by Uygar Karaca / info@eurohoops.net
90’ların başından beri yeterince FIBA turnuvası izlediyseniz, Henrik Dettmann adını duymamış olmanıza imkan yoktur. Almanya’ya 2001 Eurobasket ve 2002 Dünya Şampiyonası’ndaki yarı finallerini getiren Dettmann, iki farklı dönemde (1992-1997 ve 2004-2022) çalıştırdığı Finlandiya’yla birlikte neredeyse sıfırdan tutarlı, sağlam bir milli takım programının nasıl oluşturulabileceğini tüm dünyaya gösterdi.
D Grubu’nda aldığı Israil ve Sırbistan yenilgileriyle ilk aşamayı 2. sırada geçen Finlandiya, Son 16’da Hırvatistan’la eşleşti. Hedef, 1967’den yapılamayanı yapmak ve çeyrek finale gelip, turnuvanın ilk 8 takımı arasında yer almak. Bu yılki yapılanmada yeni bir rolle Eurobasket’e gelen Dettmann, son 10 yıldır çok yaklaşıp küçük farklarla ıskaladıkları bu amaca ulaşmanın hesaplarını yaparken, büyük bir içtenlikle sorularımızı da yanıtladı.
18 yıl sonra baş antrenörlük görevini bıraktınız ama Finlandiya Milli Takımı’na sportif direktör olarak devam ediyorsunuz. Bu sırada uzun süredir yardımcılığınızı yapan Lassi Tuovi bençte ilk sıraya yükseldi. Neden bu seçimi yaptınız? Koçluğu tamamen bıraktınız mı?
Şunu netleştirmek isterim: Sportif direktörlük rolüne geçmem koçluğu bıraktığım anlamına gelmiyor. Bu işe milli takım bazında 1992’de başladım ve 30 sene de kesintisiz yaptım. Sanırım sadece bu bilgi bile, basketboldan nasıl kopamadığımı özetliyor. Tüm hayatımı bu spora adadım. Bana ailemi, hayranlarımı ve deneyimimi verdi. Basketboldan çok şey öğrendim. Kulüp ya da milli takım, ileride kendimi halen kenarda koçluk yaparken görebiliyorum.
Kısacası, baş antrenörlük görevlerinden geri adım atmadım ama mesele şu ki: Programın, oluşturduğumuz değerler ve ilkelerle devam edebileceğinden emin olmak istedim. Bu nedenle sportif direktör oldum. Çok fazla Eurobasket ve Dünya Kupası gördüm. Turnuvanın size büyük bir öğrenme deneyimi sunduğunu biliyorum. Genç nesil koçların gelişebilmeleri için bu deneyime sahip olmaları gerektiğini hissettim. Antrenörleri geliştirmemiz gerekiyor, Fin basketbolunun programını geliştirmek her zaman hedefimiz oldu.
Lasse Tuovi son 12 yıldır benim asistanımdı. Değerlerimizi ve programla ilgili her şeyi biliyor. Bir diğer asistan Teemu Ranniko da oyuncuyken aynı şeyi yaptı ve şimdi asistan olarak işin koçluk tarafına geçti.
Biz sizi genellikle milli takımlarda, Almanya ve Finlandiya’da izledik. Ama kulüp yapılarında da kısa dönemlerde görevleriniz oldu. (Mitteldeutcher 2003-2004, Braunschweig 2004-2006, Dijon 2010, Beşiktaş 2015, Strasbourg 2016) Tüm bunlar sizin tercihiniz miydi? Türkiye’de geldiniz ama çok kısa bir dönemin ardından ayrıldınız?
Milli takım/ kulüp takım koçluğundaki dinamikler farklıdır. Başlangıçta ihtiyacınız olan zamana sahip değilsiniz ama oyuncuların birlikte oynamasını sağlamanın bir yolunu bir an önce bulmalısınız. Aslında bu her şeyden çok bir tesadüf gibiydi. Bazı kulüplerden reddettiğim teklifler geldi. Kulüplerde koçluk yaptım ama belki de kısa vadeli bir ortam için çok uzun vadeli hedefler uygulamaya çalışmak konusunda naif davrandım. Kısa vadeli düşünmeye inanmıyorum. Bu bazı durumlarda bana zarar verdi.
Beşiktaş‘ta olduğu gibi mi?
(Gülümsüyor) Türkiye ve Beşiktaş farklı bir hikayeydi. Türk zihniyetine saygı duymalı ve Türk insanının-istesem de-fikrini değiştiremeyeceğimi anlamalıydım. Türkiye’ye geliyorsanız saygı duymanız ve bu zihniyete göre yaşamanız gerekir. Beşiktaş’ta geçirdiğim zamanı gerçekten çok sevdim. Basketboldaki en iyi zamanlarımdı. Taraftarın bizlere olan ve basketbola olan bağlılıklarını sevdim. İstanbul’u gerçekten çok sevdim, harika bir yer.
Örneğin şöyle bir hikaye hatırlıyorum: O zamanlar, Enes Berkay Taşkıran adında daha da geliştirilmesi gereken genç bir oyuncu vardı. Günde iki saatini sadece antrenman için gidip gelmek için kullanmak zorundaydı. Bunun, kendisini antrenmanda geliştirmeye odaklanmasından uzaklaştıracak bir zaman kaybı olduğunu düşündüm. Ayrıca bu, okuldaki konsantrasyonuna da zarar veriyordu. Bir basketbolcu için eğitimin çok önemli olduğuna inanıyorum. Okulda, nasıl bir şeyleri öğreneceğinizi öğrenirsiniz. Oyuncular ne kadar iyi birer öğrenciyse, o kadar iyi basketbolcu olacaklar. Bu sorunu hafifletmek için bazı çözümler önerdim. Ama ne yazık ki kulüp bunu görmedi ya da daha etkili bir çözüm getirmek için organizasyon imkanlarına sahip değildi. Sonuçta aynı kurallar her yerde geçerli. Uzun vadeli planlama size her yerde daha iyi sonuçlar verir. Bence Finlandiya milli takım programı buna harika bir örnek. Rekabetçi olmamızın tek yolu buydu. Aynı zihniyeti buz hokeyinde de görebilirsiniz. Buz hokeyinde dünyanın en iyisiyiz.
Milli takım programındaki çabanız ve emeğiniz, birbirini izleyen büyük turnuvalar boyunca Finlandiya’yı basketbol haritasına yerleştirdi. Ancak insanlar Finlandiya’nın önceki büyük turnuvalarda son 8’i ne kadar kaçırdığını çabucak unutuyor. Bazı dikkat çekici sonuçlara rağmen, Finlandiya genellikle sürpriz yapabilecek ülkeler arasında dahi gösterilmez. Bu seferki takımı, şu ana kadarki dönemde nasıl değerlendirirsiniz? Yeni rakip Hırvatistan ve onları geçerseniz İspanya-Litvanya galibi çeyrek finalde bekliyor olacak.
Takım gelişti. Önemli bir süper yıldızımız var; Lauri Markkanen. Ama geçmişte de bir tane vardı: Petteri Kopponen. Bizi zaman boyunca taşıyan oydu. Hayalimiz bir gün madalya için oynamak. Ne zaman olacağını bilmiyoruz, ancak gelişebildiğimiz ve son 15 yılda kaydettiğimiz ilerleme ile devam edebildiğimiz sürece olacağını biliyoruz.
Bu çok uzun bir zaman gibi gelebilir ve birçoğunun bu felsefeyle yaşama sabrı bile olmayabilir. Ama bu işin kısa bir yolu yok. Sadece uzun vadeli çalışma hayallerinizi gerçekleştirecektir. Biz bu işe 84. sıradan başladık (Finlandiya FIBA Dünya Sıralaması 2007). Tüm bu süreç, alçakgönüllü ve mütevazı olmayı ve hedeflerimize ulaşmak için kendimize zaman vermeyi öğretti. Finlandiya, uzun vadeli çalışma felsefesiyle dünyanın en iyi buz hokeyi ülkesi oldu – bunu basketbol gibi büyük bir sporda da yapabileceğimize inanıyoruz.
Grubun son maçında, yeni rakibiniz Hırvatistan’ın yıldızı Bojan Bogdanovic’in Ukrayna’ya attığı son serbest atışı gördüm. Kasten kaçırmış gibi bir hali vardı ve eğer atsa, belki de Hırvatistan grup sıralamasında 2. sıraya yükselecek ve hesapta Polonya’ya karşı oynayacaktı. Ama bence bilerek atmadı, sizi tercih ettiler.
Bu bir spekülasyon ve teorilerden biri… Belki de gerçekten bir sonraki turda kiminle karşılaşacaklarına odaklanıyorlardır. Ama bu gerçekten doğruysa, kendinize ve takım arkadaşlarınıza güvenmediğinizi gösterir.
Her şeyi kazanmak istiyorsanız, bir sonraki maçta kiminle oynadığınızın gerçekten önemi var mı?
Bu yılki Finlandiya’yı “zeki” bir takım olarak tanımlayabilir miyiz? Maç başına asistlerde turnuva 3. süsünüz, en sık geçiş hücumu yapan ve pick and rolleri en az kullanan takımlardan birisiniz. Tüm bunlar bilinçli olarak mı kurgulandı?
Farklı olmaya çalışıyoruz. Aksi takdirde, diğerleriyle aynı basketbolu oynarsak, daha büyük takımları ve daha büyük ülkeleri yenme şansımız olmazdı. Farklı bir tarzda oynamalıyız. Bu felsefe bizim tüm programımızda aynıdır. Bu sistemi U16’dan başlayarak her seviyeye kurduk. Bundan sebep, ilk kez Eurobasket macerasında yer alan 8 oyuncuyu şu anki Finlandiya takımına alabildik. Alt yapılarında da A milli takımın sistemine göre oynadıkları için durumu yadırgamıyorlar. Bu bizim gücümüz oldu.
Önceki bir röportajınızda Lauri Markkanen – Dirk Nowitzki kıyaslaması yapmıştınız. Markkanen bu minvalde hangi noktaya geldi? Lauri Markkanen ve Franz Wagner gibi uzun, mobil, şutu olan, disiplinli oyun ahlakıyla oynayan ve bütünlüklü oyunculara sahip olmanın bir Dirk Nowitzki’nin mirası olduğunu söyleyebilir miyiz?
Önce son söylediğinizden başlayayım: Bu mirasın kökenlerini Toni Kukoc’a bile geri getirebiliriz. Fiziğiyle düşünecek olursak, Kukoc belki de tüm bu yeteneklere sahip ilk oyuncu olabilir. Hem Lauri hem de Dirk Nowitzki oyununu izlediğinizde, onları karşılaştırmamak zor çünkü ikisi de iyi şutörler, ikisi de hareketli oyuncular ve ikisi de takımları için son derece önemli. İnsan özellikleriyle ilgili olarak, onları karşılaştırmayı pek tercih etmem. Çünkü bu onların kendi dünyası ve bireylerin davranışsal özelliklerini karşılaştırmamak bence daha iyi.
Lauri geçen yıl Cleveland’da büyük bir adım attı ve bu yaz da çok gelişti. Milli Takım bu oyuncular için gerçekten çok iyi çünkü bambaşka bir ortamdan yeni bir ortama geliyorlar. Yeni şeyler ve yeni, farklı bir oyun tarzı öğreniyorlar. Bu bir öğrenme deneyimidir ve bu sayede daha iyi hale gelirler. Lauri’nin yaklaşan NBA takviminde harika bir sezon geçirmesini bekliyorum. Dirk Nowitzki’ye ve kariyerine bakarsanız, her yaz Alman Milli Takımı’na geri döndüğünü, bir sonraki NBA sezonunda her zaman daha iyi bir NBA oyuncusu olduğunu görürsünüz.
Öte yandan, Franz Wagner mükemmel bir oyuncu ve günün sonunda fark yaratan oyuncular bunlar. Şunu da söylemek isterim: Bu turnuvada oynayan çok fazla iyi oyuncu var ama ne yazık ki onları 4 yılda bir izleyebiliyoruz. Basketbolseverlerin onları daha sık görmek isteyeceğinden eminim.
Finlandiya’da ayrıca NCAA’da gelecek vaat eden bir oyuncu daha vardı, Tennessee Volunteers üyesi Olivier Nkamhoua. Elemelerde iyi oynadı ancak Eurobasket’te takıma katılmadı. Genelde yaz ya da sonbaharda bir milli takım macerası yolu NBA takımları tarafından kesilir ama bu kez durum farklı galiba?
Üniversitesi onu okula geri istiyordu. Elimizden gelen her şeyi yaptık ama nafile. Artık NBA oyuncuları arasında bu pek olmuyor. NBA koçları bu turnuvayı oyuncuları için bir gelişim aşaması olarak beğeniyorlar çünkü oyuncuları geliştirmenin en iyi yolunun zorlu maçlar oynamak olduğunu biliyorlar.
Şimdiye kadar turnuva hangi takımları en çok beğendiniz?
Çok iyi takımlar ve iyi oyuncular var. Jokicli Sırbistan ve Doncicli Slovenya öne öne çıkıyorlar elbette. Bence Litvanya ilk turda gösterdiklerinden çok daha fazla kapasiteye sahip. Turnuvada daha da derinlere inerlerse şaşmayacağım. Ama tabii Almanya iyi gidiyor, çok kollektif, yardımlaşmalı bir oyunları var.
Kesinlikle öyle. “Ölüm Grubu”nda sadece Slovenya’ya yenildiler ve Karadağ’a karşı oynamaya hazırlanıyorlar. Madalya almak için gerçekçi bir şansları var gibi görünüyor. Bu bana 2001 ve 2002’de Eurobasket ve Dünya Şampiyonası yarı finallerinde koçluk yaptığınız efsanevi Alman takımlarını hatırlatıyor. Bu takımın başında Dirk Nowitzki vardı ama Henrik Rödl, Patrick Femerling ve Ademola Okulaja gibi oyuncular da ona çok yardımcı oldu.
Bu yılki Almanya da takım oyunu açısından bana benzer hisler veriyor. Franz Wagner parlıyor ve Dennis Schröder’in de yıldız kalibreli bir oyuncu aşikar ama Maodo Lo, Andreas Obst, Johannes Thiemann veya Nick Weiler-Babb gibi oyuncular sahanın her iki tarafında da hayati katkılar sağlıyor.
Evet katılıyorum. Benim her zaman sahip olduğum felsefe şuydu: Basketbol, oyunculara ait bir oyun. Bence oyunculara eylemleri, davranışları ve nasıl oynadıkları konusunda sorumluluk verdiğinizde büyüyor, gelişiyor ve öğreniyorlar. Yeni Zelanda ile oynadığımız bronz madalya maçında yanılmıyorsam 32 asistimiz vardı. Bu da ne tür oyunculara sahip olduğumuzu gösteriyor. Bencil değillerdi ve birbirleri için oynuyorlardı. Birlikte olmayı seviyorlardı, harika kişiliklerimiz vardı.
Bu arada, 2001 Eurobasket’teki o meşhur Türkiye-Almanya yarı finalini ve Hidayet Türkoğlu’nun maçı uzatmaya götüren üçlüğünü kafanızda nasıl yaşıyorsunuz? O gün biz kazanmıştık.
Hepimiz kaybetmekten nefret ederiz ama kaybedebileceğiniz bir maçsa türü varsa o da kesinlikle budur. Bana göre, kariyerimdeki en büyük deneyimlerden biriydi. Hayatımda izlediğim en güzel maçlardan biriydi.
Son olarak bu seneki turnuvada, FIBA hakkında, genel organizasyon, maç programı ve hakem kararları ile ilgili çok sayıda şikayet var. Bu kadar yıldır majör organizasyonlara katılan biri olarak: FIBA’nın durumu eskisinden daha mı kötü? Gürcistan-Türkiye maçında 22 saniyelik kayıp süre için ne dersiniz?
Farkına varmadığımız bir şey: Basketboldaki gelişimin çok hızlı. Turnuvanın bu maç planlaması 4 yıl önce yapıldı. Sanırım gelecekte bu turnuvalarda arka arkaya günlerde maç oynayamayacağımızı herkes anladı. Oyuncuları korumalıyız, onları rahat bırakmalıyız ve onlara saygı duymalıyız. Bu apaçık.
İkinci bir problem: Hakemler hakkında konuşmanıza asla izin verilmiyor ama hakemlik tartışması elbette büyük bir konunun parçası. Oyuncular, basketbol oynayan insanlardır. Ayrıca oyuncuların, antrenörlerin ve hakemlerin de hata yaptığını anlamalıyız. Tüm bunlar sanat ve dramanın bir parçasıdır. Basketbol bir sanattır. İçerideki sorunlarımızı çözmeliyiz, oyuna saygı duymalıyız ve oyunun kazanması için egolarımızı bir kenara bırakmalıyız.
O “22 saniye” konusuna gelince, bu olaydan zarar görenlere üzülüyorum. Bunun nasıl mümkün olduğunu araştırmalı ve görmeliyiz. Tek iyi yanı, olay şimdi tarih oldu. Gelecekte buna -felaket demek istemiyorum- ama diyelim ki bu tarihi “an”ı kendimize sormaya devam edeceğiz: Böyle bir şey nasıl olabilir? Bunun için iyi bir cevap bulacağımızı sanmıyorum. Bu üzücü bir hikayeydi. Nasıl olduğu araştırılmalı. Tabii ki böyle şeyler basketbolda asla olmamalı. Belki ileride bir çeşit back-up mekanizması bulabilir ve böyle teknik hataların önüne geçebiliriz. Bu veri dünyasında yaşadığım her an farklı yedekleme planları oluşturuyoruz. Teknolojinin, gelecekte bu şekilde bir 22 saniye kaybetmememiz için bize yardımcı olabileceğini umut ediyorum.