Tanıklar Anlatıyor: Kevin Garnett’in Hikayesi

16/Nis/20 22:53 Şubat 15, 2021

admin69

16/Nis/20 22:53

Eurohoops.net
kevin garnett kobe bryant

Yakın çevresi, takım arkadaşları, koçları ve birçok kişinin ağzından: Kevin Garnett’in hikayesi…

by Howard Beck / Çeviri: Cem Doğan  

Bu yazı ilk olarak 18 Mayıs 2015 tarihinde Bleacher Report‘ta iki parça halinde yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

******

1995 yılında bir ilkbahar günü profesyonel basketbolun en güçlü isimleri, NBA’in geleceğini görmek için Chicago’daki bir spor salonunda bir araya geldi.

Bir umudu; tarih öncesi dönemlerden kalmış bir kuşun kanat açıklığına sahip, bir çita gibi koşup, bir ceylan gibi seken, neredeyse 2.15 boyundaki bir ergeni görmeye gelmişlerdi. Pivota benziyordu, ama bir oyun kurucu gibi hareket ediyordu. Gulyabani gibi ama zarif. Pas verebiliyor, koşabiliyor, şutu var. Beş pozisyonu da savunabiliyor.

O güne dek, kimse onun gibisini görmemişti. Yeni bir çağ açan, öncü oyuncu: Kevin Garnett, Türünün Birincisi.

İşte potayı savunabilen, ribaund çekebilen, hızlı hücum başlatıp diğer uçta smaçla bitirebilen bir uzun.

İşte drafta girmek normalde üniversiteye gidenlerin işiyken, buna cesaret edip profesyonellik yolunda adım atan bir liseli.

İşte gözü kara, çok özel yeteneklerle donanmış, NBA’i tam anlamıyla sonsuza dek değiştirecek bir genç adam.

Liseden NBA’e direkt geçiş trendi? Garnett başlattı. Yaş sınırı? Garnett dolaylı olarak tetikledi. Maksimum kontratlar? Beş yıllık çaylak kontratı? 1998-99 lokavtı? Hepsi, Garnett’in o zaman için kötü şöhretli olan 126 milyonluk kontratı yüzündendi.

Uzun boylu ve zayıf, kanat açıklığı geniş olan, yüksek atletizme sahip, boyalı alan ve perimetreyi savunabilen oyuncuları –Darius Miles, Stromile Swift, Anthony Randolph– arama işi, etkili biçimde 20 yıl önce Garnett ile başladı.

Şimdi hatırlamamak normal: LeBron James, Kevin Durant ve Anthony Davis gibi çok yönlü, fiziksel açıdan anormal nitelikteki oyuncuların domine ettiği; pozisyonsuz basketbolun ortaya çıktığı, 2.10’luk oyuncuların üçlük sokabildiği ve sahada serbestçe dolaşabildiği bir dönemdeyiz — ama basketbola, uzun zaman önce daha dar bir açıdan bakılıyordu.

Power forvetler, Charles Oakley gibi boksörlerdi. Hakeem Olajuwon gibi 2.10 üstü oyuncular boyalı alanda yaşardı. Uzun mesafeli şutlar ve topu sürme, ufak elemanlara kalmıştı. 1995 yılındaki NBA’e, kaslı pota altı skorerleri hükmediyordu: Olajuwon, Shaquille O’Neal, David Robinson, Karl Malone, Patrick Ewing, Charles Barkley.

Sonra bu cılız, hararetli, O’Neal boyunda ama Scottie Pippen zarafetindeki 19 yaşındaki çocuk geldi.

“O zamanlar bu uzun ve büyük adamlara bakıp, ‘Bunlar günün birinde revaçta mı olacak?’ diye düşünüyordunuz” diyor Gregg Popovich, Garnett’in lige gelişini hatırlarken. “Onu gördüğümde aklıma gelen şuydu: ‘Bunları yapan daha fazla mı kişi olacak?’ İnanılmazdı.”

Diğerleri –Dirk Nowitzki, Rasheed Wallace ve en sonunda LeBron James– yakında gelip hayal gücümüzü ve tanımlarımızı belirleyecekti ama hiçbiri Garnett gibi değildi.

“O, dönemin yeni nesil, çığır açan oyuncusuydu” diyor, sonra takım arkadaşı olacak Paul Pierce. “Çünkü kimse onun gibi bir şey görmemişti: O dönemde aynı anda hız, atletizm ve çok yönlülük. O ilkti.”

Şimdilerde kimse Chris Bosh bir üçlük attığında veya DeMarcus Cousins geçiş hücumunda topu taşıyınca şaşırmıyor. Durant ve Davis’e şaşırıyor olabiliriz, ama ilk örnek Garnett’ti: Onların tarihsel atası.

“Hareketli, koşabilen, her şeyi yapabilen manyak atletlerin ilk örneğiydi” diyor Toronto koçu Dwane Casey.

“Sporda çığır açtı” diyor Chris Bosh, Garnett için, abartmadan. “Genç bir oyuncuydu, bir All-Star oldu; ribaundu alıp, tüm sahayı geçip smaçla bitirebiliyordu. Böyle bir şeyi hiç görmemiştim. Onu görünce ‘Ben de NBA’e girebilirim, bunu yapmam gerek’ demiştim.”

Garnett ligde silinmez bir iz bıraktı: Bir öncü, bir örnek, bir trash-talker, bir duvar yıkıcı, bir lider ve bir şampiyon.

WORKOUT

YouTube öncesi dönemde Kevin Garnett büyük bir gizemdi: Yalnızca oyuncu tarama ekiplerinin ve AAU koçlarının tanıdığı bir lise efsanesi. Çok az kişi onun maçını izlemişti. NBA yöneticileri onu ilk ve tek olarak, Chicago’nun workout’unda izleme şansı buldu. 

O zamanlar Detroit Pistons‘ta yardımcı koçluk yapan John Hammond, Garnett’in menajeri Eric Fleisher’ın isteğiyle onun için tek kişilik bir çalışma yönetecekti. 


95 Draftı’ndaki ilk sıra adaylarının hepsi üniversite çıkışlıydı — Maryland’den Joe Smith, Alabama’dan Antonio McDyess ve North Carolina’dan Rasheed Wallace ile Jerry Stackhouse. Hepsi belli bir kariyere sahip olan ikinci sınıf oyuncularıydı. İlk sıralarda seçilmeleri konusunda pek bir şüphe yoktu.


Herkes gibi, Timberwolves yetkilileri de –başkan yardımcısı Kevin McHale ve genel menajer Flip Saunders– bu kendini kanıtlamış üniversiteli yıldızlardan birini seçmeyi umuyordu. Ama Golden State, Los Angeles Clippers, Philadelphia 76ers ve Washington Bullets’ın arkasında beşinci sıraya sahiplerdi.

John Nash, (Bullets genel menajeri, 1990-96): O an itibariyle liseli bir çocuk hakkında neler hissediyordum, emin değilim. Ama temkinliydim. Muhtemelen liseden çıkmış bir çocuğu alma konusunda biraz olumsuz bakıyordum.

Jerry Zgoda (Minnesota Star-Tribune muhabiri): Flip’in anlattığı hikaye, onun ve McHale’in “Pekala, ne olursa olsun Garnett’i öveceğiz ve harika olduğunu söyleyeceğiz” dediği şeklinde, çünkü bir yandan o dört oyuncudan birinin kendilerine kalmasını diliyorlardı.

John Hammond (Bucks genel menajeri): Kevin’in ne kadar gergin olduğunu çok net hatırlıyorum. Workout’un daha başlarında nefes nefese kalmıştı. Bayılacağını düşündüm… Sonra o ve ben sahanın boş tarafına doğru gittik. Herkesten uzaktaydık. Ona serbest atış çizgisinden birkaç şut çekip rahatlamaya çalışmasını söyledim ve kendine gelmesini sağlamaya çalıştım.

John Nash: Bire-sıfır workout’lar yanıltıcı olabiliyor. Orada birisine karşı oynamasını istersin… John onu sıkı çalıştırmıştı.

John Hammond: Çalışmanın sonlarına doğru, onu yarı sahanın oralara, hafif sağlı şekilde koydum. Dedim ki: “Kevin, bak şimdi, yapabileceğin en yaratıcı biçimde topu potaya kadar götür, sonra da en güçlü şekilde pozisyonu sonlandır.” Topu sektirmeye başladı, sonra arkasından geçirdi, bacak arası yaptı, tüm bunları hızlı ve çevik bir şekilde sergiliyordu, ardından da pozisyonu bitirdi. Herkesin dikkatinin onda olduğunu görebiliyordum. Ve size şunu söyleyeyim, ağızları açık izliyorlardı.

Flip Saunders (Timberwolves koçu, 1995-2005, 2014-2015): Yoğunluğu, enerjisi, yetenekleri, her şeyi alışılmışın ötesindeydi. Eğer 10 tane çok iyi oyuncu getirseniz ve maç yaptırsanız, “Tamam, ilk sıradan onu seçiyoruz” dersiniz.

John Nash: Workout’tan “Vay be, çocuk harika bir oyuncu olacak” diyerek çıkmıştım ve Washington’a dönünce takım sahibimiz Abe Pollin’le bir araya geldik. Ona draftın ilk sıralarından seçilmesi beklenen birçok oyuncuyu beğendiğimizi aktardım —  Joe Smith, McDyess, Stackhouse ve Rasheed. “Malum, Bay Pollin, bir de o liseli çocuk var. Şu kadarını söyleyeyim, özel bir oyuncu olacak.” Şöyle cevap verdi: “John, güzel, ama liseden gelen bir çocuğu seçmeyeceğimizi umarım.” Ben de “Bay Pollin, işimi kolaylaştırdınız, çünkü bu kararla cebelleşebilirdim” diye cevapladım.

Flip Saunders: Muhtemelen gördüğüm en iyi bireysel workout’tu… Kevin’de birlikte herhangi bir risk olmadığını düşündük. Gerekeni yapacağını umuyorduk.

Jerry Zgoda: Draft günü, sabah 11’de beni birisi aradı. Başka bir takımdan mıydı, bir menajer miydi bilmiyorum. “Sana içeriden bir bilgi vereceğim. Garnett, Minnesota’da oynamayacak.” Kim olduğunu belli etmiyordu. Sonra Flip’i aradığımı hatırlıyorum, “Garnett sizin için oynamayacağını söyledi mi?” diye sordum. “Yok ya, saçma sapan muhabbetler” diye yanıt verdi. O adamın kim olduğunu bilmiyorum… Asla da öğrenemedim.

LİSELİLERİN ÖNCÜSÜ

1995 Draftı’na katılacağını açıklayan Garnett, son 20 yılda liseden geçiş yapacak olan ilk oyuncu oluyordu. Son örnekler, 1975’te seçilen Darryl Dawkins ve Bill Willoughby idi. Ama Garnett geçişi yaptıktan sonra, akış durmadı. 1996’da Kobe Bryant, Jermaine O’neal ve Taj McDavid, liseden seçilen diğer oyuncular oldu. Bu trend 2001 yılında zirveye ulaştı: İlk 4 sıranın 3’ü liseden gelen oyunculardı, üniversite okumadan birinci sıradan seçilen ilk oyuncu olan Kwame Brown dahil. İlerleyen yıllarda iki oyuncu daha bu şerefe nail oldu: 2003’te LeBron James, 2004’te ise Dwight Howard.

Garnett, Bryant ve McGrady süperstar olurken, birçokları da başarısız olmuş, bu arada lig yetkilileri de kural değişikliğine başvurmuştu. 2005 yılında NBA, yeni bir kural getirerek, drafta girecek tüm oyuncuların en az 19 yaşında olması ve üniversitede bir yıl okumuş olması gerektiği şartını koydu. Garnett’in gelişinin ardından 38 oyuncu, liseden NBA’e direkt geçiş yapmıştı.

Russ Granik (NBA başkan yardımcısı, 1990-2006): Kevin bunu yaptığında, bir anomali gibi gözüküyordu… Bir oyuncunun her şeyi değiştirebileceği kimsenin aklına gelmezdi. 20 yıl boyunca böyle bir örnek görmemiştik. Yani 15 yıl boyunca bunu yapan tek kişi de olabilirdi.

John Nash: Garnett ve Bryant’ın arka arkaya lige gelmesi ve başarıya ulaşmasının, herkesi liseden gelen oyuncuların da yeterince iyi olabileceğine, bunu başarabileceklerine ikna ettiğini düşünüyorum.

Sonny Vaccaro (eski bir ayakkabı firması yöneticisi): Kendisi bunu kabul eder mi bilmem, ama o zaman aslında Michigan’a gidecekti. Fab Five dönemi, Juwan Howard’ın Chicagolu olması — milyon dolarına iddiaya girerim ki, yapacağı buydu. Ama sonra draftta yukarılardan seçileceğine dair söylentiler duydum, fakat takımlar açıkça onu seçeceklerini dile getirmiyordu.

Ona “Kevin, eğer oynayamazsan, batırırsan, yine de 15 milyon dolar kazanacaksın. Tanrı sana üniversitede bir şey olmasını yasakladı, bir şey olmayacak” dedim. Cevabı “Bay Vaccaro, sizce draft edilecek miyim?” oldu.

Ona emin olmadığımı söyledim, ve başka türlü açıkladım: “Kevin, 10. sıradan aşağı düşmezsin.”

Paul Pierce (dönemin Washington Wizards forveti): Kapıları o açtı. Bu yüzden ligde olan birçok adam var. Kevin Garnett olmasaydı, Kobe’yi Lakers‘ta, veya LeBron’u Cavaliers‘ta göremeyebilirdik.

LeBron James (2003 Draftı, ilk sıra seçimi): KG ve Kobe, lige liseden gelen oyuncular için zemin hazırladı, 90’larda böyle bir şey yoktu çünkü. KG’nin yaptığı gibi, 18 yaşında bir çocuk… Onun yaptıkları, kendi karar zamanım geldiğinde bana güç veren şeylerdi.

Russ Granik: Bir lise oyuncusu eğer direkt olarak NBA’e gelmezse, yeteri kadar iyi olmadığı kabul ediliyordu. Bu gerçekten sorunun bir parçasıydı.

Jonathan Abrams (Boys Among Men‘in yazarı): Bana kalırsa Kevin Garnett bu işi biraz basit gösterdi. Başlarda büyüme sancıları vardı, ama ikinci sezonunda gerçekten parlamaya başladı; böylece diğer çocukların kafasına da şu fikir girmeye başladı: “Kevin Garnett bunu başardı, belki ben de yapabilirim.” Ama onların bu gelişimin arkasındaki çabayı ve takımdaki, başta Sam Mitchell olmak üzere tecrübeli oyuncuların liderliğini tam olarak gördüklerini sanmıyorum.

Paul Pierce: O draftın ardından, herkesin yeni Kevin Garnett’i aradığını gördünüz. Uzun, sıska, aynı zamanda hızlı, atletik ve Kevin Garnett gibi görünen biri. Yani Darius Miles, Stromile Swift, Brandan Wright, Keon Clark gibi biri… Elimizde böyle hızlı, sahayı boydan boya kat eden, yeni Kevin Garnett’e dönüşebilecek uzun, ince çocuklar vardı. İşte o zaman bakış açısı değişmişti: Artık yetişkin ve kendisini kanıtlamış değil, “Tamam, bu çocukta potansiyel var, yeni Garnett olabilir” dedirten kişiler daha değerliydi.

Jonathan Abrams: NBA yetkilileri, birkaç başarısızlığın sistemi düzelteceğini ve çocukların liseden lige gelmeyeceğini düşündü.  Bu yüzden Garnett ‘in bu konuda öncü olup da sonraki yıllarda bir akım başlatacağı hususnda endişeli değillerdi.

Russ Granik: Asıl sorun, bu iş yayıldığında, yeteneği değerlendirme konusunda ortaya çıktı. Bence bu, ligi ‘1 yıl kuralı’nı getirmeye zorladı. Bu hakikaten Garnett’in yol açtığı bir şey.

Ron Klempner (NBA Oyuncular Birliği danışmanı): Garnett bu alanda ilk oyunculardan biriydi ve en kalitelilerinden biriydi. Yaş sınırı tartışmalarına yol açtığını söyleyebilirim. Ama kaldırıldığı zaman düşünüldüğünde, ne kadar büyük bir parçası olduğundan emin değilim.

kevin garnett

BAY YOĞUN

Kevin Garnett’le ilgili kalıcı izlenimleri sorduğunuzda, hemen kendinizi spor klişeleri arasında bulursunuz: Odaklanma. Adanma. Sadakat. Takım adamı. Yürek. Ayrıca da, yoğun. Gerçekten yoğun. Aşırı yoğunluk. Yoğunluk demiş miydik?

Onunla oynamış, ona hocalık yapmış veya ona rakip olmuş neredeyse herkes, sıkça bunu yapıyor.


“En başından beri buna sahipti — her zaman en üst seviyede yoğunlaşırdı” diyor, ilk 10 yılda hocalığını yapan Saunders.


Sam Mitchell da şöyle diyor: “Her gün aynıydı. İdmanda ya da maçta, hiç fark etmezdi.” 


Sıkılmış dişler, kavurucu bakışlar, çığlıklar ve gevezelik ve böbürlenme, sadık bir şekilde devam ettirdiği maç günü ritüelleri, potanın destek ayağına Yağmur Adam gibi kafa atmalar, detaylara özen, takım arkadaşlarını itekleme — oyuncu ve koçların onunla ilgili en çok hatırladığı şeyler bunlar.

Garnett’le her ilk karşılaşma farklıdır. Ama kimse kalıcı bir izlenim edinmeden oradan ayrılmaz.

Paul Pierce: Ben ve KG ilk defa, benim lisedeki ikinci yılımda birlikte oynadık… California’daki yerel bir AAU takımıydı. Onun en iyi oyunculardan birisi olduğunu duymuştum, ama ne tip bir oyuncu olduğunu o zamanlar bilmiyordum. Yalnızca boyunun 2.10 küsür olduğunu biliyordum.

İlk idman, bizim lisedeydi… ve onun tüm sahayı koşuşunu, her şutu bloklamasını, bağırıp çağırmasını, üçlük denemelerini, yine gelip tüm sahayı koşmasını izliyordum. Daha önce böyle bir şey görmemiştim. Birdenbire salon onu izleyenlerle doldu… Ne zaman bir şutu bloklasa ciğerlerini zorlayana dek çığlık atar, ne zaman bir smaç yapsa avazı çıktığı kadar bağırırdı. Ben de orada “Ulan bu adam ne kadar oyuna odaklı” diyordum. Eğer onun yoğunluğuna erişemezseniz, onu orada istemezsiniz.

Joe Abounasar (Garnett’in özel antrenörü): Beraber çalışıyorduk, bir gün Los Angeles’taki Memorial Park’a gittik; meğer çoraplarını unutmuş. Orada biz, Chauncey Billups, Al Harrington, Ty Lue, Michael Ruffin ve başkaları vardı. Her maça çıktı. Milletin üstünden smaçlar vuruyor, tüm şutları blokluyordu — ve ayağında çorapları yoktu. Saatlerce öyle oynadı. Maç bittiğinde ayakkabısının ön tarafından kan sızıyordu. Ayağının bir kısmı ve ayak parmaklarının bazıları kanıyordu. İnanılmaz.

Dirk Nowitzki (Dallas Mavericks forveti): Çaylak yılımda hep biraz üstüme gelmişti. Konuşup dururdu. Ama benim için eğlenceliydi, bunlar benim ilk deneyimlerimdi. Almanya’da kimse bana böyle davranmamıştı. Bunun bana, bu ligde gelişmem açısından yardımı olduğunu düşünüyorum.

Chris Webber (NBA forveti, 1993-2008): O ve ben sahada hiç sakin kalamazdık… O öyle yalandan konuşmazdı. Bir aktör, bir yalancı daha fazlasını yapamazdı. Kendini bu kadar sinirlendirmek mümkün değildi.

Christian Laettner (Timberwolves‘tan takım arkadaşı, 1995-1996): İlk fark ettiğim şey, her şeyden çok, acayip uzun vücudundan öte, ne kadar yürekli olduğu ve sıska bir çocuk için ne kadar sert olduğuydu. Anında ona bayılmıştım, çünkü çocuk çok sağlamdı. Takımdaki en iri adam onun üstüne gidebilir, ama o yine de orada savaşmaya ve savunmasını sergilemeye hazır olurdu.

Sam Mitchell (Timberwolves‘tan takım arkadaşı, 1995-2002): Her idmanın ardından koşular yapardık. Her guardı, her forveti, her pivotu geçerdi. Yaptığı her şeyde kazanmayı isterdi. Her harekette kazanmanın peşinde olurdu. Ve daha ilk günden böyleydi… Onunla ilgili ilk düşündüğüm şey şu olmuştu: “Ben her gün idmanda bu adamın üstünden nasıl sayı bulacağım?”

Terry Porter (Timberwolves’tan takım arkadaşı, 1995-98): Her zaman soru sorardı: “Eskiden nasıl yapılırdı? Finaller’de oynamak nasıl bir şeydi? Şu oyuncuya karşı oynamak nasıldı?” Oyunun geçmişine çok meraklıydı ve büyük bir oyuncu olmak istiyordu. Hep “Oyunumu nasıl geliştirebilirim?” diye sorardı.

Glen Taylor (Timberwolves’un sahibi): “Sizinle vakit geçirmek istiyorum, çünkü hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünya var” derdi. Ben de “Niçin?” derdim. Şöyle cevap verirdi: “Peki insanlar senden para istediğinde, bunun bir hayır işi olduğunu nereden biliyorsun?” İlk buluşmalarımız böyle geçti. Bazen evime gelir, otururduk ve basketbolun lafı bile geçmezdi… Hayatın diğer alanlarından konuşurduk, hayata daha geniş bakmaktan. “Daha 18 yaşında, ama şimdiden böyle şeylere kafa yoruyor” diye aklımdan geçirirdim.

Flip Saunders: Harika bir hafızası var — her şeyi hatırlıyor. 6 yıl önceki oyuncu tarama raporlarını hatırladığı olurdu. Bu raporların geri dönmemesiyle ilgili her zaman bir ceza sistemimiz olurdu. İlk yıllarında tüm cezaları önden ödemeye çalışırdı, çünkü raporları yazın incelemek için saklardı.

Kevin McHale (Timberwolves genel menajeri, 1995-2008): Bazen hüsrana meyilli olurdu, ama aynı zamanda spektaküler hareketler de vaat ederdi. Şut bloklayıp, sahayı kat edip, hücum ribaundunu alıp, sonra geri dönüp, adam değişip guarda geçtiği, onu önden aldığı, sonra gidip zayıf tarafta başka bir şutu blokladığı olurdu. Parıldadığı anlar olurdu.

Sam Mitchell: İlk gün. Doug West ve ben ilk günden anladık. Sahada yürüyorduk, sonra birbirimize bakıp şöyle dedik: “Bir gün insanlara, vaktiyle Kevin Garnett’le oynadığımızı söyleyeceğiz.”

Taraftarlar, muhabirler ve rakipler bir süre sonra şunu da fark etti: Garnett, basmakalıp NBA sınıflandırmalarına dahil edilemezdi, özellikle de savunmada. Herhangi bir maç günü, bir pivotu, bir power forveti ya da bir guardı savunabilir; boyu ve çabukluğunu kullanarak şutörleri bozabilir, gücü ve ebatlarını kullanarak kendinden uzunları rahatsız edebilirdi.

Flip Saunders: Birkaç kez Michael Jordan’ı savundu. Karl Malone’u savundu. Shaquille O’Neal’ı savundu. Oyun kurucuları savundu. Kevin Johnson, Steve Nash, Stephon Marbury. Tüm All-Starları seçin, bir noktada hepsiyle eşleşebilir ve hepsini savunabilir. Aynı maçta 5 pozisyonu da savunduğu oldu.

Sam Cassell (Timberwolves‘tan takım arkadaşı, 2003-2005): Bunu başka kim yapabilir? Maçlar için çalışırdı. Maçlara gördüğüm herkesten daha iyi hazırlanırdı.

Sam Mitchell: Alan savunması yaptığımızda tepede olurdu. Sorumluluğu tepeyi savunmaktı, posta doğru görünmek ve sonra geri tepeye çıkmak. Bunu becerirdi.

Kevin Johnson (3 kez All-Star guard): Daha önce de çok uzun oyuncular tarafından savunulmuştum, misal Magic Johnson. Ama Kevin Garnett’i geçmek imkansız gibiydi. Kolları neredeyse sahayı enlemesine kaplıyordu, bir kedi kadar çevikti ve onu potaya kadar sürüklemeyi başardığınızda da kullanılan şutu geri yollamayı beceriyordu. Bunun üzerine sınırsız bir enerji ve eforu vardı, asla susmak da bilmezdi. Şansıma, onunla çok karşı karşıya gelmedim, çünkü o en iyi dönemine girerken, ben emekliliğe yaklaşıyordum.

Jose Calderon (tecrübeli oyun kurucu): İnsanlar “Heh, uzunla kaldın, ona karşı oynamayı dene, ondan daha çabuksun” diye düşünür. Ama o aynı zamanda hızlıydı da. Uzundu. Yani onu geçseniz de, pozisyonu bitirmek çok zordu; çünkü şutu iki şekilde engellemek için arkadan geliyordu: Şutu bozmak ya da blok vurmak. Diğer uzunlardan gerçekten çok daha hızlıydı.

Paul Pierce: Sanırım bir maçta 60 sayıya doğru gidiyordu. Aynı zamanda da Antoine Walker’ı savunuyordu. O anda “Peki, boşverin. Paul canımıza okuyor” dedi. Adam değişip beni savunmaya başladı. Ve sizi temin ederim, iki dakika boyunca, topu almama izin vermedi. Ne yapacağımı bilemiyordum… Sahanın ortasında öylece durdum. “E iyi, en azından boyalı alanda olmuyor” diye kendimi teselli ediyordum.

YENİ STOCKTON-MALONE

Garnett’i seçmelerinden bir yıl sonra Timberwolves, draft günü yapılan bir takasla, Coney Island’lı, kendisini yıldız yapcak kadar güçlü, hızlı ve yetenekli ama huysuz genç oyun kurucu Stephon Marbury’yi kadrosuna kattı. Karşılığında 5. sıra seçimi Ray Allen’ı Milwaukee’ye yolladılar. Marbury-Garnett ikilisinin potansiyel etkisi, Timberwolves yetkililerinin başını döndürmüştü ve uzmanların da her yerde onlardan ‘Yeni Stockton-Malone ikilisi’ demesine yol açmıştı. 20 yaşındaki Garnett ve 19 yaşındaki Marbury’nin yanında yetenekli genç forvet Tom Gugliotta ile birlikte Timberwolves, Batı Konferansı’nda kendini göstermeye kararlıydı.

Sam Mitchell: Dostum, epey iyilerdi. O ikisine pick-n-roll yaptır, tamam. Çünkü Steph hızıyla skor bulabiliyordu, ayrıca güçlüydü ve potaya ulaşabiliyordu. Bir de Steph biraz pislikti. Kesinlikle. Büyük oyuncularda bu damar olmalı.

Flip Saunders: KG, gördüğüm en iyi perde yapan oyunculardan. Onunla pick-n-pop oynarsınız ve sayı bulur, pota dibinde bitirebilir. Steph perdeden çıkarken sanki böyle görüntüsü bulanıklaşırdı. Uzaktan şut atma kabiliyeti de vardı. Zaman zaman, neredeyse savunulamaz oluyorlardı.

Sam Mitchell: Belki Stockton-Malone ikilisinden daha iyiydiler, çünkü Steph, Stockton’dan daha skorer bir oyuncuydu. Ve Steph tıpkı Stockton gibi oyunu rahatlatıyordu, ama ondan çok daha baskın bir skorerdi.

Steve Aschburner (Minneapolis Star-Tribune Timberwolves yazarı, 1994-2007): Dışarıdan bakınca en iyi arkadaş gibilerdi. Bir reklamda oynamışlardı ve birlikte vakit de geçirdikleri görülüyordu.

Jim LaBumbard (Timberwolves medya ilişkileri sorumlusu, 1993-2000): Marbury, Minnesota’ya geleceği için çok heyecanlıydı; bizim için de şehirde yeni bir soluk olacaktı. O zamanlar kimse Minnesota’ya geleceği için heyecanlanmazdı, değil mi? Durum öyleyken bu bizim çok hoşumuza gitti.

Garnett’in 17, Marbury’nin 15.8, Gugliotta’nın da 20.6 sayı ortalaması tutturmasıyla Timberwolves, 40 maç kazanarak, sekiz yıllık kulüp tarihinde ilk kez playofflar’a yükseldi. İlk turda, Hakeem’li Houston Rockets tarafından 3-0 süpürüldüler. Sonraki sezon Garnett ve Marbury ikilisi, bu kez takımı 45 galibiyete taşıyarak kulüp rekorunun kırılmasını sağladılar, ama yine ilk turda, bu kez Seattle SuperSonics’e 3-2 ile geçildiler. Bu ikili, bir daha playofflar’da birlikte oynayamayacaktı. 

Marbury, 1999’da New Jersey Nets‘e takasını istedi — Marbury’nin, Garnett’in 6 yıl-126 milyonluk devasa kontratını kıskandığı için bunu yaptığı söylenmişti. Yapılan yeni anlaşmaya göre, Marbury için en fazla 6 yıl-71 milyon verilebiliyordu. 

Flip Saunders: İki musibet aynı anda gelmişti. KG’nin kontratı, lokavta yol açmıştı. Ve bu kontratla da lokavt, maksimum kontratı getiriyordu. Böylece Marbury’yi kaybetmiştik, çünkü basitçe, biri 20 milyon alırken diğeri 9 milyon alıyor ve maç sonunda topu kullanan adam, 9 milyon kazanandı. Derdi buydu.

Steve Aschburner: Garnett’in en sevdiği oyuncu Magic Johnson’dı. Marbury’nin oyununu kolaylaştırmaktan memnundu. Topu paylaşma anlamında bir sorun olacağını sanmıyorum. Eninde sonunda, bence Stephon’ın kafasındaki şey paraydı ve daha fazla kazanacağı bir yere gitme niyeti vardı.

Terry Porter: Finansal açıdan, 1A sınıfında değilse bile, 1B’de olmak istiyordu. O noktada hak ettiği değeri görmediğini hissetti.

Sam Mitchell: Hepimiz onun kalmasını istiyorduk. Ama işte bazen gençken, yarışamadığınız dış etkiler kafayı çelebiliyor…Hepsi aynı şeyi istiyordu. Hepsi kazanmak istiyordu, hepsi All-Star olmak istiyordu ve hepsi ‘O adam’ olmak istiyordu.

Flip Saunders: Başımızın dertte olduğunu biliyordum. Marbury geldiği zaman ona şöyle demiştim: “İkiniz Stockton ve Malone gibi olabilirsiniz.” O da “İyi de ben John Stockton olmak istemiyorum” demişti. Onu, ikisinin beraber ortaya koyabilecekleriyle ilgili ikna etmeye çalıştık. Bunu istemedi.

KONTRAT ve LOKAVT

Garnett yalnızca 21 yaşındaydı ve, sadece iki yıllık NBA kariyerine rağmen, profesyonel spor tarihindeki en büyük kontrata sahipti: 6 yıl, 126 milyon dolar. Anlaşma 1997’nin Eylül ayında imzalandı ve ardından ligdeki oyuncular arasında kızgınlık, şüphecilik ve alaycılığa sebep oldu. 

O dönemde, adını vermek istemeyen bir oyuncu “Kara listenin başındaydı” diyor. Garnett ikinci sezonunda All-Star olsa da, henüz bir süperyıldız değildi ve tek bir playoff maçı bile kazanmamıştı. An itibariyle, Michael Jordan’ın iki katı kadar para kazandıran bir kontratı vardı. Garnett’in değeri, iki yıl önce Glen Taylor’ın kulübü almak için verdiği paradan 40 milyon kadar fazlaydı.


Diğer yıldızlar da hemen büyük konratlar almaya başladılar: Shaquille O’Neal, 120 milyon; Alonzo Mourning, 101 milyon; Juwan Howard, 105 milyon. Fakat takım sahiplerinin, sistemin bozukluğunu kanıtlamasına yarayan şey,  Garnett’in anlaşmasıydı. Sonraki yaz NBA lokavt ilan etti ve tarihindeki en uzun iş durdurma eylemi ortaya çıktı; sezon 20 Ocak 1999’da başlayacaktı. O sezon 50 maç oynandı ama All-Star maçı düzenlenmemişti. 


Başka faktörler de bulunsa da, çokça Garnett’in kontratı, lokavta giden yolu açmıştı.


Glen Taylor: Sanırım biz yaptık.

Russ Granik: 99’daki lokavt yüzünden kesinlikle Bay Garnett’i suçlamıyorum. Biz her zaman, oyuncunun sisteme girdiği anda, istediği her şeyi alma hakkına sahip olduğunu düşünürüz. Ama sanırım sözleşmenin kapsamı birçok insanı, mevcut maaş sınırının işe yaramadığı ve bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini hissetmelerine sebep oldu. Eğer bu kontrat olmasa, bundan sonra yapılacak başka bir kontrat buna sebep olacaktı.

Ron Klempner: 1995’ten başlayarak, takım sahipleri istediklerini alamadılar ve bunu alabilmek için ilk uygun fırsatı kolluyorlardı. Garnett’in kontratı da onlara ihtiyaç duydukları kozu verdi.

Andy Miller (Garnett’in menajeri): Adil olmayan bir hedefti diyebilirim… O zamanlar küçük pazar takımlarının çoğu ve eski toprak takım sahipleri, yani dünyanın Glen Taylor’ları avantaj sağlamak adına bu durumu bir silah olarak kullanmak istediler.

Ron Klempner:  Bu büyüklükteki garanti miktarlara kontrat alabilen, üniversitede iki yıl okuyup gelmiş genç oyuncu kavramı, kesinlikle müzakerelere yol açan bir faktördü.

Glen Taylor: Bazı büyük market takımlarının Garnett’in peşinde olacağını düşünüyordum… Ve kulübün çöküşün eşiğinde olduğunu düşünüyordum. İlk kez Minnesota’daki taraftarlar bir umut ışığı görmüştü. O yüzden ben de muhtemelen pek mantıklı olmayan bir yatırım yaptım. Ama yaşadığım yer için daha fazlasını yapmak zorundaydım; ben bir Minnesotalıydım, bunu kendi takımımız için istiyordum.

1999 yılında imzalanan toplu iş sözleşmesi, Garnett’in kontratıyla ilgili endişeleri açıkça yansıtıyordu. Yeni sözleşmede ilk defa bir maksimum maaş sınırının yanı sıra (üç yılı doldurmadan yapılabilecek) beş yıllık çaylak kontratı süresi içeriyordu — herhangi bir ekibin, ikinci yılındaki bir oyuncuyla 126 milyonluk kontrat yapmasını engelleyen maddeler. 

Ron Klempner: Çok geçmeden, takım sahiplerinin oyuncuları kontrol edebilmek için daha fazla süre istedikleri anlaşıldı. Bu kural değişikliklerinin her ikisinin de Garnett’in kontratına göre bir şekilde geri alınabileceğini söylemek mümkün.

Russ Granik: Bunların hepsinin o kontratla ilgisi olduğunu sanmıyorum… Kariyerinin erken döneminde yeni bir anlaşma elde etmek isteyen bir grup oyuncu ortaya çıkmıştı. O yüzden bunu bilhassa Kevin’e bağlamak yanlış olur.  Genel olarak bir endişe durumu vardı.

AJAN PROVOKATÖR

Kevin Garnett lige girdiğinde, trash-talk yapmak belirli bir yere sahipti, ama o, provokasyon sanatına yeni bir soluk getirdi — hattâ yıllar içerisinde, kamuoyu terbiyesine kıyasla sınırı geçti.

Garnett’i diğerlerinden ayıran şey, yalnızca alay etme konusundaki yaratıcılığı değildi. Maçta ve idmanda, durmadan bağırıyor ve bir şeyler söylüyordu. Haykırıyor, göğsünü yumrukluyor, sivriliyor, alkışlıyor, göze batıyordu. Sözlü atışmaları hem efsanevi, hem de yüz kızartıcı. 


Aynen Boston’dayken, Toronto’ya karşı oynadıklarında üst üste iki pozisyonda adam değişilip Calderon’da kaldığında onun kafasını s*ktiğindeki gibi. Ya da Alvin Gentry’nin kendisi hakkında “Ona karşı saygım biraz azaldı” demesini sağlayan Suns‘lı Channing Frye’a diklenmesindeki gibi. Veya vücut kıllarının çıkmasına izin vermeyen bir hastalık sahibi olan Charlie Villanueva’ya “bir kanser hastası” demesi. Veya Carmelo Anthony’nin karısı hakkında talihsiz cümleler kurduğundaki gibi — ki bu doğrulanmadı. Ya da bitiş düdüğünün ardından eski takım arkadaşı, Knicks‘li Bill Walker’ın boğazını sıkması. 


Ara sıra Garnett –ama ara sıra– kendine gülecek kadar vahşeti bir kenara bırakır.

Sam Mitchell: Söylediklerinin çoğu aslında kendisineydi. Çok komik, insanlar onun trash-talk yaptığını düşünüyor ama o kendi hataları üstüne konuşuyor. Eğer ona kulak kesilirseniz, sürekli “Kevin niye şöyle yaptın?”, “Kevin ne halt ediyorsun?” falan der.

Flip Saunders: Onun tarzı bu. Onunla konuşup sakinleştirmeye çalıştığım zamanlar olmadı mı? Oldu. Ama o öyle biri. Rakip takımdansanız, düşmansınız.

Phil Jackson (Lakers koçu, 1999-2004; 2005-2011): Kendisini muazzam bir, nasıl diyelim, cesaretle sürükledi. Yüksek bir cesaret. Bazı oyuncularım bana “Bu tamamen şov, yalandan” derdi bu konuda. “Onu dert etme, bir şey yapamaz. Sadece yüksekten konuşuyor.” Ama kariyeri boyunca böyle konuştu zaten.

Flip Saunders: Kevin bir savaşçı değil. O bir aşık. Her zaman onun için biraz endişelenirsiniz. Ne zaman ne kadar ileri gittiğini, ne zaman kesmesi gerektiğini bilme konusunda benzersiz bir yeteneği var.

Henry Walker (eski Celtics ve Knicks oyuncusu): Malum olay gerçekleşti, tünelden çıkıyoruz. Ben annem, kız kardeşim ve kızımla birlikteydim. Ona doğru gittim, “Ne oluyor?” diye sordum. Çünkü o benim örnek aldığım kişilerden biri. Sonra özür diledi. Herhangi bir sorun yok.

Sam Cassell: Onda Dr. Jekyll-Mr. Hyde durumu var. Saha dışında harika birisi. Gayet güzel konuşabilirsiniz. Ama parkede manyaklaşıyor. Eğer aynı renk formanız yoksa, ona karşısınız demektir.

Steve Aschburner: Çaylak sezonunda, Milwaukee ve Lakers‘a karşı hazırlık maçı yapmışlardı. Cedric Ceballos ve Glenn Robinson’dan haz etmediğini biliyordum. İkisinden biri onu saha dışına iterken “Daha hazır değil” gibi bir şey demiş. Diğeri de ona karşı trash-talk yapmış. Tabii sinmedi. Sözlü olarak da bir nevi karşılık verdi, ama bunu daha çok, oynayarak yaptı. Bu onun huyu, böyle bir adam o, dik duruşlu. Orada tıkanıp kalmayacaktı.

Dwane Casey: Maçta ne kadar trash-talk varsa, idmanda da o kadar. Çoğunu burada söyleyemem. Ama asla kötü niyetli bir şey değil bu. Yalnızca rakibin kafasına girmek amacı taşıyor.

Alvin Gentry (Phoenix Suns koçu, 2009-2013): Her zaman sivri biri oldu, onu büyük yapan da bu… Onu bir olay yüzünden yargılamam. O zaman koç olarak, bir reaksiyon vermeniz gerek. Rekabet konusunda Michael Jordan var, Kobe var, evet; onun da bu açıdan, bir sonraki aşamada olması gerekiyor.

Zach Randolph (NBA forveti, 2001-günümüz): Her zaman atışırdık. Portland’da oynarken bir kere  ona faul yaptım, düştü, kalkmadan önce beş şınav çekti.

Chris Bosh (NBA forveti, 2003-2016): Genelde böyle durumlarda cevap vermem, ama o bir şey söylediğinde cevapsız bırakmam. 2011 playoffları’nda Celtics‘e karşı berbat bir maç geçiriyordum. Bütün maç bana oynadı. Maç sonunda üst üste dört pozisyonda üstümden sayı buldu. Çok moralim bozulmuştu ve utanıyordum, kafama girmeyi başarmıştı. O günden beri hiç cevap vermedim.

Jose Calderon: Her şey savunmada adam değiştikten sonra karşı karşıya gelmemizle başladı. Ben onun şutlarından birine el kaldırdım. Şut girdi. Bundan mutluydu. Ardından başladık… Sonraki pozisyonda geri geldi ve “Hadi yine yapalım” dedi… Bence o pozisyonun ardından bana farklı bakmaya başladı; karşısında durmam veya her neyse. O günden sonra aramız gayet iyi oldu.

Danny Ainge (Celtics genel menajeri): Antrenman maçını kazanmayı isteyecek kadar rekabetçi, takım arkadaşlarının da trash-talk yapmasını isteyecek kadar. Gerçekten. Onları sınayacak bir test falan değil. Gerçekten rekabet etmek istedi, idmanda da kazanmak istedi; takım arkadaşlarına meydan okumaktan, onlara da sövüp sayıp onları ateşlemekten korkmadı.

Tony Allen (Celtics’ten takım arkadaşı, 2007-2010): İdmanda şut sokardım, ardından “Bir daha yap! Onu yine sok a….a koyim!” derdi. Veya sayı attıktan sonra koşmaya başlar, “Ben iyi değilim, harikayım!” gibisinden bağrınırdı. Motoru hiç soğumazdı.

Paul Pierce: Bir keresinde Joakim Noah’a saçını yaptırıyor mu, aslında kadın falan mı diye sormuştu… Bunun Noah’ı kızdırdığını biliyorum. O zaman Noah çaylaktı bir de. Onun KG’ye bakışını hatırlıyorum. “KG, tanrı aşkına, duvarımda senin posterin vardı. Seni örnek aldım” falan demişti. Sonra Garnett “S*ktir git Noah” gibi bir şey dedi. “Vay anasını” demiştim. Çocuk lige yeni gelmiş, onu örnek alıyor, duvarımda posterin var diyor, o da tutup bunu söylüyor! Noah bitmişti. Darmadağın olmuştu.

Kendrick Perkins (Celtics‘ten takım arkadaşı, 2007-2011): Konuşma devam ettiği sürece NBA’de en sağlam laf sokan adamdı. Onunla dalaşmak istemezdiniz. En iyi kelime dağarcığı onda.

Paul Pierce: (İkisi farklı takımlardayken yaşanan bir olayı hatırlıyor): O dönemde ikimizin takımı da iyi durumda değildi. Sanırım sezonun son haftası falandı. Serbest atış esnasında didişiyorduk. Ben “Herkes sussun bakalım, çünkü haftaya hepimiz Bahamalar’da olacağız” dedim. Ne kadar ciddi olursa olsun, baktı, gülmeye başladı… Ben “Cancun’a gideceğim. Sen nerede olacaksın?” dedim. O da “St. Lucia’ya” dedi.

garnett_wolves

KEDERLİ KURTLAR

Garnett, Minnesota kariyerinin büyük bölümünde etrafı sıradan oyuncularla çevrili bir süperyıldızdı; kendisine yakışır bir yardımcı yıldızın arayışı içinde, tekil bir eylem.

Timberwolves, 11 Mart 1999’da Stephon Marbury’nin isteğini gerçekleştirerek, onu üç takımlı bir takasla Nets‘e yolladı. Karşılığında iki kez All-Star olan Terrell Brandon’ı aldılar. Yetenekli olmasına rağmen pozisyonuna göre ufak kalan Brandon’ın kariyeri, sakatlıklar yüzünden kısa sürmüştü.


Sonraki yıldız eklemesi, 1999’da altıncı sıradan seçilen keskin şutör Wally Szczerbiak’tı. Ama kimya baştan tutmamıştı ve Kasım 2000’de fizyoterapi odasında çıkan kavgayla bu ortaklık da son buldu. 


Chauncey Billups kadroda iki yıl kalmıştı ama  o da Detroit yıllarına dek yıldız seviyesine gelememişti. Tom Gugliotta en iyi sezonunu Garnett’in yanında 1996-97 ve 1997-98 sezonlarında geçirmişti, fakat Timberwolves onu lokavttan sonra salary cap’te boşluk tutmak için yolladı — muhtemelen Marbury için.


Bu arada Garnett’in lokavtın ardından yeni kurallardan azade kalan devasa kontratı, Timberwolves yetkililerinin başka bir yıldız eklemesini aşırı zorlaştırıyordu. Ve Timberwolves, NBA’in Joe Smith ile yaptıkları illegal anlaşmaya verdiği ceza sonucunda birkaç tane ilk tur draft hakkını da kaybederek süreç boyunca kendi kendisini sabote etti.  

Muazzam yeteneklerine karşın Garnett, Minnesota ile 1997-2003 arasında yedi kez üst üste ilk turda elenerek playofflar’da sadece bir dipnot haline geldi. Normal sezonda da 51 galibiyetten ötesini göremedi. 

Flip Saunders: Zordu. Steph’i takasladık, iyi bir oyuncu olan Terrell’ı aldık. Aynı takasta sonradan All-Star olan Wally Szczerbiak’ı da aldık. Elinizde bir değil, iki dinamik yıldız olması gerekiyor. Belki All-Star olma ihtimali bulunan birini almak — o zaman bu yeterli olmayabilirdi.

Steve Aschburner: Bence Garnett, Wally’nin yeterince iyi olmadığını düşünüyordu. Sanırım aralarında uyum olmadan onun yardımcı rolde bulunmasına içerlemişti. Aralarında hiç uyum yoktu.

Sam Mitchell: Birçok şey abartılmıştı. Kevin, Wally’ye saygı duyuyordu, çünkü Wally iyi oynuyordu. Wally de oynamayı seviyordu. Wally çok iyi bir savunmacı değildi, ama iş skor bulmaya gelince gayet iyiydi.

Kevin McHale: Farklı insanlardı. Araları hiç çok iyiymiş gibi görünmedi, ama insanların söylediği kadar da kötü olduğunu sanmıyorum. Farklı farklı etkileri vardı. Wally, Kevin’le birlikteyken All-Star oldu. Harika bir pasör değildi, iyi bir yaratıcı değildi. Ama Kevin’le beraber iyi oynadılar. Ben oradayken kimse Kevin’le Gugliotta’dan daha iyi oynamadı. Yaptıklarına bakabilirsiniz. Çok, çok etkileyici.

Flip Saunders: KG en mütevazı süperyıldızdı, skor bulmaktan çok pas vermekten haz alırdı. Yani şut atmayı o kadar umursamazdı, ama Wally’nin de tek derdi buydu. Böylece Wally çok sayıda şut kullandı.

Steve Aschburner: Wally kontratını uzattığında, şut idmanı öncesinde medya, haberi KG’ye ulaştırdı. Garnett’in yüzündeki ifade — o adamın uzun sürede orada kalacak olması gerçeği ve bunun, takımın gelişim yolunu tıkaması karşısında dişlerini sıkıyordu.

Andy Miller: Bence en çok telaşa yol açan şey buydu… Kevin her zaman başarılı olmak istiyordu, her zaman kazanmak istiyordu, takımın başarılı olmasını istiyordu, herkesin parlamasını istiyordu. Sürekli hayal kırıklığı yaşarsanız, daima bir çıkış arayışı içinde olursanız, her yıl aynı sonuçlara ulaşırsanız, bu olağanüstü sinir bozucu bir şey haline gelir.

Terry Porter: Yeteri kadar silahımız yoktu… Malum, Garnett o zamanlar bir takımı taşıyacak kadar iyi değildi. Ve takım Batı Konferansı’ndaydı, bu da rekabet seviyesinin daha yukarıda olması demekti. Houston’la ilk turda oynadığımızı hatırlıyorum. Harika bir seri geçirmiştik, ama yetmemişti.

Steve Aschburner: Glen Taylor bu sözleşmeyle meslektaşlarını kızdırmıştı ama kimsenin takımı da Glen Taylor’ınki kadar acı çekmedi.

Nihayet Timberwolves 2003 yılında iki takas yaparak, Garnett’in Minnesota kariyerindeki en iyi destekçi parçaları kadroya kattı: Milwaukee’den Sam Cassell ve New York’tan Latrell Sprewell. Timberwolves 58 maç kazanıp kulüp rekoru kırdı ve Garnett de 24.2 sayı, 13.9 ribaund, 5 asist, 2.2 blok ve 1.5 top çalma ortalamaları tutturarak MVP ödülünü kazandı.

O ilkbaharda Garnett kariyerinin ilk iki playoff serisini kazandı ve normal sezonu 1. sırada bitiren takım, Batı Konferansı Finalleri’nde sezon başında Karl Malone ve Gary Payton’ı kadrosuna ekleyen Los Angeles Lakers‘la  eşleşti. Ama Cassell’in 2. turdan bu yana bir kalça sakatlığı vardı ve oyununu etkiliyordu. 4. maçta dinlendindirildi ve seri Lakers‘ın lehine 3-1 oldu. Seriyi 4-2 Lakers alırken, Garnett de Minnesota’ya yüzük getirebilmek için eline geçen en büyük şansı kaçırmıştı. 

Sonraki sezon 44 galibiyete rağmen playofflar’ı kaçırdılar, sonra Sprewell ve Cassell ile yollar ayrıldı. O sezondan sonra 2018’e dek playoff göremediler. 

Flip Saunders: O yıl kazanabilirdik. 1. sıradan girmiştik. Eğer Sam sakatlanmasa, önce Lakers’ı sonra da finalde Detroit Pistons‘ı yenebileceğimize hâlâ inanıyorum.

Glen Taylor: Gidip o adamları aldık, harcayabileceğimizden daha fazlasını harcayarak… Bence her şey planlandığı gibi bitti, sakatlıklar hariç. Bu da o zamandan beri bizim talihsizliğimiz oldu; lanet sakatlıklar.

Dwane Casey: Bir sohbette Kevin, Batı Konferansı Finali gören o takımın dağıldığı için çok sinirli olduğunu söylemişti.

Steve Aschburner: Gerçekten bıkmıştı. Takım değiştirmek için medya aracılığıyla mesaj yollayacak biri değil, çünkü çok sadık bir karakter. Ama sanırım McHale’in yetersizliği ve organizasyonun onun için hamle yapmaması yüzünden ihanete uğramış gibi hissediyordu.

Terry Porter: Garnett biliyordu ki, eninde sonunda playofflar’da yaptıklarına göre değerlendirilecekti… Nasıl göründüğünü ve mirasının nasıl olacağını umursuyordu.

Kevin McHale: “Daha fazlasını yapmalıyım” diye düşünüyordu. Gerçekten, orada daha yapabileceği bir şey yoktu.

Steve Aschburner: 2010’daki Boston-Cleveland serisini hatırlıyorum. Garnett bize, LeBron’a işlerin nasıl çabucak değişeceğinden bahsettiğini anlatmıştı. Bence Garnett orada şöyle diyordu: “Keşke son kez orada kontratımı uzatmasaydım; çünkü bak, gerçekten kazanabileceğim bir yere gelmem ne kadar zaman aldı.” Gayet net.

TAKAS

2007 yılında, Garnett ve Timberwolves’un yolları ayrıldı.

Sam Cassell-Latrell Sprewell dönemi kısa sürmüştü. İki yıldızdan da kontrat talepleri sonrası soğunmuştu. 31 yaşındaki Garnett’in şampiyonluk için şansı azalıyordu. Ve kendi hamleleri tarafından engellenen, Garnett’in devasa kontratının elini-kolunu bağladığı Timberwolves, yeni bir rota belirleme zamanının geldiğine karar verdi. 

Bir zamanlar akla bile gelmeyecek olan, gerçekleşmişti: Kulüp, formasını giyen en büyük oyuncuyu takaslamıştı.

Glen Taylor: Kevin’e “Bir süre daha başarı için bekleyeceğiz” demiştim. Sanırım o da, “Kazanmak istiyorum” demişti. Ben de şöyle karşılık verdim: “Seni, istediğin kadar çabuk buraya getireceğimden emin değilim.” Bir nevi gitmekten emin olmadığını söyleyebilirim.

Kevin McHale: Herkes için zordu. Olay, takım sahibinin Kevin’in istediği parayı vermesine kalmıştı ve Taylor da maaş sınırını aşmak istemiyordu. Kevin “Şu kadar para istiyorum” dedi. Para meselesiydi yani. Zordu.

Glen Taylor: Bence şimdi “Glen, beni sen takas ettin. Ben takas olmak istemiyordum” diyordur. Ama bu işin bu kadar net olmadığını düşünüyorum. Onun bana “Tepeye oynayan bir takım istiyorum” mesajını verdiğini düşünüyorum.

Danny Ainge (Celtics genel menajeri): Çünkü Kevin McHale ve ben yakın arkadaştık, yıllar içerisinde birçok kez Garnett ile ilgili konuşmuştuk. Paul Pierce ve KG’nin iyi bir ikili olacağını fark etmiştik. İkisinin birbirini tamamlayacağını düşünüyorduk. Sonra Paul’ün Minnesota’ya veya KG’nin Boston’a gelme ihtimallerini konuştuk, hangisi daha iyi olabilir gibi.

Phil Jackson: Garnett’in ayrılmak istediğini ve alabileceğimizi fark ettiğimde bu konuda epey ısrarcı oldum.

Andy Miller: Cleveland da işin içindeydi. Üçüncü takım onlar olabilirdi.

Glen Taylor: Lakers onu gerçekten istedi. Onu Batı’da görmek ister miydim, bilmiyorum. Daha iyi oyuncular gelsin istiyordum. Lakers‘ın Boston kadar iyi oyuncular veremeyeceğini düşünüyordum.

Lakers, çok yönlü forvet Lamar Odom ve sonradan All-Starlığa yükselecek olan genç pivot Andrew Bynum’ı içeren bir paket sunmuştu. Odom’un dengesiz davranışlar içeren bir geçmişi vardı, Bynum da henüz kendisini kanıtlamamıştı. 

Celtics‘in pakedi ise başka bir genç, yetenekli ve gelişmekte olan pivotu, Al Jefferson’ı temel alıyordu. Onun yanında başka genç oyuncular ve draft pickleri olacaktı. 

Phil Jackson: Jerry Buss gelip bana “Glen Taylor’la sözlü olarak anlaştım. Ama McHale henüz aynı fikirde değil” dedi. Ben de “Eh, bu iyi bir bahane” dedim. Takım sahipleri hep “Bunu yapacağım ama…” der. Ben onu takıma katacağımıza dair ümidimi korumaya devam ettim.

Glen Taylor: Odom’dan biraz korkuyordum. Ama bence Bynum bir yıldız olacaktı.

Andy Miller: McHale’in niyeti, üst sıra draft seçimleriyle genç bir çekirdek kurmaktı. Ayrıca o zamanlar Al Jefferson’ı da çok beğeniyordu.

Glen Taylor: Bir Lakers oluyordu, bir Boston. İkisi de sordu: “Ne kadar para istiyor?” Onlara ne kadar istediğini söyledim. Kontratın ederini söyledim. İkisi de kabul etti.

31 Temmuz 2007 tarihinde Timberwolves, Garnett’i Boston Celtics’e gönderip, karşılığında Al Jefferson, dört oyuncu daha ve iki tane ilk tur draft hakkı aldı. Bazı uzmanlar Lakers’ın teklifinin daha iyi olduğunu düşünüyordu. Anlaşma, Celtics’ten eski takım arkadaşları ve iyi dostlar olan Danny Ainge ve Kevin McHale arasında gerçekleşmişti. Bu durum, McHale’in eski kulübünün faydasına çalıştığı şüphesini çekti. 

Phil Jackson: Bunu hep şakayla karışık ima etmişimdir… Tabii ki tanıdığınız birisiyle anlaşmak daha kolaydır. Ama asıl mesele onu konferans dışına çıkarmak, Doğu’ya götürmek, bizden uzaklaştırmaktı; böylece onunla sezonda dört kez karşılaşmak zorunda kalmayacaktık. Yani bizim için mantıklı. Gayet anlaşılabilir.

Glen Taylor: Boston’a gittik, onlarla anlaştım, anlaşmayı Kevin’e götürdüm, o da “Hayır, takas edilmek istemiyorum” dedi. Sonra onlar Ray Allen’a gitti. Ben tekrar Kevin’e dönüp “Hâlâ durum aynı, seni istiyorlar” dedim. Hatırladığım kadarıyla o da “Tamam” dedi. Gerçekten… Kendisi tam olarak böyle mi hatırlıyor, bilmiyorum. Çünkü birçok kez “Orada kalmayı isterdim” dedi. Ama ona sorduğumu hatırlıyorum. Ve kabul etmişti. Şöyle bir düşününce, benim tahminim, Kevin’in ne yapmak istediğinden emin olmadığı yönünde. Ona tekrar sormam gerektiğini hissetmesindense onun için kararı ben verdim.

garnett_pierce

TAMAMLANMIŞ KG

Nihayet, diğer iki yıldıza katılma şansı Kevin Garnett’i Boston’a takas edilmeye ikna etti ve Minnesota’ya, NBA’de evi olarak gördüğü tek yere veda etti.

Garnett, Boston’a hemen ve derin etki etti. Üç yıldız da, birbirlerinin şampiyonluk hayalllerini gerçekleştirmesine bağlı olarak , eşdeğer şekilde konumlandı. Ama Garnett, bu ortaklıkta kilit konumdaydı ve gelir gelmez takımın defansif beyni, en güçlü sesi ve duygusal lideri oldu.

Celtics‘in 2007-08 şampiyonluğunun hikayesi, bireysel fedakarlıkların sonucu. Garnett ilk günden dozu ayarladı, herkesin tamamen kendisini adamasını istedi, top kullanımı ve kişisel başarıdan feragat ederek de bizzat kendisi örnek oldu. 

Tecrübelilerin hepsi Garnett’e saygı duyuyordu, takımın genç oyuncuları Kendrick Perkins ve Rajon Rondo da hemen onun etkisine girdi. Her konuda onun peşinden gittiler ve onun sahadaki sağlam karakterini yansıttılar.

Doc Rivers (Boston Celtics koçu, 2004-2013): Daha ilk idmanımızdı — Paul, Ray ve Kevin’le ilk buluşma. İlk söylediği şey “Hepimiz yüzüğe ulaşacağımızı söylüyoruz, ama bunun için nelerden vazgeçeceğiz?” oldu. Bizi hemen motive etmeye başladı. Boşa geçirecek vakti yoktu — bu huyuna bayılıyorum.

Sam Mitchell: Ben Toronto’nun başındayken, 2007 yılında Roma’da bir hazırlık maçı yapmıştık. Orada Doc Rivers ve Ray Allen beni kenara çekti. “Abi, KG ile konuşman lazım.” Ben de “Ne oldu ki?” diye cevap verdim. Şöyle dediler: “Ya bu adam aşırı konsantre. Bu kadarına gerek yok.” Onları etkilemeye çalıştığını düşünmüşler. “Doc, Ray; o her gün böyledir. Her allahın günü.”

Danny Ainge: Herkesi değiştirdi — koçlardan antrenörlere, hatta masörlere dek. Bu onun enerjisi ve hevesinden geliyordu. Ama aynı zamanda inancını gösteriyordu. Takımın yapabileceklerine dair güvenini de.

Paul Pierce: Ciddiyet vakti gelmişti… Askerî kamp havası vardı. Her gün oraya gidiyor ve işimizi yapıyorduk — gülüp eğlenmek ve şakalar dışarıda kalıyordu, idman sonuna ya da bazen otobüse binene dek.

Brian Scalabrine (Boston Celtics forveti, 2005-2010): 82 maçlık süreçte, hatta bizimki gibi 110 maçlık süre içerisinde birçok kişi gevşeyebilir. Buna hiç izin vermedi. Bir gün ben ve Leon Powe, Eddie House’un dövmesi üzerinden t*ş*k çeviriyoruz.. Garnett geldi, “Hadi Scal, kalkın bakalım. N’apıyosunuz a….a koyim?” dedi. Döndüm, “Bir şey diyeyim mi? Haklısın, hadi bakalım.” Dallas Mavericks‘le oynayacaktık ve biz orada boş yapıyoruz. Maça 55 dakika falan var. O şimdiden odaklanmış, konsantre olmaya başlamış. O böyle bir adamdı. Eğer takımda olmak istiyorsanız, işler böyle yürürdü.

Paul Pierce: Muhtemelen bazı oyuncular rahatsız olmuştu, belki dozu biraz düşürmeliydi. Ama ben “Hayır, Kevin bu. Siz ona daha sakin olmasını söylediğinizde bunu zayıflık gibi algılar. O böyle olmalı. Hazırlanıyor.”

Glen ‘Big Baby’ Davis (Celtics forveti, 2007-2011): Diğerleri ne düşünürse düşünsün, örnek biri olarak takıma liderlik eden, aynı zamanda her zaman doğruyu söyleyen biriydi ve tüm zamanların en büyük liderlerinden birisi olarak anılacak. Boston’a gelerek fedakarlıkta bulunan biri olarak bahsedebilirdiniz — rolü değişti, daha defansif bir görev vs. Her şeyi kolaylaştıran ve bizi bir arada tutan kişiydi o.

Danny Ainge: Doc her gün başının etini yiyordu: “Daha fazla skor bulmalısın, daha çok şut atmalısın. Daha az pas verip daha çok şut kullanmalısın.” Ama KG’nin doğasında bu yoktu. Tam bir takım oyuncusu, takım arkadaşlarını çok önemsiyor, takım arkadaşlığını ve takımın birlik-beraberliğini ciddiye alıyordu — iyi iş çıkaranlardan da çokça etkilenirdi.

Doc Rivers: Gördüğüm en iyi rol oyuncusu süperyıldız. Her şeyi yapabilen bir süperyıldız, ama kendini takıma adadı ve bireysel başarısından ne kaybederse etsin, takımın kazanması için çaba harcadı. Bu kadar özverili başka bir süperyıldız var mı, bilmiyorum.

Danny Ainge: Kendrick Perkins, şampiyonluk yapbozunun önemli bir parçasıydı. Kevin bunun farkındaydı. Perk’ü bir nevi kanatları altına aldı, onu ve onun oyununu çok seviyordu. Paul her zaman harika bir oyuncuydu. Ama Paul bu durumda yükü tek başına üstlenen oyuncu olmaktan çıktı… KG’nin varlığı Paul’ü bir sıkıntıdan kurtarmıştı; artık daha fazla kendisiydi, yani büyük bir skorer.

Doc Rivers: O hazır olurdu, siz de olsanız iyi olurdu. Eğer şut idmanında ağzınızı ayırıyorsanız, farkında olurdu. Böylece beni de tetikte tutardı, çünkü o da koçlar kadar hazırlıklı olurdu — bunu nadiren görürsünüz.

Celtics, Büyük Üçlü’yü kurduğunda, uyum ve kimya konusunda haklı endişeler, bu üç yeteneğin nasıl birbirine entegre olacağı hakkında sorular vardı. Cevaplar beklenenden çabuk geldi. Sezona 8-0 ile başladılar, sonra iki tane 9 maçlık galibiyet serisine imza attılar ve 5 Ocak’a gelindiğinde dereceleri 29-3’tü.

Celtics sezonu 66 galibiyetle, 1986’dan bu yana en iyi dereceleriyle bitirdi. Doğu Konferansı’nda –iki serinin 7. maçta, diğerinin ise 6. maçta bittiği– yorucu bir serüvenin ardından  Finaller’de ebedi düşmanları Los Angeles Lakers‘la karşı karşıya geldiler.

Boston seriyi domine etti ve altı maçın ardından şampiyonluğu Boston Garden’da gürültülü bir şekilde kutladı. Garnett, Pau Gasol’ü rahatsız edip Celtics savunmasına liderlik ederken, seride 18.2 sayı, 13 ribaund, 3 asist, 1.7 top çalma ve 1 blok ortalamaları tutturdu.

Yeşil konfetiler uçuşurken Garnett mikrofonu aldı ve yıllarca akıllardan çıkmayacak, Finaller tarihinin en ikonik anlarından birine imza attı:

Tyronn Lue (Garnett’in eski arkadaşı): Benim için en gurur dolu an, şampiyonluğu kazanmasının ardından onun duygularının açığa çıkışını ve nasıl reaksiyon verdiğini görmekti. Benim için en iyisi buydu.

Paul Pierce: Ağlamaya başlamıştı. Yıkılmıştı. Onu gördüğünüzde, yani, anlıyordunuz. Onu hissediyordunuz… Sonra parkeye çıktı. Bilirsiniz. KG karakterinde bir adam, güçlü bir adam. Tükenmiş. Bunun bir anlamı vardır. Sizin için bir anlamı vardır.

Chris Webber: Boston’a gitmeden önce onunla konuşmuştum. Olayın ne olduğunun farkındaydım. Bir düşünün, tek şansıydı… Benim için  onu şampiyon olarak görmek, spordaki favori anlarımdan biriydi — çünkü ne dediğini anlıyordum.

Büyük Üçlü dönemi dört sezon daha sürecekti ama Garnett, Pierce ve Allen bir daha o seviyeye çıkamayacaktı. Sonraki sezonları Garnett’in diz sakatlığı yüzünden 2009 Playoffları’nı kaçırması sebebiyle daha iddiasız geçecekti. 2010’da Finaller’e döndüler ve tekrar Lakers‘ın karşısına çıktılar. Ama bu kez de 6. maçta Perkins’i kaybettiler ve son âna dek mücadelenin sürdüğü 7. maçı kaybedip şampiyonluğu kaptırdılar.

Yaş ve sakatlıklar zaman geçtikçe onlara köstek olmaya başladı ve kısa sürede Celtics’in üstünlüğü Güney Sahili’ndeki yeni Büyük Üçlü’ ye kaydı. 

Paul Pierce: Zerre şüphem yok — eğer KG sağlıklı olsa, 2008-09’da 70 galibiyet alırdık. Ve yüzükler. Yani hep “Keşke”ler var; ama tarihe bakacak olursak, yüzükten sonra sağlıklı kalamayan birçok takım var.

Danny Ainge: Eğer iki tane kazansak güzel olurdu. Yakındık da… Kevin bize altı yıl boyunca her gün ümit verdi.