edip olayları yatıştırmaya çalışmıştı. Kontrolün olmadığını görmek inanılmazdı. Normalde binada güvenliğin kuş uçurtmayacağını düşünürdünüz.
Wilson: Son derece iyi eğitim almış görevlilerimiz hemen oyuncuların peşinden gidip onları parkeye geri getirmeye çalıştı. Jermaine O’Neal’ı durdurmaya çalışıyorlardı. Onlara hak da vermeniz gerekir çünkü bahsettiğimiz insanlar normal boyutlarda genelde 50-65 yaş aralığında insanlar ve kafayı yemiş sporculara karşı kendilerini riske atıyorlardı. Mel isminde bir adamı hatırlıyorum, 60 yaşlarında falandı, O’Neal’ı belinden yakalamıştı ve bez bebek gibi bir o yana bir bu yana sallanıyordu.
Melvin Kendziorski (güvenlik görevlisi, the Palace): Jermaine tutmaya çalıştığım adamlardan biriydi. Bana karşı geldi, yakaladı ve hakem masasının üstünden fırlattı. Kendime ‘Vaov, az önce ne oldu?’ diyordum. Beni bez bebekmişim gibi fırlattı. Çok büyük bir adamdı. Olaydan sonra sırtımda ve boynumda sorunlar yaşadım ve bir süre tedavi gördüm.
Mike Brown: Her şeyin ortasında olmak çok korkutucuydu çünkü nereye dönerseniz dönün kavga edecekmişsiniz gibi hissediyordunuz. 20 kişiye karşı binlerce kişi vardı. İnsanların %99.999’u da bizim kadar korkmuştu muhtemelen ancak sanki herkes bize karşı gibi hissediyorduk.
Artest tribünlerde 40 saniye kadar kaldı ve sonra Indiana’nın benchine çekildi. Ortalığı sakinleştirmeye çalışan kişiler oyuncularla taraftarları ayırmaya çalışsalar da durum hiç de iyiye gitmiyordu. Hatta olanlar daha tehlikeli hal almaya başlamıştı.
Joe Dumars (genel menajer, Pistons): O maç, 10 yıllık dönemimde bitime bir iki dakika kala koltuğumdan kalkıp gittiğim tek maçtı. Oyunumuz ve rakibimizin bizi incik cincik edecek şekilde ezmesi nedeniyle o kadar sinirliydim. İki dakika kala yerimizden kalktık. Soyunma odasına vardığımızda gürültüleri duydum ve neler olduğunu merak ettim.
John Hammond (yardımcı genel menajer, Pistons): Joe’ya dönüp ‘Joe, ya çok iyi ya da çok kötü bir şey oldu’ dediğimi dün gibi hatırlıyorum. O anda mucizevi bir şey olduğunu ve maçı kazandığımızı sandım.
Dumars: Kargaşa beni hazırlıksız yakalamıştı. Çok sesli bağırışmalardan büyük bir şeylerin olduğunu fark edebiliyordunuz.
Hammond: Joe ile birlikte soyunma odasına yürüdük, televizyon açıktı ve neler olduğuna baktık. Çoktan tekrarları göstermeye başlamışlardı. O anda şoka girdik.
David Stern (maçı televizyondan takip eden NBA başkanı): “A… s…” diye küfür ettim sonra da yardımcım Russ Granik’i arayıp “Bahsettiğimiz ‘boş’ maçı izliyor musun?” dedim. Hayır cevabını alınca ona ‘boş’ maçı açmasını, gözlerine inanamayacağını söyledim.