Ene: “Türkiye’de ve Avrupa’da Model Oluşturacak Bir Yapı Yaratmak İstiyoruz”

28/Kas/17 12:37 Kasım 28, 2017

Semih Tuna

28/Kas/17 12:37

Eurohoops.net

TOFAŞ koçu Orhun Ene, Eurohoops’a çok geniş bir röportaj verdi.

By Semih Tuna/ info@eurohoops.net

TOFAŞ, bu sezon oynadığı basketbol ile basketbol izleyicilerine tatmin edici şeyler verdi. Karşılığını da oynadığı tüm maçları kazanarak aldı. 7’de 7 ile en yakın rakibinin 2 galibiyet önünde olan bir takım var. EuroCup’ta çok iyi oynanılan maçlar ve bir sonraki tura çıkmaya sadece 1 galibiyet kalması…

Takımın başında da kumandan olarak Orhun Ene bulunuyor. Koç, bu ligin tecrübeli antrenörlerinden. TOFAŞ kulübünü sahiplenmesi ve ulaşmak istedikleri hedefleri gerçekçi şekilde temellendirmesi etkileyiciydi.

Koç ile gidişatı, TOFAŞ’ın önündekileri, Avrupa ve Türkiye’yi, basketbol maçına verilen değeri, Yiğit Arslan’ı ve elbette yabancı sınırını konuştuk.

Ligde yenilgisiz, Avrupa’da ise sadece 2 yenilgi ile yola devam eden bir takım var. Her şeyden önemlisi sahada ne yaptığını çok iyi bilen bir takım var. Bunun arkasındaki neler var? Sezon öncesi bu şekilde bir başlangıç hedeflemiş miydiniz?

İlk olarak TOFAŞ Spor Kulübü bir basketbol kulübü. Geçmişini de değerlendirdiğimizde son senelerde A Takım düzeyinde başarılı olmasa bile inanılmaz bir birikimi ve potansiyeli olan bir kulüp. Bu başlangıç insanlara sürpriz olarak geliyor ama kulübü sadece sahadaki basketbol kapasitesini değerlendirmeden, kulübün Türk basketbolundaki sahip olduğu değerlere bugün baktığınız zaman… Altyapısı, tesisleri, organizasyonu… Bunlara baktığımız zaman başarı sadece çemberden topu geçirmekle olmuyor. O yüzden kulüp yapısı içerisinde zaten her kulübün yaşadığı sıkıntılar yaşanıyor ama sahip olduğumuz kaynakları –bunu sadece maddi bütçe anlamında söylemiyorum- doğru kullandığınız zaman Türkiye’de fark yaratabiliyorsunuz. Biz de sahip olduğumuz bu dinamikleri iyi kullandık. Altyapıdan yetiştirdiğimiz genç oyuncular bir tecrübeye ulaştı. 2.ligden 1.lige çıktığımız zaman kazandığımız deneyimlerle –bu deneyimler de yaptığımız hatalardan aldığımız deneyimlerdi- bu sene daha doğru kararlar verdik. Daha çok BSL’ye uyum sağladık.

Bu işi ne kadar bilseniz de alt ligden çıkan takımlar için BSL’deki ilk sezon basketbol oynamak kolay değil. 2 yabancıdan 6 yabancılı sisteme geçiyorsunuz ki biz geçen sene 5 yabancıyla başladık. Türkiye’nin konjonktüründe o zaman büyük sıkıntılar yaşandı. Takımlar transferleri bitiremedi, oyuncular gelmedi. Biz de bu sıkıntılarla birlikte kötü bir başlangıç yaptık. Ancak bu sezon daha doğru hamleler yaptık ve iyi başlangıç geldi. Aslına bakarsanız başlangıcın hikayesini anlatırız ama esasında başarının hikayesinin anlatılması lazım. Şu an bir başlangıçtan bahsediyoruz henüz başarı hikayesi değil. Doğru yolda bir projeksiyon yaptık. Bunu bir hayal olarak da görmüyorum. Bu hedefti. Bizim gibi insanlar senelerdir bu yapının içerisinde. Bunu ben Banvit’te de tecrübe etmiştim. TOFAŞ’ta da bu sezona böyle başladığımızda bizim için bir sürpriz olmadı. Tabii ki 7’de 7 yapmayı kimse beklemez ama ben iyi bir başlangıç yapacağımızı ve takım kimyamızın iyi olduğunu, oyuncularımızın bu sene daha çok tecrübe kazanarak böyle giriş yapabileceğini düşünüyordum açıkçası.

Avrupa grubunuzdaki takımlar belli olduğunda, herkes çıkan takımları gördüğü zaman basketbol camiasındaki bir çok kişi zorlu bir gruba düştüğünüzü söylüyordu. Benim de gördüğümde tepkim bu şekildeydi. Daha iyisi olabileceğini düşünmüştüm.

Ekleme yapmak istiyorum. Grupta herkes bizi averaj takımı olarak görüyordu. Çünkü ilk defa EuroCup’a katılıyoruz. Bunu biz de hissediyorduk.

Sizi grubun zayıf takımı olarak gören insanların düşünceleri sizi daha çok motive mi etti? Sadece 2 maç kaybettiniz. 30 dakika boyunca harika bir basketbol ve sonrasında kaybedilen Ulm maçı… Ardından 11 saniye kala Kuric’in perde çıkışı el üstü gönderdiği maç sonucunda gelen yenilgi. O mağlubiyette de eminim çok üzülmüşsünüzdür. Sinir bozucu bir mağlubiyetti çünkü.

Ulm maçını biz çok daha iyi oynayabilirdik. Ulm de düşüşte bir takımdı. Almanya Ligi’ne kötü başlamıştı. Fakat çok tecrübeli bir takım. İyi bir basketbol ekolü. Biz bunların farkındaydık. Ulm’un basketbol kapasitesinin ötesinde oradaki basketbol yoğunluğunun ve karşılaşacağımızın direncin sadece bu seneki takımın performansıyla ve aldığı sonuçlarla alakadar olmadığını biliyorduk ama o maçın kendi hikayesinde de o maçı daha kolay bir hale getirebilirdik. Kaybettiğimizde pişmanlık duyacağımızı bildiğimiz için üzüldük. Zenit maçını biz çok iyi oynadık ama çok garip bir 3-4 dakika var. Sürekli top kayıpları, sportmentlik dışı faullerle onların geri dönüşü var. Fakat neticede bizi motive etmenin dışında diğer takımların bizi rakip olarak görmemesi, bizi gaza getirmesinin yanında bize avantaj da sağlayan şeylerdi.

Çünkü başkaları tarafından kaale alınmamak bizim gibi takımların lehine. Onların bizi öyle görmesi motive etmenin dışında bizi mutlu etti. Gran Canaria buraya geldiğinde de “EuroCup’ta ilk defa oynayan bir Türk takımı, geçen sene de play-off’a son sıradan giren bir takım” olarak görüyorlardı. Biz de bunun avantajını kullandık. Herkes Avrupa’da birbirini çok iyi tanıyor. Gruptaki bütün teknik adamların birbirinden çekindiğini ve kimsenin kolay maçı olmadığını biliyorum ama dışarıdan bunu takip eden basketbol camiası daha başka dinamiklerle bakıyorlar. 12 senedir EuroLeague-EuroCup seviyesinde ilk defa maç oynayan bir takım… Buranın bir tecrübesi olduğunu ve ilk sezonun daha sıkıntılı olacağını düşünüyorlardı. Şimdi 4 galibiyet aldık. 2 maç sonra oynadığınız basketbolla değerlendirilmeye başlıyorsunuz. Ondan sonra bizi doğru değerlendirmeye başlanıyorsunuz. O avantajımız ilk başta vardı ama herkes bizim kim olduğumuzu şimdi daha iyi biliyor.

Bunun tam tersi ise Türkiye Ligi için geçerli. Saha içerisinde 7’de 7 ile –şimdilik- bir başarı ve en yakın rakibinizle aranızda 2 galibiyet fark var. Siz bunu Banvit’te de tecrübe ettiniz. Takımlar artık size karşı, lig liderine karşı, ilk yenilgiyi tattırmak için ekstra bir motivasyonla çıkabilir diye tahmin ediyorum. Bu nasıl bir his, TOFAŞ bu hissin altından nasıl kalkabilir?

Bu aslında insanı geliştiren bir his. O tarafına bakmak lazım. Bu, sizi daha güçlü yapabilecek, sizin başarınızı devam ettirmek ve mükemmel olabilmek için sizi tetikleyebilecek bir durum. Kulüplerin silinen hafızaları var, silinmeyen hafızaları var. Bu da kulüplerin tecrübesini geliştiriyor. Basketbolda galibiyetler ve mağlubiyetler zinciri denen bir döngü var. Bu döngüler esnasında bir gerçek var. İnsanlar hatalardan daha iyi olmak için daha çok öz eleştiri yapıyor. Hatalarını değiştirmek için daha gayretli oluyorlar.

Galibiyetler zincirinde kazanmanın daha kolay hale gelmesi sonucu o zaman kendi hatalarınızı görmeyip o kadar çok öz eleştiri yapmıyorsunuz. Bu da oyuncular üzerinde de aynı etkiyi yapıyor. Kulübün üzerinde de aynı etkiyi yapıyor. Bunun sonucunda her rakip maçı kazanma anlamında direnci ve motivasyonuyla daha sert ve sağlam geliyor. Sizin de bunu devam ettirmek için yapmanız gereken şeyler var. Eğer siz bütün bu kazanımları geride bırakıp maçı ‘maç’ olarak yaşayabilirseniz -ki bizler onu yapmak zorundayız- o zaman siz kendi basketbolunuzla fark yarattığınız şeyleri sahaya koyabiliyorsanız, bunun için de iniş çıkışlar göstermiyorsanız kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.

Bizim takım olarak gelişmemiz lazım. Biz buna inanıyoruz. Lig ve Avrupa başladıktan 3-4 maç sonra düşüş de gösterdik. Kazanma becerimizle bunun altından kalktık. O süreçteki hatalardan çıkarılanlarla beraber takım olarak bir basamak daha yükselttik kendimizi ve yine bir seviye yakaladık. Başarılı bir sezon geçirmek istiyorsanız, takım içinde de kendinizi sürekli geliştirmeniz lazım. Mağlup da olacağız. Bu zor bir süreç. Bundan sonra çok önemli maçlarımız var. Bulunduğumuz nokta, ulaştığımız maksimum seviye değil. Bu durum da ilerisi için benim umutlu olduğum konu. Biz savunmada gerekli sertliği koymadığımızda bulunduğumuz seviyenin altına da düşebilen bir takımız. Her şeyden önce takım olarak bugüne kadar iyi yaptığımız şeylerden ödün vermememiz lazım ki üzerine bir şeyler koyalım.

Benim sizinle şimdiye kadar olan konuşmalarımdan anladığım, bu sezon için TOFAŞ kulübünün hedefinden ziyade sürekli olarak ‘gelişme’ konusuna vurgu yapıyorsunuz. Peki kulübü genel olarak elimize aldığımızda, TOFAŞ’ın bir kulüp olarak hedefi ne olmalı?

CEO’muz ve aynı zamanda kulübün başkanı Cengiz Bey’den başlayarak, Genel Menajerimiz Tolga Öngören ile devam eden, benim de içinde bulunduğum Teknik ve İdari kısımdaki insanların ileriye doğru bir projeksiyonu var. Sadece basketbol açısından soruyorsan, bu sadece kulübün ligde bulunduğu konum ve oynadığı basketbolla değerlendirilecek bir konu değil. Bizim için oynadığımız basketbolla, sahip olduğumuz basketbol yatırımlarımızla (tesisimiz, organizasyonumuz, altyapımız) Türkiye’de ve Avrupa’da model oluşturacak bir yapı yaratmak.

Bu bizim çok önemli bir durum. Seçeceğimiz yabancı oyuncudan yetiştireceğimiz altyapı oyuncusuna, harcadığımız bütçelere, oynadığımız basketbola kadar etkileyecek bir kritik bu modeli oluşturmak. Bunun sonucunda sportif başarı tabii ki önemli. A Takım, bu sportif başarının lokomotifi. Bütün vagonları çekiyor. Oynadığımız basketbol, Bursa’daki taraftarımıza karşı basketbol olarak bir sorumluluk, kendi bünyemizde yetiştirdiğimiz oyuncuların oyun yetenekleri ve becerileri, kendi bünyemizdeki yabancıların kişilikleri ve karakterleriyle beraber bir bakıma kendi kurduğumuz basketbol organizasyonuna kriterler koyduk. Bizim genç oyuncumuzun nasıl olması gerektiği, A Takımımızın nasıl bir basketbol oynaması gerektiği, yabancı oyuncularımızın nasıl olması gerektiği, antrenman imkanlarımızın nasıl olması gerektiği…

Bizim hiçbir zaman inanılmaz bir A Takım bütçemiz olmayacak. Ama bu bütçe doğrultusunda biz belli bir noktada kalmayı da kabul etmeyeceğiz. Bu paralarla Avrupa’da iyi iş yapan kulüpler var. Biz de bu paralarla, eğer bazı bölümlerimizi gerekli şekilde bir seviyeye taşırsak bizler de iş yaparız. Basketbola verilen kaynaklar çok değerli kaynaklar. Bugün Türkiye’de birçok kulüp, yatırdığı paranın karşılığını maalesef alamıyor. Sponsorlar da alamıyor. TOFAŞ’ın bir hedefi de bu kaynakları geri dönüşümü olabilecek şekilde dengelemek. Sponsorun verdiği paranın karşılığı olarak da tribün geliri ve küçük sponsorların katkılarıyla beraber, televizyon gelirleriyle beraber bir geri dönüşümü olması lazım ki Türkiye’de ne kadar kriz olursa olsun güçlü durulsun.

Geçmişe baktığımızda kulüpler buna yatırım yapmadılar. Kulüpler seçici olmadılar. Seyircisini yaratma… Maç salonundaki o atmosferi mükemmel hale getirerek o insanların sadece maçı seyretme adına değil eğlenme adına da imkanlar sunulmadı. O yüzden basketbol maçının değeri olmadı. İnsanlar bilete para ödemediler, bedava maç seyrettiler senelerce. Sponsorlar sadece bazen mecburiyetten, bazen de sporu çok seven insanlar sponsorluk yaptılar. Bunların hepsi, bu kulüp içerisinde teker teker konuşulan ve detaylandırılan şeyler. Bizim tarafımız da bu kaynaklarla başarılı olmayı hedefliyor. Bu başarıyı elde ederken de kendi çizgilerimiz doğrultusunda olmalı. Bizim sürdürülebilir bir başarı elde etmemiz lazım. Biz bunu yaptık.

Bütün kaynakları sonuna kadar kullandın, şampiyon olmak için bütçenin üzerinde 2 tane daha yabancı getirdin ama o yabancıların parasını önümüzdeki senenin kaynaklarından kullandın. Biz böyle bir bakış açısına sahip değiliz. Biz başarı elde edebiliyorsak, şu anda sahip olduğumuz kaynakları ve yetenekleri en yukarı çekerek, bu kaynaklarla en iyi basketbolu oynayarak oluyor. Tabii ki bizler de kendi gücümüz doğrultusunda arada eklemeler yapabiliriz. Fakat o başarının ve şampiyonluğun şehvetine kapılarak da, bu kaynakların kullanımının dışına taşabilecek heyecanlara kapılıp anlamsız hamlelerden de kaçınmamız gerekiyor. Tüm bunların içerisinde bir antrenör olarak bu baskıyı ben de görüyorum. Ancak bu iyi anlamda bir baskı. Bunun içerisinde de biz kaynaklarımızı daha iyi kullanmak için çok daha fazla düşünüp çaba sarfediyoruz. Aldığımız sonuçlarla da bu işin böyle olduğunu başka insanlara da gösterebilelim. Türkiye’de inanılmaz bir kaynak israfı oluyor. Birçok takım her sene inanılmaz paralar harcanıyor. Bu paraların karşılığı da çok az takım tarafından alınıyor.

Belki EuroLeague şampiyonu bile bunun karşılığı alamıyordur…

Onun için şöyle söylemek istiyorum. Orası başka bir platform…

Prestij olarak mı söylüyorsunuz?

Evet. Bu anlamda EuroLeague’deki birçok takım bunun karşılığını almayabilir. Bana göre Fenerbahçe kulübü son senelerde farklılık gösteriyor Türkiye’deki birçok kulüpten. Sponsorunu buluyor. Bütün biletlerini ve kombinelerini satabiliyor. Salonu var. Artık onlar en önemli başarıya odaklanmış ve o anlamda mücadeleye girmiş bir kulüp. Bizlerin öyle bir imkanı olmadığı için, ileride 12-14 bin kişilik bir salonu doldurabilecek bir seviyeye geldiğimizde sponsorlarla beraber bu şehrin içinde bu yapıyı üste çıkartılabilir. Belki EuroLeague takımı olmazsınız ama EuroCup’ın önemli takımlarından olursunuz. Her sene katılmış, belli anlamda başarılar yakalayan, Türkiye Ligi’nde kadrosuyla ve oynadığı basketbolla devamlılık sağlayan, her sene yapboz olmayan, az hata yaparak burada da farklı bir başarı hikayesi yazılabilir.