Tanıklar Anlatıyor: 72-10’luk Chicago Bulls’un Hikayesi

29/Nis/20 10:30 Nisan 29, 2020

admin69

29/Nis/20 10:30

Eurohoops.net

Canlı şahitlik eden oyuncular, muhabirler ve basketbol insanlarının ağzından: 1995-96 Chicago Bulls’un hikayesi…

by Alex Wong / Çeviri: Cem Doğan 

Bu yazı 15 Ekim 2017’de Complex‘te yayınlanmış olup uyarlanarak çevrilmiştir.

*****

1 Ağustos 1995
— Jordan’ın Çadır’ı

95 Playoffları’nda Nick Anderson, Michael Jordan’ı ekarte edip de maçı getiren basketi bulmadan önce Bulls, Doğu Yarı Finali ilk maçında, bitime 20 saniye kala Magic’e karşı öndeydi. Maçtan sonra Anderson “45 numara, 23 numara gibi değil” diyordu. “Bunları 23 numaraya karşı yapamazdım.”

İkinci maçta Jordan tekrar 23 numaraya döndü ve 38 sayı atarak maçı kazandırdı, ama Bulls, altıncı maç sonunda bu seriden elenecekti.

Ron Harper (Bulls guardı): Maçtan sonra soyunma odasında oturuyorduk, Michael “Çalışmaya başlıyoruz” dedi. “Ne?” diye cevap verdim. “Yarın başlıyoruz. 23 numarayı mı görmek istiyorlar? Onlara 23 numarayı göstereceğim.”

Ahmad Rashad (NBC Sports muhabiri): Onu hiç bu kadar bozuk görmemiştim; ama bu, çözümü de içinde barındıran bir moral bozukluğuydu.

Michael Jordan: Menajerime, eğer Warner Bros platosunda çalışma yapabileceğim bir yer ayırmazlarsa, Space Jam’de yer almamın imkansız olduğunu söylemiştim.

Nathaniel Bellamy (Space Jam basketbol koordinatörü): En başta Warner Bros yakınlarda bir salon var mı diye baktı. Sonra kendileri bir tane kurmaya karar verdiler.

Joe Pytka (Space Jam yönetmeni): Şu şişirilebilen büyük çadırlardan kurdular bir tane.

Nathaniel Bellamy: Büyük ekran bir televizyon, ses sistemi, duş da içeren bir soyunma odası, özellikle Michael için getirilmiş spor aletleri, bir kart masası ve bir de golf deliği içeren, nizami bir basketbol sahasıydı. Oranın klima masrafı bile aylık 10.000 dolardı. İçeri girmek için özel izniniz olmalıydı.

Nigel Miguel (Space Jam basketbol koordinatörü): Michael’la 1981 yılında McDonald’s’ın All-American maçında tanışmıştık. Nathaniel ve ben, oradaki maçları organize ediyorduk.

Tim Grover (Jordan’ın özel antrenörü): Michael için sıradan bir gün, çadırda yaptığı 30 veya 40 dakikalık bir yenilenme çalışmasıyla başlardı. Bunun içinde esneme, koşu, ve ısınmasını sağlayacak, kısa mesafede yaptığı çeşitli basketbol hareketleri bulunurdu. Sonra çekimler için sete giderdi. Öğle yemeği vakti, 1.5 saat kadar ağırlık çalışırdı. Ardından saat 3 ve 7 arası sette olurdu. 7.30 ile 10.00 arası da çalışmaya devam ederdi.

Nathaniel Bellamy: Başta NBA oyuncuları pek uğramıyordu, biz de daha yeni NCAA şampiyonu olan UCLA’den bazı elemanları getirtmiştik.

Kris Johnson (UCLA Bruins forveti): Michael ile ilk olarak 1986 All-Star maçında, babamla beraberken tanışmıştım. Çadıra ilk gün Charles O’Bannon ile birlikte gittim. Şut falan atıyorduk, aniden bir kapı açıldı ve –abartmıyorum– oradan bir ışık huzmesi geldi, çünkü dışarda güneş vardı: İşte, Michael Jordan oradaydı. Charles ve ben kendimize çekidüzen verdik.

Charles O’Bannon (UCLA Bruins forveti): Orada olmamız gerekiyormuş gibi davrandık ama biz sadece üniversiteli çocuklardık. Maç aralarında orada oturur, takılırdık; millet yalnızca Michael’a bakardı. Onun etrafta dolaşmasını izler ve “Vay anasını, aynı televizyondaki gibi yürüyor” derdik.

Nathaniel Bellamy: Bir süre sonra Tim, şehirdeki NBA oyuncularını davet etti. Bu duyulduktan sonra oyuncu yağmaya başladı ve işler çığrından çıktı.

Kris Johnson: Profesyoneller gelmeye başlamıştı. Tim takımları seçiyordu, ben alınmamıştım. Michael “Dur Tim, dur. Takımımda her gün Kris’e ihtiyacım var” dedi. Michael oyun kurucuydu, ben de 2 numaradaydım. Bütün yaz böyle devam etti.

Nathaniel Bellamy: Cedric Ceballos ilk günden oraya gelmişti ve bana neden Kris’in oynadığını sordu, çünkü ona göre sadece NBA oyuncularının oynaması gerekiyordu. Michael, Cedric’in neden bir sorunu olduğunu anlamadı ve ona “Sahaya çıkana dek bekle, üstünden smaç vuracağım” dedi.

Kris Johnson: Michael, Cedric’le birebir kalmıştı, top avucunun içindeydi ve bir sürü ayak feyki veriyordu. Ona “Neden benim numaramı giyiyorsun? Niye bu numara ha? Benim numaramı kötü gösteriyorsun. Çıkar şunu” diyordu. Sonra gidip üstünden smacı vurdu ve “Numaramı çıkar. Bir daha o numarayı giyme” dedi.

Nathaniel Bellamy: Sonraki pozisyonda Cedric, Michael’ın üstüne gitti ve sayıyı buldu.

Cedric Ceballos (Lakers forveti): Michael’a olan saygım büyüktü ve onun bir rekabet aradığını hissettim. Geri adım atacak birisi değildim.

Nathaniel Bellamy: O mekanda en iyi seri Charles Oakley’ye aitti. Takımı her maçı kazanıyordu.

Charles Oakley (Knicks forveti): Filmde ufak bir görünüyordum, orada birkaç gün bulundum yani. Bizim takım yenilmiyordu. Sahadaki en iyi oyuncular bizde değildi, ama böyle bir maçta şansım yüksekti.

Nathaniel Bellamy: Charles sanki ortada para varmış gibi oynamıştı. Sert fauller, temaslar vs. Juwan Howard’a ufak bir ders verdiği bir gün vardı.

Charles Oakley: Bu tip bir maçta gerekeni ortaya koyarsınız.

“Menajerime, eğer Warner Bros platosunda çalışma yapabileceğim bir yer ayırmazlarsa, Space Jam’de yer almamın imkansız olduğunu söylemiştim.” –Michael Jordan

Kris Johnson: Basketbol haricindeki en şaşırtıcı şey de, kapıdan giren ünlü seviyesiydi.

Nathaniel Bellamy: George Clooney, Halle Berry, Angela Bassett, Eriq La Salle, Kurt Russell, Steven Seagal bizimleydi. Ve adamım Luke Skywalker! Mark Hamill sürekli oradaydı.

Kris Johnson: Will Smith, Jada Pinkett, Bill Murray.

Nigel Miguel: Clint Eastwood, Kevin Costner, Damon Wayans, L.L. Cool J, Queen Latifah.

Marques Johnson (yayıncı, Seattle Supersonics): Angela Bassett çok güzeldi. Gözlerimi ondan alamıyordum.

Nathaniel Bellamy: Bir gün Michael’ın karavanında oturuyoruz — ben, Michael, Patrick Ewing ve Charles Barkley. Michael, Patrick’e “Pat, üniversiteden beri seni yenip duruyorum” diye takıldı. Patrick de “Evet, ama o zamandan beri ne yaptığımı biliyorum” dedi. Charles gülmeye başladı. Michael ona bir bakış fırlatıp “Neye gülüyorsun? Seni de yeniyorum” dedi. İkisinin birleşip Michael’ın üstüne gideceğini düşünürsünüz. Onun yerine Michael’ın hangisini daha çok alt ettiği hakkında tartışmaya başladılar. Michael bana baktı, gülmeye başladı.

Tim Grover: Birçok kişi Michael’dan daha fazla ve daha sıkı çalışabilirdi, ama Michael daha zekice çalışırdı. Michael bir amaca yönelik olarak çalışırdı, her şeyi bir amaç için yapardı.

Nathaniel Bellamy: Michael’ın kendisini basketbola ne kadar adadığını anladım. Onun ne kadar istisnai bir karakter olduğunu görebiliyordum.

Michael Jordan: Sezonun başlaması için sabırsızlanıyordum. Yazın yaptığım çalışmalar sonucunda oyunumu yeniden eski seviyeye getirdiğimi biliyordum. Üniversiteden mezun olmuş ve kendini kanıtlama çabasındaki bir yeniyetme gibiydim.

Marques Johnson: Orada yapılan çalışmanın kalitesi, benim tanık olduklarım arasında en iyisiydi. Hiç böyle bir şey görmemiştim, muhtemelen de bir daha görmeyeceğim.

Nathaniel Bellamy: Çekimler bittikten sonra çadırı yerinden söktüler.

16 Nisan 1996
— “Hayatımın serüveniydi”

1995-1996 sezonu içerisinde, dört aylık bir dönemde Bulls oynadığı 32 maçtan 31’ini, ortalama 14.5 farkla kazandı. All-Star arasına 42-5’lik dereceyle girdiler ve normal sezonda sadece bir kez arka arkaya maç kaybettiler. 16 Nisan tarihinde Milwaukee’ye, Bucks‘ı yenip Lakers‘ın rekorunu kırma şansıyla gittiler.

Phil Taylor (Sports Illustrated yazarı): Sezonun başında ilginin ne kadar az olduğunu şu örnekten anlayın: Peoria, Illinois’deki bir hazırlık maçını hatırlıyorum, oraya bir yazı için gitmiştim; maçtan önce Michael’ı görebildim. Soyunma odasının önünde, tek başına oturuyordu.

Jim Cleamons (Bulls asistan koçu): Ve ardından, maçları kazanmaya başladık.

Ron Harper: Rekorlarla ilgilenmiyorduk. Olursa olurdu.

Jim Cleamons: Kazanmak bulaşıcı hâle gelmişti. Çocuklar olağanüstü bir seri yakaladıklarını anlamıştı ve kazanabildikleri kadar maç kazanmak istiyorlardı. Aklımızda rekor falan yoktu, sadece “Hadi çıkıp maçları kazanalım” durumu.

John Salley (Bulls forvet/pivotu): Hayatımın serüveniydi. Kaybedemeyiz gibi geliyordu. Kaybettiğimizde gerçekmiş gibi hissetmiyorduk. Takımınızda Michael Jordan varken sahaya çıktığınızda, zaten maçı kazanmıştınız.

Ahmad Rashad: Michael’ın maçta harika şeyler yaptığını görürdünüz, ama daha fazlasını da idmanda yapardı. Onu antrenmanda izlemek, büyük bir müzisyenin kıyafet provasına sızmak gibiydi.

John Salley: Bir gün antrenman maçındayız, sahanın ortalarında bir top çaldı. Geri geliyordum, arkamı döndüm, bu a*ına koyduğum çoktan havalanmış, dili sonuna kadar dışarda, “Engelle bakalım, k*ncık” diye bağırıyor. Üstümden geçti ve smacı vurdu. O günlerde kaldığım yere, antrenman sahasının karşısındaki otele döndükten sonra annemi aradım:

“Anne, sanırım gelmiş-geçmiş en iyi oyuncunun kim olduğunu biliyorum.”
“Bunu daha yeni mi anladın?”

Phil Taylor: Lig çevrelerinde, o sezon kimsenin Michael’ı yenemeyeceğine dair bir his vardı. Neredeyse bir feragatti.

Phil Jackson: Büyük maçın olduğu gün TV helikopterleri, takım otobüsünü Milwaukee’ye dek takip etti — yolun kenarında insanlar, desteklediklerini gösteren pankartlar tutuyordu.

Butch Carter (Bucks asistan koçu): Bizim sahamıza gelmeden onları birinin yenmesini umuyor ve dua ediyorduk.

Terry Cummings (Bucks forveti): Takıma şöyle demiştim: “Bu bir gurur meselesi. Tarih yazacaklar evet; ama bunu başkasına karşı yapsınlar, bize değil.”

Vin Baker (Bucks forvet/pivotu): Playoff ihtimalimiz yoktu, bu yüzden bizim şampiyonluk mücadelemiz de onların tarih yazmasını önlemekti.

Butch Carter: Orada 6 yılım geçti, salonu daha canlı görmemiştim.

Vin Baker: Bir sürü Bulls taraftarı vardı. Ben oradayken bu sık görülen bir şeydi. Bulls çok başarılıydı, bu yüzden onların formalarını Bradley Center’da görmeye alışıktık.

Ahmad Rashad: O sezon bir turne gibiydi. Her akşam şehirdeki en büyük olay o maçtı. Her maçta otelin etrafını saran taraftarlar görülürdü — muhtemelen ne daha önce, ne de o günden sonra böyle bir şey görülmedi.

Butch Carter: Üç periyot boyunca, oynayabildiğimiz kadar iyi oynadık.

Shawn Respert (Bucks guardı): Bulls öne geçtiğinde, nefesinizi tutardınız. Bir şeyin geldiğini bilirdiniz, bir fırtınanın geldiğini; ama ne zaman vuracağını bilemezdiniz. Ne kadar sıkı karşılık verirsen ver, sendelemezlerdi. Özgüvenleri çok yüksekti.

Vin Baker: Benim için, tarihin diğer tarafında olmak üzücü ve kırıcıydı. Soyunma odasında ağladım, çünkü bana Halford Üniversitesi’ndeyken sürekli Connecticut Üniversitesi’nin ardında kalmamızı hatırlatmıştı. Bu ‘Civardaki ikinci takım olma’ yükünden kurtulamadım.

John Salley: Michael’ın o maçta giydiği ayakkabıları imzalatıp aldım. Normalde onları kenardaki görevli çocuklara verir, ama o gün gidip “Abicim, üzgünüm, ama o ayakkabıları almalıyım” dedim. Doğum belgemin nerede olduğundan haberim yok ama o ayakkabıların yerini biliyorum.

Ron Harper: Playofflar’dan önce Scottie’yle yemeğe çıkmıştık, 72-10 olayı ile ilgili fikirlerden bahsediyorduk. Scottie’ye şunu dedim: “Buldum: 72-10, yüzük olmadan anlamsız.” Bunu sevmişti. Ben bunları söylediğimde yalnızca muhabbet ediyorduk, ama Scottie’nin tişört yapan bir arkadaşı vardı. Onu çağırdık, fikrimizi söyledik. Tüm Playofflar boyunca da o tişörtleri giydik.

16 Haziran 1996
— Taç Giyme Töreni

Bulls, Doğu Konferansı takımlarına Playofflar’da bir maç kaybetti: Miami Heat‘i süpürdü, New York Knicks‘i beş maçta geçti ve ilk maçta 38 sayı fark attığı Magic’e de hiç şans tanımadı. “45, 23 gibi değil” cümlesinden bir yıl sonra Jordan, serinin son maçında 45 sayı attı. Maçtan sonra şunu söyledi: “Bazen işler çok ironik olabiliyor.”

Dennis Scott (guard/forvet, Orlando Magic): Bize saldıracaklarını biliyorduk.

Ron Harper: Onları sahaya gömmek istiyorduk. Onları çok fena yenmek istiyorduk, çünkü önceki yıl çeneleri çok açılmıştı. Yeniden karşılaşmayı ümit ediyorduk, bu fırsatı bulunca da onlara günlerini gösterdik.

Ahmad Rashad: Bulls’un şu kafada olduğu anlardan biriydi: “Playofflar’da bir daha karşılaşırsak, kazanma şansınız yok. Sizi galibiyetin kıyısından geçirmeyeceğiz.”

Pat Williams (Orlando Magic genel menajeri): İntikamlarını aldılar. Son hızla geldiler ve kıçımıza tekmeyi bastılar.

Tim Povtak (Orlando Sentinel yazarı): Takım çıkıştaydı. Sezon sonu itibariyle Shaq ve Penny 24 yaşındaydı. Dennis 27’ydi. Nick Anderson 28. Eğer bu seriyi kazansalar veya dişe dokunur bir performans gösterebilseler, Shaq gitmezdi. O seri, kulübün tarihini değiştirdi.

Shaquille O’Neal: Birincisi, ben şampiyonluk kovalayan bir oyuncuydum. İkincisi, fırsat kovalayan biriydim. Biraz bencildim, ama öyle olmam gerekiyordu, çünkü gelmiş-geçmiş en dominant oyunculardan biri olmak istiyordum.

Dennis Scott: Shaq eğer Orlando’da kalsaydı, en az bir yüzük kazanırdık; belki iki, belki üç. Buna şüphe yok. Buradan ayrıldıktan sonraki 7 sezona bakın. Ve eğer o takımı bir arada tutsaydık belki Penny sakatlanmazdı, çünkü ona bu kadar yük binmeyecekti.

Anfernee Hardaway (guard, Orlando Magic): Eğer ben sağlıklı kalsam ve Shaq gitmese, bizi şampiyonluktan alıkoyacak kimse yoktu. Takıma farklı parçalar ekleyecek ve sonunda oraya ulaşıp yüzüğü kazanacaktık.

Bulls, Finaller’de normal sezonu 64 galibiyetle kapatan Seattle Supersonics’le karşı karşıya geldi. Serinin ilk üç maçını kazandılar. Sonics sonraki iki maçı evinde kazandı ve seri tekrar Chicago’ya döndü. Orada Bulls, son maçı 87-75 aldı. Babasını kaybetmesinden neredeyse üç yıl sonra Babalar Günü’nde Jordan, dördüncü şampiyonluğuna ulaşıyordu. 

Hannah Storm (NBC Sports muhabiri): Sonics’in kendisine güveni çok fazlaydı. Kulüp tarihi rekoru kırmışlardı ve sezon içinde birbirleriyle oynadıkları maçlarda da berabere durumdalardı; o yüzden Finaller’e başlarken baskı altında olduklarını sanmıyorum.

Nate McMillan (SuperSonics guardı): Hiçbir şekilde favori değildik, çünkü bu adamlar şampiyonluklar kazanmıştı ve oyunun tarihindeki en iyi sezonlardan birinden çıkmışlardı.

Shawn Kemp (Sonics forveti): Finaller’e ulaşmak bir rahatlama getirmişti, ama şampiyon olana dek bir şey başarmış sayılmazsınız.

Nate McMillan: Tüm kariyerim boyunca bir şampiyonluk kazanmak adına Finaller’e çıkmaya uğraştım. Biraz sinir bozucu bir durumun içindeydik çünkü çoğu insan bize şans tanımıyordu. Sağlıklı olman gereken zamanlar ve sahaya çıkamıyorsun. Tanrı’ya “Neden bu benim başıma geliyor?” diye soruyordum. [Not: McMillan ilk maçta 6 dakika oynayabildi ve sonraki iki maçı sırt sakatlığı yüzünden kaçırdı. Gary Payton da baldır sakatlığı yüzünden ilk üç maçta Jordan’ı savunamamıştı.]

Detlef Schrempf (Sonics forveti): Nate, takımın önemli bir parçasıydı. Hem hücumda, hem de savunmada doğruları yapıyordu.

Nate McMillan: Gary’nin başına Scottie’yi verdiler ve normalden biraz daha sıkı savunma yaptı. Topu Gary’den uzaklaştırmayı başardılar, bizim de topu koruyabilecek başka bir oyun kurucumuz yoktu. Eğer ben sağlıklı olsam ve oyun planımızı gerçekleştirebilsek onları eleyebilirdik — ya da en azından seriyi 7. maça taşıyabilirdik.

Dwane Casey (Sonics asistan koçu): Bilirsiniz, ‘eğer’ler, ‘ama’lar… Bir fark yaratır mıydı, emin değilim. Michael çok üst seviyede oynuyordu.

Shawn Kemp: Serinin başında bazı hatalar yaptık. Michael’ı savunması için Detlef’i seçtik, ki bu iyi bir fikir değildi. Bunu yaparken ne düşünüyorduk, bilmiyorum. O Michael Jordan. Başına koyacağınız kişi, elinizdeki en iyi savunmacı olmalı. Detlef yanlış anlamasın, çünkü herkes için zor bir eşleşmeydi.

Gary Payton (Sonics guardı): İlk üç maçta Michael’ı savunabilmeyi isterdim, ama baldırımdaki bir kası yırtmıştım ve George beni çok yıpratmak istemediğini söylüyordu. Ona “Bana izin ver, onu savunayım” diyordum. İlk maçta bizi bitirdi. George bunu yapmam gerçekten istemiyordu. “Uzun bir seri olacak, bekleyelim” diyordu.

Bob Costas (NBC Sports muhabiri): Sanırım Sonics’in 4 ya da 5. maçı kazanmasının ardından “Bir taç giyme töreni, rekabete dönüştü” demiştim. Bence Sonics’in şansı var mıydı? Evet. Peki bu şansları ne kadardı? Pek fazla değil.

Hannah Storm: Seriyi kaybetmenin eşiğine geldiklerinde, Sonics tamamen salmıştı; ama ilk 3 maçı verdikten sonra seriyi kazanmayı düşündüklerini hiç sanmıyorum.

Shawn Kemp: Takıma şöyle demiştim: “Bazen sadece tek şansınız olur. 3-0 geriye düşsek bile silahımı belimden çıkarmayacağım.”

Hannah Storm: O noktada Chicago’ya dönüyorsunuz — Babalar Günü’nde, Michael’ın babasının öldüğü günde. “Öyle olması gerekiyormuş” dedikleri günlerden biriydi.

Phil Jackson: 6. maç bittikten sonra bana ve Scottie’ye hemencecik bir sarıldı, topu kapıp sahanın ortasına doğru gitti, ardından kameralardan kaçmak için soyunma odasına koştu. İçeri girdiğimde topa sarılmış halde yerde yatıyor, gözyaşları yüzünden aşağı süzülüyordu.

Ahmad Rashad: O ânın içerdiği her şeyi idrak etmiştim. Rahatlamayı, baskıyı, hissetmeyi, baban olmadan bir şeyler başarmanın yalnızlığını anlamıştım.

Michael Jordan: O gün öyle kararlıydım ki, bazen sinirden ağlayacak gibi oluyordum. Kazanmaya o kadar niyetliydim işte. Aynı anda hem çok kızgın, hem de çok mutluydum. Duygularımı kontrol etmenin mümkünü yoktu. Sinirliydim, çünkü insanların gerçekten döndüğümden emin olması için başka bir şampiyonluk kazanmam gerektiğini hissettim ama kendimi kanıtladığım için mutluydum. Oyunu çok uzun süredir seviyordum, çok şey başarmıştım, ama halen eleştirilmekteydim. Topu kucağıma alıp maç bittiği gibi, bütün duygular açığa çıktı. Tüm yolu geri gelmiştim.

Ron Harper: Kutlamadan sonra soyunma odasındayken, Michael’a “Bu benim ilk şampiyonluğum. Ben tamamım” dedim. Şöyle karşılık verdi: “Tamam mısın? Hayır. Bu benim dördüncü şampiyonluğum. İki tane daha kazanmalıyız. Magic’ten bir tane fazla kazanmış olmam gerek.”