by Semih Tuna / stuna@eurohoops.net
Eurohoops Türkiye’nin Instagram hesabını takip etmek için tıklayın!
Ülkemizde TED Kolejliler, Aliağa Petkimspor, Banvit ve Galatasaray formalarıyla uzun yıllar boyunca izlediğimiz Chuck Davis, Basketbol Süper Ligi tarihinin en unutulmaz figürlerinden bir tanesi.
Banvit’in altın yıllarında dört numaradan sahaya getirdiği skor tehdidiyle fark yaratan Davis, kariyerinin son senesinde ise Galatasaray‘ın EuroCup şampiyonluğunda önemli rol oynamıştı.
2016 yazında ise henüz 32 yaşındayken basketbolu bırakma kararı alan Chuck Davis, Eurohoops’a özel geniş ve kapsamlı bir röportaj verdi.
Röportajdan öne çıkanlar ise şu şekilde:
EH: Kariyerinin sonuyla alakalı bir sorum var. Galatasaray’a geldikten bir hafta sonra ‘vücudum artık bu işi kaldıramıyor, karşılıklı anlaşıp yollarımızı ayıralım’ dediğini biliyorum. Yine de sonrasında pes etmedin ve EuroCup şampiyonluğunun kahramanlarından biri oldun. Bu süreci ve basketbola nasıl devam ettiğini anlatır mısın?
“Galatasaray’a geldiğimde pes etmeyi hiç istememiştim. Benimle çalışmaya ve beni fiziksel olarak iyi duruma getirmeye niyetli oldukları için kulübe minnettarım. Yine de takımdaki herkes fiziksel olarak mükemmel durumdayken benim için iyi toparlanmanın ne kadar zor olacağını düşünmemiştim. Ayrıca sezon ortasındaydık, sahaya çıktığımda ağır çekimde hareket ediyor gibiydim. Bir maçın tamamını oynayabilecek duruma gelmem ve ihtiyacım olan hızda hareket edebilmem bir ayımı aldı. Gerçekten sezon ortasında geri dönmenin bu kadar zor olacağını bilmiyordum. Sahaya çıktığımda durum bu şekildeydi. Genç yaşımda bir diz ön çapraz bağ ameliyat geçirdim, yaygın bir sakatlık. Yine de hazırlanmam gerektiği gibi hazırlanmamıştım, bu yüzden dediğim gibi çok çalışmam gerekti. Vücudumu toparlamam ve hızlanmam için bunu yapmam gerekti. Toparlandıktan sonraysa… Galatasaray’da sadece bir yıl oynadım ama basketbol kariyerimin en iyi hatıralarından birini yaşadım. Harika bir takımdık, harika bir süreç yaşadık. Halen o sene olanları düşünüyorum.”
EH: O sezon ayrıca EuroCup şampiyonluğunun kariyerindeki en önemli başarı olacağını söylemiştin. Bugün geriye dönüp baktığında halen aynı şekilde mi düşünüyorsun?
“Aslında bence en çok… Tabii orada gerçekten bir şey kazandık. Yine de şu an kariyerimin en önemli başarısı olduğunu söylemem zor. Bir şampiyonluk kazanmak tarih kitaplarında yerini alacak bir şey mi? Elbette öyle. Buna rağmen bazı sezonlarda… Banvit ile iki sezon final oynadık, bir sezonda sanırım sadece iki maç kaybetmiştik. Bu sezonlardan dolayı son derece gururluyum, anlatabildim mi? Büyük bir takım olmamamıza rağmen düzenli olarak ligi ilk dörtte bitiriyorduk. Bence bu çok özel bir şeydi. Yine de Galatasaray ile şampiyon olmak ve o takımdaki oyuncularla EuroCup’ta bu süreci yaşamak unutulmayacak bir şey. Çocuklarıma anlatabileceğim ve insanlara örnek olabileceğim bir şey. Evet, kesinlikle çok özeldi.”
EH: Chuck, aslında o takımın eksik olan parçası sendin. Elbette harika bir kadro vardı, Errick McCollum bir sayı makinesiydi. Stephane Lasme canavar gibiydi. Sinan Güler ve diğer oyuncular da vardı. Taraftarları ve atmosferi de göz önünde bulundurduğunda o takımı nasıl hatırlıyorsun?
“Takıma zaten bu nedenden dolayı katılmıştım, bunu hissediyordum. Zaten takım benim onları çok fazla yük taşımamı gerektirmeyecek kadar iyiydi, yine de masaya o takımda olmayan türden bir şeyler getirebileceğimi hissediyordum. Geldiğimde dediğim gibi fiziksel olarak iyi durumda değildim ama yine de iyi duruma geldiğimde özel bir şeyler yapabileceğimizi görüyordum. Bu anlamda kıyaslama yapabileceğim bir takım daha var ama süper derecede atletik olmasalar bile akıllı oyuncuların olduğu takımları seviyorum. Errick bir sayı makinesiydi ama sahanın en hızlısı veya en iyi üçlükçüsü değildi. O yalnızca akıllı bir oyuncuydu, anlatabildim mi? Sinan (Güler) için de aynısı geçerli. Kağıt üstünde baktığınızda çok dikkat çekici gelmeyebilir ama çok akıllı bir oyuncuydu, yeteneklerini en iyi şekilde kullanıyordu. Bu yüzden o sezondan büyük keyif aldım. O takımda gözüm kapalı güvenebileceğim beş, altı oyuncu vardı. Topla ne yapmaları gerektiğini biliyorlardı ve akıllılardı. Hata yapmıyorduk. Sahaya beyinlerimiz sayesinde pozitif etki edebiliyorduk. Ben hep bu tür bir oyuncu olduğumu ve bu tür oyuncularla beraber oynadığımda özel bir şeyler yapabileceğimizi düşündüm. Bu yüzden o takıma dair aklımda çok eğlenceli anılar var.”
EH: Aslında Galatasaray sezon sonu seninle yola devam etmek istiyordu, sen de ritmini bulmuştun. Durum buyken muhtemelen senin için basketbolu bırakmak zor olmuştur, değil mi?
“Evet, zordu. Dediğim gibi bu karar daha çok tedavi sürecimle alakalıydı. Yine de 1-2 yıl daha bu kararı erteleyebilirdim ama Türkiye’de uzun süre boyunca oynamış ve harika bir kariyer edinmiş bir arkadaşım vardı, Erwin Dudley’den bahsediyorum. Aklımda hep o vardı, ufak sakatlıklar geçirmeye başlamıştı. Onu gördükten sonra benim için işlerin nasıl olacağını biliyordum. Onun gibi ufak sakatlıklar yaşasaydım ve son sezonum istediğim kadar iyi geçmeseydi basketbolu asla bırakmazdım. Bu yüzden o harika yılda EuroCup şampiyonu olduktan sonra bırakmak için doğru zamanın geldiğini düşündüm. Hayatımda son sezonuma geri dönüp baktığımda gülümseyebileceğim türden bir yıldı. Basketbolu hep bu şekilde bırakmak istiyordum. Geri dönüp ufak sakatlıklar geçirdikten sonra son sezonumun güzel geçmesi için bir kez daha geri dönmek istemedim. Benim için güzel bir son sezon oldu.”
EH: Galatasaray’a geldiğinde 63 numaralı formayı giymiştin, bunun sebebini biliyorum. Yine de hikayeyi bilmeyenler için sorayım. Neden 63 numarayı giydin?
“Dostum, bu dediğimle birilerini kızdırabilirim ama bana verdikleri numara buydu. Takımda başka müsait numara olup olmadığını bilmiyorum ama gittiğimde bana ‘hey, müsait durumda olan tek numara 63’ dediler. Aslında kendimi her halükarda yaşlı hissediyordum, bu yüzden iyi bir numaraydı.”
EH: Aslında… Bir saniye, bildiğim kadarıyla takımda Şanlıurfalı bir çalışan vardı, Şanlıurfa’nın da plakası 63. Ben bu yüzden sana 63 numarayı verdiklerini biliyorum, senin de bu hikayeyi bildiğini düşünüyordum.
“Aslında biliyor musun, bana o dönem böyle bir şeyler anlatmışlardı. Bu yüzden 63’ün özel bir numara olduğunu söylemişlerdi. Yine de bu konunun üzerine çok düşünmedim, bu noktada hangi numarayı giydiğim pek umrumda değildi. Sadece oynamak istiyordum.”
EH: Kariyerinin başlarına dönelim. Alabama’dan mezun olmuş biri olarak profesyonel kariyerine Türkiye’de başladın. Belçika’daki bir yıl dışında tüm kariyerini Türkiye’de geçirdin. İlk takımın Ankara’daydı, TED Kolejliler’de oynadın. Marques Green takım arkadaşındı, sonrasında Fenerbahçe‘ye gitti ve EuroLeague’de oynadı. EuroLeague’de oynamış en kısa oyuncu oldu. Aranızda harika bir uyum vardı, bu ikiliyi nasıl hatırlıyorsun?
“Dediğim gibi Errick (McCollum) harika bir oyun kurucuydu, birçok iyi oyun kurucuyla oynadım ama Marques Green kariyerimde beraber oynadığım en iyi oyun kurucuydu. Özel bir oyuncuydu. Evet, boyu kısaydı ama sahanın her yerinden şut atabiliyordu. Ayrıca boştaysanız mutlaka sizi topla buluşturuyordu. Genç Chuck Davis için gidip Marques Green ile birlikte oynamak kadar iyi bir seçenek olamazdı.”
EH: Evet, ben de sana bunu söyleyecektim.
“Yurt dışındaki ilk senemde adaptasyon sürecimi çok kolaylaştırdı. İlk yılımdan dolayı ona hakkını fazlasıyla teslim etmem gerek. Bir sene sonra Belçika’ya gittim ve zorlandım, o ilk senemi benim için kolaylaştırdı. Bana sahada nereye gitmem ve nerede olmam gerektiğini söylüyordu, boşa çıktığımdaysa mutlaka beni buluyordu. Bana ne zaman şut atmam gerektiğini söylüyordu. Orada beklenmedik şekilde çok iyi bir sezon geçirdik, bunun sebebiyse büyük oranda onun varlığıydı. Onu halen beraber oynadığım en iyi saf oyun kurucu olarak görüyorum. Daha skorer veya bazı alanlarda daha iyi olan oyun kurucularla oynadım ama saf oyun kurucu olarak baktığımızda oyun kurucu vizyonuyla en iyisi oydu.”
EH: Aslında az önce Erwin Dudley’den bahsettin, o da tıpkı senin gibi Alabama’dan mezun oldu. Birbirinizle yakın mısınız? O da inanılmaz bir oyuncuydu, onu açık ara Basketbol Süper Ligi’nde oynamış en iyi oyuncuların arasına koyabilirim.
“Evet, yakınız. Halen konuşuyoruz. Muhtemelen ayda iki kez konuşuyoruz, şu sıralar üniversitemizde (Alabama) antrenörlük yapıyor. Yakın arkadaşlarız, kariyerimiz boyunca öyleydik. Türkiye’ye gelip orada oynamamı rahatlaştıran faktörlerden biri oydu. Dolayısıyla halen konuşuyoruz ve aramız iyi.”
EH: Bunu duymak harika, kariyerin hakkında konuşmaya geri dönelim. Petkimspor’da bir sezon oynadın, sonrasında ise Banvit hikayesi başladı. Banvit tarihinin en büyük efsanelerinden biri oldun, oradaki insanlarla halen görüşüyor musun?
“Evet, halen Banvit’ten birçok insanla konuşuyorum. Halen oradan birçok arkadaşım var. Mesela koç Orhun (Ene), onu bu dünyadaki en yakın arkadaşlarımdan biri olarak görüyorum. Bazen Türkiye’ye onu ziyaret etmeye geliyorum. Antrenör Can var, Genel Menajer Turgay (Zeytingöz) ile halen konuşuyoruz, soyadını bilmiyorum. Sosyal medyadan konuşuyoruz.”
EH: Zeytingöz, Azerbaycan’a gitti ve orada çalışıyor.
“Evet, halen Banvit’ten birçok insanla konuşuyorum. Onları geniş ailem olarak görüyorum. Ayrıca tabii oyuncular var, o dönemlerdeki takım arkadaşlarımla halen iyi arkadaşız. Düzenli olarak konuşuyoruz. Sanırım orada beş yıl (altı) oynadım, aramızda sevgi bağı oluştu. Hatta içlerinde konuştuğum bazı Türk oyuncular da var, mesela İzzet (Türkyılmaz) ile internet üzerinden konuşuyoruz. Şafak (Edge) var. Fırsatım olduğumda veya Türkiye’ye geldiğimde görüşüyoruz, onları görmeye çalışıyorum.”
EH: Banvit’in kapandığını öğrendiğindeki tepkin ne olmuştu?
“Gerçekten çok üzülmüştüm. Bandırma küçük bir şehirdi ama insanların orada yaşadıklarımızın gerçekten ne kadar özel olduğunu anladıklarını sanmıyorum. Özellikle de şehir için. Banvit takımının şehir için anlamı çok büyüktü, dışarıda yürürken insanların basketbol takımıyla gurur duyduklarını görüyordum. Elbette Türkiye’deki birinci spor futbol ama şehir, gerçekten kulüple bütünleşmişti. Sadece takımla değil, kulüple. Kulüp kapandığında en çok üzüldüğüm konu A takım değildi, genç takımlar ve kulübün yardım ettiği genç oyunculardı. Her sene okullara gidiyorduk. Gerçekten bulunduğum kulüpler arasında aile gibi olan tek yer Banvit’ti. Bize bu şekilde davranıyorlardı. Elbette kulübün kapandığını görmek üzücüydü ama anlayabiliyorum.”
EH: Çocuklardan bahsetmişken sana bir çocuk hakkında soru sormama izin ver. Sen oradayken Alperen Şengün de oradaydı, onu hatırlıyor musun? Elbette o zaman çok küçüktü ama hatırladığın bir hikaye var mı? Bildiğin üzere dün büyük bir kontrat imzaladı…
“Gerçekten mi?”
EH: Evet. Beş yıl, 185 milyon dolar.
“Evet, Türkiye’den birçok genç oyuncuyu hatırlıyorum. Onu da biraz hatırlıyorum, sarıldığım genç oyuncular arasındaydı. Oyunu hakkında pek bir şey hatırlamıyorum çünkü çok gençti. Aslında bu çılgınca, ben Amerikalıyım ama Türkiye’de çok uzun süre oynadım. Bu yüzden bu çocukların NBA’de oynadıklarını görünce kendimi gururlu hissediyorum. ‘Bu çocuğu görüyor musun? Ben oradayken çok az oynayabiliyordu ama şimdi nerelere geldiğine bir bak!’ gibi oluyorum. Onun gibi oyuncuları yakından takip edeceğim. Onları sahada görmekten keyif alıyorum.”
EH: Aslında ben de sana bunu soracaktım. Koç Itoudis ile müthiş bir sezon geçirdiniz. Banvit, kulüp tarihinde ilk kez bir sezonu lider bitirdi. Sonrasında Galatasaray’a elendiniz. Sence o seriyi bir kez daha oynasaydınız kazanır mıydınız?
“Bence birkaç kötü sakatlık yaşamasaydık o seriyi kazanabilirdik. Galatasaray iyi bir takımdı ama normal sezonda onları her seferinde yenmiştik. O yıl normal sezonda ciddi bir rekabet yaşamadık, kaybettiğimiz maçlarda ise oyuncularımızı dinlendirmiştik. Koç Itoudis’in başantrenörlükteki ilk yılıydı, bence idmanlarda bizi çok zorluyordu. Playofflarda bir hamstring sakatlığı yaşamıştım, bu yüzden iki maç kaçırdım. Son maçta oynamak istedim ama iyi değildim. Oyun kurucumuz EJ Rowland sakattı…
EH: Takımın en iyi iki oyuncusu yani.
“Evet, (EJ) oynadı ama iyi durumda değildi. Dürüst olmak gerekirse Playofflarda sağlıklı kalabilseydik kesinlikle o sezon şampiyon olurduk. O kadar iyi bir takımdık. Hatta o takım EuroCup’ı kazandığımız Galatasaray takımından bile daha iyi olabilir. Gerçekten o kadar iyiydik ve dominanttık.”
EH: Itoudis gibi iki EuroLeague şampiyonluğu olan bir koçla çalıştın. Ayrıca Ergin Ataman gibi üst üste iki kez EuroLeague’i kazanmış, üç EuroLeague şampiyonluğu olan bir koçla çalıştın. Bu tür efsanelerle çalıştığın için kendini şanslı görüyor musun?
“Kesinlikle, kesinlikle. Şu sıralar antrenörlüğe adım atmaya başladım, dolayısıyla bu iki isimden ve Orhun’dan (Ene) bir şeyler öğrendim. Her zaman oyunun öğrencisiydim, dolayısıyla basketbol hakkında çok şey bildiğimi düşünüyordum. Yine de bildiklerimin yüzde 70’ini bu isimlerden öğrendiğimi söyleyebilirim. Şu anki koçluk felsefemin büyük kısmının bu üç ismin kombinasyonundan geldiğini söyleyebilirim. Elbette üçü de farklı koçlardı. Itoudis muhtemelen taktiksel açıdan en iyisiydi, bir anda kafasından bir set uydurup çizebilirdi. Diğer iki isimse ilişkiler ve motivasyon bakımından harikalardı. Dolayısıyla evet, kendimi şanslı görüyorum. Aslında Itoudis’e dair çok bir fikrim yoktu, onu pek tanımıyordum. Diğer iki koçuysa biliyordum, ne kadar harika koçlar ve insanlar olduklarını biliyordum. Bu tür koçlar oyuncularından en iyi katkıyı alabiliyorlar, anlatabildim mi? Sizi önemseyen insanlar. İki koç da (Orhun Ene, Ergin Ataman) bunu yapıyordu.”
EH: Birçok iyi konu hakkında konuştuk, şimdiyse sana bir ismi daha sormak istiyorum. Zoran Lukic’ten bahsediyorum. Onunla aranızın çok iyi olmadığını duydum, onu nasıl hatırlıyorsun?
“Koç mu?”
EH: Evet.
“Aslında aramız çok kötü değildi, bunu söyleyemem. Zorlu bir süreçteyken takımın başına geçti. Sanırım Rusya’da daha çok genç oyunculara koçluk yapmaya alışkındı. Ardından dört, beş senedir orada olan oyuncuların olduğu bir takıma geldi. Anlatabildim mi? İşleri belli bir şekilde yapıyorduk. Sonrasında o geldi ve kendi açısından haklı olarak bir şeyleri değiştirmek istedi. Çok daha genç takımlara koçluk yapmaya alıştığınız zaman işleri farklı şekilde yaparsınız. Dürüst olmak gerekirse ondan nefret etmiyorum, onun da benden nefret ettiğini sanmıyorum. Yine de o an bariz şekilde takımın eski oyuncuları olarak koçun işleri yürütme tarzına adapte olamadık. Bu sürece adapte olamadık. Dolayısıyla biraz baş kaldırdık, sporda böyle şeyler olabiliyor. Sonrasında farklı bir koç görevi devraldı ve o sezon harika işler yaptı. Bence uyumlu bir birliktelik değildi, (Zoran Lukic) kötü bir koç değildi. Ayrıca onu kötü biri olarak görmüyorum. Yalnızca uyumlu bir birliktelik değildi. Şanslıyım ki bu dünyada nefret ediyorum veya benden nefret ediyor diyebileceğim biri yok. Zoran’ın bu konuyu çok düşündüğünü sanmıyorum, bence ortada karşılıklı bir saygı vardı. Bence ikimiz de bunun farkındaydık. Hatta o yıl konuştuk, bu işi yürütmemiz gerektiğini söyledik. Sporda koçunuzu veya oyuncularınızı seçemediğiniz zamanlar olabiliyor, bu anlarda bir şekilde işi yürütmek durumundasınız. Bence ortada karşılıklı bir saygı vardı.”
EH: Chuck, sana karşı dürüst olmam lazım. Basketbolcu olarak senin hep Avrupa’nın en üst seviyesinde, yani EuroLeague’de oynaman gerektiğini düşündüm. Neden kariyerinde bu yolu tercih etmedin? Avrupa’nın en üst seviyesinde fark yaratan bir oyuncu olabilirdin.
“Dürüst olmak gerekirse Avrupa basketbolu için sıra dışı bir oyunum vardı.”
EH: Kesinlikle öyle.
“Belçika’da geçirdiğim bir yılda beni nasıl kullanacağını iyi bilen bir koçla çalışmam gerektiğini anladım, anlatabildim mi? Belçika’da çok kötü bir sezon geçirmedim ama sisteme yeterince uyum sağlayamadım. Anlatabildim mi? EuroLeague’deki birçok takıma baktığımda benzer bir durumu gördüm. Dört numara oynayan oyuncudan üçlük çizgisinin gerisinde durmasını ve üçlük atmasını bekliyorlardı. Birebir oynamasını pek beklemiyorlardı, benim oyundaki gücüm ise birebirlerdi. Yarım dairenin tepesinden ve alçak posttan birebir oynayarak etkili oluyordum. Aslında biraz üçlük atabiliyordum ama asıl oyunum bu değildi. Ayrıca hep garantici biri oldum, iyi bir takım bulduğumda kalmak istedim. Türkiye’ye uyum sağlayıp buradaki oyunu ve benim gibi sıra dışı bir oyuncuyu oyunlarına adapte edebilen koçları gördüğümde bu sistemin içerisinde kalmak istedim. Garantici davrandım. EuroLeague’de oynamanın ve daha çok para kazanmanın peşinde koşup berbat oynadıktan sonra hem para kaybeden, hem de oyundan aldığı zevki kaybeden -ki benim için her zaman çok önemliydi- birçok oyuncu gördüm. Dolayısıyla böyle bir oyuncu olmak istemedim. Banvit’te kendime iyi bir yer edindim ve işler iyi gitti. Ayrıca koçu sevdim. Dediğim gibi Orhun (Ene), bugün bile en yakın arkadaşlarımdan biri. Bu yüzden garantici olmak istedim. Garantici olup beni tanıdıklarını ve beni nasıl kullanacaklarının farkında olduklarını bildiğim bir yerde kalmak istedim.”
EH: Evet, bu anlaşılabilir. Yine de şunu soracağım, Banvit’teyken hiç EuroLeague’den teklif aldın mı?
“Evet, aldım.”
EH: Sorun değilse hangi takımdan aldığını sorabilir miyim?
“Çoğunlukla Rus takımlarıydı. Benim zamanımda Türkiye ve Rusya Ligleri, muhtemelen en iyi ve oyuncuların en çok para kazandıkları liglerdi. Bu yüzden sürekli Rus takımlarından teklif geldi. Elbette sadece Rus takımlarından teklif aldım diyemem ama o sıralar kazandığım paraya yakın, cazip teklifler yapan takımlar hep Rus takımlarıydı. Lokomotiv (Kuban) bir yıllık kontrat teklif etti. Dürüst olmak gerekirse hava durumundan dolayı birçoğunu hatırlamıyorum. Rusya’da oynamayı istemiyordum, beni ikna etmek için o sıralar Türkiye’de kazandığımdan çok daha fazlasını teklif etmeleri gerekiyordu. Banvit’te oynarken üç veya dört kez bu tür teklifler aldım. Galatasaray’a gitmeden önce ise Belçika’daki eski koçum beni Jerusalem’e çağırmıştı. Galatasaray’ı seçmiştim çünkü kulübü biliyordum ve daha güvenliydi. Dediğim gibi sürekli Rus takımlarından teklifler geldi. Lokomotiv dışında sanırım (Zenit) St. Petersburg da bir kez teklif yapmıştı. Sayabileceğim iki takım bu şekilde.”
EH: Elbette bu sadece benim görüşüm ama hep Maccabi Tel Aviv‘e çok iyi uyum sağlayabileceğini düşünmüştüm çünkü dört numaraları çok iyi kullanıyorlardı.
“Maccabi de bana bir kez teklif yapmıştı, kontrat teklif etmişlerdi. Bunu unutmuş olmam çılgınca ama gitmememin sebebi parayla alakalıydı. Her ne kadar iyi bir takım olsalar da iyi para vermiyorlardı.”
EH: Banvit’ten daha mı az teklif ettiler? Ciddi misin?
“Muhtemelen şu an sırları ortaya döküyorum ama evet, öyle. Banvit’te kazandığım kadar iyi bir para teklif etmemişlerdi. Muhtemelen bunu söylediğimi duysalar bana kızacaklardır ama durum bu şekildeydi. Teklifleri Banvit kadar iyi değildi. Aslında çok uzak rakamlar değillerdi ama Banvit’te daha çok kazanıyordum. Muhtemelen ‘hey, biz Maccabi Tel Aviv’iz. Buraya gel ve hem şehrin, hem de EuroLeague’de oynamanın keyfini çıkar’ düşüncesiyle teklif yaptılar. Bense bunu kabul etmedim. Banvit’te mutluydum ve en çok parayı kazanabileceğim yerde olmak istiyordum. Bu yüzden Banvit’ten ayrılıp bilmediğim bir yere gitmek istemedim.”
EH: Sosyal medya paylaşımlarından görebildiğim kadarıyla Türkiye’yi ikinci evin olarak görüyorsun. Ayrıca bu yaz Türkiye’deydin. Türkiye’de bir evin var mı yoksa…
“Hayır, yok. Olmasını umuyordum, bunun hakkında birçok kez düşündüm. Oradayken de düşündüm ama hayır, Türkiye’de evim yok. Yine de çok fazla arkadaşım var, bu yüzden geldiğimde kalacak bir yerim oluyor. Türkiye’yi seviyorum, her yıl ziyaret etmeye çalışıyorum. Her zaman fırsatım olmuyor ama ülkeyi gerçekten seviyorum. Geldiğimde en sevdiğim Türk yemeklerini yiyorum. İskender, döner kebap… Bu yüzden geri dönmek için sabırsızlanıyorum.”
EH: Peki geldiğinde Orhun Ene’yle görüştün mü?
“Evet, elbette görüştüm. Türkiye’deki vaktimin çoğunu Orhun ile geçirdim. Söylediğim gibi dünyadaki en yakın arkadaşlarımdan bir tanesi.”
EH: Çalıştığın en iyi koç o mu?
“Kesinlikle, kesinlikle. Bazı şeylerde daha iyi olan koçlar vardı ama onun sahip olduğu kombinasyon ve bence koçluğa dair en önemli şey motivasyon. Bu konuda kesinlikle en iyisi o. O gerçekçi biri. Çalışması kolay bir koç değil ama sizi gerçekten önemsediğini biliyorsunuz. Ayrıca sizin ve takımınız için gerekli olan şeylerin kombinasyonunu yapacağını da biliyorsunuz. Gerçekten sizi umursadığını bilmenizi sağlıyor. En iyi olduğu konu buydu.”
EH: O zaman şunu sorayım, beraber oynadığın en iyi oyuncu kimdi?
“Zor bir soru. Gerçekten zor bir soru.”
EH: Cevap vermekte zorlanıyorsan en iyi üç oyuncuyu da sayabilirsin.
“Sammy Mejia. Dürüst olmak gerekirse Sammy Mejia’yı en iyisi olarak söyleyebilirim. Sahada her şeyi yapabiliyordu. Bence fizikli bir oyun kurucu olarak NBA’de olmalıydı. Elbette o bir oyun kurucu değildi ama o fizikle oyun kurucu olarak oynayabilirdi. Errick McCollum‘u da kesinlikle sayabilirim. Kesinlikle en iyi üç oyuncu arasında olur. Üçüncü sıra içinse Galatasaray’daki Blake (Schilb) ve Banvit’teki Keith Simmons’ı veya EJ Rowland’ı sayabilirim. Hatta Lance Williams. Üçüncü sıra Marques Green’e de gidebilir. Üçüncü sıraya Marques Green’i koyuyorum. Yine de buraya aday olan oyuncuların hepsi birbirlerine yakın oyuncular.”
EH: Az önce Sammy Mejia’nın NBA’de oynayabileceğini söyledin. Ben Erwin Dudley için de aynısını düşünüyordum. 6 santimetre daha uzun olsaydı rahatlıkla NBA’e gidip kariyeri boyunca orada kalabilirdi. Sıra dışı bir oyuncuydu.
“Yüzde yüz haklısın. Sadece biraz daha uzun olsaydı NBA’de olabilirdi. Aslında çok önemli bir… Onunla kolejdeki son yılımızda şanssızlıklar yaşadık, çok önemli bir diz sakatlığı yaşadı. Erwin çok ciddi bir diz sakatlığı yaşadı ve bazıları sahalara geri dönebileceği konusunda endişeliydi. Dolayısıyla NBA’e gidememiş olmasının sebeplerinden biri de bu.”
EH: Chuck, peki savunurken en çok zorlandığın oyuncu kimdi?
“Harika bir savunmacıydım, bu yüzden savunduğum herkesi kolaylıkla durdurabiliyordum. Çoğu insan bu ismi hatırlamayacaktır, ben de doğru söyleyemeyebilirim. Türkiye’deki ilk üç veya dört yılımda Galatasaray için oynuyordu. Shumpert.”
EH: Preston Shumpert.
“Evet. Bakın, karşılıklı oynadığım en iyi oyuncu oydu demeyeceğim ama bana bariz şekilde en çok sorun çıkaran oyuncu oydu.”
EH: Evet, anlayabiliyorum.
“Ben birebirde iyi bir savunmacıydım, yardım savunmasında ve bloklarda da iyiydim. Yine de o, iki numara gibi şut atabiliyordu. Dolayısıyla sürekli nerede olduğundan emin olmam gerekiyordu. Onu boş bıraktığınız her anda ise şutu sokuyordu. Bu yüzden ona karşı oynamaktan nefret ediyordum.”
EH: Kolları çok uzun bir oyuncuydu, bu yüzden onu durdurmak zor olmalı.
“Evet, evet. Çoğu oyuncu iyi bir maç çıkardıysa bir sorun yoktu, bu bir sonraki maç için endişelenmem gereken bir şey değildi. Anlatabildim mi? Yine de o karşılıklı oynarken ‘aman tanrım’ dediğim bir oyuncuydu. Her seferinde nerede olması gerektiğini bilmem gerekiyordu, onu asla bırakamıyordum. Ben bu şekilde oynamaya alışkın değildim, bu yüzden nefret ediyordum.”
EH: Peki karşılaştığın en iyi savunmacı kimdi?
“Beni tanıyan insanlar bunu görmeleri halinde güleceklerdir ama isim hafızası konusunda çok kötüyüm. Benim için oynaması en zorlu savunmacılar, benden daha kısa ve güçlü oyunculardı. Bu tür oyunculara karşı oynamaktan nefret ediyordum. Karşıyaka’da böyle bir oyuncu vardı, şu an ismini hatırlayamıyorum.”
EH: Türk mü yoksa yabancı mı?
“Yabancı bir oyuncuydu, sanırım uzun bir süre İspanya’da oynamıştı. Sanırım uzun süre boyunca Gran Canaria’da oynadı, ona karşı çok fazla oynadım. EuroCup’ta Gran Canaria ile birçok kez oynadık. Sanırım sonrasında Karşıyaka’ya gitti, ona karşı oynamaktan kesinlikle nefret ediyordum.”
EH: Şu an araştırıyorum. Dört numaraydı, öyle değil mi?
“Evet, öyleydi. Undersized bir oyuncuydu, 6.5 veya 6.6’ydı. Güçlü bir oyuncuydu, şutu vardı ve o muhtemelen…”
EH: Juan Palacios olabilir mi?
“Sanırım o.”
EH: Gerçekten mi?
“Evet, sanırım o.”
EH: Evet, senden üç santimetre daha kısa.
“Evet, tuhaf gelebilir ama ben iyi bir post oyuncusuydum. Buna rağmen ağırlık merkezi benden daha iyiydi ve onu alt edemiyordum. Dizlerimi zorluyordu, daha kısa olduğu için benden daha çabuktu. Bu yüzden birebirde onu alt edemiyordum. O fizikteki her oyuncu bana zorluk çıkarıyordu. Gerçekten harika bir savunmacıydı.”
EH: Chuck, sorularım bu kadardı. Seninle konuşmak çok büyük bir zevkti. Bir kez daha çok teşekkürler.
“Ben de çok keyif aldım, hatta bittiği için üzgünüm. Müteşekkirim, harika bir iş çıkardın, teşekkür ederim. Anılarımı hatırlatarak günümü güzel hale getirdin. Bunu insanlara hep söylüyorum, zaman çabuk geçiyor. Zaman çabuk geçiyor. Birkaç kişiyi arayacağım, Sammy (Mejia) ve Keith’i (Simmons) arayacağım. Bana birçok güzel anıyı hatırlattın. Minnettarım.”
EH: Teşekkürler, teşekkürler. Görüşmek üzere.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!
EuroLeague gündemindeki son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!