By Semih Tuna/ info@eurohoops.net
TOFAŞ, bu sezon oynadığı basketbol ile basketbol izleyicilerine tatmin edici şeyler verdi. Karşılığını da oynadığı tüm maçları kazanarak aldı. 7’de 7 ile en yakın rakibinin 2 galibiyet önünde olan bir takım var. EuroCup’ta çok iyi oynanılan maçlar ve bir sonraki tura çıkmaya sadece 1 galibiyet kalması…
Takımın başında da kumandan olarak Orhun Ene bulunuyor. Koç, bu ligin tecrübeli antrenörlerinden. TOFAŞ kulübünü sahiplenmesi ve ulaşmak istedikleri hedefleri gerçekçi şekilde temellendirmesi etkileyiciydi.
Koç ile gidişatı, TOFAŞ’ın önündekileri, Avrupa ve Türkiye’yi, basketbol maçına verilen değeri, Yiğit Arslan’ı ve elbette yabancı sınırını konuştuk.
Ligde yenilgisiz, Avrupa’da ise sadece 2 yenilgi ile yola devam eden bir takım var. Her şeyden önemlisi sahada ne yaptığını çok iyi bilen bir takım var. Bunun arkasındaki neler var? Sezon öncesi bu şekilde bir başlangıç hedeflemiş miydiniz?
İlk olarak TOFAŞ Spor Kulübü bir basketbol kulübü. Geçmişini de değerlendirdiğimizde son senelerde A Takım düzeyinde başarılı olmasa bile inanılmaz bir birikimi ve potansiyeli olan bir kulüp. Bu başlangıç insanlara sürpriz olarak geliyor ama kulübü sadece sahadaki basketbol kapasitesini değerlendirmeden, kulübün Türk basketbolundaki sahip olduğu değerlere bugün baktığınız zaman… Altyapısı, tesisleri, organizasyonu… Bunlara baktığımız zaman başarı sadece çemberden topu geçirmekle olmuyor. O yüzden kulüp yapısı içerisinde zaten her kulübün yaşadığı sıkıntılar yaşanıyor ama sahip olduğumuz kaynakları –bunu sadece maddi bütçe anlamında söylemiyorum- doğru kullandığınız zaman Türkiye’de fark yaratabiliyorsunuz. Biz de sahip olduğumuz bu dinamikleri iyi kullandık. Altyapıdan yetiştirdiğimiz genç oyuncular bir tecrübeye ulaştı. 2.ligden 1.lige çıktığımız zaman kazandığımız deneyimlerle –bu deneyimler de yaptığımız hatalardan aldığımız deneyimlerdi- bu sene daha doğru kararlar verdik. Daha çok BSL’ye uyum sağladık.
Bu işi ne kadar bilseniz de alt ligden çıkan takımlar için BSL’deki ilk sezon basketbol oynamak kolay değil. 2 yabancıdan 6 yabancılı sisteme geçiyorsunuz ki biz geçen sene 5 yabancıyla başladık. Türkiye’nin konjonktüründe o zaman büyük sıkıntılar yaşandı. Takımlar transferleri bitiremedi, oyuncular gelmedi. Biz de bu sıkıntılarla birlikte kötü bir başlangıç yaptık. Ancak bu sezon daha doğru hamleler yaptık ve iyi başlangıç geldi. Aslına bakarsanız başlangıcın hikayesini anlatırız ama esasında başarının hikayesinin anlatılması lazım. Şu an bir başlangıçtan bahsediyoruz henüz başarı hikayesi değil. Doğru yolda bir projeksiyon yaptık. Bunu bir hayal olarak da görmüyorum. Bu hedefti. Bizim gibi insanlar senelerdir bu yapının içerisinde. Bunu ben Banvit’te de tecrübe etmiştim. TOFAŞ’ta da bu sezona böyle başladığımızda bizim için bir sürpriz olmadı. Tabii ki 7’de 7 yapmayı kimse beklemez ama ben iyi bir başlangıç yapacağımızı ve takım kimyamızın iyi olduğunu, oyuncularımızın bu sene daha çok tecrübe kazanarak böyle giriş yapabileceğini düşünüyordum açıkçası.
Avrupa grubunuzdaki takımlar belli olduğunda, herkes çıkan takımları gördüğü zaman basketbol camiasındaki bir çok kişi zorlu bir gruba düştüğünüzü söylüyordu. Benim de gördüğümde tepkim bu şekildeydi. Daha iyisi olabileceğini düşünmüştüm.
Ekleme yapmak istiyorum. Grupta herkes bizi averaj takımı olarak görüyordu. Çünkü ilk defa EuroCup’a katılıyoruz. Bunu biz de hissediyorduk.
Sizi grubun zayıf takımı olarak gören insanların düşünceleri sizi daha çok motive mi etti? Sadece 2 maç kaybettiniz. 30 dakika boyunca harika bir basketbol ve sonrasında kaybedilen Ulm maçı… Ardından 11 saniye kala Kuric’in perde çıkışı el üstü gönderdiği maç sonucunda gelen yenilgi. O mağlubiyette de eminim çok üzülmüşsünüzdür. Sinir bozucu bir mağlubiyetti çünkü.
Ulm maçını biz çok daha iyi oynayabilirdik. Ulm de düşüşte bir takımdı. Almanya Ligi’ne kötü başlamıştı. Fakat çok tecrübeli bir takım. İyi bir basketbol ekolü. Biz bunların farkındaydık. Ulm’un basketbol kapasitesinin ötesinde oradaki basketbol yoğunluğunun ve karşılaşacağımızın direncin sadece bu seneki takımın performansıyla ve aldığı sonuçlarla alakadar olmadığını biliyorduk ama o maçın kendi hikayesinde de o maçı daha kolay bir hale getirebilirdik. Kaybettiğimizde pişmanlık duyacağımızı bildiğimiz için üzüldük. Zenit maçını biz çok iyi oynadık ama çok garip bir 3-4 dakika var. Sürekli top kayıpları, sportmentlik dışı faullerle onların geri dönüşü var. Fakat neticede bizi motive etmenin dışında diğer takımların bizi rakip olarak görmemesi, bizi gaza getirmesinin yanında bize avantaj da sağlayan şeylerdi.
Çünkü başkaları tarafından kaale alınmamak bizim gibi takımların lehine. Onların bizi öyle görmesi motive etmenin dışında bizi mutlu etti. Gran Canaria buraya geldiğinde de “EuroCup’ta ilk defa oynayan bir Türk takımı, geçen sene de play-off’a son sıradan giren bir takım” olarak görüyorlardı. Biz de bunun avantajını kullandık. Herkes Avrupa’da birbirini çok iyi tanıyor. Gruptaki bütün teknik adamların birbirinden çekindiğini ve kimsenin kolay maçı olmadığını biliyorum ama dışarıdan bunu takip eden basketbol camiası daha başka dinamiklerle bakıyorlar. 12 senedir EuroLeague-EuroCup seviyesinde ilk defa maç oynayan bir takım… Buranın bir tecrübesi olduğunu ve ilk sezonun daha sıkıntılı olacağını düşünüyorlardı. Şimdi 4 galibiyet aldık. 2 maç sonra oynadığınız basketbolla değerlendirilmeye başlıyorsunuz. Ondan sonra bizi doğru değerlendirmeye başlanıyorsunuz. O avantajımız ilk başta vardı ama herkes bizim kim olduğumuzu şimdi daha iyi biliyor.
Bunun tam tersi ise Türkiye Ligi için geçerli. Saha içerisinde 7’de 7 ile –şimdilik- bir başarı ve en yakın rakibinizle aranızda 2 galibiyet fark var. Siz bunu Banvit’te de tecrübe ettiniz. Takımlar artık size karşı, lig liderine karşı, ilk yenilgiyi tattırmak için ekstra bir motivasyonla çıkabilir diye tahmin ediyorum. Bu nasıl bir his, TOFAŞ bu hissin altından nasıl kalkabilir?
Bu aslında insanı geliştiren bir his. O tarafına bakmak lazım. Bu, sizi daha güçlü yapabilecek, sizin başarınızı devam ettirmek ve mükemmel olabilmek için sizi tetikleyebilecek bir durum. Kulüplerin silinen hafızaları var, silinmeyen hafızaları var. Bu da kulüplerin tecrübesini geliştiriyor. Basketbolda galibiyetler ve mağlubiyetler zinciri denen bir döngü var. Bu döngüler esnasında bir gerçek var. İnsanlar hatalardan daha iyi olmak için daha çok öz eleştiri yapıyor. Hatalarını değiştirmek için daha gayretli oluyorlar.
Galibiyetler zincirinde kazanmanın daha kolay hale gelmesi sonucu o zaman kendi hatalarınızı görmeyip o kadar çok öz eleştiri yapmıyorsunuz. Bu da oyuncular üzerinde de aynı etkiyi yapıyor. Kulübün üzerinde de aynı etkiyi yapıyor. Bunun sonucunda her rakip maçı kazanma anlamında direnci ve motivasyonuyla daha sert ve sağlam geliyor. Sizin de bunu devam ettirmek için yapmanız gereken şeyler var. Eğer siz bütün bu kazanımları geride bırakıp maçı ‘maç’ olarak yaşayabilirseniz -ki bizler onu yapmak zorundayız- o zaman siz kendi basketbolunuzla fark yarattığınız şeyleri sahaya koyabiliyorsanız, bunun için de iniş çıkışlar göstermiyorsanız kaldığınız yerden devam edebiliyorsunuz.
Bizim takım olarak gelişmemiz lazım. Biz buna inanıyoruz. Lig ve Avrupa başladıktan 3-4 maç sonra düşüş de gösterdik. Kazanma becerimizle bunun altından kalktık. O süreçteki hatalardan çıkarılanlarla beraber takım olarak bir basamak daha yükselttik kendimizi ve yine bir seviye yakaladık. Başarılı bir sezon geçirmek istiyorsanız, takım içinde de kendinizi sürekli geliştirmeniz lazım. Mağlup da olacağız. Bu zor bir süreç. Bundan sonra çok önemli maçlarımız var. Bulunduğumuz nokta, ulaştığımız maksimum seviye değil. Bu durum da ilerisi için benim umutlu olduğum konu. Biz savunmada gerekli sertliği koymadığımızda bulunduğumuz seviyenin altına da düşebilen bir takımız. Her şeyden önce takım olarak bugüne kadar iyi yaptığımız şeylerden ödün vermememiz lazım ki üzerine bir şeyler koyalım.
Benim sizinle şimdiye kadar olan konuşmalarımdan anladığım, bu sezon için TOFAŞ kulübünün hedefinden ziyade sürekli olarak ‘gelişme’ konusuna vurgu yapıyorsunuz. Peki kulübü genel olarak elimize aldığımızda, TOFAŞ’ın bir kulüp olarak hedefi ne olmalı?
CEO’muz ve aynı zamanda kulübün başkanı Cengiz Bey’den başlayarak, Genel Menajerimiz Tolga Öngören ile devam eden, benim de içinde bulunduğum Teknik ve İdari kısımdaki insanların ileriye doğru bir projeksiyonu var. Sadece basketbol açısından soruyorsan, bu sadece kulübün ligde bulunduğu konum ve oynadığı basketbolla değerlendirilecek bir konu değil. Bizim için oynadığımız basketbolla, sahip olduğumuz basketbol yatırımlarımızla (tesisimiz, organizasyonumuz, altyapımız) Türkiye’de ve Avrupa’da model oluşturacak bir yapı yaratmak.
Bu bizim çok önemli bir durum. Seçeceğimiz yabancı oyuncudan yetiştireceğimiz altyapı oyuncusuna, harcadığımız bütçelere, oynadığımız basketbola kadar etkileyecek bir kritik bu modeli oluşturmak. Bunun sonucunda sportif başarı tabii ki önemli. A Takım, bu sportif başarının lokomotifi. Bütün vagonları çekiyor. Oynadığımız basketbol, Bursa’daki taraftarımıza karşı basketbol olarak bir sorumluluk, kendi bünyemizde yetiştirdiğimiz oyuncuların oyun yetenekleri ve becerileri, kendi bünyemizdeki yabancıların kişilikleri ve karakterleriyle beraber bir bakıma kendi kurduğumuz basketbol organizasyonuna kriterler koyduk. Bizim genç oyuncumuzun nasıl olması gerektiği, A Takımımızın nasıl bir basketbol oynaması gerektiği, yabancı oyuncularımızın nasıl olması gerektiği, antrenman imkanlarımızın nasıl olması gerektiği…
Bizim hiçbir zaman inanılmaz bir A Takım bütçemiz olmayacak. Ama bu bütçe doğrultusunda biz belli bir noktada kalmayı da kabul etmeyeceğiz. Bu paralarla Avrupa’da iyi iş yapan kulüpler var. Biz de bu paralarla, eğer bazı bölümlerimizi gerekli şekilde bir seviyeye taşırsak bizler de iş yaparız. Basketbola verilen kaynaklar çok değerli kaynaklar. Bugün Türkiye’de birçok kulüp, yatırdığı paranın karşılığını maalesef alamıyor. Sponsorlar da alamıyor. TOFAŞ’ın bir hedefi de bu kaynakları geri dönüşümü olabilecek şekilde dengelemek. Sponsorun verdiği paranın karşılığı olarak da tribün geliri ve küçük sponsorların katkılarıyla beraber, televizyon gelirleriyle beraber bir geri dönüşümü olması lazım ki Türkiye’de ne kadar kriz olursa olsun güçlü durulsun.
Geçmişe baktığımızda kulüpler buna yatırım yapmadılar. Kulüpler seçici olmadılar. Seyircisini yaratma… Maç salonundaki o atmosferi mükemmel hale getirerek o insanların sadece maçı seyretme adına değil eğlenme adına da imkanlar sunulmadı. O yüzden basketbol maçının değeri olmadı. İnsanlar bilete para ödemediler, bedava maç seyrettiler senelerce. Sponsorlar sadece bazen mecburiyetten, bazen de sporu çok seven insanlar sponsorluk yaptılar. Bunların hepsi, bu kulüp içerisinde teker teker konuşulan ve detaylandırılan şeyler. Bizim tarafımız da bu kaynaklarla başarılı olmayı hedefliyor. Bu başarıyı elde ederken de kendi çizgilerimiz doğrultusunda olmalı. Bizim sürdürülebilir bir başarı elde etmemiz lazım. Biz bunu yaptık.
Bütün kaynakları sonuna kadar kullandın, şampiyon olmak için bütçenin üzerinde 2 tane daha yabancı getirdin ama o yabancıların parasını önümüzdeki senenin kaynaklarından kullandın. Biz böyle bir bakış açısına sahip değiliz. Biz başarı elde edebiliyorsak, şu anda sahip olduğumuz kaynakları ve yetenekleri en yukarı çekerek, bu kaynaklarla en iyi basketbolu oynayarak oluyor. Tabii ki bizler de kendi gücümüz doğrultusunda arada eklemeler yapabiliriz. Fakat o başarının ve şampiyonluğun şehvetine kapılarak da, bu kaynakların kullanımının dışına taşabilecek heyecanlara kapılıp anlamsız hamlelerden de kaçınmamız gerekiyor. Tüm bunların içerisinde bir antrenör olarak bu baskıyı ben de görüyorum. Ancak bu iyi anlamda bir baskı. Bunun içerisinde de biz kaynaklarımızı daha iyi kullanmak için çok daha fazla düşünüp çaba sarfediyoruz. Aldığımız sonuçlarla da bu işin böyle olduğunu başka insanlara da gösterebilelim. Türkiye’de inanılmaz bir kaynak israfı oluyor. Birçok takım her sene inanılmaz paralar harcanıyor. Bu paraların karşılığı da çok az takım tarafından alınıyor.
Belki EuroLeague şampiyonu bile bunun karşılığı alamıyordur…
Onun için şöyle söylemek istiyorum. Orası başka bir platform…
Prestij olarak mı söylüyorsunuz?
Evet. Bu anlamda EuroLeague’deki birçok takım bunun karşılığını almayabilir. Bana göre Fenerbahçe kulübü son senelerde farklılık gösteriyor Türkiye’deki birçok kulüpten. Sponsorunu buluyor. Bütün biletlerini ve kombinelerini satabiliyor. Salonu var. Artık onlar en önemli başarıya odaklanmış ve o anlamda mücadeleye girmiş bir kulüp. Bizlerin öyle bir imkanı olmadığı için, ileride 12-14 bin kişilik bir salonu doldurabilecek bir seviyeye geldiğimizde sponsorlarla beraber bu şehrin içinde bu yapıyı üste çıkartılabilir. Belki EuroLeague takımı olmazsınız ama EuroCup’ın önemli takımlarından olursunuz. Her sene katılmış, belli anlamda başarılar yakalayan, Türkiye Ligi’nde kadrosuyla ve oynadığı basketbolla devamlılık sağlayan, her sene yapboz olmayan, az hata yaparak burada da farklı bir başarı hikayesi yazılabilir.
Basketbol maçını bir değer haline getirmek istediğinizden bahsettiniz. Şu ana kadar yapılan gelişmelerden ve organizasyondan tatmin oldunuz mu?
Açıkçası tatminim. Şöyle bir şansımız oldu. Sportif anlamda biz çok dipteyken ben buraya geldim. Sadece sportif anlamda söylüyorum. Bunu da özellikle belirtmek isterim, yoksa geldiğimde kulüp bütün organları altyapısı ve idaresiyle çalışan bir kulüptü. Ancak bir şekilde geçmiş senelerden gelen ve biriken sportif hatalar sonucunda TOFAŞ hiç hak etmese de bir alt lige düştü. Öyle bir yapıya geldiğiniz zaman onun da avantajları var. Sıfırdan bir başlangıç yapıyorsunuz. İlk sezon TBL’den BSL’ye domine ederek çıkmamız… İkinci sezon son anda playoff’a girebilmemiz. Bu sezon da üzerine koyduk.
Bursa’da geçmiş senelerden gelen, hafızasından basketbolu silmemiş, sporsever bir kitle var. Onların tekrardan salonlara döndüğünü, tekrardan basketbol maçlarından keyif aldığını ve artık TOFAŞ maçının da onlar için her ne kadar Fenerbahçe Doğuş maçlarındaki Fenerbahçe taraftarı kadar olmasa da onlara yakın bir kitlenin bizim maçları bir ayrıcalık olarak gördüğünü düşünüyorum. Sadece bizi seyretme anlamında da değil… Bizim taraftarımızın şöyle güzel bir tarafı da var. Rakibi de beğeniyorlar. Eğer iyi basketbol oynuyorlarsa onların oynadığı basketbolu da seviyorlar. Bu anlamda güzel bir atmosferin oluştuğunu düşünüyorum.
Kulübün hedefi sorusunu sorduğumda birçok şey söylediniz. Projeyi bir ağaca benzetirsek dallarından birisi de altyapı. TOFAŞ altyapısı çalışan bir sistem, üreten bir sistem. Fakat siz genel toplama baktığınızda TOFAŞ altyapısının potansiyelini yeterli görüyor musunuz?
Şu an istediğimiz noktada değiliz. Bizim daha elit oyuncular yetiştirmemiz lazım. Bugün kadromuza kattığımız önemli isimler var. Yiğit, Kadir, Muhsin, Berkan ve Mert Konuk. Basketbolda yabancı sayısının bir anda artıp son 1-2 senede gelinen noktada hem koçlar hem de Türk oyuncular olsun, hedefe doğru konsantre olmuş bu seviyedeki basketbola herkes çok kolay uyum sağlayamadı. Eskiden antrenörler, oyunculara pozitif ayrımcılık yapıyordu genç oyuncuyu oyunda tutmak için. 3-4 yabancılı sistemdeyken. Ben bunları yaşadım. O zaman da verdiğimiz süreyi oyuncular beğenmiyordu. Bu sistemde oyuncuların altyapıdan çok daha kusursuz ve mükemmel gelmesi lazım. Hem basketbol seviyesi olarak hem de mental olarak.
Ben Türkiye’de oyuncuların mental anlamda çok duygusal olduğunu düşünüyorum. O duygusallığın yaratmış olduğu dış faktörler de devreye girdiğinde (Aileler, menajer, çevre baskısı) oyuncular çok çabuk demoralize oluyor veya kendilerini bir seviyenin üzerinde görmeye başlıyorlar. Bu duygusallık çerçevesinde aldıkları kararların da onları yanlış etkilediğini düşünüyorum. Buraya sağlam gelen oyuncu, 6 yabancılı düzende kendi süresini çatır çatır alabiliyor. Bu çok önemli bir şey. Antrenörler bunu eskisi gibi yapamayacak. Bir oyuncuyu yetiştirmek ve ona süre vermek eskiden yapılan şeylerdi. Bugün kulüpler ve antrenörler üzerindeki baskı…Biz ne kadar konuşursak konuşalım neticede kazanmak önemli mi? Bu kazanmak adına da…
Hazır oyuncuyu tercih edersiniz?
Oyuncunun burada kalması için bir şey yapması lazım.
6 yabancılı sisteme geçildikten sonra Fenerbahçe Doğuş EuroLeague’i, Galatasaray Odeabank ise EuroCup’ı kazandı. Banvit Basketbol Şampiyonlar Ligi’nde final oynadı. Pınar Karşıyaka ve Trabzonspor’un da finalleri var. Kağıt üzerinde bir başarı olduğu da ortada. Siz bu yabancı sınırlaması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence şuna bakmak lazım. Bu başarılar sürdürülebilir mi? Biz bu paraları veremediğimiz gün veya 6 yabancıyı aşağı çektiğimiz gün o başarıyı sürdürebiliyorsak demek ki bu sistemin bir faydası olmuş. Eğer bu sistemi sürdüremiyorsak, her şeyi yabancı üzerinden çözüyorsak ve yabancıların parasını sürekli olarak Avrupa’dan daha fazla vererek onları getiriyorsak, Almanya’da 300’e oynayan oyuncuyu buraya 400-450’ye geliyorsa, biz o parayı vermediğimiz de o oyuncular daha az paraya başka ülkelere gidiyorsa bizim yaptığımız işte bir yanlış var.
Peki sizin düşünceniz ne? Yabancı sınırı aşağı mı çekilmeli?
Ben şuna inanmıyorum: Rekabet, gelişimi yukarıya çekecek. Bunu söyleyen insanların çoğu da basketbolun içinden gelen insanlar. Ona da inanamıyorum. Oyuncu yetişecekse 6 yabancı içinde de olur… Buna inanamıyorum. NBA’e baktığımızda 23 yaşın üzerindeki oyuncular ilk defa oynamaya başlıyorlar. 23 yaşına kadar onları koruyan ve onların aynı yaş grubunda oynamasına yardımcı olan çok önemli bir organizasyon var. 20-24 yaş, çocukların gelişimi için çok önemli bir süreç. Fakat biz 20-21 yaşındaki yeteneği alıyoruz ve NBA’den dahi transfer yapabileceğimiz bir havuza sahipken bu çocukları da onlarla beraber rekabete sokuyoruz.
Bu rekabete soktuğumuz zaman fiziği oturmamış bir adamın EuroCup seviyesinde, EuroLeague seviyesinde Amerika’dan gelen oyuncularla rekabete girmesi kolay değil. Aradaki çok büyük yetenekler çıkıyor. Herkes onlardan bahsediyor. Ama bunlar çok özel yetenekler. Luka Doncic çıkıyor, ama bir tane çıkıyor. Bazı insanların da o desteğe ihtiyacı var. Ben yabancı sayısı için spefisik bir şey söylemek istemiyorum. Ben şunu biliyorum. Bu ülke bu çocukların iyi basketbolcu olmasını istiyorsa, bir kural koyuyorsanız o kuralın doğuracağı sonuçları da göz ardı etmemeniz lazım. 6 yabancı yaptığınız anda Türk oyuncuların süresi düşüyorsa, o zaman onlara da basketbollarını geliştirecek bir imkan sağlamak gerek. Bir organizasyonu olması lazım bu işin.
O çocuklara “kendi yolunu kendi bulsun” diyen insanların hepsi basketbol oynamışlar. Buna inanamıyorum. Bizim zamanımızda biz de basketbolcu olamazdık. Bu seviyede oynayamazdık. O dönemlerdeki sistemin yaratmış olduğu pozitif ayrımcılık o süreyi bulmamıza yardımcı oldu. 6 yabancı yaptık, ama 6 yabancı yapıyorsak bir şekilde de genç oyuncuların basketbol oynayabilmesi, özellikle yeteneklerle ilgili… İsterseniz geniş kapsamlı bir şey ortaya koyarsınız. Ben bunu görmüyorum. Kulüpler çok istiyor, 6 yabancı oluyor. Kulüpler sonra diyor ki bizim kulübümüzün altyapıya ihtiyacı yok. Çünkü üst tarafta herkes başarıya odaklandığı zaman yabancıyla da kadroyu doldurduğu zaman sıkıntılı olmuyor. Sonra da Milli Takım’da sorumluluk alabilecek oyuncu bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Bunlar sorun olarak karşımıza çıkabilir. Bizler basketbolu yöneten insanlarsak bu sorunları da çözmemiz lazım. Gelişim Ligi’ni çok başarılı buluyorum. Önemli bir adım. Biraz daha geliştirilebilirse o yaş grubundaki oyunculara çok faydalı olacağını düşünüyorum.
Herkesin gösterdiği bir örnek var. Slovenya’nın nüfusu 3 milyon. Türkiye’nin 80 milyon. Türkiye’den neden basketbolcu çıkmıyor diye. Ben bunları komik buluyorum. Slovenya’dan çıkmasının çok normal olduğunu düşünüyorum. Bu sürpriz değil ki. 80 milyon insan var. Beden dersinin bile müfredattan kalktığı bir ülkede, altyapıda kaliteli antrenörün olmadığı bir ülkede, herkesin basketbol okulundan kazandığı bir sistemde, elit sporcuyu seçecek bir yapının olmadığı yerde, seçtikten sonra onu yetiştiren altyapı antrenörünün değerli olmadığı bir yerde tabii ki 3.5 milyon butik çalışan bir ülke, kaliteli değerli antrenörleriyle onların özenle çalıştığı bir sistem başarıyı getiriyor. Irkları da basketbola müsait.
Biz kalabalıkla, adetle işi çözmeye çalışıyoruz. Kaç tane genç insan var biz nasıl çıkaramıyoruz demekle olmuyor bu iş. Sizin elit sporcu yetiştirmek için çok iyi bir programa ve yetiştiricilere ihtiyacınız var. Bunun için Türkiye’de altyapı antrenör kalitesinin yukarı çekilmesi lazım.
Şuna da değinmek lazım. Benim zamanında Sabit Haçiç vardı. Eczacıbaşı’na gelmişti. Yugoslavya’nın önemli oyuncularından biriydi. Sonra Kepez’de de antrenörlük yaptı. Benim önümde o oynuyordu. O zaman back-up oyuncu kurucu demek 5 dakika demekti. Şimdiki gibi bir rotasyon da yoktu. Şimdiki genç oyuncuların öyle bir şansı da var. Bir sene sonra Eczacıbaşı şu kararı aldı: “Biz, bu çocukla devam edebiliriz.” Erman Kunter ve Sabit Haçiç o dönem çok kaliteli oyunculardı, bizim kaliteli bir kadromuz vardı. Ben de bunu yapacak potansiyeli göstermesem, öyle bir mesajı veremesem kulüp de bu kararı alamazdı.
O zaman oyun kurucu pozisyonuna sürekli yabancı oyuncular alındığı için çok cesur bir karar alınmış.
Şunu da söylemem lazım. Yabancı oyuncuların yaratmış olduğu bir atmosfer var bu ülkede. Bu, belki de bizim zayıflığımız. Onlara karşı tolerans daha fazla. O oyuncuların az olduğu zaman Türk oyuncuların arasından da iyi oyuncular yetişti. Yabancı sayısının 1-2 olduğu zaman, geri kalan tüm kulüpler kendi yıldız oyuncusunu yetiştirme fırsatı buldu. Ama bu hatalarla oldu. Orada antrenörlerin bir yabancı şansı olsaydı, o oyunculara o kadar fazla tolerans olmayacaktı. Çünkü her oyuncu doğuştan yıldız olarak doğmuyor.
Evet tabii ki de doğmuyor. Fakat hocam, sizin döneminiz yaklaşık 25-30 sene önceydi ve imkan çok daha kısıtlıydı. Şimdiki gibi sosyal medya ve oradan gelen eleştiriler yoktu. Şimdi duygusal bir millet olduğumuzdan bahsettik. Siz geçmişte de oyuncunun süresini beğenmediğinden ve o zaman da hava girdiklerinden bahsetmiştiniz. Şimdi yabancı oyuncu süresini aşağı çekerek Türk oyuncunun süresini garanti etmek bir sıkıntı yaratmaz mı?
Bir antrenör oyuncusuna bunu söylüyorsa doğruyu söylüyordur. Organizasyonlar, kazandığı maçlar sayesinde hayatını devam ettirebiliyor. Seyircisiydi, sponsoruydu… Artık bu dinamikler çok daha çok devreye giriyor. Sezona başlarken “Ben playoff hedefliyim, ama olmazsa da fark etmez. 4 tane de Türk oyuncu oynatayım” gibi bir mantıkla artık yürüyemiyorsunuz. Bu artık ortadan kalktı. Bu tip proje takımları vardı eskiden. Ligimizde şimdi de var ama o takımlar da bir amaç uğruna hizmet eden takımlar. Ya birinin parası yok ve parası olmadığı için o yolu seçiyor. Bunun da çok sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Bir maçı kazanmak istiyorsanız yaşlar siliniyor.
En iyi oyuncularınız devreye giriyor…
En iyi oyuncularınız olmasına da gerek yok. O an sizin inandığınız, o maçı kazanacağını düşündüğünüz insanlarla oynamak zorunda kalıyorsunuz. Ben bir oyuncuya sana sezon ortalaması olarak 25-28 dakika veririm dersem ben doğru söylemiş olmam. Onların bunu kabul etmesi lazım. Bu durum artık ortadan kalktı. Dengeyi bulmak ve insanlara o hakkı ve şansı vermek. O şansı veremediğimiz zaman biz antrenörler olarak hata yapıyoruz. Ben de dahilim buna. O an oynaması gereken bir oyuncuyu oynatmıyorsunuz ve maç sonunda bunu hata yaptığınızı görüyorsunuz. Bazen de alması gerekenden daha fazla süre aldığında da o süreyi değerlendirmeyebilir ve faydalı olamayabiliyor.