Zafer Aktaş’tan Eurohoops’a: Dan Oturu & Moses Wright, Merkezefendi’nin Misyonu ve Daha Fazlası

2024-05-13T10:06:36+00:00 2024-05-13T10:06:36+00:00.

Meliksah Bayrav

13/May/24 10:06

Eurohoops.net

Yukatel Merkezefendi Belediyesi koçu Zafer Aktaş, Eurohoops’a konuk oldu.

by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net

Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın! 

Yukatel Merkezefendi Belediyesi, şu sıralar ülke basketbolumuzun en popüler kulüplerinden biri haline geldi. Henüz yalnızca altı yıllık bir kulüp olan ve Basketbol Süper Ligi’ndeki üçüncü senesini geride bırakan Denizli temsilcisi, özellikle parlatıp bir üst seviyeye çıkardığı oyuncularla Avrupa basketbolunda adını duyurdu.

Geride bıraktığımız sezonda üç oyuncu (Daniel Oturu, Moses Wright, Rihards Lomazs), Merkezefendi formasıyla yakaladığı çıkışın ardından EuroLeague sahnesine yolcu oldu. Denizli ekibi ise kadrosunda yaşadığı önemli ayrılıklara rağmen üst üste üçüncü kez ligde kalma yarışını başarıyla tamamladı.

Geçtiğimiz günlerde Yukatel Merkezefendi Belediyesi ile olan kontratını iki yıl daha uzatan koç Zafer Aktaş, Eurohoops’a özel bir röportaj verdi. Deneyimli çalıştırıcı, yaptığı açıklamalarda kulübün vizyonu, bir üst seviyeye çıkan oyuncular, gelecek hedefleri ve ligdeki yabancı sınırlaması gibi konulara değindi.

Programı YouTube kanalımızda izlemek için:

Eurohoops: Öncelikle yeni sözleşmeniz için tebrik ederim, iki yıl daha Denizli’de olacaksınız. Bu sezon içerisinde konuşulan, planlı bir durum muydu yoksa sezon sonunda yönetimle konuşup mu bu kararı aldınız?

“Şöyle oldu, zaten sözleşmem devam ediyordu. Geçen sezon 2025’e kadar uzatmıştık. Yine de sezon sonu geldiğimiz noktada yönetimimiz farklı bir planla, hedeflerimizi büyüterek çıtayı farklı bir noktaya koyabilmek adına bunun bir süreç olduğunu düşünerek sözleşmeyi uzatmak istedi. 2026’yı da kapsayan iki yıllık bir planla yola devam etmek istediler. Aslında sezon bitmeden önce, Bodrum maçından sonra ufak ufak konuşmaya başlamışlardı. Sezon biter bitmez de son derece istekli ve arzulu bir şekilde teklifi ilettiler, bu istek ve arzu beni çok mutlu etti. Ben de burada mutluydum, bu yüzden hemen gerekli şartları oluşturup imzaladık.”

EH: Bence Merkezefendi, aldığı sonuçlardan daha çok üzerindeki misyonla yine ligin en renkli takımlarından biriydi. Avrupa piyasasına sunduğu oyuncularla bir ‘yetiştirici kulüp’ diyebiliriz. Evet, bu isimler altyapıdan gelmiyor ama arada kalmış veya Avrupa tecrübesi olmayan oyuncuları parlatma konusunda bir mahirlik olduğu ortada. Siz bu yetiştirici kulüp sıfatını nasıl buluyorsunuz?

“Şimdi biz ilk senemizden sonra ekonomik şartların getirisiyle keyif alacağımız ve motive olacağımız bir misyon üstlenmek istedik. İlk senemizde lige yeni çıkmış her takım gibi daha çok lige tutunabilme yönünde bir çaba içerisindeydik ve bunu başardık. Biz daha altı yıllık bir kulübüz, altı yılın üçünü BSL’de geçirdik. Altyapıdan BSL seviyesine oyuncu çıkaramıyoruz, o zaman ‘biz ne yapabiliriz?’ diye düşündük. 

Özellikle potansiyelli ama doğru yerde, doğru zamanda bulunamamış yabancı oyunculara yönelelim ve hem bütçemize uygun olsun, hem de ‘buyout’ bedeliyle kulübümüze gelir sağlayalım dedik. Türk oyuncularda da genç, yetenekli oyunculara, az önce bahsettiğin gibi arada kalmış, istediği yere gelememiş veya çıkış arayan oyuncu grubuna yönelelim dedik. Bu sayede hem ekonomimizi kurgulayabildik, verdiğimiz sözleri yerine getirdik. Kulübümüze ciddi anlamda gelir sağladık ve ayrıca Avrupa piyasasında ismi bilinen, potansiyelli oyuncuların gelip kendini gösterebildiği ve sonrasında üst seviyelere çıkabildiği bir organizasyon olarak ciddi anlamda saygınlık edindik. Bu da çok değerli oldu. Tabii geldiğimiz noktada bunu yapmak o kadar kolay değil.

Bu sürdürülebilir bir şey mi emin değilim çünkü bu sene çok yorulduk. Bu sezon üç oyuncuyu birden EuroLeague’e gönderdik, bu durum haliyle organizasyonun sağlıklı şekilde yaşamasına ciddi anlamda zarar veriyor. Buralarda sürekli yumruk yedik ama devamlı yediğimiz yumruklardan sonra bir şekilde ayağa kalkmasını bildik. Ama bunu sürdürebilir miyiz? Bence pek devam edilebilir gibi durmuyor, bu yüzden bunun üzerine bir şeyler yapmamız lazım. İnşallah önümüzdeki sezon bunu gerçekleştirebiliriz.”

EH: Ben Eurohoops’ta yaptığımız Basketbol Süper Ligi programında (Weakside) ‘başka bir takım olsa bu kadar sirkülasyondan sonra mutlaka küme düşerdi’ demiştim. Siz bunca senelik bir basketbol insanı olarak bu görüşe katılıyor musunuz?

Evet, katılıyorum ama sanırım yarattığımız sinerjinin ve buradaki ekibin çok ciddi bir başarısı var bu süreçte. Her gelen oyuncunun anında adapte olması, saha içi ve saha dışında bu ailenin bir parçası olabilmeleri anlamında çok önemli işler yaptılar. Elbette bu benim tek başıma yaptığım bir iş değil. Malzemecimizden takım menajerine, otobüsü kullanan şoföre kadar herkesin çok ciddi bir emeği var. Onlar da oyuncuların aidiyet duygusunu hissedebilmeleri ve sürecin hızlanabilmesi adına çok ciddi katkılar sağladılar.

Ben de çok yoruldum ve zorlandım, açıkçası kadrodaki her değişiklikten sonra ufak bir hayal kırıklığı yaşamadım değil. Ama hep beraber tekrardan sırt sırta verip takımı ayağa kaldırdık ve bunun sonucunda bence çok önemli işler yapan bir ekip olduk. Tekrardan hepsine teşekkür etmiş olayım, defalarca ediyorum ama yine edeyim. Süper iş yaptılar, işimiz hiç kolay değildi.”

EH: Sorularım arasında ‘bu misyon devam edecek mi?’ sorusu vardı ama siz az önce ‘bu durum ne kadar sürdürülebilir emin değilim’ dediniz. Ayrıca hedef arttıracağınızı da söylediniz. Hedef arttırmaktan kasıt nedir?

“Aslında bu misyonu sürdürmemiz lazım çünkü benim sevdiğim bir iş bu, bundan keyif alıyorum. Biraz da eğitimci yanımla alakalı bir şey bu, üniversitede 17 yıl hocalık yapıp binlerce beden eğitimi öğretmeni yetiştirdim. Gelen oyuncuyu yetiştirip iyi işler yaptığını gördüğüm zaman çok keyif alıyorum, bireysel olarak bir yerlere geldiklerini görmek beni çok mutlu ediyor. Yine de şunu söyleyebilirim, bu misyonu devam ettirmemiz ama bir yandan da bu seneki gibi bir oyuncu sirkülasyonunu engellememiz lazım. Bununla alakalı önlemler alacağız. Mesela geçen senenin başında Max Heidegger vardı ve sezon ortasında gitmişti, bu kabul edilebilir. Sezon sonunda da Nikos Rogkavopoulos ayrılmıştı. Yine de sezon içerisinde 2-3 aylık periyotlarla oyuncu değiştirmek farklı bir durum, böyle olunca organizasyonu yaşatmakta zorluk çekiyoruz. Scout ekibimizin ve benim ciddi anlamda bir portföyümüz var ama bir anda olan ayrılıklarda o portföydeki oyuncunun müsaitlik durumu gibi etkenler bizi çok etkiliyor. Sonuçta oyuncunun bir yerde kontratı olabiliyor ve çıkmıyor, veya  ‘koç ben şu an takımımda çok mutluyum, seneye konuşalım’ diyebiliyor. O arada biz zor durumda kalabiliyoruz. O yüzden bu sirkülasyonu sezon içerisinde minimuma indirmemiz ve şartları biraz daha zorlaştırmamız lazım.”

EH: Zorlaştırmak derken ‘buy-out bedelinin’ yukarılara çıkmasından bahsediyorsunuz?

“Evet, sonuçta bildiğin gibi bizim bütçelerimiz çok cüzi rakamlar. Mesela bir oyuncuya aylık 10 bin dolar veriyorsun, bu oyuncu da potansiyeli yüksek biri diyelim. Haliyle aylık 10 bin dolar maaş verdiğin oyuncunun kontratına kalkıp da 200 bin dolar buyout bedeli koyamazsın. Böyle olunca 30 bin, 40 bin gibi makul bedeller koyuyorsun. Yoksa oyuncu ‘beni kimse almaz, o zaman gelmiyorum’ diyecek. Şimdi daha kaliteli, daha potansiyelli oyuncu alıp rakamları yükseltebilirsek kazandığımız buyout bedelleri de artacaktır. Tabii bunu başarabilirsek. Öte yandan dediğim gibi bu sirkülasyonu sınırlandırmamız da lazım, bahsettiğim şeyi sezon başında planlayarak 3-4 değil de maksimum 1-2 oyuncuda yapmamız gerek. Ben her sezon başı bir planlama yapıyorum, mesela Oturu (Daniel) bir plandı. Oturu’nun gidişiyle bizim planımızdaki zamanlama tutmadı, o dönemde ciddi anlamda yara aldık. Bunun gibi detaylar var, bu detayları düzene sokmamız lazım.

Dediğim gibi rakamları şekle getirmemiz ve hedef arttırmamız lazım ki bahsettiğim kaliteli oyuncular bizi tercih etsin. Avrupa kupalarına katılmak isteyen, Avrupa kupalarında mücadele edebilecek seviyeye gelmiş bir takım olmayı hedefliyoruz. Gelecek sezon için en büyük hedefimiz bu, ligi ilk 9-10 sırada bitirebilirsek öbür sezon Avrupa’ya gitmek ve bahsettiğimiz misyonu 1-2 seviye yukarıdaki oyuncularla gerçekleştirebilmek istiyoruz. Hedef arttırmaktan kasıt bu.

Bir de bunu yaptığımız zaman ne olacak? Burası bir şehir, seyircimizin beklentisi de yavaş yavaş yükseliyor. Taraftarımıza düzenli olarak salona gelip bizi desteklemelerini sağlayacak bir motivasyon sunmamız lazım. Ben bunları daha önce çalıştığım kulüplerde yaşadım, aynı yerde durduğunuz zaman insanlarda bir ‘motivasyon kaybı’ oluyor. ‘Gidiyoruz, geliyoruz ama her sene aynı şey, sürekli düşmemeye oynuyoruz’ havasına giriyorlar. Bu da şehirdeki heyecanı olumsuz etkiliyor. Bu yüzden seyircimizi yanımızda tutabilmek için onlara ekstra bir motivasyon kaynağı sağlamamız lazım. Bunları yönetimimizle oturup konuştuk, ortak noktada buluşabildiğimiz için çok mutlu oldum. Bunun sonucunda da imzayı atıp yola devam ettik zaten.”

EH: Yabancılardan konuşmaya devam edeceğiz elbette ama biraz da yerli oyunculardan bahsetmek istiyorum. Geçen sene Arca (Tülüoğlu), Ayberk (Olmaz) ve hatta bazı maçlarda Doğan (Şenli)’nin kritik katkıları vardı. Bu sene Çağatay’ı (Özkan) rakip skorerlerle eşleştirdiniz, Muhaymin’in (Mustafa) kullanımında farklılıklar gördük. Eski takımlarında topla çok oynamazken sizin takımınızda bazen karar verici olduğu anları bile izledik. Büyükçekmece de aslında bu tip bir takım, Sanki kendini göstermek isteyen bir yerli oyuncu varsa Merkezefendi gibi, Büyükçekmece gibi kulüplerde kariyerini ayağa kaldırması gerekiyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

“Çok haklısın, ben bunu önceki röportajlarımdan birinde de söyledim. Bizim genç oyuncularımız maalesef kariyer planlaması konusunda biraz hata yapıyorlar, hemen her şey bir anda olsun istiyorlar. Mesela Muhaymin Efes‘ten çıktıktan sonra önce TOFAŞ’a, ardından da Yunanistan ve Galatasaray‘a gitti. Oralarda yaptıklarını hiç hatırlamıyoruz neredeyse. Burada bir yanlışlık var, Efes‘ten çıktıktan sonra Merkezefendi gibi bir kulübe gelmesi lazım. Basamakları birer birer çıkarak devam etmesi lazım. Biz hep aynı hataları yapıyoruz. Mesela oyuncu yukarıdan başlıyor, olmayınca aşağı inip sonra bir anda yeniden yukarı çıkıyor. Biz geçen sezon Ayberk’i ve Arca’yı, bu sene ise Muhaymin’i, Çağatay’ı, Berke Aygündüz’ü ve Berke Atar’ı kullandık. Bunlar gerçekten çok yetenekli, potansiyelli oyuncular.

Burada şöyle bir nokta var, bu oyuncuların bu işi yapıyor olmayı gerçekten istemeleri lazım. Gerçekten istedikleri takdirde ben de onlara bu sorumluluğu veriyorum. Mesela Muhaymin bence topla oynayabilen, topa yön verebilen bir oyuncu. Ayrıca çok da iyi bir müdafaacı. Tabii ki bu özelliklerini sahada gösterebilecek fırsatı yakalaması lazım. Öte yandan bu fırsat bizde bir oyuncuya sadece yetenekli diye verilmiyor, bunu da açıkça söyleyeyim. Çok çalışması lazım, çalışmayan adama vermiyoruz formayı. Bunu net olarak ifade ediyoruz. Ben oyuncuları buraya getirirken onlardan sadece bir şey istiyorum, benimle her konuda anlaşırsınız ama bir konuda anlaşamazsınız. O da çok çalışmak, çok çalışmazsanız en büyük düşmanınız ben olurum. Öbür konuların hepsini oturup tartışırız, ‘abi bu böyle olsun, şöyle olsun, ben burada daha faydalı olurum, bunu yapamıyorum, odur, budur’… Bunların hepsini konuşup takıma faydalı olacak şekilde bir ortak nokta buluruz ama çok çalışma konusunda hiç tavizim yok, bunu en başından itibaren söylüyoruz. Çocuklar da çok çalışıyorlar, bu konuda haklarını yiyemem. Bu şekilde dediğin performansları gösterebilirler.”

EH: Şimdi bireysel isimlere geçeceğiz, belki de biraz uzun bir bölüm olacak. Burada, bu sezon EuroLeague’e gönderdiğiniz ilk oyuncu olan Daniel Oturu’dan başlamak istiyorum. Bunu hiç küçümseyerek söylemiyorum ama oyuncunun saf yetenek seviyesiyle normal şartlarda Merkezefendi’de olmaması lazım. Bu transferi nasıl yaptınız?

“Oturu benim uzun zamandır takip ettiğim bir çocuk. Kolejden çıktığından beri, yaz liglerinde NBA’den kontrat beklerken öyle dolanıyordu. NBA yaz liginde oynarken onun yanına gittim, orada görüştük. Artık zamanının geldiğini, yaz liginde sürünmemesi gerektiğini ve Avrupa’da çok üst seviye bir oyuncu olabileceğini anlattım. Burada tabii doğru yol haritasını çizmek lazım, oyuncu bunu anlıyor ama ‘niye sen?’ sorusunu soruyor. Orada ‘niye ben?’ sorusunun cevaplarını verebilmeniz lazım, burada bir sezon önceki repütasyon devreye giriyor.”

EH: Nikos Rogkavopoulos, Max Heidegger veya bir sezon önce Nate Sestina gibi.

“Aynen öyle, bir sonraki iş kulübün yapısını ve misyonunu anlatmak oluyor. Bizim derdimiz oyuncu odaklı bir misyon. Yani şöyle bir şey; oyuncu çalışacak, kendini geliştirip gösterecek ve bireysel anlamdaki hedeflerine ulaşacak. Bu süreç devam ederken de benim takımımın yeterince galibiyet alıp ligde kalabilmesine yardımcı olacak. Yani ‘win-win’ durumu yaratmaya çalışıyorum. Başka bir kulüpte bireysel anlamda beklentilerini karşılayamayabilir, bunu anlatıyoruz. Tabii çalıştığımız menajerlik şirketlerinin de bu konuda oyuncuya ‘evet bu doğru yol, böyle gitmemiz lazım’ diye anlatmasıyla aşama kaydediyoruz. Tabii tüm bunlar bizim ‘kara kaşımıza, kara gözümüze’ olmuyor, bunları yaptıkça saygınlığımız artıyor ve oyuncular bize farklı gözle bakmaya başlıyorlar. Sonuçta ‘yapılmış bir iş var, ben de gidip çalışırsam yapabilirim’ diye düşünüyorlar.”

EH: Az önce ‘Oturu’nun ayrılık vakti benim planlarıma uymadı’ demiştiniz, orada tam olarak ne kastetmiştiniz?

“Zamanlama olarak söyledim. Ben ‘Ocak ayını buluruz’ diyordum ama Oturu, Aralık ayının başında gitti. Yedinci veya sekizinci hafta olması lazım. Yani tahminimden 4-5 maç daha erken ayrıldı.”

EH: Oturu gidiyor ama ardından -bütçeniz doğrultusunda- belki de alabileceğiniz en iyi oyuncuyu, Moses Wright’ı aldınız. Ona da gelmeden önce Oturu örneğini mi gösterdiniz?

“Bunlar biraz zamanlamayla alakalı. Moses da bizim çok ciddi şekilde takip ettiğimiz bir oyuncu. NBA olmayabilir, şimdi o konuda çok yorum yapmayayım ama Moses’ın Çin’de, Japonya’da gezmesinin çok bir manası yok. Onun yeri EuroLeague, net şekilde belli yani. Yine de şöyle bir şey var, çok yetenekli olup NBA’de kontrat bulamayan oyuncuları paradan dolayı menajerleri Çin’e, Japonya’ya yönlendiriyorlar. İlk senelerinde oralara gidip hemen para kazanmaya çalışıyorlar. Genelde öyle gidenlerin çoğu geri dönüyor ama Eugene German gibi bizden geçip oralara gidenlerin çoğu hala ordalar. Uzun süredir Çin’de iyi paralara top oynuyorlar. Az önce Türk oyuncularda verdiğimiz örnek gibi, doğru noktadan başladıkları zaman her şey iyi yerlere gidiyor ama bizde sorun başlangıç noktaları. Oturu gittiğinde Moses, Çin’den ayrılmıştı. Oraya bir aylık kontratla gitmişti zaten. Tabii devamlı takip ettiğimiz bir oyuncu. Şunu unutmam hiç, sanırım Bursaspor veya TOFAŞ deplasmanından önceydi. Gece oteldeyken aradım Moses’ı, epey bir konuştuk 1-2 saat. Ona neyin ne olduğunu anlattım, dedim ki ‘bak, Daniel Oturu’nun durumu bu. Sen de aynı yoldan yürüyüp çok ciddi yerlere gelebilirsin. Bu işi yapabilmemiz ve senin daha iyi yerlere gelebilmen adına elimden gelen her şeyi yapacağım. Bu konuda bize güven, burası senin için çok güzel bir başlangıç noktası olabilir’ şeklinde anlattım. Bence ikna oldu. ABD’li menajeriyle konuşmak istedi, konuştu. Sonra Türk menajeriyle konuştu, durumu ikisine de anlatmıştım zaten. Onlara da söylemiş, ‘koçun dediklerine inandım, mantıklı geldi. Gidip denemek istiyorum’ demiş. Hemen ‘tak diye’ geldi zaten, çok da kalmadı. Altı maç oynayıp gitti (gülüyor).”

EH: Aklınızda ‘Moses’ı sezon sonuna kadar tutarız’ gibi bir düşünce var mıydı? Yoksa Oturu gibi onda da mı yoktu?

“Hayır, onda da yoktu. Belki EuroLeague’de transfer dönemi geçse kalabilirdi ama Olympiakos’ta da Efes‘tekine benzer bir sakatlık durumu oldu, Milutinov ve Fall aynı anda sakatlandılar. Büyük takımları biliyorsun, nerede çıkış gösteren oyuncu var hemen bakıyorlar. Moses’ı görüyorlar, bakıyorlar Karşıyaka’ya 36, Galatasaray‘a 40 atmış. Hemen parayı verip işi bitirdiler. Aynı şekilde Moses’a da büyük buyout bedeli yazamıyorsun çünkü verdiğin maaş ucuz, hal böyle olunca buyout da ucuz. Büyük takımlar için bizim koyduğumuz buyout çerez parası.”

EH: Burada koç olarak politik bir cevap verebilirsiniz belki ama yine de sorayım. Sizce Daniel Oturu mu, Moses Wright mı daha iyi oyuncu?

Çok farklı oyuncular (gülüyor). İkisi de çok iyi oyuncu ama yaptıkları iş çok farklı. Oturu boyalı alanda sırtı dönük oynamayı seven ve ribaund etkinliği daha fazla olan bir oyuncu. Elleri çok çabuk ve uzun, topu bir anda ‘tip’leyip zor şartlarda teması alıp bitirebiliyor. Moses daha komple bir paket, hücumda istediğinizi yaptırabilirsiniz ona.”

EH: Peki sıfırdan bir takım kuruyor olsanız hangisiyle başlardınız?

O etrafındaki parçalara da bağlı. Mesela Moses’ı kısa devrilmelerde kullanmanız lazım çünkü o şekilde çok efektif oluyor, Nate Mason’la müthiş bir ikililerdi. Oturu’yla oynarken daha net bir pick and roll’cuyla oynamanız lazım, mesela Shane Larkin’le olan iletişimini hatırlıyorsundur Efes‘e gittikten sonra. Devamlı onu çemberin üstünde buluyorlar. Moses’ı ise topla daha önde bulman lazım, bu da etrafındaki parçalarla alakalı. ‘Kimle oynayacak, nasıl oynayacak?’ gibi. Tabii işin müdafaa kısmında da değişkenlikler gösteriyor. Mesela Moses, Nate ile (Mason) oynarken çok rahattı çünkü onu kısa devrilmelerde çok rahat buluyordu. Lomazs da öyle.”

EH: Bu iki oyuncunun gidişinden sonra Jehyve Floyd gibi çok farklı bir profile yöneldiniz, tabii muhtemelen pazar da çok daralmıştı. Diğer iki isim kendi skorunu yaratabiliyor ama Floyd tam tersi, daha ‘savunma generali’ gibi. Floyd’un oyunundan memnun kaldınız mı?

“Çok memnun kaldım. Jehyve’nin durumu şöyle; sakatlıktan dönüyordu ve idman yapıyordu, onun durumunu da takip ediyorduk. Tabii ki pazar da çok daralmıştı, hatta Moses gittikten sonra çoğu insan ‘düştünüz artık, kurtarma şansınız kalmadı’ diye değerlendiriyordu. Yine ‘J’ ile de oturup konuştuk, anlattım ona. Sağlık durumunun ne olduğunu konuştuk. O dönem FIBA arası girmişti, aradan dönüşte Fenerbahçe ve Efes maçlarımız vardı. O ara sürecini ritmini bulabilmesi için kullanabiliriz diye düşündük. Bildiğin gibi J de EuroLeague tecrübesi olan bir oyuncu, Panathinaikos ve Fenerbahçe‘de oynadı. Yanlış ameliyattan dolayı bir problemi vardı, ikinci ameliyatı olmuş ve sonrasında tamamen iyileşmişti. O geldikten sonra yaklaşık 1 ay ritmini bulabilmesi için zaman harcadık. Ritmini bulduktan sonra savunmada yaptığı işleri ve takım kimyasına olan katkısını herkes gördü. J tabii ki daha önce konuştuğumuz iki oyuncudan çok daha farklı bir profil.”

EH: Peki Floyd’u takıma adapte edebilmek zor olmadı mı? Evet, tabii ki farklı açılardan getirileri var ama sonuçta Moses’tan sonra en az 15 sayı eksiliyor bir anda.

“Burada en büyük sıkıntımız Jalen Hudson’ın aşil tendonunun kopmasından sonra Roko Badzim’i de kaybetmemiz oldu. Lomazs zaten Virtus Bologna’ya gitmişti. Nike Sibande’nin gelişinden sonra Mumu’yu da demin konuştuğumuz gibi (Muhaymin Mustafa) efektif bir şekilde kullanmaya başlayınca J’in skoruna pek ihtiyacımız kalmadı. Daha çok kısaların üzerinden oyunu döndürmeye başladık, orada Marko (Pecarski) ve Vrenz (Bleijenbergh) faktörleri de var. Marko bazı maçlarda 30’lu sayılara yaklaştı, o da çok skorer bir oyuncu. Müdafaada zaafiyet gösteriyordu ama o açığı J kapatıyordu. Aslında güzel bir kimya oluştu, J’in müdafaadaki generalliğiyle kısalarımızın ve forvetlerimizin skorerliği ortaya güzel bir kimya çıkardı. Bu şekilde biraz inşaatı temelinden ikinci kata çıkarmış gibi olduk, sanki üçüncü ve dördüncü katlar için devam etmek lazım.”

EH: Bu sezon takıma çok isim gelip gitti ama ben sizin için kırılma noktası olarak Nate Mason’ı görüyorum. Justin Robinson ile onu değiştirmek bence Merkezefendi’nin yaptığı en önemli değişiklikti. Oyuncunun bireysel yeteneğiyle rahatlıkla Avrupa’nın en üst seviyesinde oynayabileceğini düşünüyorum, siz ne düşünüyorsunuz?

“Bence de, haklısın. Nate’i ben zaten Avtodor (2020-21) döneminden beri takip ediyordum ama sonra Çin’e, Porto Riko’ya falan gidip para kazanıyor tabii. Bu seneye de gidip Le Mans’ı tercih ederek başladı ama orada bir türlü istediği ritmi bulamadı. Bir de orada yabancı sınırından dolayı dışarıda kaldı biraz. O arada biz de Justin Robinson’ı sakatlıktan döndüremedik bir türlü, sezon başında sakatlanıp sonrasında iyileşir gibi oldu. Sonra bir maç, Beşiktaş maçını oynayıp tekrardan hamstring sakatlığı yaşadı. Biz de marketi araştırıyorken Nate ile temasa geçtim, ‘takımında bir sıkıntın var gibi, oynayamıyorsun, oynadığında da istediğin verimi veremiyorsun, mutsuzsun, yeni bir tercih yapmak ister misin? Biz de oyun kurucu arıyoruz’ dedim. Ona da geçmişten örnekler verdim. ‘Sen de çok yeteneklisin, bak buradan daha iyi yerlere gidebilirsin’ dedim. Aynı sayfada buluşunca Nate ‘okey’ dedi. Geldikten sonra ortamı da gördü, zaten liderlik özellikleri çok yüksek olan bir oyuncu. Saha içi ve saha dışında takıma çok sahip çıkıyordu. Liderlik özelliklerini gösterebileceği bir ortamda olunca daha mutlu oldu, tek sıkıntımız çocuğunun doğumu oldu. Çok sıkıntılı bir doğum oldu eşi için, orada ülkesine gidip geldiği için biraz yıprandık ama sağolsun hiç bizi yalnız bırakmadı. Her türlü desteği sağladı, biz de çocuğuyla alakalı durumdan dolayı son maçtan önce ayrılıp ülkesine dönmesine izin verdik. Bence Nate Mason dediğin gibi çok yetenekli ve Avrupa’da üst seviyelerde oynayabilecek bir oyuncu. Bakalım, onun da gelecek sezon nereden çıkacağını çok merak ediyorum. Şimdi Porto Riko’ya gitti, orada oynayacak. Yine de önümüzdeki sezon ciddi bir takımda, ciddi bir rol alacağını düşünüyorum.”

EH: Az önce bahsettiğimiz isimlerden biri, Marko Pecarski. Geldiği zaman beni çok heyecanlandıran bir isimdi, ondan Nikos Rogkavopoulos gibi bir çıkış bekliyordum. Adriyatik Ligi’nde harika bir sezon geçirmişti ama burada beklenti altı kaldı gibi geliyor bana. Sizin gibi bir takım için sezon başında Oturu – Pecarski ikilisini yan yana getirmek çok ciddi bir hamleydi aslında. Siz de Pecarski’yi beklenti altı olarak nitelendiriyor musunuz?

“Yok, nitelendiremem. Sonuçta çok genç bir oyuncudan bahsediyoruz, ilk kez Sırbistan’ın dışına çıkmış bir çocuk. Ana kuzusu yani, ben sana öyle söyleyeyim (gülüyor). Bu çocuk ilk kez ülkesinin dışına çıkıyor, Adriyatik Ligi’nde iyi takımlar var tabii ki ama oradaki maçlar bizim ligdeki kadar rekabetçi değil tabii. Orada maçlar bizim ligimizdeki kadar yoğun fiziksellikte geçmiyor. Buna adapte olması çok kolay olmadı. Hücumda çok yetenekli ve inanılmaz bir paket, şutu var, pota altı var, hücum ribaundu özelliği var. Hemen hemen her şeyi yapabiliyor, alçak post oyunu var. Yine de savunmada, özellikle BSL gibi rekabetçi bir lig için kendini geliştirmesi gereken çok ciddi eksikleri var. Fiziksel olarak da. Sezon içerisinde bunu ona maksimum seviyede vermeye çalıştık, bence iyi bir sezon geçirdi.”

EH: Sezon sonuna doğru savunma kısmında ciddi bir gelişim gösterdi diyebiliriz sanırım.

“Evet, öyle. Hatta ben sana şöyle söyleyeyim, ben ona da inanıyorum. Bu sene olmadı belki, biraz toy kaldı ama bu şekilde çalışmaya devam ederse seneye değil, öbür seneye EuroLeague oyuncusu olacağını düşünüyorum.”

EH: Peki Bleijenbergh (Vrenz) için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

“Bleijenbergh çok versatil bir oyuncu. Ona her istediğini yaptırabilirsin, mesela top getir de getirsin, pick and roll oyna de oynasın, dört numara tut de dört numara tutsun, bir numara tut de tutsun, beş numaranın arkasında dur de dursun. Aslında İsviçre çakısı gibi bir oyuncu yani. O da aynı şekilde, çok genç bir oyuncu. BSL gibi ligler böyle oyuncular için iyi tecrübe oluyor, bu sene o da gördü. Gelirken ‘ben şöyle oyuncuyum, ben o ligde de yaparım’ diye geliyorlar ama işin öyle olmadığını anlıyorlar. Bu ligde kimlerin oynadığını, ligin ne kadar zor olduğunu, 11 tane Avrupa kupası takımı olduğunu görüyorlar. Bunları gördükçe ister istemez ‘aaa, öyle değilmiş’ diyerek daha çok çalışıyorlar. Tabii bu bir süreç, öyle 2-3 günde olacak şeyler değil bunlar. Vrenz bence çok yetenekli ve önemli oyuncu, bizim de sistemimizin çok kıymetli bir parçasıydı. O yüzden Vrenz’in de iyi yerlere gelebileceğini düşünüyorum ama onda şöyle bir sıkıntı var, Vrenz’i hangi pozisyonda oynatacaksın?  3 mü yoksa 4 mü? 4 için fiziği çok zayıf, güçlenmesi lazım. Daha perdeleme yapmayı bilmiyor mesela, 4 numara hiç oynamamış. Gidip pick and pop oyna desen perdelemeyi nereden, nasıl yapacak…”

EH: 3.5 numara oyuncular biraz şöyle geliyor; doğru takımdaysanız müthiş bir avantaj ama pozisyonun gerekliliklerini tam olarak kavrayamadıysanız da sizi yabancı sınırından dolayı dışarı atacak bir durum gibi.

Aynen öyle. Yine de dikkat ettiysen sistemimizde şöyle bir şey var, biz hep fizikli 3 numaralar, yani 3.5 numaralar tercih ediyoruz. Bizim sistemimizin bir parçası o. Tabii Nikos Rogkavopoulos’la kıyaslarsak Rago, daha dirençli ve şut mekaniği farklı bir oyuncuydu. Vrenz biraz daha statik, spot-up atıyor. Topsuz perdeleme aksiyonlarında kullanamıyorsun onu. Tabii Vrenz’in de çok iyi yaptığı şeyler var, mesela son Bahçeşehir maçında 4-5 pick and roll’u oynadık 2-3 kez. Orada birkaç kere Jehyve’ye (Floyd) smaç vurdurdu. İnanılmaz bir pas yeteneği var, zaten sezon boyunca tüm mola dönüşlerinde topu pas yeteneği nedeniyle Vrenz’e çıkarttırdık. Yetenekli bir pasör, onun da çok ciddi özellikleri var.”

EH: Peki Eugene (German), Bodrum maçı için düşündüğünüz bir hamle miydi?

“Esasında Bodrum maçı için düşünülen bir hamle değildi, sezonu bitiyordu Çin’de. Nate (Mason) Bursa maçında oynamayacaktı, o maça Eugene ile çıkabilir miyiz diye düşünüyorduk ama orada araya bayram girince transfer sezonu Pazartesi gününe kaldı. O sırada da Eugene’in Çin’deki maçı bitmemişti. Bursa maçında oynatamadık, Büyükçekmece maçına ise lisansı yetişmedi. O maçı kenarda izlemek durumunda kaldı. Eugene tabii irtibatta olduğum bir oyuncu, takım olarak bulunduğumuz durumu da biliyordu. Ben de sezon sonunda, en kritik haftalarda riske girmek istemiyordum. Bu nedenle en doğru tercih oydu, Eugene de sağolsun hiç tereddüt bile etmeden ‘koç sen istiyorsan, ihtiyacın varsa işim biter bitmez gelirim’ dedi. Sağolsun Çin’de o kadar maç oynamasına rağmen geldi bizimle idman yaptı, ligde kalma mücadelesine ortak oldu. Valla gerçekten ne kadar teşekkür etsem az.”

EH: Eugene German, yeteneği itibariyle ligde belki iki takım haricinde tüm takımlarda çok rahatlıkla oynayabilecek bir oyuncu. Peki bu Avrupa’da tutunamama durumu Çin’deki maddi durumla alakalı mı?

“Tabii, sonuçta Çin’de çok ciddi paralar kazanıyorlar. Trae Golden da benimle Bahçeşehir Koleji’ndeyken (2019-20) ligde sayı ve asist kralıydı, sonra Çin’e gitti ve bir daha geri gelmedi. Beş senedir orada. Tabii Çin’de basketbol biraz rahat, bizim ligdeki gibi kavga, dövüş yok (gülüyor).”

EH: Rekabetçi basketbolu tercih etmemek anlaşılabilir bir durum ama bu kadar büyük yeteneklerin de orada kalıyor olmasını görmek, Avrupa basketbolu için üzücü.

“Şimdi şöyle bir şey var, bu oyuncuların ciddi paraları kazanabilecekleri yerler EuroLeague takımları. Yine de bazen EuroLeague takımlarının profilleriyle bu çok yetenekli oyuncuların profilleri birbirine uymuyor. Oradaki koçların tercih ettiği oyuncu profilleriyle benim takımımda çok büyük etki yapmış bir oyuncunun profili bazen örtüşmüyor. Bu da işin bir detayı. Mesela Alex Perez Bahçeşehir’de benimle çalışırken sezon ortasında Fenerbahçe’ye gitti, orada oynayamadı. Öbür sene Zalgiris‘e gitti, Avrupa basketboluna çok ciddi katkısı olabilecek bir oyuncu ama orada da olmadı. Bazen oyuncu profilleri her takımla örtüşmüyor.”

EH: Elbette gelecek sezon için bu seneki kadrodan tutmak isteyeceğiniz oyuncular vardır ama gerçekçi olarak devam edebileceğinizi düşündüğünüz isimler var mı?

“Mutlaka var, onun üzerinde çalışıyoruz. Felsefe olarak söyleyeyim sana, inşaatı sezon içerisinde yapmaya başladık, temeli attık ve bir kat çıktık gibi düşünüyorum ben. İkinci ve üçüncü katları çıkabilmek için öncelikle temeli ve birinci katı korumak lazım. Şimdi hedef büyütüp bir adım daha yukarı çıkacağımız bir sezona gireceksek şu ana kadar inşa ettiklerimizi mümkün olan en üst seviyede korumamız lazım. Bunu yapmak istiyoruz, elbette takımda tutamayacaklarımız var ama tutabileceğimiz oyuncuları tutmak istiyoruz. Bir de yabancı kuralını duymamız lazım. 4+2 mi olacak yoksa beş yabancıyla devam mı edilecek onu öğrenmemiz lazım (kayıt tamamlandıktan sonra 4+3 olarak açıklandı). Bana soracak olursan ben Türk oyuncuların maksimum seviyede sahada kalıp oynamalarını istiyorum ama bir yandan da onları eleştiriyorum. Sistemi de eleştiriyorum. Türk oyuncularımızın kendilerine istedikleri kontratı bulabilmenin verdiği rahatlık yüzünden gelişim süreçlerini engellememeleri lazım. Biraz bu konuda rekabetçi bir ortam yaratılması gerektiğine inanıyorum. Türk oyuncuların yabancı oyuncularla rekabet edebilecekleri bir ortamın yaratılması lazım. Türk oyuncular arasında çok yetenekli isimler var, bu oyuncuları yetiştirip bir yerlere getirebilmemiz lazım. Bu iş sadece yukarıda ‘4+2 yaptık, altı yaptıkla’ olmuyor. Biraz aşağılara da gitmemiz lazım. Mesela Süper Lig ve BGL oyuncuları arasındaki makas çok açık. Bizim oraları doldurmamız lazım, BGL’den Süper Lig seviyesine çıkıp sorumluluk almaya başlayan bir oyuncuya kaç kez denk geldik? Belki 1-2 tane vardır. BGL ve Süper Lig arasında bir ara yok, oradan çıkan oyuncular hazır değiller. Süper Lig’in seviyesi BGL’ye göre çok yüksek, aradaki boşluğu kapatmamız lazım. Eskiden Ümitler Ligi vs. vardı. Mesela altı yabancı yapılır ama ’12 kişilik kadroda iki oyuncu en fazla şu tarihte doğmuş olacak’ denir. Böyle olunca en az iki genç oyuncuyu kadroya almak zorunda kalırım. Antrenörler için de işler çok zor, bunu dengelememiz lazım ama herkesi mutlu edemeyiz. Şimdi bana ‘sen 3 yabancı, 7 Türk oyuncuyla oyna’ dersen maçı kaybettiğimiz zaman hesabını ben veriyorum.”

EH: Peki siz bu ‘+’ işine hiç girmeyelim ve altı olacaksa altı, beş olacaksa beş olsun diyor musunuz?

“Bence o mantıklı, öbür türlü sistem çok değişecek. Bunun daha önce örnekleri var, şimdi bir de gidip ‘sahada Türk var mı yok mu? O girdi mi, şu çıktı mı?’ hesapları olacak. Onun kurgulanması var. Tabii olursa başladıktan sonra herkes alışır ama bana çok mantıklı gelmiyor, altı olmayacaksa da beş kalabilir. Aynı düzenle devam edelim. Yine de dediğim gibi alttan gelecek oyuncuların seviyesini daha yukarı çekebilecek bir yöntem olması lazım. Hep bu yabancı tartışmalarında konuşulan şey şu; milli takımımıza oyuncu yetiştirmek, Türk basketbolunda yerli oyuncuların çok daha efektif oldukları bir ortamı yaratmak. Hepimizin amacı bu zaten ama geldiğimiz aşamada Türk oyuncuların istenilen noktada olduklarını göremiyoruz. Bence bunun en önemli sebeplerinden biri, Türk oyuncuların doğru yerden başlamamaları. Bu oyuncuların doğru yerden başlamaları ve doğru planlamayla yukarı doğru gitmeleri gerekiyor. Hiçbir zaman rekabeti bırakmamaları lazım çünkü aralarında gerçekten çok yetenekli oyuncular var, iyi çalıştıkları ve rekabet etmek istedikleri takdirde herkesle rekabet edebilirler. Bunun en güzel örneklerinden biri, sanırım Türk oyuncularımızın katkılarıyla benim takımımda görülüyor. Tabii ki bu profesyonel bir iş, para kazanmaları lazım. Onları da anlıyorum, ömür boyu sporculuk yapamıyorsunuz. 35-40 yaşlarında bu mesleği bırakmak durumunda kalıyorlar, o zamana kadar para kazanmaları lazım. 40 yaşına gelip basketbolu yeni bırakmış birine kimse gidip ‘hadi gel sen buradan başla, kendine yeni baştan bir kariyer kur’ demez. O yüzden oyuncular kazanabildikleri kadar para kazanıp basketbolu bıraktıklarında hayatlarını devam ettirebilmek istiyorlar, bunda da haklılar. Yine de bu işi düzeltmemiz lazım, Türk oyuncuları istediğimiz rekabetçi seviyeye getirebilecek önlemler almamız lazım. Devamlı söylüyorum, gerçekten aralarında çok yetenekli oyuncular var. Onların doğru yerde, doğru zamanda olmaları gerekiyor ki o katkıyı maksimum düzeyde verebilsinler.”

EH: Siz altı yabancıyı mı yoksa beş yabancıyı mı tercih ederdiniz?

“Bence beş yabancılı sistem düzgün ilerliyor. Yani bir şey yapılacaksa bunun + olayı olmaması lazım, Federasyon istiyorsa dört veya altı yapabilir ama 4+1, 4+2 gibi şeyler bizi farklı stratejiler kurgulamaya itecek. Öyle olunca bu kez Türk oyuncuların da dengesi bozulacak. Bence ya dörde indirsinler ya da altıya çıkarsınlar. Ben çok duyuyorum mesela, kulüpler de bazen bu konuda baskı yapıyorlar. Tabii onlar da kendilerini düşünüyorlar. Bu noktada herkes haklı, haksız olan bir taraf yok. Yine de Türk basketbolunun paydaşları olarak bizim yapmamız gereken şey, oturup herkesin haklı olduğu bir konuda en çok fayda sağlayacak durumu bulmak. Bu düzeni kurmak için biraz kafa yormak lazım ama bence bu sorunun cevabı ‘hadi dört yapalım, sonra Türk basketbolu düzelsin’ veya ‘hadi altı yapalım, Türkler rekabete girip kendilerini geliştirsinler’ gibi basit bir cevap değil. Bizim biraz daha geniş perspektiften bakmamız, altyapılara inmemiz ve uzun vadeli planlamalar yapmamız lazım. Yani bu durum, o kadar basit bakılabilecek bir konu değil. ‘Yabancı sayısı arttı veya azaldı, bir anda her şey düzeldi’ gibi bir durum yok ortada.”

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

EuroLeague gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!