Tanıklar Anlatıyor: Shaq ve Penny’li Orlando Nasıl Kayboldu?

08/Tem/20 10:33 Temmuz 8, 2020

admin69

08/Tem/20 10:33

Eurohoops.net

Orlando Magic 1990’lı yıllarda epey iddialı bir oluşum olmasına rağmen neden asla bir hanedan olamadı? Şahitleri aktardı.

by Jonathan Abrams, Çeviri: Cem Doğan / info@eurohoops.net

Bu yazı ilk olarak Grantland’de yayınlanmış olup uyarlanarak dilimize çevrilmiştir.

“Takım sahibimiz Rich DeVos şöyle diyordu: ‘Neden biz? Neden şimdi?’ Herkes bizim bir şampiyonluk kazanmak için çok genç olduğumuzu söylüyordu. Yeterince acı çekmemiştik. İşin sonunda acı çekeceğimizi nereden bilelim ki.”

Büyüklük onların kaderinde yazılıydı. 90’ların ortasına dönüp baktığınızda, Orlando Magic‘in Shaquille O’Neal’i ve Anfernee “Penny” Hardaway’inden daha çok şey vaat eden bir ikili göremezdiniz. O’Neal güçlü ve çevikti; ilaveten Wilt Chamberlain’dan bu yana herhangi 2.10 üstü bir oyuncuda görülmemiş bir hız ve yeteneğe sahipti — ki böyle bir formül O’Neal emekli olduğundan bu yana da görülmedi. Hardaway, Magic Johnson’dan el almış gibiydi — yeni jenerasyon NBA süperstarlarının habercisi olan, uzun ve üstün bir oyun kurucu.  Eğer ideal bir basketbol takımı kurmak istiyorsanız, biz oyun kurucu ve pivottan başlarsınız. Eğer mükemmel bir takım istiyorsanız, O’Neal ve Hardaway’le başlarsınız. Birkaç sezon önce lige giren ve ‘Yeni takım’ kimliğinden kurtulmak üzere olan Magic, elindeki birçok yetenekle ve siyah-beyaz çizgili formalarıyla uzaya fırlamak üzereydi. O’Neal ve Hardaway’in etrafı, Dennis Scott, Brian Shaw, Nick Anderson ve Horace Grant gibi yetenekli rol oyuncuları ile çevrelenmişti. Ve hep birlikte, ligin sonraki hanedanı olacak gibi duruyorlardı.

Belki lig tarihinde hiçbir NBA takımı, bu kadar pazarlanabilir iki oyuncuya sahip olmamıştı. Bu ikili Blue Chips isimli filmi çektiler ve Nike ile Reebok’ın kampanya yüzleri oldular. O’Neal kocaman bir gülüşe sahipti ve rahat kişiliği ile devasa fiziği örtüşüyordu. Hardaway daha içe kapanık, ama o unutulmaz lakap tarafından lanetlenmişti ve Chris Rock’ın sesiyle kendisine ‘trash-talk’ yapan bir alter egoya sahipti. İhtimaller sonsuz görünüyordu, şampiyonluk yüzükleri ve kutlamalar sıradan şeyler haline gelebilirdi.

Ve sonra bitti. Magic’in rekabetçi konumu herkesin tahmin ettiğinden daha hızlı sona erdi: O’Neal’in Los Angeles’a beklenmedik gidişine, koç Brian Hill’in kovuluşuna ve Hardaway’in diz sakatlıklarına teşekkürler. Takımı tekrar iddialı hâle getirmek yıllar aldı ve Dwight Howard önderliğindeki takım 2009 yılında Finaller’e ulaşsa da, 1995 ve 96’daki takım için hissedilen gurur ve hayal kırıklığı hisleri güçlü kalmaya devam ediyordu.

Shaq ve Penny’nin Magic’i, 70’lerin Blazers‘ı, 80’lerin Rockets‘ı ve 2000’lerin Kings’i gibi talihsiz bir takımdı — asla gerçekleşmeyen bir potansiyel ve asla kurulamayan bir hanedan. “Oynarken çok eğleniyorduk” diyor Dennis Scott. “Tarih yazmakla veya ne kadar iyi olduğumuzun bilinmesiyle ilgilenmiyorduk. Her şey çok hızlı olup bitti.”

Penny ve Shaq. Shaq ve Penny. Kısa bir süreliğine –ki yalnızca 3 sezon birlikte oynadılar– NBA’in çoğu, onları kimsenin durduramayacağına inanıyordu.

BÖLÜM 1: Orlando’da Büyüyen Takım

Eski Philadelphia 76ers Genel Menajeri Pat Williams, NBA’in genişleme planları doğrultusunda Florida’ya gitmek üzere Orlando’lu işadamı Jimmy Hewitt’e teslim edildiğinde, kendisi, hangi şehrin daha iyi evsahipliği yapacağını sormuştu. Hewitt, futboluyla meşhur olan Orlando’nun ismini verdiğinde, Williams şaşırmıştı. Sonraları Williams, şehre bir takım getirmeye yardım etmeye karar verdi. Orlando Sentinel gazetesi, taraftarların isim seçmeye yardımcı olması için bir yarışma düzenledi. Finale kalanlar Heat, Juice, Tropics ve Magic’ti. Şans eseri, Williams’ın küçük kızı şehri ziyaret etti ve sonra bunu ‘Sihirli’ olarak tanımladı. Bunun ardından düşünmeye gerek kalmamıştı.

Pat Williams (Genel menajer, sonradan Başkan yardımcısı): Buraya Haziran 1986’da kulübü kurmak için geldim. Hedefimiz, şansımızı deneyip NBA’i burada yeni bir takım kurmak için ikna etmekti ve başarılı olduk. Bize takımı 1987’nin Nisan ayında ihale ettiler.

John Gabriel (Yönetici, sonradan Genel menajer): Sanırım Pat ilk olarak buraya 1987 yazında atanmıştı. En başta, salon yoktu. Takım yoktu. Forma da yoktu. Her şey baştan yapılıyordu. Başlarda, hafif dalga geçerek şöyle diyorlardı: Orta Florida’da basketbol tutmaz. Burası futbol bölgesi.

Brian Schmitz (gazeteci, Orlando Sentinel): Burası üniversite futbolu bölgesiydi ve hep öyle olmuştu. Özellikle Orlando’da, olay lise üstüneydi: Florida Gators, boks, güreş ve bazı güvenilir olmayan ufak futbol takımları. Profesyonel sporlar için burası hayalet şehirdi.

John Gabriel: Draft üzerinden yapılanacaktık. Pat’in hedefi buydu: Asla draft haklarından vazgeçme.

Dennis Scott (forvet, Orlando Magic): Draft üzerinden yapılanma adına mükemmel örnektik. İlk gelen Nick’ti, sonra da ben. Ardından Stanley Roberts ve Bison Dele ile bazı kötü tercihlerden sonra, Shaq ve Penny geldi.

Nick Anderson (guard/forvet, Orlando Magic): Draft edildikten sonraki gün eve döndüm ve ahali “Bu takım NBA’de mi?” filan diye soruyordu. Ben de onlara “Evet, bu yeni bir kulüp. Lige bu yıl girecek” diyordum. Biz maça çıkana kadar bu duruma inanmadılar.

David Steele (yayıncı, Orlando Magic): Sezon öncesindeki ilk maç, Ekim 1989’da Detroit’e karşıydı. Onlar son şampiyondu ve Orlando’ya yenildiler. Tribünler çılgına dönmüştü. O gün sesim, bir hazırlık maçı için utanç duyulacak kadar heyecanlıydı.

John Gabriel: Herkes, sanki şampiyon olmuşuz gibi sahaya fırlamıştı. Chuck Daly basın toplantısında çok kibardı. Bir muhabir, lige yeni gelen takıma karşı ağırdan alıp almadıklarını sorunca, şöyle yanıtlamıştı: “Alakası bile yok, bizi fena benzettiler.”

Brian Schmitz: Kulağa eğlenceli gelebilir, ama bu muhtemelen Orlando tarihinin en önemli anlarında ilk 5’e girer. Çünkü herkes bunun bir Playoff maçı olduğunu düşünüyordu ve Pistons‘ın umrunda bile değildi.

David Steele: İlk yıllarda takımlar o kadar iyi değildi, ama çok sayı buluyorlardı ve bazı dikkat çekici karakterlere sahiplerdi — mesela Scott Skiles, Reggie Theus.

Jeff Turner: Bu rekabetçi bir gruptu çünkü hepimiz NBA’e ait olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyorduk. Ortada olgunluk yoktu, çünkü her şey yeniydi. Çok maç kaybediyorduk, ama iyi tarafı, rekabetçiydik.

BÖLÜM 2: Magic Çıkışa Geçiyor

Orlando 1991-92 sezonunu 21-61 ile bitirdi, ama daha iyi zamanlar yakındı.

Pat Williams: O günlerde, lotarya çok basitti. 66 top bir makinenin içindeydi, o kadar. O sene 66 topun 10 tanesi bizimdi. Herkes masanın altında, kendi takımlarının, arkasında Shaq’ın ismi olan formasını tutuyordu. Kartları çevirmeye devam ettiler ve, en sonunda Charlotte ve biz kaldık. Sonra Charlotte’ı da açtılar ve kazanmıştık. Heyecan verici bir andı, David Stern de bizi masada gördüğü için mutlu ve memnundu.

John Gabriel: Bu, her 10 yılda bir, üstüne düşünmeye gerek olmayan draftlardan biriydi. Çok fazla rapor ya da bu tip şey gerektiğini düşünmüyorduk.

Pat Williams: Kimseyi getirmedik. Workout’a da gerek yoktu. O adam Shaq’tı. Eğer onunla imzalarsak, takımı sürükleyecek bir oyuncu alacağımızı biliyorduk. Kendilerini ağırdan satıyorlardı. Menajeri uzak duruyordu ve herhangi bir kutlama yapmamıştı.

Nick Anderson: Babam her zaman şunu söylerdi: Eğer bir takım kuruyorsan, önce bir koca adama ihtiyacın vardır. “Ortaya koca adamı koyduğun zaman o, şampiyonluğun temel taşı olacaktır.” Shaq’ı aldığımızda, İşte, dedim, başlıyoruz.

John Gabriel: Orta Florida’da hemen, onun gelip gelmeyeceğine dair hikayeler yazılmaya başlanmıştı.

Leonard Armato (O’Neal’ın menajeri): İnsanlar onun daha büyük bir pazarda olması gerektiğini söylüyordu. Medyanın bugün dediği gibi, büyük pazarlar bir dereceye kadar önemliydi ama önemli olan, birinin etrafındaki pazarlama birleşimiydi. Daha büyük bir pazara gitmek için, Orlando’ya gitmek istemediğimizi filan söylemedik. Bunu bir fırsat olarak ele alıyorduk.

Pat Williams: Armato şöyle söyledi: “Neden onu Los Angeles’a takas etmiyorsunuz? Onu Lakers‘a takaslayın.” Şu cevabı verdim: “Leonard, bunu yapmayacağız. Onu burada başlatacağız.”

Leonard Armato: Bunu söylemedim demiyorum, fakat bunu hatırlamıyorum.

John Gabriel: Büyük bir kalabalık toplanmıştı, ve Shaq henüz Magic’in bir parçası olmak istediğini söylememişti. Podyuma çıkıp şöyle dediğini hatırlıyorum: “Mickey Mouse’un olduğu yerde kalmak istiyorum.” Ve sonra o şarkıyı söylemeye başladı. Sonra ise kalabalık delirdi.

Leonard Armato: Shaq asla L.A. veya başka bir büyük markete gitmek konusunda çok katı olmadı. LSU’da okumuştu, yani “Büyük bir pazara gitmek istiyorum” gibi bir durumu yoktu. Stratejimiz, bir yere gitmeyi zorlamak değildi. Belki Minnesota tarafından falan seçilse, o zaman “Oraya gitmek istemem” diyebilirdi.

Shaquille O’Neal: Beni drafttan birkaç gün önce oraya götürdüler. Güzel bir şehirdi. Benim için bütün olay, oraya gitmek ve ailemi oraya götürmekti. Yapmam gereken ilk şey buydu. Şöyle dedim: “Baba, emekli olman gerek. Anne, emekli olman gerek. Benimle gelin.” Biz de gittik — olaya bakın şimdi: Hyatt’ta kaldım ve 500.000 dolar falan ödedim. Ben vardım, annem ve babam, erkek ve kız kardeşlerim vardı. Oda servisi, filmler falan. Aşağı indiler, rakamları topladılar. Üç ay sonra, yarım milyon olmuştu. Muhasebecim şunu demişti: “Şu anda bu parayla bir ev alabilirsin, biliyor musun?”

John Gabriel: Daha çok Jermaine O’Neal gibi gelişmişti. Okuldan geldiğinde çok zayıftı.

Tom Sterner (asistan koç, Orlando Magic): Lige geldiği ilk zamanlar yerlere uçuyor, topları kurtarmak için koltuklara atlıyordu. Çok enerjikti.

Jeff Turner: NBA çevrelerinde bulundum ve devasa pivotlara, bütün o çok güçlü, örnek fiziğe sahip oyunculara karşı oynadım. Genç bir oğlan ufaktan geliyor, diyordum. Çok şey öğrenmesi lazım. Geldiğinde bir hazırlık maçı oynamıştık ve onun, insanların zannettiğinden daha güçlü olduğunu hemen hemen biliyordum. Ve çok hızlıydı. Ne kadar iyi bir oyuncu olacağına dair şüphe bulunmuyordu.

Shaquille O’Neal: Ellerimi kaldırdığım anda, top orada olurdu. Asla “Scott, beni ıskaladın” demezdim. Ya da Scott beni bir kere es geçtiğinde, sonraki 10 pozisyonda top bende olurdu. Gerçekten.

David Steele: Shaq ile Dennis gerçekten çok yakın arkadaşlardı ve sürekli şakalaşırlardı. Değişik değişik şeyler giyerlerdi. Shaq bir peruk takar, ya da acayip bir kıyafet giyer, otobüse öyle binerdi.

Jeff Turner: O ikisi bir araya geldiğinde doğaçlama rap yapmaya, şarkı söylemeye ve Jamaikalı taklidi yapmaya başlarlardı. Uçakta kendi alemlerinde olurlardı ve onları izlerken gülmekten ölürdük.

Brian Hill: Oyuncular için en mühim şey, ligin profesyonel tarafını anlamak için çok genç olmalarıydı — günlük rutine dahil olan çalışma etiği. Lige gelmişler, çok gençler ve büyük paralar kazanıyorlar. Ama özellikle Shaq, her zaman, diğer birçok oyuncuda görülmeyen bir olgunluğa sahipti.

David Steele: En önemli şey, Shaq’ın çaylak yılında kırdığı iki potaydı. Bir tanesi Şubat ayında Phoenix’te olmuştu. Ulusal kanalda yayınlanan bir maçtı ve potayı kırmıştı. Daha önce böyle bir şey görülmemişti ve orada kimse bu durum karşısında hazırlıklı değildi. Haliyle uzun bir süre bekledik.

Brian Hill: Bunu tebessüm ederek söyleyebilirim: Bu hep benim canımı sıkan bir şey olmuştu, çünkü oyuna bir 20-30 dakika ara verileceğini biliyordum ve bu ritminizi bozar.

David Steele: New Jersey’de bi pota kırmıştı ve neredeyse Dwayne Schintzius’un kafasına düşüyordu.

Nick Anderson: Sanırım 33-34 dakika oynadım ve 50 sayı atmıştım. Hiç unutmuyorum, Orlando Sentinel, Shaq’ın potayı nasıl kırdığından bahsediyordu ve köşeye bir yere de şöyle yazmışlardı: Ah, bu arada Nick Anderson da 50 sayı attı.

Brian Schmitz: Kim ne yaparsa yapsın, Shaq bir şekilde üstüne çıkmayı beceriyordu.

Nick Anderson: Genç bir takım olmak mevzu bahis. Gerçekten çok az deneyimimiz vardı — Playoff basketboluna yetecek kadar değil. Ama yavaş yavaş geliştiğimizi görebiliyorduk.

BÖLÜM 3: Şanslı Penny

O’Neal’ın çaylak sezonunda Magic 41-41’lik bir dereceye imza atıp Doğu’da Pacers ile birlikte 8. oldu, ama tie-break’te onlara kaybetti. Sezon sonunda Matt Goukas’ı yönetim kademesine çekip, Brian Hill’i koçluğa getirdiler. Magic inanılmaz bir şekilde ikinci yıl üst üste lotaryayı kazandı ve kritik bir kararın eşiğine geldi: Michigan’ın üst üste NCAA finalleri oynayan, göz kamaştırıcı 1 numara adayı power forvet Chris Webber’ı seçmek mi; yoksa draft hakkını takas edip, ondan daha az şey vaat eden Memphis State oyun kurucusu Anfernee Hardaway mi?

Pat Williams: 1993’teki lotaryada 66 topun içinden yalnızca bir tanesi bizimdi. Playoff’u kaçırmıştık. 1. sırada kartı çevirdiler, biz değildik. Odayı garip bir sessizlik bürüdü, çünkü herkes çok garip bir şeylerin olacağını anlamıştı. Kartları açmaya devam ettiler ve son üçe gelindi. 3. kartı çevirdiler ve Golden State çıktı, 2’den Philadelphia çıktı… ve evet, bir kez daha bizdik! Bu kez Stern bizi gördüğüne memnun değildi. Bu kadarı fazlaydı.

Anfernee “Penny” Hardaway (guard, Orlando Magic): Shaq ile, şu Minnesota’da düzenlenen Olympic Festival isimli organizasyonda beraber oynamıştık. Benim lisedeki son yılım, Shaq’ın ise üniversitedeki ilk yılıydı. Onu kimse durduramıyordu. Ona topu verin, o da bitirsin. Birlikte gayet iyi oynamıştık.

Shaquille O’Neal: Bu benim CEO mentalitem. “C-Webb’in iyi bir oyuncu olduğunu biliyorum, ama bana Penny’yi verin — Penny lazım bana.” Penny’yi seçtiklerinde, Magic ve Kareem’i düşünüyordum. Ve işe yaradı! Penny fena bir adamdı – favori oyuncularımdan biriydi o.

Pat Williams: Mantıken, her türlü Chris Webber’ı seçmemiz gerekiyordu. Yapacağımız şey belliydi. Drafttan önceki pazar, John Gabriel, Penny’den bir telefon almıştı ve Penny şöyle diyordu: “Beni almayı planlamadığınızı biliyorum, ama almalısınız. Sizin adamınız benim.” John da “Pekala, pazar günü gel ve bir workout yapalım” dedi. Draft ise ertesi gündü!

Jeff Turner: Onu drafttan evvel getirdiler; o sıralar şehirde bir sürü oyuncu vardı ve bir hazırlık maçı ayarlandı. O noktada Penny’deki potansiyeli görebiliyordunuz, gerçekten fark yaratabilecek bir oyuncu olabilirdi.

Anfernee “Penny” Hardaway: Anthony Bowie’nin beni savunduğunu hatırlıyorum. O dönemde en iyi savunmacılarıydı ve ligdeki her kaliteli 2 numaranın karşısına onu koyuyorlardı. Yöneticileri ve antrenörleri etkileyecek bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum. Sanırım o gün cephanemdeki her hareketi kullandım.

Pat Williams: Penny o gün döktürdü. O workout’ta inanılmazdı. Bittikten sona hepimiz birbirimize bakarak, “Bu konuda bir şeyler yapsak iyi olur” dedik.

Brian Schmitz: Magic o gün anlamıştı — alacakları adam buydu. Eğer Shaq, Batman ise, o da Robin’di.

John Gabriel: Penny’nin ikinci workout’tan sonra ofisime geldiğini hatırlıyorum, şöyle demişti: “Dinle, draftta ne olursa olsun, umarım iyi iş çıkarırsınız.” Kalktı, elimi sıkıp kapıya doğru yürüdü ve sonra dönüp geri geldi. “Bay Gabriel, eğer beni seçerseniz, sizi temin ederim, pişman olmayacaksınız.”

Anfernee “Penny” Hardaway: İkinci workout’tan sonra, Chris Webber’ı seçmeyeceklerini hissetmiştim.

John Gabriel: Takım sahipleriyle oturmuş, karar vermeye çalıştığımızı hatırlıyorum: Webber ve Shaquille ile bir ‘İkiz Kuleler’ mi oluşturmalıyız, yoksa bu kendine çok güvenen ve burada olmak isteyen genci mi seçmeliyiz? Birkaç kişi daha düşünülüyordu. Sonra Pat beni ofisine çekti ve şöyle dedi: “Yüreğinden geçeni yap.” Dışarı çıktım ve takım sahiplerine “Penny’yi ve draft haklarını alıyoruz” dedim.

Pat Williams: Don Nelson’la konuşmuştum ve o, Webber veya Shawn Bradley’yi istedikleri konusunda çok netti. Bir uzun istiyordu ve bizimle anlaşabilirdi. Biz de onlardan birini seçip sonra takaslamaya karar verdik. Ve Nelson bize, gelecekteki üç 1. tur hakkı ile beraber, 3. sırayı verecekti.

John Gabriel: Pat, Golden State ile, üç 1. tur hakkı alabileceği ve Penny’nin seçileceği üst sıralardan bir pick karşılığı anlaşma ayarlamıştı. Ona “Pat, Golden State‘den nasıl üç tane 1. tur pick’i alabileceksin?” demiştim. Şöyle yanıtladı: “Beş tane istedim.”

Pat Williams: Doğru; ben beş tane istemiştim ama 3 tane ile yetindim.

John Gabriel: Draftı izlemek için salonda bir parti ayarlamıştık, Pat ilk sıra seçimini aldıktan sonra, kalabalıkla muhattap olmak için o seçilmişti. Seyirciler arasından biraz yuhalama sesleri geliyordu. Şöyle demişti: “Bu yuhalamalar alkışa dönüşecek. Bir yere yaz bu dediklerimi.”

Pat Williams: Taraftarlar Webber tercihi karşısında heyecanlanmıştı. 30 dakika sonra takası açıklamak üzere geldim. Bu kez kesinlikle öfkeliydiler.

Brian Schmitz: İnsanlar bu hamleyi sevmemişti. Penny pek tanınmıyordu. Chris Webber ise, Fab Five’ın bir parçasıydı ve herkes onu biliyordu.

Pat Williams: Bana saldıracaklarını düşünmüştüm. Tam manasıyla beni aşağı indirip saldıracaklarını hissetmiştim.

Anfernee “Penny” Hardaway: Yapacağımız her şeyin ilk olacağını biliyordum –Playofflar, şampiyonluk, hangisi olursa– çünkü organizasyon işte o kadar gençti.

Donald Royal (forvet, Orlando Magic): Penny çok rekabetçiydi, çok kabiliyetliydi. Uçak ve otobüs yolculuklarında Penny’nin yanında otururdum — bazen karamsar olurdu. Onunla nasıl geçinmeniz gerektiğini bilmeliydiniz. Onu açmak, rahatlamasını ve kendisi olmasını sağlamak biraz zaman aldı, çünkü Orlando’ya ilk geldiğinde, Tanrım, kendisini izole etmişti. Çok az kişiden oluşan bir çevresi vardı, sadece o kadar.

Dennis Scott: Kendi çevresi vardı. Kendine has bir tarzı vardı, ama Penny oyunu bilen adamlara saygı duyuyordu. Penny bir basketbol dehasıydı.

Brian Schmitz: Hardaway’in çaylak sezonu, NBA’de gördüğüm en etkileyici olanlardan biriydi, ve ben 30 yıldır bu işin içindeyim.

BÖLÜM 4: Genç, Yetenekli ve Zengin

Magic oyuncuları henüz Playoff görmeyi başaramadan bir grup multimedia yıldızı olmuştu. O’Neal, Reebok’ın Nike’ı basketbol ayakkabı ve ekipmanları alanındaki tahtından indirmek için yürüttüğü (maalesef başarısız) kampanyanın yüzü olmuştu. Hardaway’in ünü, Nike’ın Chris Rock’ın sesini kullandığı Lil’ Penny reklamlarıyla tavan yapmıştı. O’Neal kendi video oyunu Shaq-Fu’nun, Super Nintento’nun ve Sega Genesis’in yıldızı olmuştu. Ve O”Neal ile Hardaway, Nick Nolte ile birlikte Blue Chips isimli, üniversite basketbolunda dönen dolaplara iğneli bir bakış atan filmde boy gösterdiler. Shaq, Penny ve takım arkadaşları gerçek meşhurlar olmuşlardı — ve bu ünlerini henüz sahada gerçekten hak etmemişlerdi.

Shaquille O’Neal: Ben üniversitedeyken, profesörüm şöyle demişti: “Umarım elindeki parayı koruyabilirsin, çünkü sen ciro yapamazsın. Koca adamlar satış yapamaz.” O dönem bir pazarlama projesi yapmıştık. Bizden bir ürün yaratmamızı ve sınıfta satmamızı istemişti, ben de bir Shaq ayakkabısı getirdim. Üstüne kendi logomun bulunduğu bir ayakkabım vardı, onu güzelce yapıştırmıştım. Bana “D” verdi. Bunun işe yaramayacağını söyledi — bunu tüm sınıfın önünde söylemişti. Benim bakış açım tamamen eleştiriler ve karşıdaki insanların yanlış düşündüğünü kanıtlamak üzerineydi. Bu yüzden şimdi olduğum kişiyim.

Brian Shaw (guard, Orlando Magic): Shaq o zamanlar bir rock yıldızı gibiydi. Mirasının başlangıcıydı bu.

Donald Royal: Shaq buraya geldiğinde Reebok onu bünyesine katmak için fırsat kolluyordu. Çünkü sürekli televizyonda olacağımızı biliyorlardı. Bana ayakkabı ve bir çek verdiler. Shaq’tan bir kontrat almıştım. Çoğumuz almıştık. Shaq hepimizi kolluyordu. “Reklamda oynamak ister misiniz?” diyip dururdu. Biz de “İyi bari, gidip birkaç yüz dolar daha kazanalım” derdik.

Anfernee “Penny” Hardaway: Ayakkabımı ürettikleri zaman o şirket, yani Wieden+Kennedy şöyle demişti: “Baksana, farklı bir şey yapmamız gerek. Bir alter ego fikrine ne dersin?” Bunu sevmiştim, çünkü ben trash talk yapmam. Ben sessiz sakin biriyimdir, ve benim için trash talk yapacak bir alter ego fikri epey hoşuma gitmişti.

Brian Schmitz: Lil’ Penny, gerçek Penny’den daha dışa dönük biriydi.

Brian Shaw: Penny, Magic’ten farklıydı, Jordan’dan ise tamamen farklıydı ama bu onu özel kılan bir husustu. Bütün kızlar ona bayılıyordu. Nereye gitsek onun hayranları vardı. İç saha maçları kapalı gişe oynanıyordu. Dış saha maçları da öyleydi. Herkes Penny ve Shaq’ı görmek istiyordu.

Pat Williams: Bu ‘Lil Penny’ olayı onu uluslararası bir yıldız haline getirmişti. Kimsenin bunu öngördüğünü sanmıyorum; ama bu, onun reklamlar sayesinde geniş kitlelerce tanındığı, kariyerinin ilk bölümünün büyük bir parçasıydı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Reklam çekimleri sırasında Chris Rock ile aynı odada bulunma imkanı bulamadım. O seslendirmelerini yapardı, ben de çekimleri hallederdim. İşim bittiği gibi seslendirmeleri dinlemeye giderdim ve her seferinde gülmekten ölürdüm.

Chris Rock: Nike bana ulaştı: “Hey, elimizde bebek Penny var.” Bir nevi “Ne yapmak istersen onu yap” diyorlardı yani. Sesimi kaydedip bir sürü çılgın cümle aldılar; açıkçası, reklamları izlerken ne göreceğimi bilmiyordum.

Nick Anderson: Beatles gibiydik diyebilirim. Deplasman maçına gidip, otele çıkardık. Sabaha karşı 2-3 gibi, otelin önünde 200-300 kişi bekliyor olurdu. Hava sıfırın altında 20 falan olurdu. İlginç şeylerdi.

Brian Hill: Otobüsümüz Sacramento’daki Hyatt Hotel’e geldiğinde bizi büyük bir kalabalık bekliyordu. Shaq daima en arkada otururdu, o gün de omuzlarına doğru dökülen kıvırcık peruk kafasındaydı. İnsanlar orada, oyuncuların çıkmasını bekliyordu. O’Neal otobüsten aşağı indi ve hiç kimse ondan imza istemeden otelden içeri girdi. Kimse onu tanımamıştı. Takımda kaç tane o en ve boyda adam var ki?

Brian Shaw: Çok eğleniyorduk, çünkü hepimiz hayatlarımızın aynı noktasındaydık. Hiçbirimiz evli değildik. Shaq, Penny, ben ve Dennis Scott, hepimiz aynı sitede, göl kenarında oturuyorduk. Nick Anderson ise farklı ama bizimkine bağlantılı ve yakın bir göl kenarında oturuyordu. İdmandan sonra teknelere biner, evlerimize giderdik. Bir hafta hep beraber benim evimde barbekü yapardık, diğer hafta Shaq’ın evinde toplanırdık.

Larry Guest (gazeteci, Orlando Sentinel): Hepsi kendisini rock yıldızı gibi hissediyordu ve çarpık bir bakış açısına sahiptiler. Günün birinde, idman sonrasında bazı yazarlar Nick’le konuşmaya geldi ve birisi bilet fiyatlarının arttığından bahsetti. Nasıl olduysa olay birden, diğer insanların ne kadar kazandığını anlama çabasına dönüştü ve biz yazar sordu: “Sence ne kadar kazanıyoruzdur?” Nick şöyle dedi: “Bilmem — 200 bin dolar?”

Brian Hill: 50 maç kazandık ve Playofflar’a girdik, ama ilk turda Indiana bizi süpürdü. Bence bu sayede, sonraki sezon farklı bir bakış açısına sahip olabildiler.

BÖLÜM 5: Hepsi Bir Araya Geliyor

Ciddi şampiyonluk adaylarından biri olarak sayılmak için, Magic’in bir kaliteli oyuncu eklemesine daha ihtiyacı vardı. Michael Jordan’ın 1993’te basketbolu bırakmasının ardından, takımın Doğu Konferansı’nın zirvesine ulaşması için önünde bir kapı açıldı. Horace Grant, Bulls ile 3 şampiyonluk kazanmış olan, oyunun iki yönünü de oynayabilen, güvenilir bir power forvetti. Chicago onunla tekrar anlaşacağına inanıyordu ama Grant erkenden sözleşme imzalamaya yanaşmadı. Temmuz 1994’te Orlando Magic ile 5 yıl için 17 milyona anlaştı. “Vicdanım rahat” diyordu Orlando Sentinel‘e: “Bulls organizasyonunun problemleri vardı, benim değil. Kazanırken, her şeyi halının altına atabiliyorsun; ama işler iyi gitmiyorsa, sorunlar su yüzüne çıkıyor. Jerry Krause açıkça bir yalancı.” Grant’e yer açmak için Scott Skiles ve gelecekteki bir 1. tur hakkını, yalnızca bir 2. tur hakkı karşılığında takas ettiler. Hardaway’in hücumu yönetmesi için hazırdılar.

John Gabriel: Maaş sınırı yeni çıkmış bir hadiseydi. Scott Skiles’ı Washington’a takas ettik ve bu kaynağı Horace’ı almak için harcayacaktık ve lig, bunu adil şekilde karşılamadığımız, boşluk yaratmamız gerektiği için anında reddetti. “Bu neden yanlış?” dedik biz de.

Brian Hill: Oyunları çalışmak zorunda olmayan birini almıştık. Skor bulacak yeterince adamımız vardı, ama Grant’in defansif yeteneği, hem bire bir, hem takım savunması olarak… Birçok kişinin hatasını örtebiliyordu.

John Gabriel: Scott Skiles’tan ayrılmak zordu. Son yıllarındaydı ve şimdiden saha içinde bir koç gibiydi. O zamandan beri, bu kadar rekabetçi birine rastlamadım. Horace açıkça bizim için tamamlayıcı parçaydı.

Donald Royal: Scott Skiles ve Penny ile birlikte bir yıl denediler. İkisiyle beraber olmazdı. Penny o zamanlar inatçıydı. Yani, Penny lige ilk geldiğinde, ona bir şey söylenemezdi. Skiles da sert biriydi ve kabul edeceği son şey, bir çaylağın yerini almaya çalışmasıydı. Evet, bu iyi olabilirdi, ama sürmeyecekti.

David Steele: Özel bir şeylerin olma ihtimali olduğunu görebilirdiniz: Çünkü Shaq ve Penny arasında harika bir uyum vardı, ek olarak Dennis Scott da o dönemin en iyi üçlükçülerinden biriydi. Nick de çok yetenekli bir şutör guard olma yolundaydı.

Brian Hill: Penny’nin bile o dönem, bu kadar farklı şeyler yapabileceğini anladığını sanmıyorum.

Anthony Bowie: Onun Patrick Ewing’in üstünden smaç vurduğunu gördüğümde, kendi kendime “Aman tanrım, bu adam çok yetenekli” dediğimi hatırlıyorum.

Nick Anderson: Penny’nin direksiyona geçme zamanıydı… Sağlıklıyken, görebileceğiniz en dominant oyunculardan biriydi. 2 metre boyunda, oyun kurabiliyor, üç pozisyonda oynayabiliyor, şutu var, top hakimiyeti. Her şeyi yapabiliyordu.

Brian Shaw: Penny, Shaq’ın gölgesinde kalmayı sorun etmiyordu. Penny olayı anlamıştı: Kararları ben veriyorum, yani Shaq’ı devre dışı bırakabilirim. Kendimi pasifize edebilirim ya da istediğim başka birini, çünkü top benim ellerimde. Topu onlara ulaştırmak benim elimde.

Anfernee “Penny” Hardaway: Nerede, ne yapacağımı biliyordum. Ona topu vermesini biliyordum. Kendi sayılarımı bulabilir ve onu da mutlu edebilirdim. Onunla oynamanın sefasını sürüyorduk. Ona ikili sıkıştırma geliyordu, böylece ben de oyunumu daha rahat sergileyebiliyordum. İlk All-NBA seçilmem onun gibi birinin takımda olması sayesindedir.

John Gabriel: Başlangıçta, yanında başka bir süperstarla oynamak, O’Neal için de zordu. Çünkü mesele yalnızca topu paylaşmak değildi; bu noktada, genç oyuncuların başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi oyunun finansal parçalarını bölüşmek de işin içindeydi.

Brian Shaw: Shaq bir ‘Alfa’ karakterdi ve esas oğlan olmak istiyordu. O zamanlar ligdeki en dominant pivottu. Egosu Bütün olay bende diyordu. Sanırım genel algı, Shaq-Penny ilişkisinin de Shaq-Kobe ilişkisi gibi olduğu yönünde. Ben Shaq’ın ikisine de saygı duyduğunu düşünüyorum. Onların da olay şu noktaya geldiğinde Shaq’a saygı duyduğunu düşünüyorum: Oyun zamanı. Hepimiz sahadayız, o halde gerekeni yapalım. Belki farklılıklarımız var, ama bunların saha içinde önemi yok.

Anfernee “Penny” Hardaway: Elimizde her şey vardı. Arka alanda ben ve Nick Anderson, ortalama 2 metre boyundaydık. Kenardan Brian Shaw geliyor, o da aynı boylarda, sonra Anthony Bowie de; yani ligdeki en uzun guardlara sahiptik. Özel bir takımdık.

Horace Grant (forvet, Orlando Magic): Bir amacımız vardı. Ligdeki en iyi takım gibi hissediyorduk, özellikle de Doğu Konferansı’nda. Elimizde Shaq, Penny, Dennis, ben ve Nick vardı.

Brian Hill: Dennis mesafe tanımıyordu. Üçlüğün 2 ya da 3 adım arkasından bile, faul kullanır gibi şut atabiliyordu. Harika bir şut mekaniği vardı — ona ‘gevşek bilek’ derdik. Harika esneklik, müthiş denge – ve size nadir rastlanan, top elinden her çıktığında isabetli olacağı hissi veriyordu.

Dennis Scott: Babam bana derdi ki, sadece insanların öngördüğü gibi boyun 2.10 olmadığı sürece top hakimiyetin ve dış şutun üstünde çalış. 6. sınıfta 2 metre olmuştum, haliyle herkes de böyle düşünüyordu. Birden aşırı büyümüştüm ve sonra hiç uzamadım.

Nick Anderson: Ne kadar iyi olduğumuzu fark ettiğimizi sanmıyorum. Finaller’e çıktığımız sezon evimizdeki derecemiz 39-2’ydi. Bunu ne kadar sık görürsünüz?

John Gabriel: Michael’ın dönüş maçında Chicago’da onlarla oynadık. Birçok açıdan NBA Finalleri’ne paralel bir maçtı çünkü çok önemli bir hadiseydi. Onları yendik ve soyunma odasına takım sahipleriyle girdiğimizi hatırlıyorum. Kendi kendime “Bunun, ilerde olacakların bir parçası olduğunu hissediyorum” demiştim.

Donald Royal: Jordan’ın tekrardan en iyi haline dönmesini sağlayan belli oyuncular vardı. Penny de onlardan biriydi.

Jon Koncak (pivot, Orlando Magic): Jordan’la 1984’te Olimpik Milli Takım’da birlikte oynamıştık. Birbirimizi o yazdan iyi tanıyorduk ve kariyerlerimiz boyunca da arkadaş kaldık. İlk defa Michael’ın birisini savunurken zorlandığını görüyordum. Michael’ın onu durduramadığı için kafasının bozulduğunu çok iyi hatırlıyorum.

BÖLÜM 6: Doğu’da Yeni Güç

Magic 1994-1995 sezonunu 57-25’lik derece ile Doğu Konferansı’nda birinci olarak bitirdi. İlk turda Boston Celtics ile eşleştiler ve Boston Garden tarihinin son iki maçını da içeren seriyi 4 maçta geçtiler. Bulls ve geri dönmüş Michael Jordan ufukta görülüyordu. 

David Steele: Celtics o sezon çok iyi durumda değildi, ama Orlando çok gençti. Onları geçmek büyük iş olurdu.

John Gabriel: Boston Garden’a kilidi vurduk — oradaki son Playoff maçını kazanarak hem de.

David Steele: Nick Anderson’ın maç sonunda Michael Jordan’ın topu kapmasıyla kazanılan Chicago’daki ilk maçın ardından özgüven tavan yapmıştı. Bu maç muhtemelen kulüp tarihindeki en büyük zaferlerden biriydi.

Brian Hill: Jordan yarı sahayı geçerken Nick neredeyse topu kapıyordu, ardından bir hamle daha yaptı, ama yine kapamadı; en sonunda topu çalmayı başardık ve Horace fast-break’te turnikeyi bıraktı.

Nick Anderson: İlk maçta onları yendiğimizde muhabirler, ben “45’in 23 gibi olmadığını” söylemişim gibi yansıtmışlardı. Ve sonraki maç, 23 numarayla çıktı. Hâlâ 23 numara olduğu mesajını veriyordu.

Brian Hill: Gayet sakin bir şekilde “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyordum. Michael Jordan, bize karşı harika bir maç ortaya koyması için onu daha çok motive etmenize gerek kalmayacak kadar iyi bir oyuncu.

Anfernee “Penny” Hardaway: “Of, kahretsin, başımız dertte. Gelmiş Geçmiş En İyi’yi kızdırmayın. Onun alev almasını istemezsiniz” diyordum. Ve ikinci maçta dönüp bizi darmaduman etti. Odaklandığını görebilirdiniz.

Brian Shaw: Onu bitirdik. Aklıma gelen ilk şey buydu. Herkes bunun ’45 numaralı Michael Jordan’ olduğunu, ’23 numaralı Michael Jordan’ olmadığını söylüyordu. İlk maçın ardından numarası eskiye dönünce, o kararın içine sinmediğini sezinlemiştim; sanki 45 numaralı forma giyerse, eskisi gibi oynayamacağını hissediyordu.

Richie Adubato (asistan koç, Orlando Magic): Yüzde kaçıyla oynamıştır? Bilmiyorum, yüzde 75’i falan sanırım.

Anfernee “Penny” Hardaway: Uyum içerisinde değil gibilerdi. Aynı Bulls takımı değillerdi sanki. United Center’a taşınmışlardı ve bu Michael’ın hoşuna gitmemişti. Damgasını vuramadı. Panyayı kullanmayı seviyordu. Oradaki potalar daha hoşgörülüydü. Seride birçok şey bizim lehimize gidiyordu.

Shaquille O’Neal: Michael’in dönüşü sebebiyle insanlar bize şans tanımıyordu. Birkaç hafta önce oğluma sordum ve gerçekten bilmiyordu: “Michael Jordan’ı son yenen adamın kim olduğunu biliyor musun?” Cevabı “Hiç kimse” oldu. “Bendim” dedim. Gidip ona gösterdim. Bundan gurur duyuyorum.

Brian Hill: İnsanlar daima o sezonun Michael’ın dönüş sezonu olduğunu ve sadece 25 maç oynadığını söyleyecekler. İstediğinizi söyleyebilirsiniz, ama Michael Jordan, Michael Jordan’dı. Aynı soruyu Pat Riley’ye de sorabilirsiniz, adam döndükten sonra onlara 55 attı. Eminim Pat de onun aynı Michael Jordan olduğunu söyleyecektir.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bu serinin Grant için ne kadar duygusal geçtiğini biliyorsunuz. Oradan hayal kırıklığı içerisinde ayrılmıştı. Kötü şartlarda ayrılmıştı. Kalmak istiyordu, ama bir şeyler oldu, Michael hakkında bir şeyler söyledi; dediklerini yemek zorundaydı ve Orlando’ya geldi.

Horace Grant: Phil beni onları alt etmem için kışkırttı. 15 tane orta mesafe isabeti. Bulls’tan bir oyuncu ona gidip “Onu savunacak bir adamımız var mı?” demiş. Phil de “Hayır” demiş, “Horace bizi alt edecek”. Ve sanırım o seride yüzde 65 ile oynadım.

Nick Anderson: Horace’ı omuzlara aldık ve o da elindeki havluyu sallıyordu. Bulls taraftarları bunu hiç sevmemişti.

Anfernee “Penny” Hardaway: Onları sonraki yıl dönüp bizi pataklamaları için çok fazla motive ettik. Neden, bilmiyorum. Shaq işte. Horace’ı kaldırdı, omuzlarına aldı ve bu Bulls’u kızdırdı. Demek istediğim, öteki sezon bir intikam duygusuyla geldiler.

Horace Grant: Bunu yapmak istememiştim, ama Shaq gelip omuzlarına çıkmamı istemişti. Ben de reddetmiştim, ama sonra aşırı ciddi şekilde ısrar etti: “Buraya çıksan iyi edersin!” Sonra beni oraya kondurdu ve coşku tavan yaptı.

Anfernee “Penny” Hardaway: Bulls’u yendik. Michael’ı yendik. Onu bir Playoff serisinde yenen son takım bizdik, yani biraz tarih yazmışlığımız var.

Nick Anderson: Teyzelerimden biri, ateşli bir Bulls taraftarı. Benim için hep kek falan yapardı. Onları elememizin ardından, Bulls’u elediğimiz için bana bir daha kek yapmayacağını söylemişti.

Shaquille O’Neal: Dünyadaki en iyi oyuncuyu yenmiştik. Bu benim ilk Finaller’imdeki çöküşüm olmuştu. Mutluyduk. Mike’ı alt etmiştik, demek ki yüzüğe de ulaşabilirdik.

Shaquille O’Neal: Pacers‘ın perdeden gelen Reggie Miller ve Byron Scott gibi oyuncuları vardı. Derrick McKey vardı, Davis’ler vardı. Gerçekten sağlam takımdılar.

Mark Jackson: Son derece zordu, çünkü hatırladığım kadarıyla ilk kez hem iç, hem de dış tehdide sahip bir takım görüyorduk. Penny’nin çok yönlülüğü, Shaq’ın dominasyonu — iki oyuncu da maçta sorumluluğu alabilen oyunculardı. Ligdeki herkes için yeni bir manzaraydı ve bu çocukları nasıl durduracağımızı çözmeye çalışıyorduk.

Anfernee “Penny” Hardaway: Kim ev sahibi avantajına sahipse o takım seriyi alacak, gibi bir durum vardı. Kimse rakip sahada kazanamıyordu.

David Steele: 4. maçta bir ara Brian Shaw takımını bir sayı öne geçirdi, sonra Reggie bir sayı buldu, ardından Penny, ondan sonra da Rik Smits bir isabet buldu ve maçı kazandılar. Bam bam bam bam — tam bir NBA klasiğiydi.

Anfernee “Penny” Hardaway: Onları yenmek için tek şansımız vardı ve bizim “Pump fake’leri yeme” dediğimiz Tree Rollins, Rik Smits’in fake’ine reaksiyon verdi. O da süre biterken sayıyı buldu.

Rik Smits (pivot, Indiana Pacers): Derrick McKey, moladan döndüğümüzde “Hey, eğer top sana gelirse, fake atman için zamanın olacak” demişti. Eminim ki ilk seçenek Reggie’ydi. Eğer o boşta olsaydı, ben sonraki seçenek olacaktım.

Brian Hill: Tree’yi oyuna almıştım, çünkü daha önce birçok kez bu durumları yaşamıştı, ve şunları söylemiştim: “Sıçrama, ellerini yukarıda tut ve fake’ini yeme. Eğer üstünden sayı yapacaksa da yapsın.” Ama oyuncular içgüdüseldir ve Tree de, bütün kariyeri boyunca bir blokçuydu.

Donald Royal: Hepimiz Tree’ye sıçramamasını söyledik. Tree o sezon bir koç-oyuncuydu. Bütün maç kenarda elinde taktik tahtası ile oturdu, sonra maç sonunda aniden oyuna girdi. Eğer onu maç sonunda görseydiniz, Tree’nin bizi öldürmüş gibi hissettiğini görürdünüz. Canı acıyordu. Onunla birkaç gün boyunca kimse konuşamadı.

Wayne Monte “Tree” Rollins (koç-oyuncu, Orlando Magic): Hayal kırıklığı içerisindeydim. Rik’in o fake’i vereceğini biliyordum. Bugün hâlâ inanıyorum ki, görevli, saati zamanında başlatmadı. Philadelphia’da, saati son 10 saniyeye kadar çalıştıran o harika skor tutucuların döneminde yapılan tur vuruşları gibiydi. Bitime 1.3 saniye kala topu alıyor ve ‘pump fake’? Hadi ama. O zamanlar pozisyonu tekrar izleme olanağı yoktu bile.

Rik Smits: Şans eseri o maç, Shaq’ı faul problemine soktuğumuz günlerden birindeydi. Eğer o pozisyonda beni Shaq savunsa aynı şey olur muydu, bilmiyorum.

Nick Anderson: Mark Jackson bazı yorumlar yapmıştı. Larry Brown bizim hakkımızda bazı yorumlar yapmıştı. Medyaya, 7. maçın bizim sahamızda olduğunu unuttuklarını söylemiştik. Sahaya çıktık ve işimize baktık.

Brian Hill: Dürüst olmak gerekirse, o noktada, Indiana’nın daha iyi bir takım olduğunu düşünüyorum. Bize her pozisyonda fiziksel üstünlük kurmuşlardı. Deneyimleri vardı; 7. maç hariç her maçı ev sahibi takım kazanmıştı ve son dakikaya kadar her maç kafa kafayaydı.

Anthony Bowie: Bunlar ya ileri adım attığınız, ya da zor duruma düştüğünüz maçlardı. Arası yoktu. Çoğunlukla, ileri adım atmıştık.

Brian Hill: 7. maç için konuşursak, yönettiğim herhangi bir takımın, daha iyi bir maç çıkardığını sanmıyorum — oyun planını defansif olarak kurma, hücumu uygulama ve ne kadar sert oynadıkları anlamında.

Brian Schmitz: Shaq ve Penny, bu seride olgunlaşmak zorundalardı.