by James Herbert / Çeviri: Cem Doğan
Bu yazı ilk olarak 9 Nisan 2019 tarihinde CBCSports’ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
******
3… 2… 1… Smith uçtu gitti. Nowitzki yapamadı.
“Sanki ‘Hayır, hazır değilim. Hazır değilim. Hadi idmana’ der gibiydi” diyor Mavericks forveti Ryan Broekhoff.
Smith, Nowitzki’nin ısınmadığı iddiasını kabul etmiyor.
“Başlaması çok zaman aldı” diyor Smith. “Ondan daha çabuk hızlandım. Bunu fark ettiğinde arkasına baktı, ‘Allah, geliyor’ dedi. Sonra da vazgeçti. Akıllı adam.”
Şimdilerde New York Knicks‘te oynayan Smith’e göre yarış şuradan çıkmıştı: “Soyunma odasında herkese sataşıyor, herkesin kendisinin yavaş olduğunu söylemelerinden bahsediyordu. Onun yarı sahadan, rakibinin ise sahanın ucundan başlayacağı bir yarışta herkesi yeneceğine 10.000 dolara bahse gireceğini söyledi. Ben de bunu duydum. Kafama yattı ve ‘Varım’ dedim, tabii iki kez bahsi kazandım. Ama paramı daha vermedi. Yani bu yaz Dallas’ta onu muhtemelen soyup soğana çevireceğim.”
Ama herhangi bir yaz kazancından önce, sırada Nowitzki’nin kariyerini sonlandırması var. Nowitzki resmî bir açıklama yapmamış olsa da, sezon devam ederken takım sahibi Mark Cuban, CBS Sports’a “Bu durum birkaç hafta önce dank etmeye başladı” demişti. Dallas sezonun son maçını, deplasmanda San Antonio ile oynayacak.
“İnsanlar neden imzamı istiyor?”
1998 Nike Hoop Summit. Nelson ‘uzun, ince, zayıf bir Almanı su içerken’ görüyor ve onun şut kabiliyeti ile rekabetçiliğinden hoşlanıyor. Nowitzki, orada bulunmak için 2. ligdeki takımı DJK Würzburg X-Rays’in playoff maçını es geçiyor. Bunun karşılığı veriliyor.
“Hoop Summit’i onun sahneye çıkışı olarak adlandırabiliriz: Neredeyse tüm GM’lerin önünde parladı ve 30 sayının üstüne çıktı” diyor Nelson. “Ve bunu gayet gösterişli bir şekilde yaptı.”
Dallas onu, 1998 Draftı’nda –beklenmedik bir şekilde o anda seçilmemiş olan, ve listelerinin ilk üç sırasında bulunan– Paul Pierce’ın bile üstünde, 9. sırada seçmişti. Endişeli, hatta gönülsüz bir Nowitzki, Dallas’a aylar sonra, lokavtın bitimiyle geldi. O ve Phoenix Suns‘tan takasla gelen 3. yıl oyuncusu Steve Nash, tanıtıldıkları basın toplantısında, sarı saçlarıyla şakaların hedefi olmuştu. Nelson, “Beach Boys’un bazı üyelerinin kaybolduğunu düşündüm” diyordu.
Greg Buckner (Mavericks oyuncusu, 1999-2002, 2006-2007): İnsanlar, Reunion Arena’da onu yuhalamıştı. Onu seçtiği ve Tractor Traylor’ı takasladığı için Nellie’ye öfkelilerdi.
Donnie Nelson (Mavericks asistan koçu ve oyuncu tarama direktörü, 1997-2002; genel menajer, 2002, günümüz): Bataan Yürüyüşü‘nün 8. yılındaydık: O kadar zamandır playoff yapamıyorduk.
Greg Buckner: Tuhaf bir yıldı. Lokavt sezonuydu. Sezon, Ocak ayına dek başlamamıştı. Haftada bir idman yapılıyordu. Sonra bir çocuk olarak, haftada üç maça çıkmak… Bu bazen tecrübeli oyuncular için dahi zordur. Dil engeli bir de. Yüksek beklentiler. Bunlarla epey uğraştı. Kesinlikle özgüveni yoktu.
Al Whitley (Mavericks malzemecisi, 2005-2006; Mark Cuban’ın özel yardımcısı; Steve Nash’in çocukluk arkadaşı): İlk zamanlar Dirk sürekli “İnsanlar neden benden imza istiyor, el uzatıyor veya benimle fotoğraf çekinmek istiyor?” diye soruyordu. Bunu cidden anlamıyordu, ama insanlara daima zaman ayırıyordu. Onlarla bir bağ kuruyordu.
Marc Gasol (Raptors pivotu): Ondan önce kimse yoktu. O birçokları için öncü oldu. Ve bunu yaptığı için ona; kendisine önyargıyla yaklaşmadığı, ona inandığı ve bir şeyleri değiştirme fırsatı verdiği, o zamanlar kimsenin göremediği şeyi ortaya koymasına olanak tanıdığı için de Dallas’a helal olsun. Kulübü daha güvenli bir yer hâline getirdiğini düşünüyorum. Bir örnek teşkil etti. Bana göre en cesurca kısmı, Dallas’ın yaptığı. Çünkü bu hiç yapılmamıştı ve onlar yaptı. Dirk’ün her gün çalıştığını ve bu şekilde takım arkadaşlarını da etkilediğini gördüler; bu da malum, işe yaradı. Ama bu cesaret isteyen bir şey; çünkü daha önce denenmemiş, ve işe yaramazsa sizi mal gibi gösterebilir.
Donnie Nelson: ‘Cesur’ bir kelime. ‘Korkunç’ ise başka bir kelime.
Greg Buckner: Başlarda bocaladı. Luka Doncic gibi girmedi yani lige. Geldi ve zorlandı. Ona sevgi göstermeden olmayacağını biliyorlardı, başarılı olacağından emin olmak için ona arka çıkmalılardı. Çünkü mental açıdan zorlanıyordu ve oraya ait olup olmayacağından emin değildi.
Donnie Nelson: Ben ve babam (Koç Don Nelson), tüm itibarımızı, tarihimizi, ve ligde yaptığımız her şeyi bu iki genç ve kendini kanıtlamamış adamın ellerine bıraktık. Çoğu zaman, bu tip adamlar zayiat sayılırdı. Özellikle Avrupa’dan geldiyse. Yani aynı zamanda hem diriltici, hem eğlenceli, hem de ürkütücü bir süreçti.
Greg Buckner: İnsanlar buraya ilk geldiği dönemi hatırlamıyor; o bir 3 numaraydı. 4 numara veya pivot değil. Kısa forvetti. İdmanda yaptığı şeyler, yay etrafında yaptıkları ve fiziği, benim daha önce şahit olmadığım şeylerdi. “Bu çocuk bir gün Hall of Fame’e girecek” dedim. “Larry Bird ne kadar iyiydi, neler yapardı bilmiyorum, ama bu çocuğun onun kadar iyi olmamasına imkan yok.” Millet de bana “Hea, tabii. Kafayı Yemişsin” çekiyordu.
Nick Van Exel (Mavericks guardı, 2001-2003): Sadece bir çaylak olduğunu biliyordum. Kim olduğunu bilmiyordum. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İyi bir maç geçirmiş miydi bilmiyordum, ama sahada gördüğüm şey beni etkilemişti. Ben ve Antonio McDyess, hatta Chauncey Billups, “S*ktir, bu çocuk iyi oyuncu olacak” demiştik. Soyunma odasında konuşmuştuk bunu. Sonra hiç unutmuyorum, maçın ardından dışarı çıktım, ona denk geldim. Birilerinin geldiğini duymuştum, arkamı döndüğümde oradaydı, bekledim. 5-10 metre ilerdeydi, geldi. “Adamım, iyi bir oyuncu olacaksın. Devam et. Bu işleri çözeceksin, iyi bir oyuncu hâline geleceksin.” Orada böyle ufak bir konuşma geçmişti, sonra ben Dallas’a takas edildiğimde, bana ilk söyledikleri bu oldu. “Bana söylediklerini hatırlıyor musun?” dedi. Ben de “Herhalde. O sözleri hatırlıyorum, çünkü özel bir oyuncu olacağını biliyordum” diye cevapladım.
“Biraz daha fazla ‘Kafanı Keseceğim'”
Nowitzki, kariyerine Don Nelson gibi bir isimle başladığı için şanslıydı — onu klasik bir uzun olarak görmeyen, ileri görüşlü bir hoca. Tabii Nash ve Finley ile oynamanın da yardımı oldu. Nowitzki’nin yetenekleri ve iş ahlakı gün gibi ortadaydı, şutlarındaki o yumuşaklık da herkesin dikkatini çekiyordu. Yine de Mavericks‘in tartışılmaz lideri olması için zamana ihtiyacı vardı ve bunun ne kadar net olacağı hakkında tartışmalar vardı.
Mark Cuban (Mavericks kulüp sahibi, 2000-günümüz): Ne kadar iyi olacağını bilmiyordum. Hiçbir fikrim yok.
Greg Buckner: Çaylak sezonundan sonra biz bütün gençleri aldılar, Yaz Ligi’ne götürdüler. O sene Utah ve Los Angeles’ta düzenlenmişti. Oralarda şov yapmıştı. Tam manasıyla bir şov. Beni bile skorer yapmıştı ki, ben kendi hayatımı kurtarmak adına bile sayı atamayan bir adamdım. Oradaki en iyi genç oyuncuydu. Açık ara. Oradaki 2-3 haftalık zaman diliminde bunları yaptıktan sonra, sezon onun için daha rahat geçmişti. Özgüvenini kazanmıştı.
Adrian Griffin (Mavericks oyuncusu, 2001-2003; 2005-2006): İkinci sezonunda ben Celtics‘teydim, onlara karşı oynuyorduk ve onu hiç duymamıştım. Adam değiştik, ona geçtim, GÜM! Üçlüğü yolladı. “Tesadüftür herhalde, bu kez şanslıydı” dedim. Maçın devamında, bir geçiş hücumunda onda kaldım, GÜM! Rick Pitino’dan zılgıtı yedim. Sayıp sövüyordu, ağzına geleni söyledi. “Toparlan ve şu adamı savun!” O gün ilk kez Dirk Nowitzki’yi tanımıştım ve o günden itibaren de bir hayranıydım.
Donnie Nelson: Dirk’ün yalnızca fiziksel ve mental açıdan olgunlaşmaya ihtiyacı vardı; bence ilk günlerinde Michael Finley, Steve, Holger, babam ve tüm Dallas halkı onun iyi hissetmesini sağladı.
Adrian Griffin: Onun zihinsel açıdan dönüşümüne şahit oldum diyebilirim. Oradaki ilk dönemimden hatırladığım, maç sonlarında, ne zaman sayıya ihtiyacımız olsa, Finley, Nash ve Nowitzki’den üçünün de topu başkasına bırakmayı sorun etmemesiydi. İkinci dönemde ise aynı durumda Dirk “Verin şu a…a kodumun topunu” tavrındaydı. Fark buydu.
Greg Buckner: Dirk açık bir şekilde ilgiyi kendinde toplamak istemiyordu. Asla “Olay bende, evet” diyen adamlardan olmadı. Ama Dirk takımın lideri olacağını her zaman biliyordu. İkinci sezonun ardından bunun kendi gösterisi olduğunu hep biliyordu. Nash’in, Finley’nin ya da Van Exel’in değil. Dirk’ün şovu. Üçüncü sezondan itibaren esas adam oydu. Ve bunu taşıyabildi. Hepimiz farkındayız. Hepimiz liderin kim olduğunu biliyorduk.
Calvin Booth (Mavericks pivotu, 2000-2001; 2004-2005): O ‘Büyük Üçlü’nün dengeli bir üçlü olduğunu söyleyebilirim. Bence üçü de kazanmamız açısından aynı öneme sahipti. Dirk ve Finley genelde en skorerler olurdu. Steve tabii, doğru şutları bulmamız için herkese yardımcı olurdu. Ben takıma sezon ortasında katılmıştım, o zamanlar oyununu oturtmaya başlamıştı ve daha çok büyük performans ortaya koyuyordu. Sezon sonunda All-Nba üçüncü takımına seçildi.
Mark Cuban: Nash ve Fin ile birlikte durmadan çalışırdı. Onu teşvik ederlerdi. Kazanmaya başlamıştık ve takımın en iyi oyuncusu olduğunun farkındaydı. Konuştuklarına bakarsanız, en iyi oyuncu ve lider olarak büyümekle bir sorunu olmadığını bilirdiniz.
Al Whitley: Steve ayrıldığında, ikisi için de bizim için olduğu kadar zordu; bu aslında Dirk’ün kariyeri için yardımcı oldu ve bir nevi Steve ayrılmadan önce tam olarak rahat edemediği liderlik rolüne itti.
Nick Van Exel: Büyük üçlü bozulup da tek başına kaldığında, onun ne kadar iyi olduğunu, ne kadar iyi olabileceğini ve bir üst seviyeye çıkabileceğini görmeye başladık. Onunla ilgili güzel olan şey, saha dışında son derece sakin olması, ama parkeye çıkınca içindeki ateşi ortaya çıkarması. Sahadayken biraz daha vahşi. Biraz daha fazla “Kafanızı keseceğim” tarzında.
Adrian Griffin: Her zaman sakin ve dingindi, bilhassa ikinci sezonunda. Özgüven budur. Jordan ya da Kobe gibiydi. Asla kaybetmeyecek ya da bir maçtan çıkmayacak gibi bir hava. 20 sayı gerideyiz, ne olmuş? Dirk bizde. Böyle hissediyorsun. Daima bir şans var. Geliyor, arka arkaya üçlükleri yolluyor; geri dönüyorsun ve herkes de canlanıyor. Bu etkiye sahip. Oyunu değiştirebilen birisi. Birkaç pozisyonda topu ona veriyorsunuz, o da sihrini gösteriyor.
“Ona Siyah Alman derdim”
2006 Playoffları’nda, Miami Heat‘e Finaller’de kaybetmelerinden haftalar önce Nowitzki, serbest atış çizgisindeyken içinden şarkı söyleyerek rahatladığını açıklamıştı. Favori şarkısı, Nowitzki 10 yaşındayken Almanya’da liste başı olan David Hassellhoff’un ‘Looking for Freedom’uydu. Bununla birlikte, Nowitzki’nin heybesinde daha fazlası var.
Nowitzki’nin antrenörü ve mentörü Holger Geschwindner, ondan basketbolu dans gibi görmesini istiyordu. 2014 çıkışlı Kusursuz Şut isimli belgeselin unutulmaz anlarından birinde Geschwindner’in eski takım arkadaşı Ernst Butler’ın, bir antrenman esnasında, bir grup Alman oyuncu ritimli bir şekilde hareketler dener ve dripling yaparken saksafon çaldığı görülüyor. Butler ve saksofonu ön planda, arkada bir potanın asılı olduğu duvar — harika bir kare.
Geschwindner, 2001 Playoffları’nda Terry Porter’ın ön dişlerinden birini kırmasının ardından, Nowitzki’ye Noel hediyesi olarak kendi saksafonunu hediye etmişti; yaz boyu onu çalmaya uğraşmış ama başarısız olmuştu. Tıpkı 2007 Playoff ilk turunda, Mavericks’in sekizinci sıradan gelen Warriors‘a elenmesinden sonra bu ikilinin kafayı toparlamak için Avustralya’ya yaptıkları gezinin Outback kısmında Sydney Operası’nda Beethoven’ın 4. ve 7. senfonilerini izlemesi gibi.
20 yıldır Dirk Nowitzki’yi tanıyan herkes, onun kendisini bir rapçi olarak düşündüğünün farkındaydı.
Greg Buckner: Gary Trent onu kanatları altına almıştı ve ona rap dinletiyordu. Yani o zamanlar Dirk, dünyadaki en büyük rap dinleyicisiydi. Bütün şarkılardan alıntı yapıp dururdu.
Nick Van Exel: Bu konuda tam bir manyaktı. Şarkılar söyleyip dururdu. Rap şarkıları söylerdi. Ona ‘Siyah Alman’ diyordum.
Justin Anderson (Dallas Mavericks oyuncusu, 2015-2017): Lige ilk geldiğinde hep siyahlarla takıldığını söyleyebiliriz; ben de ona sordum, bütün o argo kullanımlar falan. Hep böyle şeyler söylüyordu çünkü. Gary Trent o dönemki abilerindendi, o yüzden o da “Bütün …lar benimleydi dostum” tavrındaydı. Bunlar çok komik şeylerdi.
Greg Buckner: Nash malum, Kanadalı, bambaşka bir çevreden geliyor. Michael Finley, Chicagolu. Gary Trent, Orta Amerika’dan. Ben Güney Kentucky’denim. Cedric Ceballos vardı, Los Angeles’tan. O etrafta söylenenleri emen bir sünger; ve bunların sonucunda ortaya bir canavar çıktı, çünkü o her milletten insandan kaptıklarıyla size karşılık verebilirdi. Bu durum onun hayatın farklı gerçeklikleri içinde harika bir şakacı olmasını sağladı.
Seth Curry (Dallas Mavericks oyuncusu 2016-günümüz): Adam Alman. Artık böyle bir aksanı falan yok, ama kültürle belli bir teması var. Müzikten anlar, filmleri bilir, mizah anlayışına hakim. Bir şeyi Dirk söylüyorsa, her zaman daha komik gelir.
Adrian Griffin: İnsanların muhtemelen, Dirk ve Steve’in bazen gitarlarını da yanlarında getirdiğini bilmiyor. Bir şeyler çalarlardı, birbirlerine parçalar öğretirlerdi. Sonra ne yaptılar, bilmiyorum. Belki devam edip biraz zorladılarsa, Van Halen seviyesine gelmiş olabilirler. İlk yıllarda epey uğraşıyorlardı ama.
Greg Buckner: Hep beraber takılırdık. Hepimiz Cedric Ceballos’un evine gider, orada kart ve domino oynardık. Dirk o zamanlar gitar çalardı. Komik olan, gitarlarını deplasmanlara da getirir ve oralarda çalışırlardı.
Al Whitley: Gitar, saksafon, başka enstrümanlar; mentörü Holger, onun daima basketbol harici şeyler öğrenmesini sağlamıştı. Kariyerini ilerletmek ve en iyi seviyeye gelmek için, basketbol haricinde konularda da zihnini genişletmen gerekir. Müzikal açıdan Holger, enstrümanları öğrenmeniz için size yardımcı olur. Bence hepsi bu şekilde ortaya çıktı.
Adrian Griffin: Öğreniyordu. Onu sahneye çıkartamazdınız belki o zamanlar ama, 10.000 saat sınırını geçmiştir diyorlar.
Nick Van Exel: Sanırım ilk deplasman turumuzdu, baktım telefonum çalıyor. “Kim ulan bu?” dedim. Belki ön masadaki biridir, ya da birisi mesaj bırakıyordur diye düşündüm. Baktım, Dirk gitar eşliğinde bir şarkı söylediği bir video çekip yollamış. Ama sanırım onun ‘Hoşgeldin’ deme yolu buydu.
Al Whitley: Sürekli şarkılar söyleyip şakalar yapardı. Bazen milletin moralini yükseltmek için Almanca rap bile yapardı. Söylediği şarkıların yarısı, eğer rap değilse, takımdaki oyuncular, genellikle de tanımadığı genç oyuncular hakkında olurdu. Mesela şarkı, bilindik rock gruplarından, Dirk’ün sevdiği Rolling Stones’tan falan olurdu ve gençler hiçbir şey anlamazdı.
Ian Mahinmi (Mavericks pivotu, 2010-2012): Onu şarkı söylerken ve rap yaparken görürdünüz. Ve bunu önemli maçlar öncesinde yapardı.
Chandler Parsons (Mavericks oyuncusu, 2014-2016): Teniste inanılmazdı. Servisleri profesyonel düzeydeydi. Tabii artık o çevikliği ve ayak hızı azaldı, ama servisleri acayip. Ama şarkıcılığı, dans yeteneği, alakası bile yok. Berbat. O bir Hall of Fame üyesi basketbolcu; şarkı veya dans için bu geçerli değil.
Dennis Smith Jr (Dallas Mavericks guardı, 2017-2019): Korkunç. Özgüven tavan, ama ses tonu berbat.
Nick Van Exel: “Allahtan basketbolu seçmişsin, yoksa bu aç kalırdı herhalde” şeklinde düşünüyordum.
Mark Cuban: Dirk basketbolu seçtiği için Mick Jagger’ın şanslı olduğunu söyleyebilirim.
“Nasıl adam geçiyor bu?”
Mavs ona ‘Flamingo’ diyor. Siz muhtemelen ‘Dirk’ diyorsunuz. Skyhook eğer Kareem Abdul-Jabbar için neyse, tek ayak üstünde atılmış fade away de onun için öyle. “Bu birçok rakibi korkutan bir şut, çünkü ne zaman geleceğini bilmiyorsunuz ve engellemenin hiçbir şekilde mümkünü yok” diyor Kevin Durant.
Nowitzki rakip koçların canını sıkıyor, çünkü normal kuralları ona uygulayamıyorsunuz. El üstü orta mesafe şutlar konusunda bir ustaydı, hele de savunma izin veriyormuş gibi görünen pozisyonlarda. Basit bir pick-and-pop oyunu kabuslara yol açabiliyor.
DeAndre Jordan (Dallas Mavericks pivotu, 2018-2019): Adam tam bir canavar. İçeri girip kolayca sayı bulabilir. Onu tam olarak bloklayamazsınız, çünkü geri çekiliyor ve şutu yüksekten gidiyor, atarken de dizlerini yukarı çekiyor. Ben genç bir oyuncuyken ona karşı oynadığımda onu iyi savunmayı, onu bloklamayı, onu oyundan uzaklaştırmayı çok isterdim. Genelde işe yaramazdı.