by Utkan Şahin / info@eurohoops.net
2019-20 EuroLeague sezonu ne zaman bitecek?
Ya da herhangi bir zamanda bitecek mi?
Bu soruların cevabı coronavirüs sebebiyle şimdilik yanıtlanamıyor.
Lige ara verilen süreçte ise Eurohoops Fırın olarka yazılarımıza devam ediyoruz.
———————————-
Basketbol hiçbir zaman kağıt üstünde vaat ettiklerini vermez. Her zaman beklentilerde inişler ve çıkışlar olur. Bunun örneklerini bu sezon da gördük.
Takımlardan bazıları sezon başındaki beklentilerinin altında performans gösterdi. Üstelik bu takımlar aynı zamanda sezon başında takıma kazandırdıkları ya da hali hazırda ellerinde bulunan oyuncuların bazılarından da beklentilerinin altında bir performans aldı.
Bunlardan bazıları neredeyse hiçbir beklentiye cevap veremezken bazıları isimlerinin getirdiği şöhretin altında ezildi.
Eurohoops Fırın, EuroLeague’de beklentilerin altında kalan oyuncuları/koçları/takımları ve olayları yazdı:
Kosta Koufos
“Para, para, para”
Dimitris Itoudis, Bandırma günlerinde eğer bu şarkıyı duymuşsa Kosta Koufos’u her gördüğünde de bu şarkıyı söylüyordur.
3 büyük yıldızını kaptırdıktan sonra bu yaz yeni bir yapılanmaya giden CSKA Moskova, yıllardır süregelen kalıplı uzun problemini çözmek adına NBA’den Kosta Koufos’u getirdi.
Amerikan medyasının haberine göre Rus devi, 11 yıldır NBA’de mücadele eden Yunan pivotu yıllık 3 milyon dolara getirdi ama sahada bunun karşılığını hiç alamadı.
Sezona sakat giren Koufos Kasım ayıyla birlikte geri dönse de fiziksel olarak sahada olabilecek gibi değil. EuroLeague’de 17 maçta toplamda sadece 162 dakika süre alabilen tecrübeli pivot, o kısa sürelerde de genellikle takımına katkı veremedi.
CSKA, Koufos’u hücumdaki yeteneklerinden daha çok savunmaya getireceği fizik için kadroya katmıştı. Tecrübeli pivot bunu sağlayamadığı gibi hücumda korkunç bir problem oldu. O sahadayken CSKA’nın hücum verimliliği istatistiği 90.4’e kadar düştü ve Itoudis, Koufos’u sahaya atamaz durama geldi.
Yunan koç, vatandaşının eksikliğini Hines ve Bolomboy’dan daha fazlasını alarak çözmeyi başardı ama senelik 3 milyon alan ve sayı ortalaması 3.7 olan uzun elinde kalmış oldu.
Cory Higgins
Evet, biliyorum biraz sert bir geçiş oldu ama sayfayı hemen kapatmadıysanız Cory Higgins’in neden burada olduğunu sizlere açıklayabilirim.
Öncelikle hemen söyleyeyim; Avrupa’nın büyük bir çoğunluğu gibi ben de Amerikalı oyuncunun, ligin en önemli kısalarından biri olduğunu kabul ediyorum. Hatta övgüye en çok mazhar olduğu zamanlarda bile yeteri kadar hakkının verilmediğini düşünüyordum. Fakat bu sezon tam tersi taraftayım.
Barcelona, yaz aylarında belki de EuroLeague tarihine damga vuracak müthiş bir transfer dönemi geçirdi. Bir tarafta Mirotic, diğer tarafta Davies derken Katalanlar, tarihin en görkemli kadrolarından biri kurdu. Bütün bu kadro kurulurken bana sorarsanız en değerli hamle Higgins’ti.
Evet, Mirotic bu kıtanın çok üstünde bir oyuncu ve Barcelona’nın onu getirmiş olması hala inanılmaz geliyor. Ancak günümüz dünyasında kısanın liderliği çok belirleyici ve Higgins’in yıllarca CSKA’da bu rolü almak için hazırlandıktan sonra Akdeniz’in sıcak kıyılarında bunun hakkını fazlasıyla vereceğini düşünüyordum.
Beklentilerimin sahadaki karşılığı aynı olmadı.
İstatistik olarak bakarsak ortada bir problem yok. CSKA’daki son sezonuna göre biraz düştü ama öyle abartılacak bir düşüş yok. Hala %48.4 ikilik, %40.0 üçlük gibi iyi yüzdelerle çift haneli sayılarda ortalama tutturuyor.
Fakat istatistiklerinin kabul edilebilir olması liderlik rolünün hakkını verdiği anlamına gelmiyor. Bu sezon sadece Kaunas deplasmanında o CSKA’daki etkileyici Higgins’i izleyebildik. Bir tek o maçta takımını sürükledi. Diğer zorlu maçlarda ise ya ortalıkta yoktu ya da kendi standartlarına göre hayal kırıklığıydı.
Özellikle kritik maçlarda sahne tamamen Nikola Mirotic’e kalırken Cory Higgins kendinden beklenen o sorumluluğu almadı.
Barcelona’nın yetenek seviyesi zaten çok yüksek ve zayıf rakiplere karşı ona bağımlı olmadan da kazanabilirler. Önemli olan büyük maçlar. Büyük maçlarda da Higgins’ten bunu göremedik.
Evet, Barcelona yeni kurulan bir takım ve dengelerin oturması kolay değil fakat liderlik sadece oturmuş bir düzende de gösterilmez. İlk sezonu itibariyle de Amerikalı yıldız, bu konuda hiç iyi bir sınav vermedi ve kendi standartlarına göre bir hayal kırıklığı yarattı.
Amerikalı yıldız, Akdeniz kariyerinin devamında bize başka bir hikaye vermezse kendisini bu şekilde çağırmaya başlayabiliriz: Cory “Sevimli Hayalet” Higgins!
Baskonia (Toko Sen Hariç)
“Yaprak döker, bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe”
Baskonia taraftarı muhtemelen bu harika şarkıyı bilmiyordur ama bilselerdi, bence kendilerine sezon boyunca söyleyecek bir şarkı çıkabilirdi. Çünkü takımın sezonunu bu şarkı harika bir şekilde özetliyor.
Bir tarafta takımın kısa rotasyonu başta olmak üzere taraftarın saçını başına yolan oyuncular, diğer tarafta ise belki de kariyerinin en iyi basketbolunu oynayarak tüm sezon kendisine hayran bıraktıran Torkine Shengelia…
Şarkıda da denildiği gibi gerçekten de “bu ne çıldırtan denge!”
2014-2015’teki felaket sezondan bu yana Baskonia bazen beklentilerin üstüne çıktı, bazen de başarının ucusundan döndü. Fakat onlardan alışkın olduğumuz o baş altı takım kimliğini bize hep sundular. Bu sezon onu hiç göremedik.
Sanırım her şey, Jayson Granger’ın sezonun ilk maçının 34. saniyesinde sakatlanarak sezonu kapatmasından belliydi. Zaten kadro problemliydi. NBA geçmişi olan ama sahada karşılığı olmayan Nik Stauskas’ın verimsizliği, Michael Eric’ten Vincent Poirier performansı beklenmesi onlar adına büyük bir problem oldu.
Buna büyük beklentilerle kurulan Pierrie Henry – Luca Vildoza guard ikilisinin çöküşü ve dönemi kapanan Dusko Ivanovic’i tekrardan başa getirmek gibi faktörler de eklenince ortaya ligde bile yeri garanti olmayan bir Baskonia çıkardı.
Toko ise bütün bu karanlığın içerisinde ortaya koyduğu büyük mücadeleyle her şeye rağmen takımını ayakta tutmaya çalıştı. İnsan onun bu performansını görünce üzülmeden edemiyor. Başka bir takım da olsa bütün dengeleri değiştirebilirdi. Yahut bu performansı geçen sezon gösterseydi, kariyerinde bambaşka ödüller olabilirdi.
Yine de Gürcü yıldız en azından Baskonia taraftarı için bir teselli olmayı başardı. Sonuçta gönül rahatlığıyla “We have Toko, they don’t” kalıbını kullanabilirler.
Rick Pitino’nun Panathinaikos Macerası
Rick Pitino, Panathinaikos‘ı sezon boyunca fena halde kullandı.
Yaz döneminde ailesi izin vermediği için (!) Amerika’da kalmaya karar veren tecrübeli koç, nedense o izni sezon ortasında almayı başardı ve biraz dinlendikten sonra hem Yunanistan hem de Panathinaikos‘un başına geçti.
2. Atina döneminde saha içinden çok saha dışındaki basın toplantılarıyla akıllarda kalan Pitino, coronavirüs sebebiyle ülkesine geri döndü. Döndükten hemen sonra herkesi şoka sokan bir şekilde Iona’yla anlaştı. Kendisi yarım ağız sezonu tamamlamak için geri döneceğini açıklasa da Panathinaikos gibi bir kulüpte bunun mümkün olmadığını herkes biliyordu.
67 yaşında bir adamın dünyanın girdiği şu halde ülkesinde olmak istemesini anlayabiliyorum ama bunu yolu gerçekten bu şekilde olmamalıydı. Kendisi sürekli EuroLeague ve Panathinaikos’u övse de kolejden aldığı ilk teklifte her şeyi silip, çok kibar olmayan bir şekilde ülkesine geri döndü. Açık bir şekilde Panathinaikos’u kullandı.
Üstelik ikinci dönemi pek parlak değildi. İlk geldiğinde en azından takımında birçok oyuncunun ileriye adım atmasını sağlamış ve playoff için ümidini kesen Panathinaikos’u bir şekilde son 8’e atmıştı. Zaten bu yaptıkları sayesinde Yunanistan’da hak ettiğinden de fazla sevgi ve saygı kazandı.
İkinci döneminde ise sadece yaptığı açıklamalar ve CSKA Moskova deplasmanında aldığı galibiyet akılda kaldı.
Panathinaikos taraftarı ve Dimitris Giannakopoulos, rahatlıkla “Pitinozedeler” diye bir grup kurabilir.
Ettore Messina – Zeljko Obradovic Rekabeti
Ettore Messina ve Zeljko Obradovic‘in tarihine damga vurmuş iki büyük koç. Hatta modern dönemi sadece onların üstünden bile anlatabiliriz. Evet birçok efsane koç bu oyuna katkı verdi ve ileriye götürdü. Ancak Obradovic ile Messina ve onların rekabeti Avrupa basketbolunun ana temel noktalarından biri oldu.
Sonuçta son 27 yılın 13’ünde şampiyon bu iki koçun takımından biri oldu. Birbirleriyle olan rekabetlerinde çıktıkları seviyeye bile girmiyorum.
Yaz döneminde Messina yıllar sonra EuroLeague’e dönmeye karar verince herkes doğal olarak çok heyecanlandı. Nisan sonunda muhtemel bir Obradovic-Messina playoff serisi görmekten daha güzel kaç şey olabilirdi ki?
İkisi için de sezon hiç iyi geçmedi.
İnsaflı davranmak istiyorum ama kendimi tutamayacağım… Sadece iyi geçmedi demek yeterli değil, büyük hayal kırıklığı oldular.
İşin Obradovic tarafını hepimiz biliyoruz… Sezon başında Final Four’un yine en büyük adayları arasından biri gösterilen Fenerbahçe, sezon başından beri hayal kırıklığı üstüne hayal kırıklığı yarattı. Obradovic’in ilk yılı dahil olmak üzere sarı-lacivertliler hiç bu kadar kötü basketbol izlememişti. Sahada ne yapacağı belli olmayan ve hiçbir şekilde gelişmeyen 12 kişilik bir oyuncu grubundan başka bir şey göremedik.
Fenerbahçe‘nin EuroLeague’deki markasını yaratan kişi olan Obradovic’i böyle bir sezondan sonra hemen gömmek istemiyorum ama zamanı geldiğinde başarıyı anlatabilmek için başarısızlığı da söylememiz gerekiyor. Sırp koç, muhtemelen Sırbistan Milli Takımı’yla 2005’te yaşadığı bozgundan beri en kötü performansını ortaya koydu.
Saha içindeki kötü basketbolu bir kenara… Bence alamet-i farikası olan maç içi koçluğunda da bile Obradovic’in bu sezon sınıfta kaldığını gördük.
Messina ise biraz daha kabul edilebilir bir başarısızlık yaşadı. Sonuçta İtalyan basketbol adamı, yıllardır başarısız olan ve başarısızlığı bir kültür haline getiren Milano‘da henüz ilk sezonunu geçiriyor ve onun performansını uzun vadede değerlendirmek daha doğru olacak.
Diğer yandan gelir gelmez kapının önüne koyduğu Mike James, EuroLeague’de sezonun kaderini değiştirirken Messina’nın 33 yaşında 3 yıllık bir kontrat verdiği Sergio Rodriguez aynısını yapamıyor. Sadece o da değil, takımın atletizm problemi bu kadar aşikarken kurulan kadronun bu kadar yaşlı olması, yapılan bütün deneme atışlarında hayal kırıklığı yaşanması Messina’nın sezonunu başarısız kılıyor.
Bu açıdan bence şunu söylemeliyiz; EuroLeague’in iki büyük efsanesi, bu sezon hala görevde olan koçlar arasında en kötü performansı sergileyen isimler…
Yine de burada sadece bir sezondan, hatta henüz tamamlanmamış bir sezondan bahsettiğimizi de unutmamak lazım. Sosyal medyada da sıklıkla bu iki efsane koçun, döneminin geçtiğini yahut ikisinin de çağı yakalayamadığına dair yorumlar görüyorum. Bence bunu söylemek gerçekten cesaret isteyen bir iş.
Evet, EuroLeague basketbolu bir değişim içerisinde ama 1990’lar, 2000’ler ve 2010’lar da başarılı olmuş, yani tam 30 yıla bir şekilde damgasını vurmuş iki koçun bir anda, bir sezonda çağın gerisinde kaldığını söylemek çok aşırı bir söylem. Ne yani basketbol ilk defa mı değişiyor? Son 30 yılda hiç mi değişim olmadı da bir anda bu koçlar çağın arkasında kaldı?
Bence bunu söyleyenler, Dusan Ivkovic’in kariyer hikayesini unutuyor. Hem Messina hem de Obradovic, kariyerlerinin bu şekilde bitmemesi için her şeyi yapacaktır.
O yüzden de evet, ikisi de dertleriyle başa baş bir sezon geçirdi ama henüz yıkılmadılar ve hala ayaktalar. Çünkü efsaneleri öyle bir kalemde yıkamazsınız!
“Yıkılmadım ayaktayım
Dertlerimle başbaşayım”
Fenerbahçe Beko
Arka arkaya oynanan 5 Final Four, Türkiye’ye getirilen EuroLeague kupası ve daha önce sözü bile edilmeyen rekorların kırılışı…
Hayat gerçekten çok değişken… Bir yıl önce artık övecek kelimeler bulamadığımız Fenerbahçe Beko, bu yıl tam olarak bir hayal kırıklığı olarak karşımızda! Üstelik sezon başında Barcelona’dan sonra kupanın en büyük favorisi olarak gösterilen Fenerbahçe…
Bugünlerde çok uzak bir zamanmış gibi gelse de çekirdeğini koruyan sağlıklı bir Fenerbahçe’ye yapılan Nando De Colo eklemesi sonrasında birçokları – ben de dahil – sarı-lacivertlileri, bu sezon için yine en yukarıya yazdı. Sonuç öyle olmadı.
Tabii bunun birçok sebebi var; yıllardır Fenerbahçe’nin çekirdeğini oluşturan isimlerin kariyerlerinin en kötü sezonunu geçirmesi, Sloukas-De Colo ikilisinin beklenenden de kötü bir uyum göstermesi, D-Will transferinin çözülmesi mümkün olmayan bir hale gelmesi ve en önemlisi takımın bir türlü birlikte oynayarak gelişim gösterememesi…
Takımlar her zaman beklentiler seviyesinde performans sergileyemez. Bu açıdan hayal kırıklığı yaratan ilk takım da sarı-lacivertliler değil. Asıl sorun, sahada olanlara bir izleyici olarak tahammül edemeyecek noktaya gelmekti… Şampiyon bir takımın sadece top çıkartamadığı için evinde maç kaybettiğini görmek gerçekten hiç kolay değildi. Yahut yıllarca kırılma anlarında sonuçtan bağımsız bir şekilde rakibine cevap veren takımın, bu sezon ilk yumrukta dağılıp gittiğini görmek… Gerçekten kolay değildi.
Yine de asıl beni hayal kırıklığına uğratan bunlar olmadı.
Sporda başarının karşılığında başarısızlığın olduğunu ve asla olmaz denilen birçok şeyin olduğunu görecek kadar uzun bir süredir bu işin içindeyim. Beni asıl hayal kırıklığına uğratan ise Fenerbahçe’nin bir bütün olarak başarısızlık karşısında gösterdiği duruştu…
Burada inatla bir bütünün altını çiziyorum çünkü oyunculardan kulübün yönetimine, Obradovic‘ten taraftara kadar herkes bunun içerisinde yer alıyor. Koca bir sezon boyunca Fenerbahçe, başarısızlığın nedenlerini bulmak yerine başarısızlıkla kavga etti. Önce başkaları suçlandı, arkasından kendi içerisinde bir kavga başladı ve şubeyi sürekli devam eden bir kaos ele geçirdi.
Ve bunu Fenerbahçe kendi eliyle yarattı. Takımın ve koçun arkasında olduğunu sadece zorunda olduğu zaman gösteren bir yönetim, basın toplantılarında sert açıklamalar yapan ama radikal kararlar almayan bir koç, taşın altına elini koymayan bir oyuncu grubu ve 5 yılda yaşatılan birçok başarıya rağmen kötü bir sezonda salonu terk eden bir taraftar profili bütün bu hayal kırıklığı ile kaosu besledi.
Buraya kadar genellikle güzel şarkılarla yazıları besledik. Bu seneki Fenerbahçe için de harika bir şarkım var: “Masum değiliz, hiçbirimiz…”
Alexey Shved
EuroLeague gibi muhafazakar bir ligde maç başına 21.4 sayı atan bir oyuncu takımının en büyük problemi olabilir mi? Alexey Shved’in bize gösterdiği gibi kesinlikle olabilir.
Avrupa basketbolunu biraz yakından takip eden birisi, Rus yıldız için genel geçer görüşlerin hepsini biliyor.
Evet, o gerçekten işin hücum kısmında özel bir yetenek. Her ne kadar yaş aldıkça doğru şutu arama güdüsünü daha da kaybetse de onun yetenekleri bir gerçek. Diğer taraftan onun bu yeteneklerinin takıma verimlilik getirmediği de yıllardır söylenen bir durum.
Bu sezon ise belki de bu söylemin en büyük kanıtını yaşıyoruz.
%32.9 ile üçlük atmasına rağmen maç başına 9.3 üçlük denemekten çekinmeyen Shved, (Olympiakos deplasmanında tam 21 üçlük denedi) takımını baltalıyor.
+/- istatistiği belki çok güvenebileceğimiz bir istatistik değil ama Shved’in sahada olduğu anlarda rakiplerinden 44 sayı fark yiyen Khimki, o yokken 18 sayı üstünlük kurdu. İşin savunma ve hücum verimliliği istatistiğinde de durum aynı. Üstelik sezon içerisinde bunun canlı örneklerini de çok fazla gördük. ASVEL deplasmanında maç bitti diye o kenara geldikten sonra Khimki oyuna ortak oldu.
Her ne kadar kendisi sayı atmaktan çok kazanmayı tercih edeceğini söyleyerek herkesi güldürse de sahadaki karşılığı öyle değil.
Üstelik daha önceki yıllarda yetenek seviyesi olarak Khimki ona çok daha fazla muhtaçtı. Fakat bu sezon kurulan kadro farklı. Bence Shved olmadan playoff yarışında çok daha iddialı bile olabilirler.
Bir takım liderinin, takımını aşağıya çekmesi kabul edilemez. İsterse 40 sayı atsın bu böyle ve Shved, bu sezon performansıyla bunu ortaya koyuyor. O yüzden Khimki’ye güzel bir tavsiyem var. Şu sözlerle birlikte Shved’e el sallasınlar…
“Hatayı ben en başında yaptım
Aynı evi senle paylaşarak
Kendimi çok takdir edeceğim
Ayrılığı kutlayarak”