by Jonathan Abrams, Çeviri: Cem Doğan / info@eurohoops.net
Bu yazı 8 Kasım 2012 tarihinde Grantland‘de yayınlanmış olup uyarlanarak çevrilmiştir.
Ralph Sampson, Naismith Basketbol Şöhretler Müzesi’ne kabul edilmeden önceki gün, basın toplantısında konuştu. İnsanların onun geç ortadan kaybolduğunu söylediğini duyduğundan bahsetti. “2.23’lük bir adam nasıl kaybolabilir?” diye sordu. Ne kadar kaybolabilir ki?
33 yıl evvel, Sampson’ın Virginia Üniversitesi’ndeki ilk sezonu esnasında Sports Illustrated onun gelişini kapağa taşımış ve şöyle haykırmıştı: BAYLAR VE BAYANLAR, TEK VE YEGANE RALPH SIMPSON’U TAKDİM EDERİZ! SMAÇ VURUYOR! ŞUTLARI BLOKLUYOR! TOPU SÜRERKEN ARKASINDAN GEÇİREBİLİYOR! BOYU 2.23 — VE HALA UZUYOR! Bu beş nida, Sampson’ın o dergide sonraki dört yılda kapağa çıkma sayısından bir azdı. Spor dünyası, Sampson’ın sahip olduğu fizik ve atletizme sahip birisini hiç görmemişti. Üstüne takım kuracağınız, Bill Russell gibi hareket eden, Wilt gibi pas veren ve Kareem’le aynı derecede uçsuz bucaksız bir potansiyel vaat eden bir pivot? Evet. Ve kendisi 2.23’tü.
Üniversitedeki ilk sezonunda 14.9 sayı, 11.2 ribaund ve 4.6 blok ortalamaları tutturmasının ardından Boston Celtics efsanesi Red Auerbach onu 1980 Draftı’na girmesi konusunda ikna etmeye çalıştı. Önceki sezon 61 galibiyet almış olan Celtics‘te, Larry Bird isimli kaliteli bir çaylak öne çıkmıştı ve draftta ilk sıraya sahiptiler. Sampson o zamanı iyi hatırlıyor. “Auerbach evime geldi ve dedi ki, ‘Gelip muazzam Boston Celtics için oynayabilirsin.’ Ona kafamdakileri söyledim: Ralph Sampson, Boston’a geliyor — Orada bir Kevin McHale ya da Robert Parish olmayabilir.” Sampson üniversitede kalarak basketbol dünyasını şaşkına çevirdiğinde, Auerbach o ilk sırayı ve 13. sırayı Golden State‘e verip, karşılığında Robert Parish ve (sonradan McHale’i getirecek olan) 3. sırayı aldı ve “Büyük Üçlü”yü yaratarak, sonraki 6 sezonda 3 şampiyonluğa ulaştı. Sampson dört yılı da Virginia’da geçirdi, gelişim gösterdiği kıymetli yılları arkasında bıraktı (ve hiç NCAA şampiyonluk maçı oynayamadı) ama üç Naismith ödülü kazandı ve oradan üniversite basketbolunun en büyük pivotlarından biri olarak ayrıldı.
Rockets, 1983 Draftı’nda mutlu bir şekilde ilk sıradan Sampson’ı seçti, sonraki yaz da yine ilk sırada Hakeem’i seçerek onları bir araya getirdi. Panik içindeki rakipleri, Houston’ın “İkiz Kuleler”ini taklit etmek için acele etti ve Boston’ın McHale ve Parish’ten oluşan kıskanılacak ikilisi bir araya geldi; o arada “büyük oyuncu yarışı” da resmen başlamış oldu. New York, Patrick Ewing ve Bill Cartwright’ın birlikte oynayabileceğine karar verdi. Takımlar 1985 Draftı’nın ilk 17 sırasında 8 pivot seçti; sonraki yaz da ilk 7 sıranın dördü pivottu. Erken olgunlaşan Rockets, 1986 Finalleri’ni Boston’a kaybettiğinde; McHale, Parish, Bird ve Bill Walton’dan oluşan grubun Sampson ve Olajuwon’la olan mücadelesi, yeni bir basketbol çağının başlangıcı oldu. Bu takımların zirveye ulaştığını pek azımız biliyorduk. Celtics, ’86 Draftı’ndan iki gün sonra kokainden ölen Len Bias’ın ardından asla eskisi gibi olamadı. Ve Houston’ın umut vaat eden çekirdeği sakatlıklar, madde bağımlılığı, şüphe, cezalar ve son olarak, Sampson’ın Golden State‘e beklenmedik takası yüzünden paramparça oldu.
Olajuwon, Houston’la arka arkaya şampiyonluklar kazandığında, Sampson basketbolu bırakalı çok olmuştu — son anlamlı maçını oynadığında yaşı 30 bile değildi. Onun erken bitişi Lakers‘ın iki şampiyonluk daha kazanmasına sebep oldu, Hakeem’in harika kariyerinin ilk 10 yılını berbat etti ve Sampson’ı basketbolun en büyük “Ya öyle olsaydı..?” dedirten yeteneklerinden biri hâline getirdi. 2010’ların başındaki Oklahoma City Thunder‘ın potansiyelini yansıtamadığını, uyuşturucu ve sakatlıklar yüzünden zaman kaybettiğini, kadroyu sıfırladığını, ve neredeyse 10 yıl sonra, yaşı ilerlemiş bir Kevin Durant’le şampiyonluklar kazandığını bir tahayyül edin. İşte “İkiz Kuleler”in başına gelen buydu.
İKİZ KULELER’İ İNŞA ETMEK
1982-83 sezonundan önce Philadelphia, son MVP Moses Malone’la 13.2 milyonluk kontrat imzaladı; diğer yandan Houston Rockets da Caldwell Jones’u kadrosuna kattı ve, Cleveland’dan da ’83 Draftı’nda ilk sıra seçimini aldı. Philly o sezon şampiyon oldu ve Rockets yalnızca 14 galibiyete ulaştı. Indiana Pacers da, 20-62 ile Doğu’nun en kötüsü olarak, ilk sıra için yazı-tura atmaya hak kazandı.
Charlie Thomas (takım sahibi, Rockets): Kızım o zamanlar ergenlik çağındaydı. Bir akşam eve geldim ve bana “Yazı-tura atışında ne yapacaksın?” dedi. “Bilmiyorum. Yüzde 50 işte.” O da “Bence tura gelecek. Tura geleceğiyle ilgili bir rüya gördüm” dedi. Ben de “Tura gelip gelmemesi umrumda değil” diye cevap verdim. O gün benimle geldi, parayı fırlattılar.
Jerry Sichting (guard, Boston Celtics): Atışı kaybettiklerinde Pacers‘taydım. Para yere düştü ve duvar boyunca epey yol gitti. Herkes paranın hangi tarafının geldiğini görmek için çırpınıyordu.
Herb Simon (takım sahiplerinden, Indiana Pacers): Paranın halının üstünde yuvarlandığını hatırlıyorum; Thomas kızıyla birlikte gelmişti. Ben yalnızdım. Ve elbette ben kaybettim.
Sichting: Houston ilk sırayı almıştı. Sampson’ın takım arkadaşım olma ihtimali yok olmuştu. Onunla (üç yıl sonra) kavga etmek yerine takım arkadaşı olabilirdik.
Rodney McCray (forvet, Rockets): Drafttan önceki pazar günü, Ralph’i, beni ve Steve Stipanovich’i radyo röportajı için New York’a getirdiler. Ralph, Rockets’in benimle birlikte kendisini seçeceğini söyledi. İlk olarak orada duydum.
Hakeem Olajuwon (pivot, Rockets): Clyde gelebilecek durumdaydı ve herkes onun şehirde kalmasını istiyordu. Bill Fitch’in ise Rodney ile ilgili farklı bir vizyonu vardı.
Bill Fitch (koç, Rockets): Asla bunun için üzgün olmayacağım. McCray kesinlikle bizim istediğimiz şeyleri yaptı ve gayet iyiydi. Bunun için üzgün olduğum anlar ise, diyelim 5 yıl boyunca, Drexler yerine onu oynattığım her zaman kulağımın çınlamasıydı. Eğer kırılacak bir rekor vardı ise, Clyde kırardı.
Robert Reid (guard-forvet, Rockets): Rockets, Ralph ve Rodney’yi aldıktan sonra, Bill Fitch ve (Rockets GM’i) Ray Patterson’dan bir telefon aldım. Karımla konuştum ve “Hadi geri dönelim” dedim.
Fran Blinebury (Rockets yazarı, Houston Chronicle): İlk yıl, herkesi temizlediler. “Ralph buradaydı ve biz bu şeyi dağıtacağız” der gibi.
Thomas: Çok kötüydük. Toptan bir yeniden yapılanma programına giriştik.
Blinebury: Fitch, Sampson’ın bir pivot olmasını istiyordu. Durmadan “Ralph’in gelişmesi lazım. Baseline hareketlerini öğrenmeli” diyip duruyordu. Ralph asla bu tip biri olmayacaktı. Bill sürekli yuvarlak bir deliğe girecek kare şeklinde bir çivi üretmeye çalıştı. İlla bir şey denecekse, Ralph bir üçgendi, ya da daha önce görülmedik bir şekle sahipti.
Reid: Ralph’in aklında, antrenmanlarda “2.10’dan uzun ilk oyun kurucu olacağım” düşüncesi vardı. Eğer bir daha yeltenirse, Fitch ona çelmeyi takacaktı.
Fitch: Ona bir pivot olduğunu, bir arka alan oyuncusu olmadığını söylemiştim.
Blinebury: Ralph, oyunu değiştiren kişi olacaktı: Topu bacaklarının arasından geçiren 2.20’lik biri, tüm sahayı geçiyor ve üçlüğü yolluyor. Ray Patterson şöyle diyordu: “Ralph yalnızca yılın oyuncusu olmayacak, yüzyılın oyuncusu olacak.”
Sampson’ın Yılın Çaylağı seçilmesine rağmen, 1983-84 sezonunda 53 maç kaybettiler ve bazı maçları bilerek kaybetmekle itham edildiler. Beklenmedik bir şekilde, yazı-tura atışını kazanarak, Olajuwon’ı seçecekleri draft hakkına sahip oldular — ki ligin en kötü 4. derecesine sahiptiler. Şimdiden Robert Reid’in beklenmedik emekliliğiyle ve ardından gelen dönüşüyle tedirgin olmuşken, Houston’ın rakiplerinin, arka arkaya gelen üst sıra haklarıyla iyice canı sıkılmaktaydı.
Blinebury: 1984’teki All-Star arasında Thomas, Patterson ve Finch arasında bir toplantı gerçekleşti. Bunu inkar edecekler ama, “Şu anda yılın takımı değiliz” diyorlardı. O esnada ise Hakeem, Houston Üniversitesi’nde çılgın atıyordu.
Carroll Dawson (yardımcı koç, Rockets): Ne zaman maçımız olmasa, Hakeem’i izlemeye kaçardım, çünkü o takım muazzamdı. O pek fazla şut kullanmazdı. Smaç vurabildiğini biliyorduk. Blok yaptığını biliyorduk. Ribaund alabildiğini ve bir geyik gibi koşabildiğini de.
Blinebury: Eğer onların bazı maç sonu istatistik kağıtlarına ve çıkan kadrolara bakıp da onların ‘tanking’ yaptığını düşünüyorsanız, sizinle epey farklıyız demektir. Kendi sahalarında oynadıkları, Elvin Hayes’in 50 dakika filan oynadığı bir maç vardı.
Thomas: İlk sıra yine bizdeydi. Bilmiyorum daha önce hiç böyle bir şey oldu mu.
Blinebury: Norm Sonju, Houston’ın arka arkaya ilk sırayı alma ihtimaline deliriyordu.
Norm Sonju (genel menajer, Dallas Mavericks): Bütün mesele, insanların Rockets’ın maçları kasten kaybettiğini hissetmesiydi. Bunu kimse kanıtlayamaz, ama 1983’te 14 galibiyetleri vardı.
David Stern (başkan, NBA): Lotarya, maçları kaybetmeye teşvik algısını ortadan kaldırılmak için yaratılmıştı. Rockets, açık şekilde insanların en çok gözlerini diktiği takım haline geldi. Takımlar draft için durumlarını iyileştirmek adına kasıtlı olarak kaybetmediyse de, böyle bir algı oluşmuştu.
Blinebury: Bu değişti ve 10 dakika sonra Ray beni görüp şunları söyledi: “Norm Sonju çok zeki olduğunu zannediyor. Yazı-tura atışını kazanmamdan bıktı. Elimde Sampson ve Olajuwon var. Nasıl Batı’da en kötü takım olabilirim? Ama o en kötü dereceye sahip olabilir. Draftta 1. sırayı alabilmesi için eline yüzde 50 şans geçebilirdi.” Sonra durdu ve “Playoff’tan elenen ilk takım olabiliriz. Lotarya’ya kalıp, ilk sırayı kazanıp Patrick Ewing’i alabilirim. Onu soysam nasıl olurdu?”
Mark Heisler (spor yazarı, Los Angeles Times): Hakeem çok iyiydi. Bütün gözler Sam Bowie’ye gitmişti. Jordan’ı severim. Kendisi herkesin fikir birliğiyle 3. sıra seçimiydi. Bir All-Star olacağını biliyorduk, ama bu kadarını tahmin edemezdik.
Fitch: Her türlü şekilde Hakeem’di. Eğer onu seçmeseydik, evimizi barkımızı yakarlardı.
Heisler: Rockets başkasını aklına bile getirmemişti. Mantıklı görünüyordu. 1984’te Hakeem’i seçtiler… İki yıl sonra Finaller’e yükselmişlerdi.
Olajuwon: Üniversiteye ilk geldiğimde Ralph’i izliyordum. Onun büyük hayranıydım. Onun atılan topları yakalama ve bitirme şekilleri inanılmazdı. Şimdi onunla birlikte oynayacaktım ve benim üstümdeki etkisini anlaması mümkün değildi.
Jack McCallum (NBA yazarı, Sports Illustrated): İkiz Kuleler konsepti gerçekten büyük bir olaydı. NBA değişime direnç gösteren bir yerdi. Normalde sahaya çıkarsınız, elinizde bir pivot, bir de forvet oynaması gereken biri olur. O dönemde ilk kez birilerinin farklı bir şey yaptığını hatırlıyorum.
Sampson: Çoğu insan, bunun beni daha fazla sayı atmaktan ve daha çok ribaund almaktan alıkoyduğunu söylüyordu. Fakat takımlar her akşam iki tane 2.10’un üstünde adama göre oynamak zorundaydı.
Dawson: Birbirlerine uyum sağladılar. Aslında Ralph, potadan biraz uzakta daha iyiydi.
Sampson: Benim yeteneklerim biraz daha potadan uzak bölgeler içindi. Hakeem, daha çok alçak post için gereken yetenek ve fiziğe sahipti. Post’a doğru girebiliyordum. O da post’a doğru girip topu dışarı çıkarabiliyordu. Çabucak güzel bir uyum oluşmuştu aramızda.
Fitch: Ralph pas verebiliyordu. Pasör kimliğinin yeteri kadar hakkının verilmediğini düşünüyorum
Sampson: O zamanki kafa yapım ve yeteneklerim, olabileceğim en iyi oyuncu olmak içindi. En iyi pivot değil. Guard oynamak istiyordum. Forvet oynamak istiyordum. Bana bunu yapma olanağı verdiler.
KAPTAN VİDEO
Rockets 1984-85 sezonunda 48 galibiyet alarak herkesi şaşırttı. Sampson 1985 All-Star maçında MVP oldu ve Olajuwon’ın hücumu gelişme gösterdi. İkiz Kuleler, ilk bir arada oynadıkları sezonda toplam 42.7 sayı, 22.3 ribaund ve 4.7 blok ortalaması tutturdular ve Sampson’ın isteği kabul edildi: Çemberden uzakta oynadı ve gelişti. Yalnızca 4 yıl önce Boston’da şampiyonluğa ulaşan Fitch, daha geç olmadan bunun yeniden mümkün olup olmadığını merak etmeye başladı.
Fitch: Babam donanmada çavuştu. 14 yaşıma kadar ben de donanmaya girmeyi düşündüm; o parlayan ayakkabılar filan çok cazip geliyordu. Koçluk stilim, belki oyuncuların yanlış düşünmesine de müsade eden bir disiplin içeriyor. Ama uzun vadede bu onları daha iyi kılıyordu.
Dawson: Eğitim çavuşu gibi bir adamdı. Çok şey talep ederdi ama adildi. Günün 24 saati koçluk yapardı. Maça giderdik. Odasına giderdik. Kasedi çıkarırdık. Bazen sabaha karşı 4’te, film izlerken uyuyakalırdık.
McCallum: Houston’daki yazarlar aralarında maç yapardı. Fitch gelip bizi izlerdi: Bir sürü dalyarak gazeteci. Bu onun hayatıydı bir nevi. Orada oturur ve basketbol maçı yapan gazetecileri izlerdi.
Hank McDowell (forvet, Rockets): Uçakta kimsenin oturmak istemediği bir koltuk vardı — Bill’in yanı. Uçağa son binen kişi olmak istemezdiniz, çünkü o koltuğa kalacağınızı bilirdiniz.
Jim Petersen (forvet, Rockets): Sona kalmayı hiç istemezdiniz. Bu demek olurdu ki, bir basketbol felsefesi ayiniyle beraber yolculuk yapacaktınız.
Blinebury: Çocuklar intihar edip kenarda yığılacaklardı, öyle yorulurlardı. Ama Bill kıs kıs gülüyor olurdu. Fakat Fitch olmadan Finaller’e çıkamadılar, Lakers‘ı yenemediler, Boston’la oynayamadılar.
Craig Ehlo (Rockets guardı): Bir sebepten, ona “Kaptan Video” denirdi. İki saat idman yapar, üstüne iki saat kaset izlerdik.
Petersen: Zamanının ilerisindeydi. Kimse o uzun video seansları boyunca oturmak istemezdi. Video oynatıcıların ve uzaktan kumandanın henüz yeni olduğu 80’lerin ortalarından bahsediyoruz ve setleri tam olarak göremiyordunuz. Bir oyunu geri sarması gerekirdi ve bir oyun için parmağını o tuşa getirirdi, ve bir bakmışsınız 10 oyun geri atardı. Biz bu 10 oyun boyunca otururduk ve o da bunları hiç görmemiş gibi yeniden izlerdi. Biz “Ah, hayır. Parmağı yine o düğmede. Neden bir hızlıca-ileri al düğmemiz yok” derdik içimizden. Ciddi ciddi, aynı oyunlar hakkında farklı setlermiş gibi konuşurdu.
McDowell: Fitch o kadar sabit fikirliydi işte. İdmanda hücum halindeydik ve Craig Ehlo bileğini burktu. Yerde kıvranıyordu. Ve antrenörümüz Dick Vandervoort onunla ilgileniyordu; 30 saniye geçti, 1 dakika geçti, 2 dakika geçti… Sonunda Fitch’in “Dick, kaldır kıçını oradan. Burda idman yapmaya çalışıyoruz.” dediğini duydum. Herkes birbirine “Siktir, adam yürüyemiyor bile” der gibi bakıyordu. Ufak tefek bir adam olan Dick, orada eğilmiş, Ehlo’yu sahanın dışına doğru sürüklüyordu.
Ehlo: Oyuncularına karşı sertti. “Gelirsen ekime, gelmezsen sikime” tarzı bir adamdı. Ralph ve o idmanda bir oyun üzerinden kavga ettiğinde, onun da Ralph’in de geri adım atmayacağını bilirdiniz. İyi ki asistan koç Rudy Tomjanovich ve Carroll Dawson oralardaydı da, kontrolü ele alıp onları ayırabiliyorlardı.
McCallum: Ralph, Fitch’in istediği gibi öyle kendini yerlere atacak bir oyuncu değildi.
Reid: Ralph şikayet ederdi ve kendi kendine “Burası artık üniversite değil, oğlum. Burada kimse seni sevmez. Artık bir iş bu” deyip de farkına varamazdı.
Blinebury: Bu aşırı yorucu antrenmanlardan tamamen bıkmışlardı. Ralph bir çaylak olarak Fitch’e gitti ve bunları dile getirdi.
Sampson: Benim tek hedefim, Elvin Hayes’in, sözleşmesindeki 50 bin doları ve bonusu almaya ihtiyacı olmasıydı. O noktada kazanmaya uğraşmıyorsunuz. Bizim yaptığımız gibi, bir draft pick’i almaya çalışıyorsunuz. Ben de görüşümü söyledim.
Blinebury: Fitch ona “Ne söylediğin hakkında hiçbir fikrin yok. Git buradan” demişti. Ralph bize geldi ve gazetecilere bunu söyledi. Fitch soyunma odasında Ralph’e bunları gazeteden okuttu.
Sampson: Arkadaşlarımın önünde okumak zorunda kalmıştım, ki bu güzeldi.
Reid: Ralph okuyordu, ama biraz yavaş okuyordu: “Ve… anlamamız… gerek… ki… idmanlarımızın… çok… uzun… sürdüğünü… hissediyorum…” Rodney beni dürtüp “Hey, üniversitede edebiyat okumuşsun. Bu mudur yani?” Eğer o anda bir şey içiyor olsam, burnumdan fışkırırdı.
Blineburry: Onu epey küçük düşürmüştü.
McCallum: Bunun hakkında bir yazı yazmıştım. İlk bölümü, Olajuwon’ın ne kadar iyi olduğu hakkındaydı. İkinci yarısı da Fitch’in Ralph’e ne kadar kızdığıyla ilgiliydi. Yazıyı yazdım ve birkaç hafta sonra Olajuwon’ı gördüm — beni durdurdu ve yazının Fitch ve kurmaylarının etrafında dönen ikinci yarısının kaynağının kendisi olduğunu söyledi. Ve şöyle devam etti: “Seninle epey bir konuştuk. Benim hakkımda hiçbir şey yazmamışsın. Bütün yazdıkların Koç Fitch’in Ralph’ten ne kadar nefret ettiği hakkında olmuş.” Yalnızca yazının yarısını okumuştu. Ona “Hakeem, yazı cümlenin ortasından başlamıyor” demiştim. Ralph ona vermiş olmalıydı. Fitch’e çok kızgındı Ralph.
İKİZ KULELER’İN YÜKSELİŞİ
1985 Playoffları’nda ilk turda Utah’a elenmelerine rağmen, herkes Rockets‘ı sonraki sezon için sürpriz yapması muhtemel bir takım olarak görüyordu. En büyük kaygıları (takımın lideri konumundaki, yetenekli ama sorunlu oyun kurucu) John Lucas’ın sezon boyunca ayık kalıp kalamayacağıydı. Eski 1. sıra seçimi, 1984 ve 86’da iki kez rehabilitasyona girmişti. Disiplinsiz davranışları Golden State‘teki günlerine dayanıyordu ve o dönemlerde, 1981 yılından bir Sports Illustrated kapağında ‘John Lucas: Parçaları Birleştirmek ‘ başlığıyla yer almıştı. Sampson ve Olajuwon ligde bir devrim gerçekleştirseler bile, Lucas’ın liderliği olmadan başarıya ulaşmaları çok zor görünüyordu.
Dawson: Boyalı alanda bize sayı atamazsınız. Bu iki adamla, boyalı alanı uzun zamandır gördüğüm en iyi şekilde savunuyorduk.
Petersen: Bir keresinde Dream’in üstünden bir şut denedim, gitti topu panyaya yapıştırdı. Rodney McCray bana bakıp “Hey, Pete — bunu daha iyi yapmak zorunda kalacaksın” dedi.
Reid: Merhum Dennis Johnson, bir keresinde topu yarı sahaya getirdi ve ben de ona yolu açtım. “Reid, ne yapıyorsun? Savunma yapmayacak mısın?” Şöyle dedim: “Önüne bak. Şanslı olduğunu mu düşünüyorsun?” Beni sepetledi.
Lewis Lloyd (guard, Rockets): Savunma halindeyken, birçok kez oyuncuların içeri girmelerine engel olmazdım. “Hadi bakalım.” Hakeem ve Ralph’e şöyle diyordum: “Eğer onları size bırakırsam, topu bana doğru bloklayın; ve eğer siz arkadan gelmeye devam ederseniz, ben topu size atarım. Gelmezseniz de topu ben gidip smaçlarım.”
Rudy Tomjanovich (Rockets asistan koçu): Lloyd muazzamdı, çok iyi bir oyuncuydu. Büyük, güçlü uylukları vardı ve alışılmamış bir oyun stiline sahipti. Vücuduyla yaramayacağı ikili sıkıştırma yoktu. Mitchell Wiggins sert bir adamdı. Savunma yapmayı severdi. Hücum ribaundlarına saldırmaya bayılırdı.
Allen Leavell (guard, Rockets): Hepsi inanılmazdı. İyi ribaundçular, aynı zamanda savunmada da iyiler. Lew çabuk bir skorerdi. Mitchell şut sokabiliyordu. Ama bu açıdan hiç takdir görmedi.
Reid: Kampa başladığımız ilk günden itibaren (85-86 sezonundan bahsediyor) farklı hissediyorduk. Herkes birbiriyle iyi anlaşıyordu. İdmandan sonra kimse dönüp gitmiyordu. Kalırdık ve biraz daha çalışırdık.
Petersen: Benim çaylak senemde (84-85) John Lucas, kokain kullanımı sebebiyle takımdan atılmıştı. Oakland’daydık ve Seattle’a uçmamız gerekiyordu. John’un havaalanına gitmek için otobüste bizimle buluşması gerekiyordu ama gelmedi. Yeniden kötüleşmişti.
McDowell: Oakland’da otobüsün içinde otel kapısına bakarak beklediğimizi hatırlıyorum: “Hadi John, hadi çık. Çık artık.” Otobüs harekete geçti ve John’un sonu orada başladı.
Bob Ryan (köşe yazarı, Boston Globe): John Lucas, kısa bir süreliğine çok iyi olan, unutulmuş bir oyun kurucuydu. Onun madde bağımlılığı hakkında ve onun gibi parlak bir oyuncunun, ikinci derece uyuşturucuya karşı koyamamasının ne kadar korkunç ve etkili olduğu hakkında yazdığımı hatırlıyorum. Eğer uyuşturucu olayı olmasaydı, onun Hall of Fame’e gireceğinden hiç şüphem yok. Neler başarabileceğini asla öğrenemeyeceğiz. Hazin kısmı bu.
Petersen: Bill, Lucas’ı 1986’da geri getirdi. Bill’in büyük bir kalbi vardı ve Lucas’ı seviyordu.
Ehlo: John inanılmaz oynuyordu. Her gece 20-10 yapabilecek bir adamdı. Olajuwon ve Sampson için kusursuz bir liderdi çünkü topu eşit oranda paylaştırıyordu.
Blinebury: Onun durumunda nüksetme söz konusu değildi. Lucas tamamen kontrol dışıydı.
Reid: Koç Fitch bir toplantı istedi. Şunları söyledi: “İki şey yapabiliriz. John’u tutup onun temiz olduğundan emin olabilir ve sezonu bitirebiliriz. Ya da John’u bırakır, kliniğe yatıp tedavi görmesine izin veririz.” Ben ve Leavell, o zamana kadar iki tecrübeli oyuncuyduk. Ellerimizi kaldırdık ve yardım alması gerektiğini söyledik. Oradaki çocuklar “Sen onun yerini almak için böyle konuşuyorsun” diyordu. Bense “Hayır, onun öldüğünü görmek istemiyorum” diyordum.
Ehlo: O noktada hepimiz bencildik. Şampiyonluk için oynuyorduk. Hepimiz John’un takımın lideri olduğunu ve her gece kendini kanıtlaması gerektiğini düşünüyorduk.
Leavell: Onunla konuştuk ve ona basketboldan uzak kalma dışında da bir şeylere odaklanabileceğini söyledik. Kendisini toparlaması önemliydi.
Fitch: Tanrıya şükür, John’u yeterince erken durdurduk. Ondan nefret edecek kadar öfkelenmiştim, ama yine de, John’ı kesmem gerekirken kesmeseydim daha kötü olurdu.
John Lucas (guard, Rockets): Bill Fitch hayatımı kurtardı. Bana “Artık yeter” diyebilecek tek koç oydu.
Fitch: Umarım bunu söylemeyi keser. Düşmanları peşimden gelmeye devam ediyor.
Normal sezonun bitimine 17 maç kala Rockets, 40-25’lik derecesiyle Denver ve Dallas’ı Ortabatı Grubu birinciliği için sıkıştırmaya devam ediyordu — sonunda da Playofflar’a 2. sıradan girdiler. İkiz Kuleler de ikinci kez üst üste All-Star maçına gidiyorlardı. Lloyd ve Wiggins guard bölgesinde verimli bir ikili olarak ortaya çıkmış, McCray de üst düzey bir savunmacı haline gelmişti. Sadece bir sorun vardı: Rockets‘ın artık bir oyun kurucusu yoktu. Ama her zamanki gibi, Bill Fitch’in bir planı vardı.
Dawson: Hemen hemen bütün guardlarımızı kaybetmiştik. Leavell öne çıktı ve harika oynadı. Bu yükselişi inanılmazdı. Sonra bileğini kırdı ve oyun kurucusuz kaldık.
Leavell: Bileğimde bir kırık vardı. İyileşmedi. Daha önceleri San Antonio’da bir maçta, birisi topu çalmıştı ve 1’e 4 pozisyonda kalmıştık. Onlar sayıyı attıktan sonra, ben yerdeyken bir tanesi üzerime düşmüştü.
Reid: Bill Fitch beni çağırdı ve “Seni oyun kurucu başlatacağım” dedi. “Öyle mi? Tamam” diye karşılık verdim. “Ama bir şey var: Seni ilk 5 başlatırsam, En İyi 6. Adam seçilme şansın kalmayacak” dedi. Eğer bu ödülü kazanırsam, öbür sene milyon dolarlarla oynayacağımı biliyordum. Ona baktım ve dürüstçe sordum: “Koç, bana karşı dürüst ol. Eğer beni 1 numara oynatırsan, şampiyon olacağımızı düşünüyor musun? Bilmem gereken şey bu.” O da “Evet, bizi yüzüğe götürebilirsin” dedi. “Tamam, hadi o zaman” diye karşılık verdim.
Fitch: En iyi arkadaşım Lucas bu kararı benim için verdi. Daima Magic boyutunda, her yeri görebilen birini oyun kurucu oynatmak istemiştim.
James Worthy (forvet, Lakers): Onların 85-86 sezonunun ortalarına doğru başlayan yükselişini görmüştük. Gerçekten iyi bir takımdılar. İyi yönetilen, derin bir takım. Sanırım normal sezondaki son maçımızda bizi yenmişlerdi. Bizimle birlikte yarışa girdiler ve bu daha önce görmediğimiz bir şeydi. Lloyd, Wiggins ve Reid, koşabiliyorlardı. Biz hâlâ tecrübe avantajına sahip olduğumuzu düşünüyorduk.
Reid: 2. tura geldiğimizde, bir gün soyunma odasındaki panoda “Bir numara olacağız” yazdığını gördüm; bunu Ralph yazmıştı. Ben de şöyle dedim: “Bunun ne demek olduğunu söyleyeyim. Şimdi 75.000 dolar. Sonraki tur 100.000 olacak. Kazandığımızda 150.000 olacak ve menajerin buna dokunamayacak. Tüm taraftarlar takımın arkasındaydı. Bu iş para kazanma işi, dostum.”
McDowell: İkinci turdan kurtulmamıza şaşırmıştım. Denver –ki bugün de öyle– oynadığım en gürültülü salona sahipti. Öyle gürültülüydü ki, tek duyduğum, kulaklarımdaki çatırtılardı. Ses ve hava arasında fark yoktu.
Olajuwon: Hücum işini çözmüşlerdi. Buna ‘Lokomotif’ diyorduk, çünkü herkes hareket halindeydi; ve Denver’da, herkes nefes almakta zorlanıyordu.
Blinebury: Eminim Fitch, sahada yanlarında bulunması için oksijen tüpleri getirmiştir.
Olajuwon: Zor seriydi. Denver’dan Los Angeles’a, eve uğramadan geçtik. Lakers bizi bekliyordu.
A.C. Green (forvet, Lakers): Bu yılın onların yılı olmadığını bilmelerini istiyorduk.
Dawson: Oraya ilk maç için gittik ve kıçımıza tekmeyi yedik. Otelde Koç Fitch’le birlikte “Ne yapabiliriz?” diye düşündüğümüzü hatırlıyorum. Koç pek az şey bulmuştu.
Fitch: Tek bir değişiklik yaptık, o da Rodney McCray’le. Ona farklı bir rol verdik ve ondan bir pasör yarattık. Buna çare bulamadılar.
Worthy: Her pozisyonda bize iyi karşılık verdiler. Gerçekten iyi olduklarını ve savunması zor bir takım olduklarını hatırlıyorum. Koşuyorduk, onlar da koşuyordu. Lakers olarak ilk kez Batı’dan çıkmakta bu kadar zorlandık diyebilirim.
MUCİZE ŞUT
Showtime Lakers‘ı, 80’lerde Batı Konferansı’na hükmediyordu. Magic, Kareem, Worthy ve koç Pat Riley ile birlikte üç kere şampiyon oldular ve dört kez üst üste Batı şampiyonu oldular. Worthy en iyi ‘çok yönlü’ sezonunu geçirirken, bazıları ’86 Lakers‘ın, tarihlerinin en iyi takımı olup olmadığını merak ediyordu. NBA takımları, üçüncü sezon arka arkaya Lakers-Celtics finalinin oynanma olasılığından hoşnut değildi. Genç Rockets‘ın Los Angeles’taki ilk maçı kaybetmesinin ardından, herkes onları gözden çıkarmıştı.
Ehlo: Onlardan bir maç çaldık, sonra eve geldik ve oradaki iki maçı kazandık. Oraya 3-1 üstünlükle dönmüştük.
Reid: Onlara üstünlük kurmuştuk.
Heisler: Hakeem atletik açıdan olağanüstüydü, ve sürekli topun peşindeydi. Ribaund almasına engel olamıyorlardı. Kareem’in daha genç ve atletik hâli gibiydi.
Kurt Rambis (forvet, Lakers): Hakeem’in muazzam bir hücum repertuarı vardı. Her şeyi durdurabilir gibi hissetmiyorduk. Onun arkası dönük şutlara zorlamaya çalıştık. Bu onun yapabileceklerini azaltır ve hücum ribaundlarına erişmesini engelleyebilirdi.
Lloyd: Hepsi ‘trash talk’ yapıyordu. Esasında savaş halindeydik diyebiliriz. Magic ve ekibi etkileyiciydi. Yarıp geçiyor ve koşuyorlardı. Harika bir takımdı. 8-9 yıl bir arada kaldılar. Bu yüzden o kadar iyilerdi.
Jerry West (genel menajer, Lakers): En iyi oyun anlayışımızı ortaya koymakla ilgili mentaliteyi kaybettiğimizi düşündüm — gerçekten agresif olmak, saha boyunca topa hakim olmak. Açıkça, onların fiziksel üstünlüğü bizim için bir problemdi. Olajuwon yeteneğiyle ve muazzam rekabet tutkusuyla birçok farklı problem yaratıyordu Ve ona gayet iyi ayak uyduran bir takımları vardı.
McCray: İyi oynuyorlardı. Bizse öyle takılıyorduk. Deplasmandaki maçlarda farkın açılmasına izin verme; çünkü son çeyrekte her şey olabilir.
Lloyd: Maçın başında Michael Cooper’a baskı yaptığımı hatırlıyorum. Sahanın bir ucundan diğer ucuna koşup duruyorduk ve Magic beni çekerek durdurmaya çalışıyordu. 4-5 kere yaptı bunu. Eğer bir daha yaparsa, onu parkeye yapıştıracağımı söyledim. Sonra kenara alındı ve Cooper oyuna girdi; bu kez de o aynı şeyleri yapmaya başladı. Mola aldıklarında Cooper’a doğru yürüdüm ve “Burası benim mekanım, tüm saha boyunca peşinizden koşmaya hazırız” dedim.
Reid: Hakem masasının orada otururken Jack Nicholson “Robert, neden maçı kazanmamıza izin vermiyorsunuz?” dedi. Ben de şöyle cevapladım: Sonraki filminde 5 dakika konuşmama izin ver, maç sizin.”
McCray: Dördüncü çeyrekte Kupchak’i, Olajuwon’ı savunması için oyuna aldılar ve ritmini bozabilmeyi ümit ederek onun başına diktiler.
Rambis: Riley maçtaki son anlarımızmış gibi takımdaki herkesi kışkırtarak –bunu olumlu anlamda söylüyorum– güzel bir fikir bulmuştu. Ve Mitch hep sert ve inatçı bir oyuncu olmuştu.
Reid: Dream’e “Tuzağına düşme. Tuzağına düşme” diyip duruyordum. Ama Kupchak onu karnından dürtmeye devan edince, Dream de “Bir daha yap bakalım, seni nasıl yere seriyorum” dedi.
Olajuwon: Fiziksel oyunu çok umursamam. Ama bu adamın hiç savunma yapma niyeti yoktu. Sadece dengenizi bozma peşindeydi. 27 sayım falan vardı. Oyuna girdi ve benimle çok uğraşıyordu. Kendime “Teması boşver. Geri adım atma” diyordum. Eğer planları buydu ise, işe yaradı. Atıldım.
Jess Kersey (hakem): Hakeem ve Kupchak’in arasına girmeye çalıştım ve Hakeem’i belinden yakaladım. Kafamın üstünde yumruklar uçuşuyordu, çünkü ben yalnızca 1.75 boyundaydım.
Rambis: O gün tasdiklenmişti: Çoğu NBA kavgası gibi, bunda da oyuncular dövüşemiyordu.
Kersey: Birisi kafama vurdu ve şöyle bağırdım: “Hanginiz kafama vurdu bilmiyorum ama, eğer bulursam oyundan atacağım.” Sonra Bill Fitch “Jess, sana kimin vurduğunu biliyorum” dedi. O ânın da hararetiyle ona baktım ve “Kimdi?” dedim. “Kareem ve Magic” dedi.
Leavell: İşte bunlarla uğraşıyorduk. Yapmanız gerekeni yaparsınız. Eğer bir eşiği geçmek için fiziksel oynamanız gerekiyorsa, bu da olayın bir parçası. Şimdilerde herkesin fotoğraf çektirmek için poz verdiği gibi rahatça smaçlar vuramazdınız.
Kersey: Yumruk sallamış olan herkes oyundan atılmalıydı. Bu otomatik bir şeydi. Hepsini atmalıydım.
Olajuwon: Şimdi dönüp bakınca, maç cezası almadım, sadece para cezası verdiler. Günümüz NBA’inde bunu yapamazsınız. Böyle bir seride maç cezası almak, tam bir aptallık olur.
Mitch Kupchak (forvet, Lakers): Bu NBA’deki son maçım oldu. Bu şekilde olmasını istemezsiniz tabii. Böyle kimsenin hatırlamadığı bir şekilde.
Olajuwon: Kupchak’la birlikte atıldım. Hangi tarafın daha çok işine yaramıştı?
Tomjanovich: Hakeem’e soyunma odasına kadar eşlik etmek benim görevimdi.
Blinebury: Hakeem orada oturmuş, Her şeyin içine ettim, diye düşünüyordu. Eğer kaybederlerse, içerde Fitch’in gazabına uğramaktan korkuyordu.
Sampson: Herkes bir araya geldi ve “Hepimiz daha çok çaba göstermeliyiz” dedik.
Magic Johnson bir orta mesafe şutuyla Lakers’ı 3 sayı öne geçirdi. Ardından Reid’in kritik üç sayılık isabeti, bitime 15 saniye kala durumu eşitledi. Lakers’ın kaderi kendi elindeydi fakat Byron Scott’ın 1 saniye –belki daha da az– kala kaçırdığı şut, maçı uzatmaya götürdü.
Leavell: Topu hemen kapıp, süre bitmeden mola alacak kadar şanslıydım.
Dawson: O günlerde tam 1 saniye mi, yoksa daha az veya çok mu kaldığını kestirmek zordu. Saniyenin onda biri de olabilirdi.
Reid: Koç topu Rodney’nin oyuna sokmasını istedi. Ralph gelip Allen’a perde yapacak, Allen da şutu kullanacaktı.
McCray: Lakers savunması Ralph ile aramdaki boşluğu fark etmeden önce hakemi acele ettirip topu bana vermesini sağlamaya çalışıyordum.
Kersey: “Hadi, hadi” diye bağırıyordu.
McCray: Worthy belirsizlik içindeydi. Koç Riley’ye “Topa gitmemi mi istiyorsun? Yoksa Ralph’in katını mı takip edeyim?” diyordu. Biraz kafaları karışmış durumdalardı.
Worthy: Bir kafa karışıklığı vardı — bir saniye kadar, kimseyi tutmuyordum. Öylece ortadaydım. Şu Gerald Henderson’a 1984’te verdiğim pastaki gibi arkaya şöyle bir baktım — geri almayı dileyeceğim birkaç saniye vardı. Dönüp bakınca, pası çıkaran oyuncuya biraz daha baskı yapabileceğimi düşünüyorum. Belki Ralph’e topu bu kadar kolay veremezdi.
Blinebury: Kareem geri geri gidiyordu, çünkü birine faul yapıp çizgiye göndermek istemiyordu. Worthy donup kalmış gibiydi.
McCray: Hakem bana topu verdiğinde, doğrudan Ralph’e atacaktım.
Sampson: Boyalı alanın orada olduğumu biliyordum. Pozisyon aldım ve döndüm. Yalnızca doğrudan potaya ulaştırmak istiyordum. Topu alıp bekleyemezdim. Döndüm ve şutu yolladım.
McDowell: Topu aldığında, tam anlamıyla parmaklarının üstündeydi ve dönüp topu omzunun üstünden yolladı. Normal şut pozisyonunda değildi o anda. Belki sağ omzu potaya dönüktü.
Rambis: Boktan bir şut stiliyle sayı gelmişti, gerçekleşmeden önce “Bu hayatta olmaz” diyeceğiniz türden.
Sampson: Çemberin önünde sekti, arkasında sekti ve içeri girdi.
Worthy: Ralph’ten başka biri topu böyle yakalayıp, dönüp, topu yollayıp isabet bulabilir miydi bilmiyorum.
West: Bu şutun aynısından 100 tane denese birini bile sokamaz. Ama sporu spor yapan şeylerden biri de iyi talih. Bu herkesin hatırladığı bir şut, ama kesinlikle o Playoff’un gidişatına karar veren şut değildi.
McCray: Antrenmanlar sırasında onun böyle manyakça şutlar attığını görürdük. Maçtan sonra söylediğim ilk şey “Hey, nihayet onlardan birini yaptın” oldu.
Leavell: Eğer bu şuttan 500.000 tane daha denese, bir tanesi bile isabetli olmaz.
Sampson: Dünyadaki her çocuk kendi kendine son 3 saniyede topu aldığını düşünüp isabet bulmaya çalışır. Rodney size meselenin benim şutum değil, “onun pası” olduğunu söyleyecektir. Ben de onun hakkını veriyorum.
Dawson: Top çemberde sekerken Mitchell Wiggins’in dokunacağını düşünmüştüm. Wiggins sıçradı ama dokunmadı.
McDowell: Top çemberden içeri girdi ve… boom! … ve salon tamamen sessizliğe bürünmüştü.
Dawson: Şu koşturan beyaz ceketli salak benim.O anda ne yaptığımı bilmiyordum. Sanki birini yakalamaya çalışır gibi koşuyordum.
Lloyd: Neredeyse skorborda dokunacaktım, öyle bir sıçramışım. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi, son şampiyonu alt etmiştik.
Green: Michael Cooper gibi kalakalmıştım.
McDowell: Hâlâ Cooper’ı o şekilde yerde yatarken görebiliyorum.
Lloyd: Cooper’ı yerde yatarken görüyorum. O ve Magic, ortaya çıkan kötü manzarayla ilgili, her maçı kazanıp geri dönmeleri ihtimalini konuşuyorlardı. Onları püskürttük. Onları bu şekilde tahtlarından indireceğimizi asla tahayyül edemezlerdi.
Green: İçindeki her şey, basketbola sadık taraftarların gözünde, karakterde, basketbol ruhunda, taraftardan oyuncuya aktarılan bilgiye kadar her şey, “Asla” diyordu.
Tomjanovich: Soyunma odasında pozisyonu izliyorduk ve Ralph topu yolladığında Hakeem zıplamaya başlamıştı. Top çemberden geçtiğinde ayakları daha da hızlandı, o kadar hızlıydı ki, sanki yere değmiyordu. Biz de etrafta koşup, bağırıp çağırıyorduk. Hani bir köpek, mermerin üzerinde kayar ya, onun gibi. Soyunma odasında, bu maçı kaybetmediğimiz için fazlasıyla memnundu.
Olajuwon: Herkes soyunma odasına doğru koşarken, ben onlarla kucaklaşmak üzere üstlerine koştuğumu hatırlıyorum. Kutlama yapıyorduk. Kimse aptalca bir şey yaptığımı söylemedi.
Pat Riley (koç, Lakers): Bill Fitch omzuma dokunup şöyle dedi: “Kötü kaybettiniz.” Müthiş derecede hayal kırıklığı içerisindeydim. Sampson’ın garip şutu Lakers ve benim için bir soru yaratmıştı: Kaybetmekle nasıl başa çıkacaktık?
Thomas: Jerry Buss ve ben, potaya 1 metre uzaktaydık. Jerry döndü ve “Tebrikler Charlie” dedi ve el sıkıştık. O ve ben, ligde bulunduğum süre zarfında iyi arkadaştık. Forum Club’a 5-6 kişiyle beraber gittik ve şişelerce şampanya, oradaki insanlar tarafından üzerimize dökülmeye başlandı. Şık bir hareketti. “Charlie, Boston’ı yenin” diye bağırmaya başladılar.
Rambis: Uzun süre kazanmak için kurulmuş bir ekibe sahiplerdi.
West: Pota altında bu ebatlarda iki adamla, bence herkes onlara bakıp “Aman tanrım” diyordu. Ama biz herkesle rekabet edebileceğimizi hissediyorduk — sonraki iki yıl takımda çok az değişiklik olduğunu kesinlikle göstermiştik. Houston’ı izlerken, iki uzunun harika bir uyuma sahip olduğunu görüyordunuz. Ama başka zamanlar, ofansif açıdan yapabileceğiniz farklı şeyler olduğunu düşünüyorsunuz. Eğer şutu kaçırırlarsa, savunmaya dönemeyecekler gibi. Fakat 8 ila 10 yıl arasında kazanmaya devam edecek bir takım gibilerdi.
Heisler: Uzun lafın kısası, İkiz Kuleler hadisesi, Lakers’ı ve geri kalan tüm ligi korkutuyordu.