Tanıklar Anlatıyor: Shaq ve Penny’li Orlando Nasıl Kayboldu?

08/Tem/20 10:33 Temmuz 8, 2020

admin69

08/Tem/20 10:33

Eurohoops.net

Orlando Magic 1990’lı yıllarda epey iddialı bir oluşum olmasına rağmen neden asla bir hanedan olamadı? Şahitleri aktardı.

by Jonathan Abrams, Çeviri: Cem Doğan / info@eurohoops.net

Bu yazı ilk olarak Grantland’de yayınlanmış olup uyarlanarak dilimize çevrilmiştir.

“Takım sahibimiz Rich DeVos şöyle diyordu: ‘Neden biz? Neden şimdi?’ Herkes bizim bir şampiyonluk kazanmak için çok genç olduğumuzu söylüyordu. Yeterince acı çekmemiştik. İşin sonunda acı çekeceğimizi nereden bilelim ki.”

Büyüklük onların kaderinde yazılıydı. 90’ların ortasına dönüp baktığınızda, Orlando Magic‘in Shaquille O’Neal’i ve Anfernee “Penny” Hardaway’inden daha çok şey vaat eden bir ikili göremezdiniz. O’Neal güçlü ve çevikti; ilaveten Wilt Chamberlain’dan bu yana herhangi 2.10 üstü bir oyuncuda görülmemiş bir hız ve yeteneğe sahipti — ki böyle bir formül O’Neal emekli olduğundan bu yana da görülmedi. Hardaway, Magic Johnson’dan el almış gibiydi — yeni jenerasyon NBA süperstarlarının habercisi olan, uzun ve üstün bir oyun kurucu.  Eğer ideal bir basketbol takımı kurmak istiyorsanız, biz oyun kurucu ve pivottan başlarsınız. Eğer mükemmel bir takım istiyorsanız, O’Neal ve Hardaway’le başlarsınız. Birkaç sezon önce lige giren ve ‘Yeni takım’ kimliğinden kurtulmak üzere olan Magic, elindeki birçok yetenekle ve siyah-beyaz çizgili formalarıyla uzaya fırlamak üzereydi. O’Neal ve Hardaway’in etrafı, Dennis Scott, Brian Shaw, Nick Anderson ve Horace Grant gibi yetenekli rol oyuncuları ile çevrelenmişti. Ve hep birlikte, ligin sonraki hanedanı olacak gibi duruyorlardı.

Belki lig tarihinde hiçbir NBA takımı, bu kadar pazarlanabilir iki oyuncuya sahip olmamıştı. Bu ikili Blue Chips isimli filmi çektiler ve Nike ile Reebok’ın kampanya yüzleri oldular. O’Neal kocaman bir gülüşe sahipti ve rahat kişiliği ile devasa fiziği örtüşüyordu. Hardaway daha içe kapanık, ama o unutulmaz lakap tarafından lanetlenmişti ve Chris Rock’ın sesiyle kendisine ‘trash-talk’ yapan bir alter egoya sahipti. İhtimaller sonsuz görünüyordu, şampiyonluk yüzükleri ve kutlamalar sıradan şeyler haline gelebilirdi.

Ve sonra bitti. Magic’in rekabetçi konumu herkesin tahmin ettiğinden daha hızlı sona erdi: O’Neal’in Los Angeles’a beklenmedik gidişine, koç Brian Hill’in kovuluşuna ve Hardaway’in diz sakatlıklarına teşekkürler. Takımı tekrar iddialı hâle getirmek yıllar aldı ve Dwight Howard önderliğindeki takım 2009 yılında Finaller’e ulaşsa da, 1995 ve 96’daki takım için hissedilen gurur ve hayal kırıklığı hisleri güçlü kalmaya devam ediyordu.

Shaq ve Penny’nin Magic’i, 70’lerin Blazers‘ı, 80’lerin Rockets‘ı ve 2000’lerin Kings’i gibi talihsiz bir takımdı — asla gerçekleşmeyen bir potansiyel ve asla kurulamayan bir hanedan. “Oynarken çok eğleniyorduk” diyor Dennis Scott. “Tarih yazmakla veya ne kadar iyi olduğumuzun bilinmesiyle ilgilenmiyorduk. Her şey çok hızlı olup bitti.”

Penny ve Shaq. Shaq ve Penny. Kısa bir süreliğine –ki yalnızca 3 sezon birlikte oynadılar– NBA’in çoğu, onları kimsenin durduramayacağına inanıyordu.

BÖLÜM 1: Orlando’da Büyüyen Takım

Eski Philadelphia 76ers Genel Menajeri Pat Williams, NBA’in genişleme planları doğrultusunda Florida’ya gitmek üzere Orlando’lu işadamı Jimmy Hewitt’e teslim edildiğinde, kendisi, hangi şehrin daha iyi evsahipliği yapacağını sormuştu. Hewitt, futboluyla meşhur olan Orlando’nun ismini verdiğinde, Williams şaşırmıştı. Sonraları Williams, şehre bir takım getirmeye yardım etmeye karar verdi. Orlando Sentinel gazetesi, taraftarların isim seçmeye yardımcı olması için bir yarışma düzenledi. Finale kalanlar Heat, Juice, Tropics ve Magic’ti. Şans eseri, Williams’ın küçük kızı şehri ziyaret etti ve sonra bunu ‘Sihirli’ olarak tanımladı. Bunun ardından düşünmeye gerek kalmamıştı.

Pat Williams (Genel menajer, sonradan Başkan yardımcısı): Buraya Haziran 1986’da kulübü kurmak için geldim. Hedefimiz, şansımızı deneyip NBA’i burada yeni bir takım kurmak için ikna etmekti ve başarılı olduk. Bize takımı 1987’nin Nisan ayında ihale ettiler.

John Gabriel (Yönetici, sonradan Genel menajer): Sanırım Pat ilk olarak buraya 1987 yazında atanmıştı. En başta, salon yoktu. Takım yoktu. Forma da yoktu. Her şey baştan yapılıyordu. Başlarda, hafif dalga geçerek şöyle diyorlardı: Orta Florida’da basketbol tutmaz. Burası futbol bölgesi.

Brian Schmitz (gazeteci, Orlando Sentinel): Burası üniversite futbolu bölgesiydi ve hep öyle olmuştu. Özellikle Orlando’da, olay lise üstüneydi: Florida Gators, boks, güreş ve bazı güvenilir olmayan ufak futbol takımları. Profesyonel sporlar için burası hayalet şehirdi.

John Gabriel: Draft üzerinden yapılanacaktık. Pat’in hedefi buydu: Asla draft haklarından vazgeçme.

Dennis Scott (forvet, Orlando Magic): Draft üzerinden yapılanma adına mükemmel örnektik. İlk gelen Nick’ti, sonra da ben. Ardından Stanley Roberts ve Bison Dele ile bazı kötü tercihlerden sonra, Shaq ve Penny geldi.

Nick Anderson (guard/forvet, Orlando Magic): Draft edildikten sonraki gün eve döndüm ve ahali “Bu takım NBA’de mi?” filan diye soruyordu. Ben de onlara “Evet, bu yeni bir kulüp. Lige bu yıl girecek” diyordum. Biz maça çıkana kadar bu duruma inanmadılar.

David Steele (yayıncı, Orlando Magic): Sezon öncesindeki ilk maç, Ekim 1989’da Detroit’e karşıydı. Onlar son şampiyondu ve Orlando’ya yenildiler. Tribünler çılgına dönmüştü. O gün sesim, bir hazırlık maçı için utanç duyulacak kadar heyecanlıydı.

John Gabriel: Herkes, sanki şampiyon olmuşuz gibi sahaya fırlamıştı. Chuck Daly basın toplantısında çok kibardı. Bir muhabir, lige yeni gelen takıma karşı ağırdan alıp almadıklarını sorunca, şöyle yanıtlamıştı: “Alakası bile yok, bizi fena benzettiler.”

Brian Schmitz: Kulağa eğlenceli gelebilir, ama bu muhtemelen Orlando tarihinin en önemli anlarında ilk 5’e girer. Çünkü herkes bunun bir Playoff maçı olduğunu düşünüyordu ve Pistons‘ın umrunda bile değildi.

David Steele: İlk yıllarda takımlar o kadar iyi değildi, ama çok sayı buluyorlardı ve bazı dikkat çekici karakterlere sahiplerdi — mesela Scott Skiles, Reggie Theus.

Jeff Turner: Bu rekabetçi bir gruptu çünkü hepimiz NBA’e ait olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyorduk. Ortada olgunluk yoktu, çünkü her şey yeniydi. Çok maç kaybediyorduk, ama iyi tarafı, rekabetçiydik.

BÖLÜM 2: Magic Çıkışa Geçiyor

Orlando 1991-92 sezonunu 21-61 ile bitirdi, ama daha iyi zamanlar yakındı.

Pat Williams: O günlerde, lotarya çok basitti. 66 top bir makinenin içindeydi, o kadar. O sene 66 topun 10 tanesi bizimdi. Herkes masanın altında, kendi takımlarının, arkasında Shaq’ın ismi olan formasını tutuyordu. Kartları çevirmeye devam ettiler ve, en sonunda Charlotte ve biz kaldık. Sonra Charlotte’ı da açtılar ve kazanmıştık. Heyecan verici bir andı, David Stern de bizi masada gördüğü için mutlu ve memnundu.

John Gabriel: Bu, her 10 yılda bir, üstüne düşünmeye gerek olmayan draftlardan biriydi. Çok fazla rapor ya da bu tip şey gerektiğini düşünmüyorduk.

Pat Williams: Kimseyi getirmedik. Workout’a da gerek yoktu. O adam Shaq’tı. Eğer onunla imzalarsak, takımı sürükleyecek bir oyuncu alacağımızı biliyorduk. Kendilerini ağırdan satıyorlardı. Menajeri uzak duruyordu ve herhangi bir kutlama yapmamıştı.

Nick Anderson: Babam her zaman şunu söylerdi: Eğer bir takım kuruyorsan, önce bir koca adama ihtiyacın vardır. “Ortaya koca adamı koyduğun zaman o, şampiyonluğun temel taşı olacaktır.” Shaq’ı aldığımızda, İşte, dedim, başlıyoruz.

John Gabriel: Orta Florida’da hemen, onun gelip gelmeyeceğine dair hikayeler yazılmaya başlanmıştı.

Leonard Armato (O’Neal’ın menajeri): İnsanlar onun daha büyük bir pazarda olması gerektiğini söylüyordu. Medyanın bugün dediği gibi, büyük pazarlar bir dereceye kadar önemliydi ama önemli olan, birinin etrafındaki pazarlama birleşimiydi. Daha büyük bir pazara gitmek için, Orlando’ya gitmek istemediğimizi filan söylemedik. Bunu bir fırsat olarak ele alıyorduk.

Pat Williams: Armato şöyle söyledi: “Neden onu Los Angeles’a takas etmiyorsunuz? Onu Lakers‘a takaslayın.” Şu cevabı verdim: “Leonard, bunu yapmayacağız. Onu burada başlatacağız.”

Leonard Armato: Bunu söylemedim demiyorum, fakat bunu hatırlamıyorum.

John Gabriel: Büyük bir kalabalık toplanmıştı, ve Shaq henüz Magic’in bir parçası olmak istediğini söylememişti. Podyuma çıkıp şöyle dediğini hatırlıyorum: “Mickey Mouse’un olduğu yerde kalmak istiyorum.” Ve sonra o şarkıyı söylemeye başladı. Sonra ise kalabalık delirdi.

Leonard Armato: Shaq asla L.A. veya başka bir büyük markete gitmek konusunda çok katı olmadı. LSU’da okumuştu, yani “Büyük bir pazara gitmek istiyorum” gibi bir durumu yoktu. Stratejimiz, bir yere gitmeyi zorlamak değildi. Belki Minnesota tarafından falan seçilse, o zaman “Oraya gitmek istemem” diyebilirdi.

Shaquille O’Neal: Beni drafttan birkaç gün önce oraya götürdüler. Güzel bir şehirdi. Benim için bütün olay, oraya gitmek ve ailemi oraya götürmekti. Yapmam gereken ilk şey buydu. Şöyle dedim: “Baba, emekli olman gerek. Anne, emekli olman gerek. Benimle gelin.” Biz de gittik — olaya bakın şimdi: Hyatt’ta kaldım ve 500.000 dolar falan ödedim. Ben vardım, annem ve babam, erkek ve kız kardeşlerim vardı. Oda servisi, filmler falan. Aşağı indiler, rakamları topladılar. Üç ay sonra, yarım milyon olmuştu. Muhasebecim şunu demişti: “Şu anda bu parayla bir ev alabilirsin, biliyor musun?”

John Gabriel: Daha çok Jermaine O’Neal gibi gelişmişti. Okuldan geldiğinde çok zayıftı.

Tom Sterner (asistan koç, Orlando Magic): Lige geldiği ilk zamanlar yerlere uçuyor, topları kurtarmak için koltuklara atlıyordu. Çok enerjikti.

Jeff Turner: NBA çevrelerinde bulundum ve devasa pivotlara, bütün o çok güçlü, örnek fiziğe sahip oyunculara karşı oynadım. Genç bir oğlan ufaktan geliyor, diyordum. Çok şey öğrenmesi lazım. Geldiğinde bir hazırlık maçı oynamıştık ve onun, insanların zannettiğinden daha güçlü olduğunu hemen hemen biliyordum. Ve çok hızlıydı. Ne kadar iyi bir oyuncu olacağına dair şüphe bulunmuyordu.

Shaquille O’Neal: Ellerimi kaldırdığım anda, top orada olurdu. Asla “Scott, beni ıskaladın” demezdim. Ya da Scott beni bir kere es geçtiğinde, sonraki 10 pozisyonda top bende olurdu. Gerçekten.

David Steele: Shaq ile Dennis gerçekten çok yakın arkadaşlardı ve sürekli şakalaşırlardı. Değişik değişik şeyler giyerlerdi. Shaq bir peruk takar, ya da acayip bir kıyafet giyer, otobüse öyle binerdi.

Jeff Turner: O ikisi bir araya geldiğinde doğaçlama rap yapmaya, şarkı söylemeye ve Jamaikalı taklidi yapmaya başlarlardı. Uçakta kendi alemlerinde olurlardı ve onları izlerken gülmekten ölürdük.

Brian Hill: Oyuncular için en mühim şey, ligin profesyonel tarafını anlamak için çok genç olmalarıydı — günlük rutine dahil olan çalışma etiği. Lige gelmişler, çok gençler ve büyük paralar kazanıyorlar. Ama özellikle Shaq, her zaman, diğer birçok oyuncuda görülmeyen bir olgunluğa sahipti.

David Steele: En önemli şey, Shaq’ın çaylak yılında kırdığı iki potaydı. Bir tanesi Şubat ayında Phoenix’te olmuştu. Ulusal kanalda yayınlanan bir maçtı ve potayı kırmıştı. Daha önce böyle bir şey görülmemişti ve orada kimse bu durum karşısında hazırlıklı değildi. Haliyle uzun bir süre bekledik.

Brian Hill: Bunu tebessüm ederek söyleyebilirim: Bu hep benim canımı sıkan bir şey olmuştu, çünkü oyuna bir 20-30 dakika ara verileceğini biliyordum ve bu ritminizi bozar.

David Steele: New Jersey’de bi pota kırmıştı ve neredeyse Dwayne Schintzius’un kafasına düşüyordu.

Nick Anderson: Sanırım 33-34 dakika oynadım ve 50 sayı atmıştım. Hiç unutmuyorum, Orlando Sentinel, Shaq’ın potayı nasıl kırdığından bahsediyordu ve köşeye bir yere de şöyle yazmışlardı: Ah, bu arada Nick Anderson da 50 sayı attı.

Brian Schmitz: Kim ne yaparsa yapsın, Shaq bir şekilde üstüne çıkmayı beceriyordu.

Nick Anderson: Genç bir takım olmak mevzu bahis. Gerçekten çok az deneyimimiz vardı — Playoff basketboluna yetecek kadar değil. Ama yavaş yavaş geliştiğimizi görebiliyorduk.

BÖLÜM 3: Şanslı Penny

O’Neal’ın çaylak sezonunda Magic 41-41’lik bir dereceye imza atıp Doğu’da Pacers ile birlikte 8. oldu, ama tie-break’te onlara kaybetti. Sezon sonunda Matt Goukas’ı yönetim kademesine çekip, Brian Hill’i koçluğa getirdiler. Magic inanılmaz bir şekilde ikinci yıl üst üste lotaryayı kazandı ve kritik bir kararın eşiğine geldi: Michigan’ın üst üste NCAA finalleri oynayan, göz kamaştırıcı 1 numara adayı power forvet Chris Webber’ı seçmek mi; yoksa draft hakkını takas edip, ondan daha az şey vaat eden Memphis State oyun kurucusu Anfernee Hardaway mi?

Pat Williams: 1993’teki lotaryada 66 topun içinden yalnızca bir tanesi bizimdi. Playoff’u kaçırmıştık. 1. sırada kartı çevirdiler, biz değildik. Odayı garip bir sessizlik bürüdü, çünkü herkes çok garip bir şeylerin olacağını anlamıştı. Kartları açmaya devam ettiler ve son üçe gelindi. 3. kartı çevirdiler ve Golden State çıktı, 2’den Philadelphia çıktı… ve evet, bir kez daha bizdik! Bu kez Stern bizi gördüğüne memnun değildi. Bu kadarı fazlaydı.

Anfernee “Penny” Hardaway (guard, Orlando Magic): Shaq ile, şu Minnesota’da düzenlenen Olympic Festival isimli organizasyonda beraber oynamıştık. Benim lisedeki son yılım, Shaq’ın ise üniversitedeki ilk yılıydı. Onu kimse durduramıyordu. Ona topu verin, o da bitirsin. Birlikte gayet iyi oynamıştık.

Shaquille O’Neal: Bu benim CEO mentalitem. “C-Webb’in iyi bir oyuncu olduğunu biliyorum, ama bana Penny’yi verin — Penny lazım bana.” Penny’yi seçtiklerinde, Magic ve Kareem’i düşünüyordum. Ve işe yaradı! Penny fena bir adamdı – favori oyuncularımdan biriydi o.

Pat Williams: Mantıken, her türlü Chris Webber’ı seçmemiz gerekiyordu. Yapacağımız şey belliydi. Drafttan önceki pazar, John Gabriel, Penny’den bir telefon almıştı ve Penny şöyle diyordu: “Beni almayı planlamadığınızı biliyorum, ama almalısınız. Sizin adamınız benim.” John da “Pekala, pazar günü gel ve bir workout yapalım” dedi. Draft ise ertesi gündü!

Jeff Turner: Onu drafttan evvel getirdiler; o sıralar şehirde bir sürü oyuncu vardı ve bir hazırlık maçı ayarlandı. O noktada Penny’deki potansiyeli görebiliyordunuz, gerçekten fark yaratabilecek bir oyuncu olabilirdi.

Anfernee “Penny” Hardaway: Anthony Bowie’nin beni savunduğunu hatırlıyorum. O dönemde en iyi savunmacılarıydı ve ligdeki her kaliteli 2 numaranın karşısına onu koyuyorlardı. Yöneticileri ve antrenörleri etkileyecek bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Sanırım o gün cephanemdeki her hareketi kullandım.

Pat Williams: Penny o gün döktürdü. O workout’ta inanılmazdı. Bittikten sona hepimiz birbirimize bakarak, “Bu konuda bir şeyler yapsak iyi olur” dedik.

Brian Schmitz: Magic o gün anlamıştı — alacakları adam buydu. Eğer Shaq, Batman ise, o da Robin’di.

John Gabriel: Penny’nin ikinci workout’tan sonra ofisime geldiğini hatırlıyorum, şöyle demişti: “Dinle, draftta ne olursa olsun, umarım iyi iş çıkarırsınız.” Kalktı, elimi sıkıp kapıya doğru yürüdü ve sonra dönüp geri geldi. “Bay Gabriel, eğer beni seçerseniz, sizi temin ederim, pişman olmayacaksınız.”

Anfernee “Penny” Hardaway: İkinci workout’tan sonra, Chris Webber’ı seçmeyeceklerini hissetmiştim.

John Gabriel: Takım sahipleriyle oturmuş, karar vermeye çalıştığımızı hatırlıyorum: Webber ve Shaquille ile bir ‘İkiz Kuleler’ mi oluşturmalıyız, yoksa bu kendine çok güvenen ve burada olmak isteyen genci mi seçmeliyiz? Birkaç kişi daha düşünülüyordu. Sonra Pat beni ofisine çekti ve şöyle dedi: “Yüreğinden geçeni yap.” Dışarı çıktım ve takım sahiplerine “Penny’yi ve draft haklarını alıyoruz” dedim.

Pat Williams: Don Nelson’la konuşmuştum ve o, Webber veya Shawn Bradley’yi istedikleri konusunda çok netti. Bir uzun istiyordu ve bizimle anlaşabilirdi. Biz de onlardan birini seçip sonra takaslamaya karar verdik. Ve Nelson bize, gelecekteki üç 1. tur hakkı ile beraber, 3. sırayı verecekti.

John Gabriel: Pat, Golden State ile, üç 1. tur hakkı alabileceği ve Penny’nin seçileceği üst sıralardan bir pick karşılığı anlaşma ayarlamıştı. Ona “Pat, Golden State‘den nasıl üç tane 1. tur pick’i alabileceksin?” demiştim. Şöyle yanıtladı: “Beş tane istedim.”

Pat Williams: Doğru; ben beş tane istemiştim ama 3 tane ile yetindim.

John Gabriel: Draftı izlemek için salonda bir parti ayarlamıştık, Pat ilk sıra seçimini aldıktan sonra, kalabalıkla muhattap olmak için o seçilmişti. Seyirciler arasından biraz yuhalama sesleri geliyordu. Şöyle demişti: “Bu yuhalamalar alkışa dönüşecek. Bir yere yaz bu dediklerimi.”

Pat Williams: Taraftarlar Webber tercihi karşısında heyecanlanmıştı. 30 dakika sonra takası açıklamak üzere geldim. Bu kez kesinlikle öfkeliydiler.

Brian Schmitz: İnsanlar bu hamleyi sevmemişti. Penny pek tanınmıyordu. Chris Webber ise, Fab Five’ın bir parçasıydı ve herkes onu biliyordu.

Pat Williams: Bana saldıracaklarını düşünmüştüm. Tam manasıyla beni aşağı indirip saldıracaklarını hissetmiştim.

Anfernee “Penny” Hardaway: Yapacağımız her şeyin ilk olacağını biliyordum –Playofflar, şampiyonluk, hangisi olursa– çünkü organizasyon işte o kadar gençti.

Donald Royal (forvet, Orlando Magic): Penny çok rekabetçiydi, çok kabiliyetliydi. Uçak ve otobüs yolculuklarında Penny’nin yanında otururdum — bazen karamsar olurdu. Onunla nasıl geçinmeniz gerektiğini bilmeliydiniz. Onu açmak, rahatlamasını ve kendisi olmasını sağlamak biraz zaman aldı, çünkü Orlando’ya ilk geldiğinde, Tanrım, kendisini izole etmişti. Çok az kişiden oluşan bir çevresi vardı, sadece o kadar.

Dennis Scott: Kendi çevresi vardı. Kendine has bir tarzı vardı, ama Penny oyunu bilen adamlara saygı duyuyordu. Penny bir basketbol dehasıydı.

Brian Schmitz: Hardaway’in çaylak sezonu, NBA’de gördüğüm en etkileyici olanlardan biriydi, ve ben 30 yıldır bu işin içindeyim.

BÖLÜM 4: Genç, Yetenekli ve Zengin

Magic oyuncuları henüz Playoff görmeyi başaramadan bir grup multimedia yıldızı olmuştu. O’Neal, Reebok’ın Nike’ı basketbol ayakkabı ve ekipmanları alanındaki tahtından indirmek için yürüttüğü (maalesef başarısız) kampanyanın yüzü olmuştu. Hardaway’in ünü, Nike’ın Chris Rock’ın sesini kullandığı Lil’ Penny reklamlarıyla tavan yapmıştı. O’Neal kendi video oyunu Shaq-Fu’nun, Super Nintento’nun ve Sega Genesis’in yıldızı olmuştu. Ve O”Neal ile Hardaway, Nick Nolte ile birlikte Blue Chips isimli, üniversite basketbolunda dönen dolaplara iğneli bir bakış atan filmde boy gösterdiler. Shaq, Penny ve takım arkadaşları gerçek meşhurlar olmuşlardı — ve bu ünlerini henüz sahada gerçekten hak etmemişlerdi.

Shaquille O’Neal: Ben üniversitedeyken, profesörüm şöyle demişti: “Umarım elindeki parayı koruyabilirsin, çünkü sen ciro yapamazsın. Koca adamlar satış yapamaz.” O dönem bir pazarlama projesi yapmıştık. Bizden bir ürün yaratmamızı ve sınıfta satmamızı istemişti, ben de bir Shaq ayakkabısı getirdim. Üstüne kendi logomun bulunduğu bir ayakkabım vardı, onu güzelce yapıştırmıştım. Bana “D” verdi. Bunun işe yaramayacağını söyledi — bunu tüm sınıfın önünde söylemişti. Benim bakış açım tamamen eleştiriler ve karşıdaki insanların yanlış düşündüğünü kanıtlamak üzerineydi. Bu yüzden şimdi olduğum kişiyim.

Brian Shaw (guard, Orlando Magic): Shaq o zamanlar bir rock yıldızı gibiydi. Mirasının başlangıcıydı bu.

Donald Royal: Shaq buraya geldiğinde Reebok onu bünyesine katmak için fırsat kolluyordu. Çünkü sürekli televizyonda olacağımızı biliyorlardı. Bana ayakkabı ve bir çek verdiler. Shaq’tan bir kontrat almıştım. Çoğumuz almıştık. Shaq hepimizi kolluyordu. “Reklamda oynamak ister misiniz?” diyip dururdu. Biz de “İyi bari, gidip birkaç yüz dolar daha kazanalım” derdik.

Anfernee “Penny” Hardaway: Ayakkabımı ürettikleri zaman o şirket, yani Wieden+Kennedy şöyle demişti: “Baksana, farklı bir şey yapmamız gerek. Bir alter ego fikrine ne dersin?” Bunu sevmiştim, çünkü ben trash talk yapmam. Ben sessiz sakin biriyimdir, ve benim için trash talk yapacak bir alter ego fikri epey hoşuma gitmişti.

Brian Schmitz: Lil’ Penny, gerçek Penny’den daha dışa dönük biriydi.

Brian Shaw: Penny, Magic’ten farklıydı, Jordan’dan ise tamamen farklıydı ama bu onu özel kılan bir husustu. Bütün kızlar ona bayılıyordu. Nereye gitsek onun hayranları vardı. İç saha maçları kapalı gişe oynanıyordu. Dış saha maçları da öyleydi. Herkes Penny ve Shaq’ı görmek istiyordu.

Pat Williams: Bu ‘Lil Penny’ olayı onu uluslararası bir yıldız haline getirmişti. Kimsenin bunu öngördüğünü sanmıyorum; ama bu, onun reklamlar sayesinde geniş kitlelerce tanındığı, kariyerinin ilk bölümünün büyük bir parçasıydı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Reklam çekimleri sırasında Chris Rock ile aynı odada bulunma imkanı bulamadım. O seslendirmelerini yapardı, ben de çekimleri hallederdim. İşim bittiği gibi seslendirmeleri dinlemeye giderdim ve her seferinde gülmekten ölürdüm.

Chris Rock: Nike bana ulaştı: “Hey, elimizde bebek Penny var.” Bir nevi “Ne yapmak istersen onu yap” diyorlardı yani. Sesimi kaydedip bir sürü çılgın cümle aldılar; açıkçası, reklamları izlerken ne göreceğimi bilmiyordum.

Nick Anderson: Beatles gibiydik diyebilirim. Deplasman maçına gidip, otele çıkardık. Sabaha karşı 2-3 gibi, otelin önünde 200-300 kişi bekliyor olurdu. Hava sıfırın altında 20 falan olurdu. İlginç şeylerdi.

Brian Hill: Otobüsümüz Sacramento’daki Hyatt Hotel’e geldiğinde bizi büyük bir kalabalık bekliyordu. Shaq daima en arkada otururdu, o gün de omuzlarına doğru dökülen kıvırcık peruk kafasındaydı. İnsanlar orada, oyuncuların çıkmasını bekliyordu. O’Neal otobüsten aşağı indi ve hiç kimse ondan imza istemeden otelden içeri girdi. Kimse onu tanımamıştı. Takımda kaç tane o en ve boyda adam var ki?

Brian Shaw: Çok eğleniyorduk, çünkü hepimiz hayatlarımızın aynı noktasındaydık. Hiçbirimiz evli değildik. Shaq, Penny, ben ve Dennis Scott, hepimiz aynı sitede, göl kenarında oturuyorduk. Nick Anderson ise farklı ama bizimkine bağlantılı ve yakın bir göl kenarında oturuyordu. İdmandan sonra teknelere biner, evlerimize giderdik. Bir hafta hep beraber benim evimde barbekü yapardık, diğer hafta Shaq’ın evinde toplanırdık.

Larry Guest (gazeteci, Orlando Sentinel): Hepsi kendisini rock yıldızı gibi hissediyordu ve çarpık bir bakış açısına sahiptiler. Günün birinde, idman sonrasında bazı yazarlar Nick’le konuşmaya geldi ve birisi bilet fiyatlarının arttığından bahsetti. Nasıl olduysa olay birden, diğer insanların ne kadar kazandığını anlama çabasına dönüştü ve biz yazar sordu: “Sence ne kadar kazanıyoruzdur?” Nick şöyle dedi: “Bilmem — 200 bin dolar?”

Brian Hill: 50 maç kazandık ve Playofflar’a girdik, ama ilk turda Indiana bizi süpürdü. Bence bu sayede, sonraki sezon farklı bir bakış açısına sahip olabildiler.

BÖLÜM 5: Hepsi Bir Araya Geliyor

Ciddi şampiyonluk adaylarından biri olarak sayılmak için, Magic’in bir kaliteli oyuncu eklemesine daha ihtiyacı vardı. Michael Jordan’ın 1993’te basketbolu bırakmasının ardından, takımın Doğu Konferansı’nın zirvesine ulaşması için önünde bir kapı açıldı. Horace Grant, Bulls ile 3 şampiyonluk kazanmış olan, oyunun iki yönünü de oynayabilen, güvenilir bir power forvetti. Chicago onunla tekrar anlaşacağına inanıyordu ama Grant erkenden sözleşme imzalamaya yanaşmadı. Temmuz 1994’te Orlando Magic ile 5 yıl için 17 milyona anlaştı. “Vicdanım rahat” diyordu Orlando Sentinel‘e: “Bulls organizasyonunun problemleri vardı, benim değil. Kazanırken, her şeyi halının altına atabiliyorsun; ama işler iyi gitmiyorsa, sorunlar su yüzüne çıkıyor. Jerry Krause açıkça bir yalancı.” Grant’e yer açmak için Scott Skiles ve gelecekteki bir 1. tur hakkını, yalnızca bir 2. tur hakkı karşılığında takas ettiler. Hardaway’in hücumu yönetmesi için hazırdılar.

John Gabriel: Maaş sınırı yeni çıkmış bir hadiseydi. Scott Skiles’ı Washington’a takas ettik ve bu kaynağı Horace’ı almak için harcayacaktık ve lig, bunu adil şekilde karşılamadığımız, boşluk yaratmamız gerektiği için anında reddetti. “Bu neden yanlış?” dedik biz de.

Brian Hill: Oyunları çalışmak zorunda olmayan birini almıştık. Skor bulacak yeterince adamımız vardı, ama Grant’in defansif yeteneği, hem bire bir, hem takım savunması olarak… Birçok kişinin hatasını örtebiliyordu.

John Gabriel: Scott Skiles’tan ayrılmak zordu. Son yıllarındaydı ve şimdiden saha içinde bir koç gibiydi. O zamandan beri, bu kadar rekabetçi birine rastlamadım. Horace açıkça bizim için tamamlayıcı parçaydı.

Donald Royal: Scott Skiles ve Penny ile birlikte bir yıl denediler. İkisiyle beraber olmazdı. Penny o zamanlar inatçıydı. Yani, Penny lige ilk geldiğinde, ona bir şey söylenemezdi. Skiles da sert biriydi ve kabul edeceği son şey, bir çaylağın yerini almaya çalışmasıydı. Evet, bu iyi olabilirdi, ama sürmeyecekti.

David Steele: Özel bir şeylerin olma ihtimali olduğunu görebilirdiniz: Çünkü Shaq ve Penny arasında harika bir uyum vardı, ek olarak Dennis Scott da o dönemin en iyi üçlükçülerinden biriydi. Nick de çok yetenekli bir şutör guard olma yolundaydı.

Brian Hill: Penny’nin bile o dönem, bu kadar farklı şeyler yapabileceğini anladığını sanmıyorum.

Anthony Bowie: Onun Patrick Ewing’in üstünden smaç vurduğunu gördüğümde, kendi kendime “Aman tanrım, bu adam çok yetenekli” dediğimi hatırlıyorum.

Nick Anderson: Penny’nin direksiyona geçme zamanıydı… Sağlıklıyken, görebileceğiniz en dominant oyunculardan biriydi. 2 metre boyunda, oyun kurabiliyor, üç pozisyonda oynayabiliyor, şutu var, top hakimiyeti. Her şeyi yapabiliyordu.

Brian Shaw: Penny, Shaq’ın gölgesinde kalmayı sorun etmiyordu. Penny olayı anlamıştı: Kararları ben veriyorum, yani Shaq’ı devre dışı bırakabilirim. Kendimi pasifize edebilirim ya da istediğim başka birini, çünkü top benim ellerimde. Topu onlara ulaştırmak benim elimde.

Anfernee “Penny” Hardaway: Nerede, ne yapacağımı biliyordum. Ona topu vermesini biliyordum. Kendi sayılarımı bulabilir ve onu da mutlu edebilirdim. Onunla oynamanın sefasını sürüyorduk. Ona ikili sıkıştırma geliyordu, böylece ben de oyunumu daha rahat sergileyebiliyordum. İlk All-NBA seçilmem onun gibi birinin takımda olması sayesindedir.

John Gabriel: Başlangıçta, yanında başka bir süperstarla oynamak, O’Neal için de zordu. Çünkü mesele yalnızca topu paylaşmak değildi; bu noktada, genç oyuncuların başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi oyunun finansal parçalarını bölüşmek de işin içindeydi.

Brian Shaw: Shaq bir ‘Alfa’ karakterdi ve esas oğlan olmak istiyordu. O zamanlar ligdeki en dominant pivottu. Egosu Bütün olay bende diyordu. Sanırım genel algı, Shaq-Penny ilişkisinin de Shaq-Kobe ilişkisi gibi olduğu yönünde. Ben Shaq’ın ikisine de saygı duyduğunu düşünüyorum. Onların da olay şu noktaya geldiğinde Shaq’a saygı duyduğunu düşünüyorum: Oyun zamanı. Hepimiz sahadayız, o halde gerekeni yapalım. Belki farklılıklarımız var, ama bunların saha içinde önemi yok.

Anfernee “Penny” Hardaway: Elimizde her şey vardı. Arka alanda ben ve Nick Anderson, ortalama 2 metre boyundaydık. Kenardan Brian Shaw geliyor, o da aynı boylarda, sonra Anthony Bowie de; yani ligdeki en uzun guardlara sahiptik. Özel bir takımdık.

Horace Grant (forvet, Orlando Magic): Bir amacımız vardı. Ligdeki en iyi takım gibi hissediyorduk, özellikle de Doğu Konferansı’nda. Elimizde Shaq, Penny, Dennis, ben ve Nick vardı.

Brian Hill: Dennis mesafe tanımıyordu. Üçlüğün 2 ya da 3 adım arkasından bile, faul kullanır gibi şut atabiliyordu. Harika bir şut mekaniği vardı — ona ‘gevşek bilek’ derdik. Harika esneklik, müthiş denge – ve size nadir rastlanan, top elinden her çıktığında isabetli olacağı hissi veriyordu.

Dennis Scott: Babam bana derdi ki, sadece insanların öngördüğü gibi boyun 2.10 olmadığı sürece top hakimiyetin ve dış şutun üstünde çalış. 6. sınıfta 2 metre olmuştum, haliyle herkes de böyle düşünüyordu. Birden aşırı büyümüştüm ve sonra hiç uzamadım.

Nick Anderson: Ne kadar iyi olduğumuzu fark ettiğimizi sanmıyorum. Finaller’e çıktığımız sezon evimizdeki derecemiz 39-2’ydi. Bunu ne kadar sık görürsünüz?

John Gabriel: Michael’ın dönüş maçında Chicago’da onlarla oynadık. Birçok açıdan NBA Finalleri’ne paralel bir maçtı çünkü çok önemli bir hadiseydi. Onları yendik ve soyunma odasına takım sahipleriyle girdiğimizi hatırlıyorum. Kendi kendime “Bunun, ilerde olacakların bir parçası olduğunu hissediyorum” demiştim.

Donald Royal: Jordan’ın tekrardan en iyi haline dönmesini sağlayan belli oyuncular vardı. Penny de onlardan biriydi.

Jon Koncak (pivot, Orlando Magic): Jordan’la 1984’te Olimpik Milli Takım’da birlikte oynamıştık. Birbirimizi o yazdan iyi tanıyorduk ve kariyerlerimiz boyunca da arkadaş kaldık. İlk defa Michael’ın birisini savunurken zorlandığını görüyordum. Michael’ın onu durduramadığı için kafasının bozulduğunu çok iyi hatırlıyorum.

BÖLÜM 6: Doğu’da Yeni Güç

Magic 1994-1995 sezonunu 57-25’lik derece ile Doğu Konferansı’nda birinci olarak bitirdi. İlk turda Boston Celtics ile eşleştiler ve Boston Garden tarihinin son iki maçını da içeren seriyi 4 maçta geçtiler. Bulls ve geri dönmüş Michael Jordan ufukta görülüyordu. 

David Steele: Celtics o sezon çok iyi durumda değildi, ama Orlando çok gençti. Onları geçmek büyük iş olurdu.

John Gabriel: Boston Garden’a kilidi vurduk — oradaki son Playoff maçını kazanarak hem de.

David Steele: Nick Anderson’ın maç sonunda Michael Jordan’ın topu kapmasıyla kazanılan Chicago’daki ilk maçın ardından özgüven tavan yapmıştı. Bu maç muhtemelen kulüp tarihindeki en büyük zaferlerden biriydi.

Brian Hill: Jordan yarı sahayı geçerken Nick neredeyse topu kapıyordu, ardından bir hamle daha yaptı, ama yine kapamadı; en sonunda topu çalmayı başardık ve Horace fast-break’te turnikeyi bıraktı.

Nick Anderson: İlk maçta onları yendiğimizde muhabirler, ben “45’in 23 gibi olmadığını” söylemişim gibi yansıtmışlardı. Ve sonraki maç, 23 numarayla çıktı. Hâlâ 23 numara olduğu mesajını veriyordu.

Brian Hill: Gayet sakin bir şekilde “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyordum. Michael Jordan, bize karşı harika bir maç ortaya koyması için onu daha çok motive etmenize gerek kalmayacak kadar iyi bir oyuncu.

Anfernee “Penny” Hardaway: “Of, kahretsin, başımız dertte. Gelmiş Geçmiş En İyi’yi kızdırmayın. Onun alev almasını istemezsiniz” diyordum. Ve ikinci maçta dönüp bizi darmaduman etti. Odaklandığını görebilirdiniz.

Brian Shaw: Onu bitirdik. Aklıma gelen ilk şey buydu. Herkes bunun ’45 numaralı Michael Jordan’ olduğunu, ’23 numaralı Michael Jordan’ olmadığını söylüyordu. İlk maçın ardından numarası eskiye dönünce, o kararın içine sinmediğini sezinlemiştim; sanki 45 numaralı forma giyerse, eskisi gibi oynayamacağını hissediyordu.

Richie Adubato (asistan koç, Orlando Magic): Yüzde kaçıyla oynamıştır? Bilmiyorum, yüzde 75’i falan sanırım.

Anfernee “Penny” Hardaway: Uyum içerisinde değil gibilerdi. Aynı Bulls takımı değillerdi sanki. United Center’a taşınmışlardı ve bu Michael’ın hoşuna gitmemişti. Damgasını vuramadı. Panyayı kullanmayı seviyordu. Oradaki potalar daha hoşgörülüydü. Seride birçok şey bizim lehimize gidiyordu.

Shaquille O’Neal: Michael’in dönüşü sebebiyle insanlar bize şans tanımıyordu. Birkaç hafta önce oğluma sordum ve gerçekten bilmiyordu: “Michael Jordan’ı son yenen adamın kim olduğunu biliyor musun?” Cevabı “Hiç kimse” oldu. “Bendim” dedim. Gidip ona gösterdim. Bundan gurur duyuyorum.

Brian Hill: İnsanlar daima o sezonun Michael’ın dönüş sezonu olduğunu ve sadece 25 maç oynadığını söyleyecekler. İstediğinizi söyleyebilirsiniz, ama Michael Jordan, Michael Jordan’dı. Aynı soruyu Pat Riley’ye de sorabilirsiniz, adam döndükten sonra onlara 55 attı. Eminim Pat de onun aynı Michael Jordan olduğunu söyleyecektir.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bu serinin Grant için ne kadar duygusal geçtiğini biliyorsunuz. Oradan hayal kırıklığı içerisinde ayrılmıştı. Kötü şartlarda ayrılmıştı. Kalmak istiyordu, ama bir şeyler oldu, Michael hakkında bir şeyler söyledi; dediklerini yemek zorundaydı ve Orlando’ya geldi.

Horace Grant: Phil beni onları alt etmem için kışkırttı. 15 tane orta mesafe isabeti. Bulls’tan bir oyuncu ona gidip “Onu savunacak bir adamımız var mı?” demiş. Phil de “Hayır” demiş, “Horace bizi alt edecek”. Ve sanırım o seride yüzde 65 ile oynadım.

Nick Anderson: Horace’ı omuzlara aldık ve o da elindeki havluyu sallıyordu. Bulls taraftarları bunu hiç sevmemişti.

Anfernee “Penny” Hardaway: Onları sonraki yıl dönüp bizi pataklamaları için çok fazla motive ettik. Neden, bilmiyorum. Shaq işte. Horace’ı kaldırdı, omuzlarına aldı ve bu Bulls’u kızdırdı. Demek istediğim, öteki sezon bir intikam duygusuyla geldiler.

Horace Grant: Bunu yapmak istememiştim, ama Shaq gelip omuzlarına çıkmamı istemişti. Ben de reddetmiştim, ama sonra aşırı ciddi şekilde ısrar etti: “Buraya çıksan iyi edersin!” Sonra beni oraya kondurdu ve coşku tavan yaptı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bulls’u yendik. Michael’ı yendik. Onu bir Playoff serisinde yenen son takım bizdik, yani biraz tarih yazmışlığımız var.

Nick Anderson: Teyzelerimden biri, ateşli bir Bulls taraftarı. Benim için hep kek falan yapardı. Onları elememizin ardından, Bulls’u elediğimiz için bana bir daha kek yapmayacağını söylemişti.

Shaquille O’Neal: Dünyadaki en iyi oyuncuyu yenmiştik. Bu benim ilk Finaller’imdeki çöküşüm olmuştu. Mutluyduk. Mike’ı alt etmiştik, demek ki yüzüğe de ulaşabilirdik.

Shaquille O’Neal: Pacers‘ın perdeden gelen Reggie Miller ve Byron Scott gibi oyuncuları vardı. Derrick McKey vardı, Davis’ler vardı. Gerçekten sağlam takımdılar.

Mark Jackson: Son derece zordu, çünkü hatırladığım kadarıyla ilk kez hem iç, hem de dış tehdide sahip bir takım görüyorduk. Penny’nin çok yönlülüğü, Shaq’ın dominasyonu — iki oyuncu da maçta sorumluluğu alabilen oyunculardı. Ligdeki herkes için yeni bir manzaraydı ve bu çocukları nasıl durduracağımızı çözmeye çalışıyorduk.

Anfernee “Penny” Hardaway: Kim ev sahibi avantajına sahipse o takım seriyi alacak, gibi bir durum vardı. Kimse rakip sahada kazanamıyordu.

David Steele: 4. maçta bir ara Brian Shaw takımını bir sayı öne geçirdi, sonra Reggie bir sayı buldu, ardından Penny, ondan sonra da Rik Smits bir isabet buldu ve maçı kazandılar. Bam bam bam bam — tam bir NBA klasiğiydi.

Anfernee “Penny” Hardaway: Onları yenmek için tek şansımız vardı ve bizim “Pump fake’leri yeme” dediğimiz Tree Rollins, Rik Smits’in fake’ine reaksiyon verdi. O da süre biterken sayıyı buldu.

Rik Smits (pivot, Indiana Pacers): Derrick McKey, moladan döndüğümüzde “Hey, eğer top sana gelirse, fake atman için zamanın olacak” demişti. Eminim ki ilk seçenek Reggie’ydi. Eğer o boşta olsaydı, ben sonraki seçenek olacaktım.

Brian Hill: Tree’yi oyuna almıştım, çünkü daha önce birçok kez bu durumları yaşamıştı, ve şunları söylemiştim: “Sıçrama, ellerini yukarıda tut ve fake’ini yeme. Eğer üstünden sayı yapacaksa da yapsın.” Ama oyuncular içgüdüseldir ve Tree de, bütün kariyeri boyunca bir blokçuydu.

Donald Royal: Hepimiz Tree’ye sıçramamasını söyledik. Tree o sezon bir koç-oyuncuydu. Bütün maç kenarda elinde taktik tahtası ile oturdu, sonra maç sonunda aniden oyuna girdi. Eğer onu maç sonunda görseydiniz, Tree’nin bizi öldürmüş gibi hissettiğini görürdünüz. Canı acıyordu. Onunla birkaç gün boyunca kimse konuşamadı.

Wayne Monte “Tree” Rollins (koç-oyuncu, Orlando Magic): Hayal kırıklığı içerisindeydim. Rik’in o fake’i vereceğini biliyordum. Bugün hâlâ inanıyorum ki, görevli, saati zamanında başlatmadı. Philadelphia’da, saati son 10 saniyeye kadar çalıştıran o harika skor tutucuların döneminde yapılan tur vuruşları gibiydi. Bitime 1.3 saniye kala topu alıyor ve ‘pump fake’? Hadi ama. O zamanlar pozisyonu tekrar izleme olanağı yoktu bile.

Rik Smits: Şans eseri o maç, Shaq’ı faul problemine soktuğumuz günlerden birindeydi. Eğer o pozisyonda beni Shaq savunsa aynı şey olur muydu, bilmiyorum.

Nick Anderson: Mark Jackson bazı yorumlar yapmıştı. Larry Brown bizim hakkımızda bazı yorumlar yapmıştı. Medyaya, 7. maçın bizim sahamızda olduğunu unuttuklarını söylemiştik. Sahaya çıktık ve işimize baktık.

Brian Hill: Dürüst olmak gerekirse, o noktada, Indiana’nın daha iyi bir takım olduğunu düşünüyorum. Bize her pozisyonda fiziksel üstünlük kurmuşlardı. Deneyimleri vardı; 7. maç hariç her maçı ev sahibi takım kazanmıştı ve son dakikaya kadar her maç kafa kafayaydı.

Anthony Bowie: Bunlar ya ileri adım attığınız, ya da zor duruma düştüğünüz maçlardı. Arası yoktu. Çoğunlukla, ileri adım atmıştık.

Brian Hill: 7. maç için konuşursak, yönettiğim herhangi bir takımın, daha iyi bir maç çıkardığını sanmıyorum — oyun planını defansif olarak kurma, hücumu uygulama ve ne kadar sert oynadıkları anlamında.

Brian Schmitz: Shaq ve Penny, bu seride olgunlaşmak zorundalardı.

BÖLÜM 7: Finaller

Genç Magic takımı, tecrübeli Houston Rockets‘a karşı guardını almıştı. Rockets son şampiyondu, ama Orlando da, normal sezonda onları iki kez yenmenin getirisi olarak, kendinden emin bir şekilde seriye başladı. Rockets, Playofflar’a Batı’da 6. sıradan girmişti (47-35), şampiyonluk şansları çok az görülüyordu; ve hâlâ en alt sıradan gelip de şampiyon olan takım ünvanını taşıyorlar.

Anfernee “Penny” Hardaway: Normal sezonda onları alt etmiştik. Atletik özelliklerimizle onları boğmuştuk. Onlar Spurs‘ü elediklerinde çok kendimizden emin hale gelmiştik, çünkü Spurs bize ters geliyordu, ama Rockets ile böyle bir durumumuz yoktu.

Shaquille O’Neal: Normal sezon boyunca Hakeem’le oynarken, kendimi onun seviyesinde görüyordum. Ama erkenden sevinmiştim. Finaller’e çıktığımızda onu ekarte ettiğimi düşünmüştüm ve yeterince konsantre olmadım. Ama bana 4 yüzük kazanmamda yardımcı oldu, çünkü kaybettikten sonra “Pekala, şimdi her şey bitene kadar kutlama yapamayacağımı biliyorum. Ve bir şampiyonluk kazansam bile, kariyerim bitene dek kutlayamam” dedim.

Brian Schmitz: Duyduğumuz hikayeler, Magic’in parti yaptığı yönündeydi: Shaq ve Dennis Scott partiliyordu.

Donald Royal: Oraya ulaştığımızda, iş tamam gibi düşünmüştük. Ev sahibi avantajı bizdeydi. S*keyim, en azından evde iki maç kazanacağımızı biliyorduk.

Kenny Smith (guard, Houston Rockets): Bir normal sezon takımı değildik. Dürüst olmak gerekirse, normal sezonda, deplasmandaki bazı maçları salmıştık. Mental olarak “Ah, bugün kaybedeceğiz” kafalarında oluyorduk. “İstediğimiz yerde olmak için 5-6 maçlık bir galibiyet serisi gerek” falan. Bu kabiliyete sahiptik, çünkü biz tecrübeli bir takımdık; ama aynı zamanda yaşlanmakta olan bir takımdık da, yani 82 maçı çıkaracak durumda değildik.

Anfernee “Penny” Hardaway: Shaq gerçekten çok iri bir adamdı. Tam bir pivottu. Hakeem 5 numara oynayan bir 4 numaraydı, ve bu zor bir eşleşme olacaktı. Akıllıydı, çok yetenekliydi ve Shaq henüz onun seviyesinde değildi; yani Shaq, henüz Los Angeles’taki Shaq değildi. O Shaq dominanttı. Eğer o dönemde karşı karşıya gelseler, Dream sıkıntı yaşardı, ama Shaq hâlâ gençti. Hakeem’in oyunu oturmuştu ve en iyi dönemindeydi.

Brian Hill: Zıt stillere sahip iki farklı oyuncuydu onlar. Shaq’ın güce dayalı bir oyunu vardı. Hakeem ise zarif bir stile sahipti. Her ikisi de birbirine sorun çıkarttılar, ve Shaq’ın gücüne karşılık Houston ikili sıkıştırmaya giderek onu topu elinden çıkarmaya zorladı. Elinizde Shaquille O’Neal’ın savunabildiği biri varsa, her zaman ikili sıkıştırmaya gitmezsiniz; ama Hakeem’in kendine has bir stili vardı, topu potadan biraz uzakta alabiliyordu, hızını kullanıp ayak hareketleriyle sorun çıkarabiliyordu. Savunmamızın kafasını çok karıştırmıştı.

Shaquille O’Neal: Genç, gösterişli ve yetenekli bir oyuncuya karşılık fundamentalı çok iyi bir oyuncunuz var. Bir kazanan olmakla alakalı bilmem gereken her şeyi bana o öğretti.

John Gabriel: Houston’a karşı oynadığımız ilk maçın ilk yarısında, tüm sezon oynadığımız en iyi basketbolu ortaya koyduk. Gerçekten öyleydi. Sahanın her karışını savunduk. Harika bir ilk yarı geçirmiştik.

Rudy Tomjanovich (koç, Houston Rockets): Normal sezondaki iki maçta da bizi yenmişlerdi ve işte bu seriye başlarken bize laubalice bakıyorlardı. Kaygılıydık.

Kenny Smith: Bir arada olmak için buradaydık. Clyde, ben, Sam ve Robert Horry vardı ve yarısını toplamıştık. Dedik ki, “Eğer sekiz olursak, çökerler”. Ve sonra sekize tamamlayıp geri geldik: “Eğer ilk maçı alırsak, bir daha bu seride maç kazanamazlar.”

David Steele: Hardaway’in yeterince oyun oynayabildiğini, Shaq’ın da epey bir iş becerebildiğini anlayabiliyorsunuz.

Anthony Bowie: Eğer seri boyunca bütün bençten faydalansalardı, seriyi kazanacağımıza inanıyorum. İlk maçta orada oturuyordum. Kötü bir adam olduğumu söyleyebilirler, ama maç boyu orada öylece oturup seyretmek, takımın devreyi 20 sayıyla kapatması ve hiçbir benç oyuncusunu oynatmamak nasıl bir şey? İlk 5 oyuncuları yorulmuştu. Savunmada bir şeyler yapabilirdim ve bunu biliyorlardı. Benim yanımdan geçip gidecek, ya da etrafımdan dolanarak geçecek fazla adam yoktu, Donald Royal ve kenardaki diğer arkadaşlar dahil. NBA Finalleri’ni 6 oyuncuyla kazanamazsınız.

Dennis Scott: O dönemlerde yedek kulübesinin oyun stiliyle alakalı anlaşmazlıklar vardı. Bowie’nin Nick’i ve Royal’ın beni yedeklemesinde sorun yoktu, çünkü Donald’ın savunması harikaydı ve penetreleri benden daha iyiydi. Ama Shaq, Penny ve Donald aynı anda sahadaysa savunmaları çok geniş alana yayılmıyordu, çünkü Donald’ın dış şutu pek iyi değildi.

Donald Royal: Normal sezon boyunca ilk 5 oyuncusuydum. Ama tüm Playofflar’da maç başına 2 dakika falan oynadım. Bu pek hoşuma gitmemişti, özellikle de kaybetme şeklimiz. Tanrı Dennis Scott’ı kutsasın, ama savunmada iyi değildik, ve ben o yüzden oradaydım.

Anthony Bowie: Orada oturuyorsunuz, ve hoca sahadakilere “Yorgun musunuz?” diye soruyor. Neden onlara bunu soruyorsun? Yorgunlar işte. Birilerini oyuna sok.

Anfernee “Penny” Hardaway: Robert Horry, Kenny Smith, Sam Cassell, Vernon Maxwell, Mario Elie: Hiç şut kaçırmayacak gibi görünüyorlardı. Ne zaman Dream’e ikili sıkıştırma getirsek, şöyle düşünüyordum: Dostum, kazanmak kaderlerinde var, çünkü kaçırmıyorlar.

Wayne Monte “Tree” Rollins: İlk maçta Kenny Smith, inanılmaz üçlükler soktu. Kenny ile orada iki sezon beraber oynadım. Hiç bu kadar iyi isabet bulduğunu görmemiştim. Hayır, o olamaz. Bu herif mi bizi yenecek? diyordum içimden. Ama büyük oyuncular Playofflar’da ortaya çıkar, ve o da bizi yendi.

Pat Williams: Sırada Houston vardı ve tekrar finale çıkmışlardı; ama biz dayandık, şimdi Nick de iki faul atışını soktu ve başarmış gibi görünüyorduk.

Nick Anderson: Gittim; iki faul atışı kaçırdım.

Dennis Scott: Günün adamı olmak için elindeki fırsat buydu. Penny reklamlara çıkıyordu. Shaq desen zaten her yerde. Benim Reebok reklamlarım vardı. Nick’in parlama zamanı da buydu.

David Steele: Kendi gözlerinizle görmeden inanamayacağınız şeylerden biriydi. Nick, o dönemde kötü bir faul atıcısı değildi. 10 saniye kala, yüzde 70’le atan adam orada –üç sayı öndesiniz, ve bir tanesini sokarsa, fark 4’e çıkacak. İkisini de kaçırdı. İkincisi çemberden sekti, Nick tekrar ribaundu aldı ve ona tekrar faul yaptılar.

Pat Williams: En acayibi oydu. Ona tekrar faul yapıldı. “Tamam, sorun yok. Bir rahatlayalım” deme fırsatıydı.

Kenny Smith: İlk iki faul atışını kaçırdığında delirmiştim. Mario’ya sinirlenmiştim, çünkü Nick Anderson’a box out yapmamıştı ve o da ribaundu alabilmişti. Deli gibi bağırıyordum. Nick’i boşverin. Nick umrumda bile değildi. Adam iki tane faul yapıyor ve sen ona box out yapmıyor musun?

Shaquille O’Neal: Birini sok işte. Gelmiş-geçmiş en iyi faul atıcısı değilim, o yüzden insanlara ikisini de sokmasını söyleyemem.

Brian Hill: Yalnızca birini sokmasını istedim. Basit: İki pozisyona çıkar.

Nick Anderson: Ribaundu aldım ve tekrar çizgiye geldim. Toplam dört faul atışı kaçırdım.

Larry Guest: Spor tarihindeki en büyük tıkanma.

John Gabriel: Kalbiniz durur.

Donald Royal: İşte böyle. Bunun ardından bir daha rekabet edemedik.

Kenny Smith: Dördüncüyü kaçırınca, tepeden geldim, ribaundu aldım, topun bizde olduğundan emin oldum ve molayı aldım.

Nick Anderson: İnsanlar unutuyor, 25, 23 sayı falan öndeydik. Ama sonra olay buraya geldi ve, bir şey, başka bir şeye sebep oldu.

Donald Royal: Kendi sahanda, kendi bençinin önünde, 4 kere üst üste? Bunun olmayacağına dair tüm maaşıma iddiaya girerdim ama, diyelim ki yaptı, o zaman ne olacak? O sizin takım arkadaşınız …

David Steele: Kenny Smith üçlüğü soktu ve maçı uzatmaya götürdüler.

Rudy Tomjanovich: Topu oyuna sokmak ve bir şut bulmak zorundaydık. Smith tepeye doğru hareketlendi, boşluk buldu ve şutu soktu.

Kenny Smith: Şut için hareketlendim, Penny karşımdaydı. Benden çok uzundu ve çemberi göremiyordum. Cidden hiçbir şey göremiyordum. İlahi bir müdahale gibiydi — dümdüz yukrı sıçramak yerine, sıçradı ve kaydı. Bir an için çemberi bölük-pörçük gördüm. Şutu çıkardım ve topun iyi gittiğinden emindim.

Pat Williams: Top fileden geçtiğinde, bütün salon sessizliğe büründü. Ölüm sessizliği. Ve uzatmalara gidiyorduk.

David Steele: Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum:

Donald Royal: Her şey berbat bir film gibiydi.

David Steele: Olajuwon’ın kaçan bir şutu tiplemesiyle, son saniyede kazandılar.

Donald Royal: Basın maçtan sonra her şeyi didik didik etti, Yüce İsa. Anderson soyunma odasında yanımda otururdu. “Tanrım, beni burdan al” diyordum içimden.

Alex Martins (halkla ilişkiler, Orlando Magic): Soyunma odasına doğru yürürken, bütün sezon olmadığı şekilde bozguna uğramış hissettiğimi çok net bir şekilde hatırlıyorum.

Anfernee “Penny” Hardaway: Nick’in kendine çok güvendiğini biliyorduk. Bir Chicago çocuğu olarak, onun çok sağlam birisi olduğunu biliyorduk; böyle olunca, diğer maçta geri döneceğini ve olanları telafi edeceğini düşündük. Ve ona hiçbir şey demedik. Serinin bittiğine dair bir fikre kapılmamıştık.

Nick Anderson: Bununla başa çıkabildim. Yıllardır bu konuyla ilgili konuşmadım, ama duygusal ve zihinsel olarak, uzun süre canımı sıktığını söyleyebilirim. Maçı benim yüzümden kaybetmişiz gibi görünüyordu. Benim yüzümdendi. İnsanların o dönem yazdıkları yazıları unutmayacağım: “Tuğlacı Nick”, “Tıkanan Nick”. Genç bir oyuncu olarak, bu olay benim oyunumu değiştirdi. Artık daha az agresiftim, çünkü sürekli “Ya kaçırırsam?” diye düşünüyordum. Yıllarca benim huzurumu bozan bir durum oldu bu.

Dennis Scott: Nick post up yapan, hücumu sürükleyen bir oyuncuydu — deplasmanda 50 sayı atardı! Sezon boyu 60 ila 90 arası üçlük kullanırken, 200-300 tane kullanır hale gelmişti. Bu faul atışlarının oyununu ne kadar değiştirdiğini görebilirdiniz. Artık faul almak istemiyordu.

Brian Hill: Bunun için Nick’i suçlayamam. Kariyerinin geri kalanı boyunca bu olayın kafasına takıldığını biliyorum, ama böyle şeyler olabiliyor.

David Steele: Bence bu onları, tecrübeli bir takıma kıyasla daha fazla etkiledi. Onları sersemletti. Shaq ve Penny toparlanıp 2. maçta iyi oynadılar, ama bence diğer bazı oyuncuları şaşkın vaziyetteydi ve bu tecrübe eksikliği onları etkiledi. İlk maçı kazanmak, genç bir takımın özgüveni için büyük önem taşıyordu, kaybedince de tam tersi oldu.

Brian Hill: İlk iki maçı içerde kaybettikten sonra, oyuncuları kalan 5 maçın 4’ünü kazanmaya inandırmak çok zordu. Bunu onlarda görebiliyordum.

Donald Royal: Nick Anderson, Houston’da bir Ferrari almıştı ve o arabayla ufak bir tur bile atmamıştı. “Neden Finaller esnasında, Houston’da 150 bin dolarlık bir araba alıyorsun ki?” diyorduk. Bu rahatlamaya yönelik hareket iyi değildi; Houston taraftarı, kamuoyu bunu gördü ve üstümüze geldi. Ama bizim konuyla alakamız yoktu.

Richie Adubato: Üçüncü maçı kaybettik, sonra dördüncü maçta, profesyonellerin başına gelmeyeceğini düşündüğün şeylerden birisi oldu. Birkaç isabet buldular, sonra biz de panikleyip düşündük ve şunları aklımızdan geçirdik: “Geçirdiğimiz harika sezonun ardından, şu anda 0-3 gerideyiz. Süpürülme ihtimalimiz bulunuyor.” Sonra herkes durumu toparlamak için bire bir oynamaya başladı. Sonuç olarak da, bizi dördüncü maçta fena yendiler.

Donald Royal: Her tarafım konfeti olmuştu. Soyunma odasına gittim ve onların kutlama sesleri geliyordu. Öyle yüksekti ki, başka bir şey duyamıyorduk. Öyle olunca “Hadi buradan defolup gidelim” dedik. Sonunda otobüse bindik, ama yol tıkalıydı, çünkü herkes kutlama halindeydi. Bir süre sonra otobüsün içinde bizim olduğumuzu fark ettiler. İnsanlar yumurta fırlatmaya, süpürge atmaya filan başladılar. Orada durup da iki saat trafikte kalmak ve taraftarlardan o muameleyi görmek korkunçtu.

Anfernee “Penny” Hardaway: Söylemesi zor, ama onlardan daha iyi olduğumuzu düşündüğümüz bir takım tarafından süpürülmüş ve hissizleşmiştik. Bu işler böyle oluyormuş. Yeniden bir araya gelip, daha sonra ne olacağını göreceğimizi düşünüyorduk. Her sene Finaller’i göreceğimizi ummuyordum, ama sonunda bir yüzük kazanırız diyordum.

Rudy Tomjanovich: Çok şaşırmıştım. Seri bittiğinde Brian Hill’e, aslında serinin hakkının bu olmadığını söylemiştim.

Donald Royal: Şampiyon olmak için çok gençtik. Ne gerektiğini bilmiyorduk, ama yeteneğimiz ortadaydı.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Bize muhalif olanların ne demek istediğini o zaman anlamıştım. Çok gençtik. Çok deneyimsizdik. O zaman, koç ve yardımcıları ne yaparsa yapsın, takım geri dönemezdi. O kadar şey görmüş-geçirmişliğimiz yoktu. Shaq hazırdı, ama takım o iki yenilgiyi kaldıramamıştı.

Brian Hill: Bugün hâlâ, eğer ilk maçı kazansaydık, seriyi alırdık diye düşünüyorum.

Anthony Bowie: Dürüstçe söylemek isterim ki –ki bunu benden başkası savunmayabilir– eğer Scott Skiles takımda olsaydı, ve Houston’a karşı oynasaydı, kolayca kazanırdık. Sahada Scotty Skiles gibi sert ve sağlam bir generaliniz olduğu zaman, işleri halletmenin bir yolunu bulursunuz.

Brooks Thompson (guard, Orlando Magic): Dördüncü maçın ardından, onların kutlamalarını izleyip “Önümüzdeki sene orada biz olacağız” deyişimizi hiç unutmuyorum.

Anfernee “Penny” Hardaway: Rockets’a, hem de süpürülerek kaybetmek, ağzımızda acı bir tat bırakmıştı ve Chicago’nun önümüzdeki sene geri döneceğini biliyordum.

Brian Shaw: LeBron’un Cleveland’dan ayrılıp Miami’ye gittiğinde “Sadece 1 şampiyonluk kazanmayacağız; 2, 3, 4; belki 5, 6, 7…” demesini hatırlarsınız. O takım da aynı öyle hissediyordu. Yıllar boyu başarılı olacağımızı düşünüyorduk, ama olmadı.

Brian Hill: Sonraki sezon gerçekten kendimize geleceğimizi ve yine şansımızı deneyeceğimizi düşünüyordum.

BÖLÜM 8: Çatırdamalar

Orlando, O’Neal’ın bilek sakatlığı sebebiyle 20’den fazla maç kaçırmasına rağmen 1995-96 sezonunda 60 maç kazandı. O sezon, bazı akılda kalıcı anlara sahne olmuştu: Mesela, takımı Allentown, Pennsylvannia’da mahsur bırakan ve Susam Sokağı ekibi ve Marilyn Manson ile aynı otelde kalmaya mecbur kılan fırtına. Playofflar’a girerken, takım kendisini, Michael Jordan’ın dönüşünden sonra 72-10’luk derece ile normal sezon galibiyet rekorunu kıran Chicago Bulls ile aynı rotada bulmuştu. 

Brian Hill: Shaq bilek kırığı yüzünden ilk 22 maçı kaçırmıştı. İnsanlar yüzde 50’nin üstüne çıkamayacağımızı söylemesine rağmen Jon Koncak pivotumuzken 17 galibiyetimiz vardı. Sezon sonunda O’Neal 28 maç kaçırmıştı, ama biz yine de 60 galibiyeti bulmuştuk.

Jon Koncak: Ben biraz oynama şansı bulmuştum. İyi başlamıştık. Shaq döndüğünde iyi bir pozisyondaydık.

Joe Wolf (pivot, Orlando Magic): Philadelphia’ya uçmamız gerekiyordu, biz havadayken Nor’easter fırtınası çıktı. Philly’ye varabileceğimizi düşündük — ama uçak Allentown’a inmek zorunda kaldı. Havaalanına vardığımızda, Holiday Inn’e ulaşacak kadar şanslıydık, sonraki 2-3 günü de karlar içinde geçirdik.

Jon Koncak: Odama gidip uzanmıştım, sonra Joe Wolf’un seslendiğini duydum: “Hey, gel gidip bir şeyler yiyelim, ya da bira içeriz falan.” Bara indik, takımın yarısı zaten oradaydı.

Richie Adubato: Bara girdik, üç grup vardı: Marilyn Manson ve etrafındakiler, Susam Sokağı Buzda tayfası, ve biz. Karışıma bak. Shaq içeri girdi, o Marilyn Manson’ı tanıyordu. Ona doğru gitti ve adama kürdan mualemesi yapıp havaya kaldırdı.

Joe Wolf: Koç Hill şöyle demişti: “Birkaç gün bu durumda kalacağız. Keyfinize bakın.” Ve bu olay, sezonun ortasında takım içi bağları güçlendirmek için bir fırsattı. Dışarı çıkamıyorduk. Her yer bembeyaz kardı. Yine de sokakta biraz eğlendik: Futbol oynadık, beraber yemek yedik, şakalaştık.

Donald Royal: Barda bütün kasaba ile birlikte oturuyorduk. Sanırım oradaki her şeyi içip bitirdik.

Anthony Bowie: Er ya da geç, ellerindeki yemek tükenecekti. Oradan çıkma imkanı bulsak iyi olurdu.

Tom Sterner: Polis, kar küreme aracıyla gelip bizi havaalanına götürmüştü, çünkü lig yönetimi maç için Florida’da olmamızı istiyordu. Sabah 11’de yola çıktık, 2’de vardık, akşam 7’de maçtaydık.

Brian Schmitz: Penny kendi imajını oturtmuştu ve Lil’ Penny oyuncağı ve diğer başka reklamlar başarıya ulaşmıştı. Ortada daima, aslında Shaq’ın esas oğlan olduğuna dair gizli bir eğilim vardı. Bence Shaq, Los Angeles’ta Kobe ile arası bozulduğundaki gibi, en sonunda onun kazandığı başarılardan rahatsız oldu.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bilmiyorum, belki bu açıdan bakıyordu. Bana hiç böyle bir şey demedi.

Horace Grant: Ego, ego, ego. Bu iki yeteneğin bir araya gelip de bir şampiyonluk kazanamamış olması utanç verici. Olması gereken buydu. En iyi park yerini kapmak veya reklamda oynamak değil.

Shaquille O’Neal: Bence oyuncuların birbirini sevmek zorunda olduğu, yanlış bir kanı. Anahtar kelime, saygı. Beni sevmemen önemli değil, ama bana saygı duymak zorundasın.

Dennis Scott: Kariyerinin başlarında Shaq’ın medya ile arası limonîydi, Hayat tarzımız ve arabalarımız hakkında yazılar yazıyorlardı. Bu saha dışıyla ilgili bir durumdu ve Shaq’ın canını sıkıyordu.

Richie Adubato: Eğer bir takımda iki yıldızınız varsa, ve bunlar Shaquille O’Neal ile başka biriyse, Shaquille O’Neal her zaman esas oğlandır.

BÖLÜM 9: MJ’in İntikamı

Orlando 1995-96 sezonunu 60-22’lik dereceyle bitirdi — Bulls‘un 72-10’un ardından gelerek, konferansta ikinci oldular. İlk iki turda Pistons ve Hawks‘la oynadılar, yalnızca bir maç kaybettiler. Ardından tekrar kendisi gibi oynamaya başlayan Michael Jordan ve Bulls’un karşısına geldiler.

Donald Royale: Michael en iyi halindeydi. Olay bitmişti. Bildiğimiz her şey bitmişti.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bir amaca kitlenmişlerdi. Dennis Rodman’ı almışlardı ve rakiplere acımasızca saldırıyorlardı. Onları yenmeye gücümüz yetmezdi.

Jon Koncak: Horace’ın sakatlanmasının ardından, şansımız hiç kalmamıştı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Michael tüm sezonu oynamıştı. Herkese feci şekilde meydan okuyorlardı; ki bunu hiç yapmamışlardı, çünkü onlar hep en iyisiydi.

Brian Hill: Hedefe kitlenmiş olan adam Jordan’dı. Jordan çok rekabetçiydi ve önceki sezon onun çok canını sıkmıştı. O sezon izleyebildiğim her Bulls maçını izledim, çünkü onlarla Doğu’dan çıkmak için savaşacağımızı biliyordum. Takımı daha arzulu kılmaya çalıştığı, yeterince sağlam oynamadıklarında onlara bağırıp çağırdığı maçlar vardı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Beni çoğunlukla Scottie Pippen savundu. Sizi nasıl rahatsız edeceğini biliyor. Sizi nasıl zayıf elinizi kullanmaya zorlayacağını ve güçlü taraflarınızı kullandırmamayı iyi biliyor. Harika bir savunma takımıydılar; yani onu geçsen, karşına başka biri çıkardı. Nerdeyse ‘Penny ve Shaq kuralları’ var gibiydi: “Bu adamlara geçit vermiyoruz. Geçen sene onlara istediklerini yapma izni vermiştik.”

Joe Wolf: Birkaç maç alabileceğimizi, ritm bulup onları çözeceğimizi düşünmüştük. Gerçekte ise, onlar zaten bizi çözdüklerini bilerek seriye gelmişti ve bize üstünlük kurdular.

Michael Jordan: 1995’te kaybetmek bizi motive etmişti. Meydan okumayı gördük. Ve onun önüne çıktık; yüzleştik ve zafer bizim oldu. Bu bir Michael Jordan olayı değil. Bence bununla iftihar edecek olan bütün takımdır, yalnızca Michael Jordan değil.

Anthony Bonner (forvet, Orlando Magic): Bilmediğimiz bir şeyler vardı. Şimdi geri dönüp bakınca görebiliriz sanıyorum. O zaman bilmiyor olabiliriz, ama vardı bir şeyler; çünkü bu takımın bir şampiyonluk kazanması gerekiyordu.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bir adım geri attığımızı düşünüyordum. Sakatlıklar yaşansa da, o sezondan memnunduk. İşleri biraz daha sıkılaştırabiliriz, çünkü hâlâ çok genciz. Hâlâ büyük bir şansımız var, diyordum.

BÖLÜM 10: Shaq Şoke Ediyor

1996, Serbest oyuncular için sembol bir yıldı. Jordan, Reggie Miller, Dikembe Mutombo, Juwan Howard, Alonzo Mourning ve daha birçok oyuncu, o yaz serbest kalmıştı. Hiçbiri –o anda 33 yaşında olan Jordan bile– O’Neal kadar açgözlü değildi. 24 yaşındaydı ve –henüz en iyi haline yakın bile değildi– alacağı paranın sınırı yoktu. O’Neal çaylak kontratından çıkıyordu, ve Magic’in sınırlı serbest oyunculara  Yine de, O’Neal Orlando’da kalmayı bekliyordu.

Leonard Armato: Shaq bana “Orlando’da kalmak istiyorum” demişti. Herkes, onun L.A.’e gelmesini istediğimi düşünüyordu. Aklımın bir köşesinde, eğer L.A.’e gelirse güzel olur diyordum; Orlando’da kalmak istiyorsa da sorun yoktu.

Jerry West (genel menajer, Los Angeles Lakers): Los Angeles’ta, takım sahibimiz Jerry Buss, her zaman bizi şampiyonluğa götürecek oyuncuları elde etmek ister. Shaquille’in kalibresinde bir oyuncuya sahipseniz de — onun maçları domine etme kabiliyeti ve o dönemin en yıkıcı gücü olması eşsiz bir şeydi. Bu tip fırsatlar çok sık gelmez.

Shaquille O’Neal: Amcam Jerome benimleydi. Orlando ile bir görüşmemiz oldu. “İstediğimiz bu” şeklinde bir tavrımız vardı. Reddettiler. Sonra Bay Jerry West ile görüştük. Kabul etti. Ben de o günü arkamda bıraktım. Boş işlerle uğraşmıyordum.

Jerry West: Shaquille’le konuşmak istediğim hususlardan biri şuydu: Burada birçok şampiyonluk kazandık, harika takımlar ve harika oyunculara sahip olduk. Belki burada, Orlando’dan daha iyi olabileceğimiz için onu almakta ısrar ettim. Ona kazanma şansı sunabilecek oyunculara sahip olduğumuzu hissediyordum.

John Gabriel: O yıl Alonzo Mourning 105 milyona imza atmıştı. O’Neal’ın temsilcilerinin bundan fazlasını istediğini biliyordum. Shaq’ın kariyerinin erken dönemleriydi ve henüz gerçekten bir şey kazanmamıştı. Kimse onun yeteneklerinden şüphe etmiyordu, ama bu, market değerini tartışmak adına mantıklıydı. Genç bir kulüptük ve eyalet vergisi ödememe gibi bir avantaja sahiptik.

Shaquille O’Neal: Yeterince çabuk karşılamadılar. Bırakın karşılamayı, teklifi başta yapmalısınız. Herkes kalmak istediğimi biliyor. Kocaman bir evim vardı. Bunu bırakmak istediğimi mi düşünüyorsunuz? İşler planladığım gibi gitmemişti.

Leonard Armato: Orlando Sentinel‘de şöyle bir anket vardı: Shaq, maksimum kontrat almalı mı? Sonuçlara bakılırsa, bunu hak etmiyordu. Magic 4 yıllık bir anlaşma öneriyordu. Maksimum vermiyorlardı. 4 yıl diyorlardı ve karar verme sırası bizdeydi. Penny için maaş boşluğu bırakmak istiyorlardı. Bunun gerçekten Shaq’ı hayal kırıklığına uğrattığını düşünüyorum. Anket sonuçları ortaya çıktığında ve Magic’in ona 7 yıllık maksimum kontrat sunmadığını gördüğünde o da diğer seçeneklere bakmak istedi. İşte o zaman da Lakers “Şimdi onu almak için ne gerekiyorsa yapacağız” tutumunu almıştı. Görüşmelerin uzun sürmemesinin sebebi buydu.

Dennis Scott: Bu olay bana ve bütün basketbol ortamına şunu gösterdi: Bu küçük şehir, basketboldan anlamıyor.

Shaquille O’Neal: Magic 80 milyonluk bir teklif yaptı ve billboard’lara “Kimse 100 milyon etmez” yazdırdı. Jerry West de bunun üstüne “Ne istersen vereceğim” dedi. Ve sonra, ki bu manyakça, Orlando’ya dönüp 80 milyonu alacaktım. Bu Juwan Howard’ın 101, Mourning’in ise 105 milyon aldığı zamandı. Biz de John Gabriel’i aradık, o da iyi konuşmadı, ve Jerry West “Sana şu anda 98 milyon verebiliriz, ama muhtemelen bir şeyler daha çıkabilir” dedi. Beni sonra –sabaha karşı 3 filandı– aradı ve “Sana 120 milyon vereceğiz” dedi. Ben de “O zaman görüşelim” cevabını verdim.

Jerry West: Lig yönetimi tarafından arandım ve şanslıyız ki, Vancouver ile (George Lynch ve Anthony Peeler’ı draft hakları karşılığı gönderme üzerine) anlaştık, çünkü bir oyuncuyu geri almamız gerekmiyordu. Bu bize avantaj sağladı ve O’Neal ile anlaşmayı tamamladık.

Brian Schmitz: Takım sahibi Rich DeVos, Shaq’a ederinden az mı değer biçti? Evet. Şurası açık ki, ona sundukları ilk tekliflerde, bu genç çocuğa çok fazla para vermek istememişlerdi. Ki Miami Heat, Alonzo Mourning’e 100 milyon vermişti.

Donald Royal: Serbest oyuncu olma zamanı geldiğinde ve sizi draft eden kulüp, sizi tutmak için her şeyi yapmak istemediğinde, siz de “Bu da ne demek?” diyorsunuz. Magic sinirliydi, “Yeteneklerinin üstüne düşmüyorsun” diyorlardı. Reklamlara zaman harcıyordu, Shaq-Fu oyunu, diğer şeyler… Hepimizin öğrendiği gibi, gerçeklikten uzaktı.

Pat Williams: Kararını verdiğinde olay bitmişti. Gidiyordu. Bizimle konuşacak bir şeyi yoktu. Ama buradaki evini kapatmadı. Ailesi burada. Burayı hiç terk etmedi.

John Gabriel: Uygun hızda ilerlediğimizi düşündüğümüz bir sürecin içindeyiz sanıyorduk, ama bu süreç, Jerry West’e, O’Neal’la imzalayıp onu batıya getirecek takası yapmasına yetecek bir süreydi.

Jerry West: Sanırım Armato’da Shaquille’i buraya getirme düşüncesi vardı, ama uzun süre, bu konuda belirli bir işaret yoktu. Sadece insanları sıkıştırmaya çalışıp “Hey, bakın, eğer biz devreye girersek, buraya gelmeyi düşünür müsünüz?” diyorduk. Vlade Divac’ı takas ettiğimizde, neyi başarmaya çalıştığımız hakkında ciddi olduğumuzu biliyordu.

Leonard Armato: Her zaman, Los Angeles’ta oynarsa iyi olacağını düşünmüşümdür. Orada yaşadım ve oralarda tanınan biriyim, ama onu gitmek istemeyeceği bir yer için zorlayacak değildim. Bir temsilci olarak göreviniz, müşterileriniz için en iyisi neyse, ne istiyorlarsa onu yapmaktır.

Pat Williams: Bu, Divac’ı takasladıkları yıldı ve oradan ilk tur pick’ini almışlardı; Charlotte’un hakkı olan bu pick ile Kobe’yi draft ettiler. Bu, Jerry’nin en güzel ânıydı. Onun imzası olan, fevkalade bir yönetim başarısıydı.

Jerry West: Ona “Kişiliğinle Los Angeles’a aitsin” demiştim. O’Neal’ın açıkça, diğer oyuncuların aklına bile gelmeyecek şeylerle ilgilenmeye niyeti vardı. Filmler — Clark Gable olmak istiyordu.

Shaquille O’Neal: Zaten oyunculuğu seviyor ve rap yapıyordum. Yazın bunlarla ilgileniyordum. Bunları yapabilmem benim için bir şanstı, ama asıl sebep bu değildi. Sebep, 120 milyondu. Ben bir işadamıyım. Başka bir sebep yoktu.

Jerry West: Jerry Buss ve ben, bunun bir basketbol oyuncusu için görülmemiş bir miktar olduğuna dair birçok kez konuştuk. Ama bir oyuncu, kulübün kaderini değiştirebilir.

John Gabriel: Lakers’ın en büyük parayı verdiğini anladığımızda, takım sahipleri O’Neal’ın temsilcileriyle görüşmek üzere Atlanta’ya gitti. Ama biz Orlando’ya geri döndüğümüzde Reebok, basın toplantısı için duyuru yapmıştı bile.

Anfernee “Penny” Hardaway: Olimpiyatlar için Atlanta’da bir basın toplantısındaydım ve birden Shaq’ı kaybetmenin nasıl bir his olduğuyla ilgili bir soru geldi. Dumura uğramıştım. Olayı böyle öğrendim.

Nick Anderson: Hiç unutmuyorum: Evde, kanepede oturmuş, Olimpiyatlar’daki atletizm yarışlarını izliyordum. Sonra basın toplantısı başladı ve Shaquille O’Neal elinde Los Angeles Lakers formasını tutuyordu. O esnada telefonum çalıp durdu. Babam şöyle demişti: “Şampiyonluklarınızın Los Angeles’a gittiğini biliyorsun, değil mi?”

Horace Grant: Haberlerde görmüştüm. Mike Tyson’dan yumruk yemiş gibi hissediyordum. O boyutta, o dominantlığa sahip bir adam, en iyi halindeyken ayrılırsa, bunu telafi edemezsiniz.

Anfernee “Penny” Hardaway: Harap olmuştum. Olimpiyatlar’da oynamak zorundaydım ve artık Magic’in eski Magic olmayacağını biliyordum. Onun yerini doldurmanın imkanı yoktu. Kahrolmuştum, çünkü birlikte büyük işler yapacağımızı hissediyordum. Ve o gitti. Böyle oyuncular için Los Angeles’a gitmenin harika olacağını anlıyorum. Kobe gençti ve Lakers, yıldızları için destek kuvvet arıyordu. Bunun sorun çıkaracağını biliyordum.

David Steele: Rich DeVos, Shaq veya Dwight Howard gibi bir oyuncuyu elde tutacak biri değildi. Şunu diyecek bir adamdı daha çok: “Eğer Orlando’da kalmak istemiyorsan, ne yapmak istiyorsan onu yapmanı isteriz.”

Anfernee “Penny” Hardaway: Shaq’ın Orlando’da yeterince takdir edildiğini sanmıyorum. Taraftarlar bu konuda gerekeni yapmadı. O döneme bakınca, faul atışlarının büyük bir sorun olduğunu görüyoruz. Shaq faul atışlarını sokamıyorken nasıl şampiyon olabiliriz? Maçın sonunda ona faul yapıyorlardı, maçı kaybediyorduk; serbest oyuncu olduğunda da taraftarlar bunu dillendirdi. Bence bunun, Lakers’a gitmesinde payı var.

Horace Grant: Lakers’a imza atmadan önce beni aradı — ama ben ona dönmedim. Bugün diyorum ki, keşke onu geri arasaydım; belki hâlâ Orlando’da olurdu.

Shaquille O’Neal: Ayrılmam bir talihsizlikti. Eğer devam etseydim, en az bir şampiyonluk kazanırdık. L.A’de yaptığımız gibi üçleme olur muydu bilmem ama, bir tane kazanacağımızdan eminim.

Nick Anderson: Etrafta bir cenaze havası vardı. Kalbim kırılmıştı. Her zaman geçmişe bakıp “Ya böyle olsaydı…” diyebilirsiniz tabii.

Shaquille O’Neal: İlk başta “Doğru kararı mı verdim?” diye düşündüm. Ama üç yıl üst üste yüzüğe ulaştığımda, artık doğru kararı verdiğimden emindim. Genç bir oyuncu olarak, L.A’e gitmeye niyetsizdim diyebilirim, çünkü kendi izimi bırakmak istiyordum. Orlando’daki adam olmak istiyordum. Yalnızca Magic formasıyla görülmek istiyordum. Ama ilerde Lakers efsaneleri arasında anılacak olmak da büyük bir onur. Ama başta, ilk ayrıldığımda, yanlış karar verdiğimi düşünmüştüm.

David Steele: Bunun birçok Orlando taraftarının kalbini kırdığını düşünüyorum. Bazı insanlar –uzun yıllardır Magic taraftarı olanlar– hâlâ bunu aşabilmiş değil.

Donald Royal: Kendime şöyle diyorum: “Nasıl olur da Koca Adam’ın hiçbir şey bırakmadan gitmesine izin verirsin?”

Brian Schmitz: Herkesin gözü Shaq’ın üstündeydi; çünkü dört yılın ardından ayrılmıştı ve bundan sonra ne zaman Orlando’ya gelse yuhalanacaktı. Çoğu taraftarın gözünde artık kötü adamdı.

Donald Royal: O buraya geldiğinde tüm Orlando şehri parasını takıma dökmeye başlamıştı ve bütün oyuncular onun burada olmasından faydalanmıştı. Fakat o gidince, büyük bir kara delik oluştu.

Kenny Smith: Eğer 1995’te şampiyon olsalardı, Los Angeles’a gitmezdi. O zaman oraya Disney World değil, Shaqland derlerdi zaten. Şehrin ismi toptan değişmiş olurdu.

Donald Royal: Hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz takas edilmiştik. Ben Felton Spencer’la Golden State‘e gönderilmiştim. O noktada –O’Neal’ın ardından– hiçbirimize para verilmeyecekti.

John Gabriel: Onu almak ne kadar heyecan verici idiyse, kaybetmek de o kadar büyük hüsrandı. Bunun üstesinden gelmek uzun zaman aldı.

BÖLÜM 11: Ayaklanma

Magic’in O’Neal’sız ilk sezonu, ‘Brian Hill’e karşı isyan’ olarak nitenebilecek olay gerçekleşmeden önce 24-25’lik bir dereceyle başlamıştı. Richie Adubato’nun Brian Hill’in yerini almasının ardından 1997 Playoffları’na yükseldiler ve ilk turda Miami’ye elendiler. Sonraki sezon Chuck Daly yeni koç olurken, Hardaway diz sakatlıkları yüzünden yalnızca 19 maça çıkabildi. Asla tamamen düzelemedi. O esnada O’Neal, Lakers‘ta Kobe Bryant ile birlikte kazanacağı şampiyonluklara doğru ilerliyordu.

John Gabriel: Bu işlerde erken öğrendiğim bir şey varsa, o da eğer takımın belli bir seviyeye geldiyse, sonrasında takımı yenilerken veya yeniden yapılanıyorsan dikkatli olman gerektiği. Shaquille’i kaybettiğimizde, takımı mümkün olduğunca korumaya çalıştık ve Penny’nin gelişmesini bekledik.

Anfernee “Penny” Hardaway: Durumu olumlu karşılamaya çalıştım, ama Shaq’sız işlerin zor olacağını biliyordum. Onun ayrılışıyla ilgili söyleyeceğim tek kelime, ‘Yıkım’ olur. O kadar mühim birini kaybedemezsiniz.

Larry Guest: Penny koç harcayan biri haline geldi. Koçlar için, medya için, hattâ insanların çoğu için onunla geçinmek çok zordu. Ya o, ya da hiçbir şey. Bir maçın ardından Brian Hill ona patladığında, alttan almadı. O zamanın NBA’i için alışıldık bir manzaraydı bu.

Brian Schmitz: Olay soyunma odasında geçiyor: Takım, artık Brian Hill için oynamamaya karar veriyor. Takımın her şeyi boşverip, hiç savunma yapmadan bitirdiği bazı maçlar oldu.

David Steele: Oyuncuların kendilerini vermediğini anlıyordunuz. All-Star arasından döndüler ve bir yenilgi serisi yaşandı, oyuncular aradan önceki gibi konsantre olmuyordu. Brian becerebilecek mi diye merak etmeye başlıyordunuz.

Brian Schmitz: Peter Vescey, Brian Hill’in kovulacağını yazmıştı. John Gabriel onu bir odaya çekti ve ona ne yazacağını anlattı. Brian’ı hemen kovmadı, ama bir şeylerin olacağı açıktı.

Tom Sterner: Chicago’daydık, Brian geldi ve “Hey, sanırım kovuldum” dedi.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Normalde yaptığımız şey, Koç’un odasına gidip kaseti izlemektir. Ama birileri Peter’ın koç ve diğer kurmaylarla ilgili yazdıklarından bahsetti ve biz de onu izlemek için televizyonu açtık. Dinledikten sonra birbirimize bakmaya başlamıştık.

Brian Schmitz: Bütün oyuncular bu işin içindeydi. Horace Grant bugün bile hocaya karşı yapılan bu ‘darbe’den dolayı pişman. Bunun bir parçası olduğu için gurur duymuyor.

Anfernee “Penny” Hardaway: Ben yalnızca takımla birlikte hareket ettim. Ben dürüstçe, bir takım oyuncusuyum. Oybirliğiyle alınmış bir karardı ve biz de buna göre hareket ettik. Kimse kimseyi bir şeye zorlamamıştı.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Kırılma noktası, iki maçlık deplasman turunda gerçekleşti. Chicago’nun ardından Charlotte’a gitmiştik ve her saniye bir saat gibi geçiyordu. O zaman Brian Hill’e saygım artmıştı. Charlotte’a uçtuğumuzda, bir toplantı yapıldı ve bize şöyle dedi: “Bu maçı kazanmak için koçluk yapıyoruz ve her zaman yaptığımız gibi her şeyimizi vereceğiz. Benim veya diğer koçların kovulmasından endişe etmeyin. Oraya çıkıp işimizi yapacağız.”

John Gabriel: Yaptığımız en zor şeylerden biriydi. Ama bir noktada değişime gitmeniz gerekiyor. Bunun galibiyet veya mağlubiyetle ilgisi yok, oyuncular liderliğe cevap vermiyordu. Böylece biz de değişime başvurduk.

Brian Hill: İşin bir parçası bu da. Daha sonra basın toplantısında söylediğim gibi, DeVos ailesine bu fırsat için teşekkür ediyorum. Yedi yıl buradaydım –üçü asistan koç, dördü koç olarak– ve belki çocukların yeni bir sese ihtiyacı vardı. Kimse hakkında kötü düşüncem yok. Eğer yılın sonuna kadar beklesek, işler herkes için daha iyi olabilirdi. Ama tek başa çıkabilme yolum da buydu.

Tom Sterner: Birkaç oyuncuyla konuşup sorunu bulmaya çalıştım: “Problem nedir? Neden bize daha erken gelmediniz? Neden açık bir diyalog yerine olan-biten gizlendi?” Sorunun kaynağını bulmaya çalıştık. Ama o noktada, artık çok geçti.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Yalan söylemeyeceğim. Kızgındım. Birbirimize duyduğumuz sevginin alttan alta böyle bir şeye dönüşmüş olmasına inanamıyordum. Oyuncuların hakkını vermek gerekirse, kimse dışarı bir şey sızdırmadı. Bir kelime bile etmediler. Düşünüyorum da, bir oyuncu-koç olarak, kulağıma bir şeyler çalınırdı herhalde.

Anfernee “Penny” Hardaway: Hassas bir olaydı. Ben kaptandım, ve kaptanlar en büyük darbeyi alır. Kaptansanız, olan bitenin sizin yüzünüzden olduğunu söyleyeceklerdir.

Tom Sterner: Brian pedala biraz fazla bastı ve ayağını orada tuttu. Ligde bunu kaldıramayacak oyuncular var. Bazıları kaldıramaz. Her oyuncunun anlaması gereken şeylerden biri, koçun onları, kazanmaya çalışmak için zorlayacağıdır. Penny bunu anladı mı, bilemiyorum. Bence Penny, kendisinde kusur bulduklarını düşünüyordu.

David Steele: Bence Penny, medya onu hedef gösterdiği için suçlandı. Bu adil değildi. Olay sadece Penny ile ilgili değildi. Takım etraflıca bir değişim istiyordu, Penny de takımın yıldızı olarak zor durumdaydı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Rakip takımdan bir oyuncunun gelip de “Brian Hill sağolsun, asla şampiyon olamayacaksınız” demesi sıradan bir olaydı.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Bugün hâlâ ne olduğunu anlamış değilim. Bu çok, çok kötü bir şeydi, çünkü birlikte iyi şeyler yapıyorduk. Bu sanki –Jerry Springer’ı çok izlerim, o yüzden mazur görün– kardeşinin eşinle sevişmesi gibi. İnanılacak gibi değil.

Brian Schmitz: Bu gerçekten, sonun başlangıcıydı.

Richie Adubato: Kovulduğunuz zaman, tamamen demoralize olursunuz. Bu işin bir parçası olduğunu anlarsınız, ama kolay değil. Yapmayı sevdiğiniz şey bu. Hayatınız bu. Dört kez kovuldum — ikisinde kovulmam, ikisinde de kovulmamam gerekiyordu. Ama mühim değil. Dört kez cehenneme gitmiş oluyorsunuz.

Brian Shaw: Bugün hâlâ canımı sıkar. O döneme bakınca, suçlamaların çoğu, haksız bir şekilde Brian Hill’e gitmişti. Özellikle şimdi, bir koç olarak, basketbolun oyuncular üstüne olduğunu görüyorsunuz; eğer maçları kazanamıyorsanız, yerinizden olursunuz. O zamanlar, takımca bir araya gelip şöyle dediğimizi hatırlıyorum: “Hâlâ bize tesir edebiliyor mu? Yeni bir sese ihtiyacımız var mı? Çünkü çok açık, gitmemiz gereken istikamette ilerlemiyoruz.”

Richie Adubato: Gittim, “Brian, bu işi alamam. Çok zor” dedim. O da “Kabul etmelisin” dedi.

David Steele: Richie bu takımı devralacak en uygun kişiydi, çünkü o eğlenceli biri ve iyi bir koç.

Richie Adubato: Takımın başına getirildiğimde ilk maç iç sahadaydı ve oyuncular tanıtılırken yuhalandılar. Düşünebiliyor musunuz; kendi evinizde, takımınız tanıtılıyor, ve tanıtım sırasında yuhalanıyorlar?

Anfernee “Penny” Hardaway: Taraftarlar ne olup bittiğini anlamıyordu. Brian Hill’i seviyorlardı ve o bizi arka arkaya iki kez Konferans Finali’ne, bir kez de Finaller’e taşımıştı. Bütün bunlar, sahip olduları tutkunun dışavurumuydu.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Richie görevi aldığında, koçlar Brian’ın ofisini kullanmak istemediklerini söyledi. Biz de Richie’nin ofisinde, benim ofisimde ya da konferans odasında toplandık.

Richie Adubato: Sonra Playofflar’a yükseldik. Sezonu 45 galibiyetle bitirmiştik. Pat Riley’nin 61-21’lik takımıyla oynamıştık, onlarda Alonzo Mourning ve Tim Hardaway vardı. Onlara karşı oynarken, Playofflar öncesi sakatlanan Horace Grant’ten mahrum kalmıştık. Miami’deki ilk iki maçı aldılar. Topu Penny’ye attım. Onu ofisime çağırdım ve şöyle dedim: “Bak, Grant Hill’den daha iyi olduğunu düşünüyorsun; ki ben de öyle. Detroit’in Grant Hill için kullandığı 5 oyunu, yarın biz de oynayacağız. Gayet basitler, izolasyon ağırlıklı. Eğer kaybedersek, eleniriz; o yüzden her şeyimizi ortaya koymamız gerek.” Bu maçlarda 41 ve 42 sayı attı, maçları kazandık. Seri böylece Miami’deki beşinci maça kaldı. O maçta Tim Hardaway bazı çok kritik şutları soktu ve son anlarda bizi yendiler. Sonra kovuldum. Yönettiğim maçların yüzde 65’ini kazandım ve kovuldum. Chuck Daly’yi istediler.

Brian Schmitz: Chuck saçmalık istemeyen bir adamdı. Penny ve Chuck göz göze gelmezdi. Kulübün onu kovması an meselesiydi, her halükarda bu yoldan gideceklerdi, çünkü Shaq ayrıldığından beri rekabetten uzak kalmışlardı.

Larry Guest: Önünde iyi para alacağı, iki yıllık kontratı daha olmasına rağmen, Daly görevi bıraktı. Kararı açıklamasının ardından evinde 1 saat kadar bir zaman geçirmiştim. Penny, Chuck’ın eşi Terry’ye güller yollamıştı. Kadın onların Penny’den geldiğini öğrenince, kaldırıp çöpe atmıştı. Bu olay, Daly’lerin evinde Penny’ye nasıl bakıldığına dair güzel bir örnektir.

David Steele: Penny iyi bir 96-97 sezonu geçirmişti, ama sonra sakatlıklar baş göstermeye başladı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Joe Dumars — asla unutmayacağım. Bir ribaunda kalkıyordum ve o da dizini benim dizimin arkasına yaslamıştı. Bana acı verdiğinin farkında mıydı, bilmiyorum. Ve o noktadan itibaren, dizim asla eskisi gibi olmadı.

Larry Guest: Tree Rollins, Penny’yi Avrupa yapımı spor otomobillere benzetirdi: Her şey yolundayken sorun yok; ama en ufak problem ayak bağı olabiliyor.

Horace Grant: Gidin Google’dan bakın. Penny’nin videolarını izleyin. En iyi durumunda, sağlıklıyken şöyle bir adam düşünün: 2 metre, pas verebiliyor, şutu var, patlayıcılığa sahip. Eğer bu adam sağlıklı kalabilseydi, girebileceği en erken zamanda Hall Of Fame’e girerdi.

Anfernee “Penny” Hardaway: Dizim konusunda pek iyi hissetmiyordum. Patlayıcılığım azalmıştı. Koşamıyordum. Maçtan sonra, arabadan inip eve yürümem uzun zaman alıyordu, çünkü dizimi düzleştirmek istemiyordum. O kadar şişiyordu ki, doğrultunca büyük acı veriyordu. Sonraki gün gidiyordum, yenileme çalışması, antrenman, maça çık, ve maçtan sonra… dizim acıyor olurdu.

Brian Schmitz: Sıçrayamıyordu — ve bu onun en bariz kabiliyetlerinden biriydi.

Nick Anderson: Bana sahada şöyle derdi: “Dizim iyi durumda değil. Ama bana iyi olduğunu söylüyorlar.” Ona sürekli başka bir seçeneği daha olduğunu söyler dururdum. Maç kaçırmaya başladı. Önce mental açıdan onu rahatsız etmeye başladı bu durum.

Pat Williams: Gelmiş-geçmiş en iyilerden biri olma ihtimali vardı, ama diz sorunları ortaya çıktı ve bir daha eskisi gibi olamadı… Ayrıca Shaq ayrıldıktan sonra ona çok iş düşmüştü. Bence o Shaq için harika bir tamamlayıcıydı, ama düşününce, ondan çok şey beklediğimizi görüyorum.

Anthony Bonner: Eğer sakatlıklar engellemese, boyu ve yetenekleriyle, pozisyonunda tüm zamanların en iyi oyuncularından biri olduğunu konuşuyor olurduk.

Anfernee “Penny” Hardaway: Mikroçatlak ameliyatı olan ilk kişilerden biriyim. Ve bu yapılırken, doktor bana bu işlemin tam olarak ne olduğunu açıklamamıştı.Bir menisküsü tedavi edecekti ve “Eğer kariyerini uzatmaya yardım edecek bir şey yapabilirsem, bunu yapacağım” dedi. Bir delik açtı ve sonradan bana “Bu yöntemi yapabilecek biriydim” dedi. Ne olduğunu bilmiyordum. Ben o anda “Eğer kariyerim için yardımcı olacaksa, pekâlâ” kafasındaydım. O altı aylık tedavi, 1 yıl gibi geldi. Üst bacak kaslarım tükenmişti. Oradan güç alamıyordum, sonra o şekilde oynamayı denedim. Ve kariyerim o zaman çöküşe geçti. Bu 2001 gibi olmuştu.

John Gabriel: Ona uzun vadeli bir anlaşma sunma ya da onu birkaç oyuncu ve draft hakkı karşılığı gönderme aşamasındaydık. Değerlendirme halindeydik: Bu akıllıca bir yatırım mı olacak? Takım sahiplerinin bana şunları dediğini hatırlıyorum: “Sen ve Pat, bunu yapmaya hazır mısınız; yoksa Penny’nin geri dönmek isteyip, oyununu ve kulübü tekrar yükseltmeye çalışacağını mı görmeliyiz?”Anlaşma neredeyse yapılmak üzereydi ve onu arayıp bir kez daha sordum: “Bunu gerçekten yapmak istiyor musun? Magic’e dönmek istiyor musun?” Şunu demişti: “Gitme vaktinin geldiğine inanıyorum.”

BÖLÜM 12: Asla Kurulamayan Hanedan

Gerçekten başlamadan tamamen bitti. Orlando’nun Shaq-Penny dönemi 3 sezon sürdü ve o arada bir kez final gördüler. O’Neal’ın Los Angeles’a gitme kararı NBA’i, salary cap’i aşan takımlara lüks vergisi koyma konusunda ikna etmeye yardımcı oldu. Lüks verrgisi,  Jenerasyonlarının en iyi yeteneklerinden ikisinin saltanatı kısa sürmüştü, Hardaway’in sağlık durumu gittikçe kötüleşiyordu, ve Magic’in ne kadar iyi olabileceği, NBA tarihindeki en büyük soru işaretlerinden biri olarak kaldı.

Brian Shaw: Bir arada daha fazla kalamamız bir utanç. Bunu hep düşünürüm. Şampiyonluk kazanmadan önceki Bulls‘a bakın — engelleri aştılar. Önce Boston, sonra da New York ve Detroit’i aşmak zorundaydılar. Ama takım bir arada kaldı. Nihayet tepeyi aştılar ve arka arkaya şampiyonluklara ulaştılar.

Jeff Turner: Geriye dönüp bakıldığında, hepimizin bu takımın bir arada kalamadığı için pişman olduğunu düşünüyorum. Sonraki yıllarda çok iyi bir takım olabilirdi.

Horace Grant: Benim görüşüm: Birkaç şampiyonluktan daha fazlası olabilirdi.

Anfernee “Penny” Hardaway: İlk altı yıl harikaydı — hiçbir şey ters gitmeyecek gibi hissediyordum. Sonraki sekiz yıl ise tam bir işkenceydi, çünkü atletizmimi kaybetmiştim. O eski hızıma, çabukluğuma sahip değildim. Tekrar sağlıklı halime dönemedim. Kendim gibi değildim, kendimmiş gibi basketbol oynayamıyordum. Bir kabusu yaşamak gibiydi.

Shaquille O’Neal: Birçok kişi Penny’yi unutuyor. İnanılmaz bir oyuncuydu. Onunla ilgili talihsiz olan nokta, ilerde, sakatlanmaması halinde neler yapacağının bilinmemesi. Eğer sakatlanmasa neler olurdu?

Wayne Monte “Tree” Rollins: Şehrin bu sarsıntıyı atlattığını sanmıyorum — şimdi bile.

Nick Anderson: Bu konuşmayı yıllar önce Dwight Howard ile yapmıştık. Ona “Senin yaşındaki Shaquille O’Neal, hatta daha genç hâli bile, seni yerden yere vururdu” demiştim. Bana katılıyor gibi değildi. Ona şöyle dedim: “Dostum, anlamıyorsun. Sen Shaq’ı kariyerinin son yıllarında yakaladın, ama yine de ona karşı pek bir şey yapamadın. Peki ya genç Shaquille O’Neal? ‘Yardım edin!’ diye bağırmaktan başka çaren olmazdı.”

Brian Hill: Benim açımdan, Finaller’de oynamak, kariyerimin en önemli anlarıydı — Shaquille ve Penny’ye koçluk yapmak. Ve diğer çocukların gelişimine yardımcı olmak. O günlerle ilgili herhangi bir olumsuz düşüncem yok. Harika bir fırsattı ve bundan gurur duyuyorum.

John Gabriel: Size bu ligde, şu cümleleri söylemeyecek kimse yoktur: “Bana yalnızca bir fırsat verin. Kazanmak için kulübümüze bir fırsat verin.” Bu kadar ilerleyebilmek ve çok genç yaşta bunları başarmak, insanların uzun süre gurur duyacağı bir şey olacaktır.

Pat Williams: 10 yıl süreceğini düşündüğümüz bir süreç, 3-4 yıl sürdü. Görünüşe bakılırsa Bulls hâlâ iyiydi. Sonraki yıl, 1996’da, bizi darmadağın ettiler. Birkaç yıl içinde onları geçeceğimizden emin değildim. Ama takımı korursak, bir noktada bizim sıramız gelecekti.

David Steele: Geçen sene Penny ile bir maç yaptık. Kulübün 25. yıldönümü için oyuncuları çağırdık. Bu büyük bir olaydı, çünkü Penny sonradan hiçbir maça gelmemişti. O ayrıldığı zaman insanlar duygusal anlar yaşamıştı ve taraftarların muhtemel tepkisinden çekiniyordu. Taraftarlar ona büyük ilgi gösterdi.Yüzlerinden duyguları okunabiliyordu.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bu benim için çok şey ifade ediyordu, çünkü ben Orlando için kan, ter ve gözyaşı döktüm. Sahaya çıktığımda her şeyimi vermiştim, Magic’li taraftarlar tarafından alkışlanmak gerçekten beni iyi hissettirdi.

Jeff Turner: Zaman böyle yaraları iyileştirir; ve o ıslıklar unutulup, alkışa döner. Bu çok zarif bir hareketti, böylece Penny de bu olaydan sıyrılmış oldu.

Wayne Monte “Tree” Rollins: Evim halen Orlando’da. Saçımı yeni kestirdim, berberim hâlâ o günler hakkında konuşuyor. Dwight Howard dönemi hakkında konuşabileceklerini düşünebilirsiniz. Onlar da Lakers‘la yüzük için kapışmışlardı. Ama sürekli o günlerden konuşuyorlar. Çok güzel günlerdi.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!