by Greg Swartz, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 27 Nisan 2020 tarihinde BleacherReport’ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Bu yazıda yer alan büyük üçlüler ise şampiyonluğa ulaşamayanlar…
NBA’de şampiyonluk elde etmek amacıyla bir araya getirilmiş ancak bu hedefe ulaşamamış birçok yetenekli büyük üçlülere tanıklık ettik. İstenen başarının gelmemesi kimi zaman oluşturulan kadroların beraber yeteri kadar zaman geçirmemesi, play-off baskısı altında istenilen seviyede performans sergileyememesi sebebiyle şampiyonluğa ulaşamadı.
Cleveland Cavaliers: Larry Nance, Brad Daugherty, Mark Price (1988-94)
Michael Jordan ve Chicago Bulls, basketbol dünyasındaki hanedanlığını ilan etmeden önce Cleveland Cavaliers, 1990’lı yıllarda birden fazla şampiyonluk kazanabilecek bir ekip olarak kabul ediliyordu.
North Carolina çıkışlı 2.13 boyunda Brad Daugherty, iyi bir skorer, ribaundçu ve pasördü. Price ise aynı draftın ikinci turunun ilk seçimiydi ve ilerleyen yıllarda NBA’de keskin şutörlüğü ile ikili sıkıştırmalardan kurtulma yeteneğiyle ün salacaktı.
Nance ise o dönemde kendini lig genelinde kanıtlamış All-Star bir uzun forvetti. 1984 yılında ilk kez düzenlenen Smaç Yarışmasını kazanan Nance, 1988 yılında Cavaliers’a takas olarak Cleveland’ın büyük üçlüsünü oluşturdu. Bu ekip sonraki yedi sezonda altı kez play-off’larda mücadele etti.
Bu üçlü saha içindeki performansları kadar saha dışındaki arkadaşlıkları ile de tanınıyor. Nance, takım arkadaşlarını sık sık balık tutmaya götürürken Price da takım arkadaşlarına klise şarkıları söylermiş. Daughterty de takım arkadaşlarıyla av seyahatleri düzenlermiş. Cleveland, hem daha içinde hem de saha dışında ideal bir büyük üçlüye sahip gibi gözükse de bir kişi onların şampiyonluk umutlarını her seferinde yerle bir etti.
1988-89 sezonunda Price – Daugherty ve Nance, Michael Jordan’ın Chicago Bulls’una karşı normal sezonda oynadığı altı maçın hepsini kazanmıştı. Ancak play-off’ların ilk turunda Michael Jordan’ın meşhur son saniye şutuyla Chicago Bulls’a elendi ve evine döndü.
Sonraki yıllarda Cavaliers’ın altı play-off macerasının beşi Michael Jordan karşısında sona erdi. Bu dönemde en fazla 1992 yılında konferans finaline çıkmayı başardılar.
Bu isimler, beraber oynadıklar süre boyunca toplam 11 kez All-Star maçlarında yer aldı. Daugherty, 28 yaşında yaşadığı sakatlıklar sebebiyle emekliye ayrılınca Cleveland’daki büyük üçlü dönemi de sona ermiş oldu.
Utah Jazz: John Stockton – Karl Malone – Jeff Hornacek (1994-2000)
1990’lı yılların Utah Jazz’inden bahsederken Jeff Hornacek ismi, Karl Malone ve John Stockton’ın gölgesinde kalsa da Salt Lake ekibi, Hornacek’in keskin şutörlüğü olmasa elde ettiği başarılara ulaşamazdı. Beraber oynadıkları yedi sezon boyunca Jazz’in büyük üçlüsü play-off’larda yer aldı ve 1997 ile 1998 senelerinde NBA Finallerinde mücadele etti. Ancak tıpkı 1990’lı yılların başındaki Cleveland Cavaliers gibi onların da şampiyonluk umutları Michael Jordan tarafından yerle bir edilid.
Michael Jordan, Chicago Bulls ile birlikte 1997 ve 1998 yılında Utah Jazz’i altı maçta mağlup etmeyi başarırken yıldız ismin 1998 finallerinin son saniyelerinde Bryon Russell’ın üzerinden attığı basket tüm basketbolseverlerin hafızasına kazındı.
Tam olarak da bu yüzden Utah Jazz, asla şampiyonluk kazanamamış en iyi büyük üçlülerden birisine sahip takım olarak basketbol tarihindeki yerini aldı. Malone, bu dönem boyunca iki kez MVP ödülünü kazandı. Stockton, emekli olduğunda yaptığı 15806 asist ile tüm zamanların asist lideriydi. Jornacek, Jazz forması giydiği yedi sezon boyunca üçlük çizgisinin gerisinden %42.8 ile şut attı.
Malone ve Stockton, emekli olduktan sonra Basketbol Şöhretler Müzesindeki yerini aldı ancak Hornacek’in varlığı da Jazz takımı için hayati önem taşıyordu.
Sacramento Kings: Peja Stojakovic – Chris Webber – Vlade Divac (1998-2004)
Sacramento’nun büyük üçlüsü zaman içerisinde evrimleşerek değişim gösterse de Webber – Stojakovic – Divac üçlüsü Kings takımının temel direğiydi. Webber ve Divac, Kings’in en önemli iki oyuncusu olarak göze çarpıyordu. Divac’tan neredeyse 10 yaş genç olan Stojakovic de takımın önemli parçalarından birisiydi.
Webber’ın oyununda gözle görülür bir zafiyet yoktu. Webber; skor üretebilen, ribaund alabilen, pas dağıtabilen ve blok yapabilen yetenekli bir uzun forvetti. Bu üçlünün beraber oynadığı dönem boyunca Webber, 23.8 sayı – 10.8 ribaund – 4.6 ribaund – 1.5 top çalma ve 1.6 blok ortalamaları yakaladı.
Divac, Sacramento’ya geldiği dönemde neredeyse 30 yaşındaydı ancak hala takımına yıldız seviyesinde katkı veriyordu. Webber gibi o da ligin en iyi pasörlerinden birisiydi ve skor üretmek ile ribaund almakta zorlanmıyordu.
Stojakovic, diğer iki isme ayak uydurarak üçüncü sezonundan itibaren üst seviyede performans vermeye başladığı andan itibaren Kings, seviye atladı.
Bu üçlünün beraber oynadığı altı yıl boyunca Kings, altı kez play-off’larda mücadele etti. 2002 yılında batı konferansı finallerinde Los Angeles Lakers ile oynadıkları yedi maça giden seri hala dönem dönem hakem kararları sebebiyle gündeme geliyor.
Webber, Divac ve Stojakovic’n liderliğinde Kings’in play-off oynadığı altı sezonun üçünde Sacramento ekibini eleyen takım Los Angeles Lakers oldu. Bu dönemde Kings, dört sezonda 55 galibiyetin üstüne çıkmayı başarmıştı. Mike Bibby ve Doug Christie ile birlikte milenyumun ilk yıllarında Kings, ligin en iyi ilk beşlerinden birisine sahipti.
Phoenix Suns: Amar’e Stoudemire – Shawn Marion – Steve Nash (2004-2008)
2000’li yılların ortalarında basketbolseverler hangi takımın taraftarı olursa olsun Phoenix Suns’ın maçlarını izlemeyi iple çekiyordu. 2004 yazında Steve Nash ile altı yıl 65 milyon dolarlık bir kontrat imzalayan Suns, sonraki yıllarda Amar’e Stoudemire ve Shawn Marion ile birlikte “7 saniye ya da daha çabuk” kavramını basketbol dünyasına kazandırdı.
O dönemde oynadıkları basketboldan bahsederken Steve Nash, “İnanılmaz eğlenceliydi. Şu anda ligdeki takımların çoğunun oynadığı basketbolun tohumlarını atmıştık. Yeni bir stildi oynuyorduk. Oyunumuzun hızı ve temposu herkese şoka uğratıyordu ve rakiplerimiz bize ayak uydurmakta çok zorlanıyordu” diyerek anlatıyor.
Harika bir şutör ve pasör olan Nash, 2005 ve 2006 yıllarında arka arkaya iki kez MVP ödülünü kazanırken 17.5 sayı – 11.2 asist ortalamaları yakaladı ve bunu yaparken %51.3/%45.3/%90.4 gibi akla sığmayacak şut yüzdelerine sahipti.
Stoudemier ve Marion, Steve Nash olmadan da ligin önemli ikilerinden birisi olsa da yıldız oyun kurucunun eklenmesiyle birlikte iki isim de performanslarını bir seviye daha yukarıya çekti.
Nash – Stoudemire’ın oynadığı pick and roll hücumu, en az ligdeki her ikili kadar etkiliydi. 2.08 boyundaki Stoudemire’ın topu hareketli aldığı zamanki bitiriciliği ve alley-oop’ları bitirme kabiliyeti bu ikiliyi durdurmayı çok daha zor bir hale getiriyordu. Marion ise her pozisyonu oynayıp savunabiliyordu. Marion, bu dönemde dört kez All-Star seçildi ve iki kez de ligin en iyi beşlerine seçildi.
Büyük üçlü dönemi boyunca Phoenix, iki kez 60 maçtan fazla kazanma başarısını gösterdi ve iki kez de konferans finalinde oynamalarına rağmen hiç NBA finallerinde yer alamadılar.
Oklahoma City Thunder: Kevin Durant – Serge Ibaka – Russell Westbrook (2009-2016)
Oklahoma City Thunder’ın ilk büyük üçlüsü Kevin Durant – Russell Westbrook ve James Harden olsa da Harden, Rockets’a takaslanmadan önce bu isimlerle beraber sadece üç sezon geçirebildi.
Durant, Westbrook ve Ibaka ise yedi yıllık bir süre boyunca altı kez play-off’larda mücadele etti ve her sezon şampiyonluk adaylarının arasında yer alan sıradaki NBA hanedanlığı olarak görülüyorlardı. 2012 yılında NBA finaline ulaşan Thunder, eşi benzeri görülmemiş bir genç çekirdeğe sahipti. O dönemde Durant ve Westbrook 23, Ibaka ise sadece 22 yaşındaydı. Final serisinde LeBron James, Dwyane Wade ve Chris Bosh üçlüsüne mağlup olan Thunder için gelecek parlak gözüküyordu.
Durant’in adı bu dönem boyunca sık sık NBA’in en iyi oyuncusu tartışmalarında geçiyordu. Bu esnada 4 kez normal sezon ve play-off’larda sayı kralı olduğu, 2013-14 sezonunda MVP ödülünü kazandığı ve 5 kez de NBA’in En İyi Beşine seçildiği düşünülünce bu gayet doğal.
Russell Westbrook da Durant’in yanında ikinci opsiyon olarak oynamak zorunda kalan ama lider özelliklerine sahip olan bir isimdi. Durant’in sakatlık sorunu yaşadığı 2014-15 sezonunu ligin sayı kralı olarak bitiren Westbrook, NBA tarihinin en fizikli oyun kurucularında birisiydi.
Ibaka ise bu isimlerin yanında oynayabilecek ideal bir üçüncü adam görüntüsü çiziyordu. Dış şut tehdidi olan ve savunmanın taşıyıcısı olan Ibaka, ciddi bir skor ve ribaund tehdidiydi. 2011-12 ve 2012-13 sezonlarında NBA’in blok kralı olan Ibaka, üç kez de ligin En İyi Savunma Beşine seçildi.
Durant, Westbrook, Harden üçlüsü bir arada kalsaydı NBA’in bir sonraki hanedanlığı haline gelebilirdi. Ancak bu Durant, Westbrook, Ibaka üçlüsünün de en az bir şampiyonluk kazanacak yetenek toplamına sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ibaka, 2016 yazında Orlando Magic’e takas oldu. Bundan birkaç hafta sonra da sözleşmesi biten Durant, takımdan ayrılarak Golden State Warriors’ın yolunu tuttu. Westbrook, Thunder’da birkaç sezon daha oynadıktan ve MVP ödülünü kazandıktan sonra 2019 yılında Rockets’a takaslandı.
Memphis Grizzlies: Marc Gasol – Mike Conley – Zach Randolph (2009-2017)
Yedi yıl boyunca “Grit and Grind” lakabına sahip olan Memphis Grizzlies, batı konferansının play-off potasının değişmez takımlarından birisiydi. Bu süre boyunca Grizzlies; fiziksel yetenekleri, tempoyu kontrol eden oyun anlayışları ve yıldırıcı savunmalarıyla birlikte rakiplerine zor anlar yaşattı.
Batı konferansında yer alan Golden State Warriors ve Houston Rockets gibi takımlar daha yüksek tempoda oynamaya başlarken Memphis Grizzlies, bunun tam tersinde bir formül izleyerek oyunu yavaşlatıp fiziksel bir basketbol oynayarak batı konferansında mücadele etmeye çalıştılar. Bu formül ile konferans finalinden ötesini ise göremediler.
Memphis’in bu dönem boyunca yakaladığı başarılardaki en büyük paya kimin sahip olduğunu söylemek çok kolay değil. Mike Conley, kariyeri boyunca All-Star maçında hiç yer almamış en iyi oyunculardan bir tanesi. 2012-13 sezonunda En İyi İkinci Savunma Beşine seçilen Conley, son 20 yıllık dönemin en hak ettiği değeri görmeyen oyun kurucularından bir tanesi. Grizzlies’in elit uzun oyuncularla dolu olan kadrosuna Conley, takımın çok ihtiyacı olan dış şut tehdidini getiriyordu. Üçlünün beraber oynadığı sekiz yıl boyunca üç sayı çizgisinin gerisinden %37.9 ile oynayan Conley, ortalama 15.2 sayı üretti.
Mar Gasol, istatistiksel olarak Grizzlies tarihinin en başarılı oyuncusu olarak ön plana çıkıyor. Üç kez All-Star olma başarısı gösteren Gasol, Memphis’te oynadığı süre boyunca takımının ondan beklediği her şeyi gerçekleştirmeyi başardı. Harika bir pasör olan Gasol, Grizzlies savunmasının en önemli parçasıydı ve hücumda da üst düzey ayak oyunlarıyla etkili oluyordu. Gasol, zamanla şut menzilini de üç sayı çizgisinin dışına taşımayı başardı. İspanyol uzun, 2012-13 sezonunda da Yılın Savunmacısı ödülünü kazanmayı başardı.
Bu isimler arasında rakiplere en çok korku salan isim ise Zach Randolph’tu. 2.00 boyundaki Randolph, pota altında fiziksel oyunuyla etkili oluyordu ve rakiplerini ona ikili sıkıştırma getirmek zorunda bırakıyordu. Memphis’te oynadığı dönem boyunca iki kez All-Star seçilen Randolph, Grizzlies’in San Antonio Spurs, Oklahoma City Thunder, Los Angeles Clippers ve Portland Trail Blazers gibi takımları play-off’larda elemesinde büyük rol oynadı.
Ligdeki en iyi savunmacılardan birisi olan Tony Allen’ı da bu isimlerin yanına eklediğinizde karşınıza NBA tarihinin en iyi savunma yapan ancak hiç finallerde oynayamamış takımlarından birisi çıkıyor.
Los Angeles Clippers: Chris Paul – DeAndre Jordan – Blake Griffin (2011-2017)
“Lob City” lakaplı Los Angeles Clippers, sadece beraber oynadıkları dönemin en iyi NBA takımlarından birisi değil aynı zamanda kulüp tarihinin en başarılı kadrosuydu.
2011 yılında Clippers, Chris Paul’ü Eric Gordon, Al-Farouq Aminu, Chris Kaman ve birinci tur draft hakkı karşılığında takas etti. Bu sırada tarihin en iyi oyun kurucularından birisi olan Chris Paul sadece 26 yaşındaydı.
Paul, Los Angeles’a geldiğinde dört kez All-Star seçilmiş; ligin iki kez asist, üç kez de top çalma kralı olmayı başarmıştı. Paul tartışmasız şekilde takımın lideriydi ve Clippers’a gelmeden önce oynadığı dört sezonda Hornets’i üç kez play-off’lara taşımayı başarmıştı. Bunu yaparken de yanında Blake Griffin kadar yetenekli bir oyuncu yoktu.
Griffin, 2010-11 sezonunu Yılın Çaylağı seçilerek tamamladı ve o esnada ligin en iyi smaççılarından birisiydi. Paul ile oynadığı sonraki beş sezon boyunca Griffin, All-Star seçilme başarısı gösterdi.
DeAndre Jordan ise savunma ve çember etrafındaki bitirme yetenekleriyle birlikte bu iki yıldızın yanındaki tamamlayıcı parçaydı. Beş yıl üst üste lige şut yüzdesi kategorisinde liderlik eden Jordan, iki kez ribaund kralı oldu ve 2017 yılında All-Star maçında yer aldı.
Bu üçlü ne kadar iyi olsa da play-off ikinci turundan ötesini görmeyi başaramadı.
Bu üç ismin beraber play-off’larda oynadığı 6 sene boyunca Clippers, aynı takıma iki kez seri kaybetmedi. San Antonio Spurs, Memphis Grizzlies, Oklahoma City Thunder, Houston Rockets, Portland Trail Blazer ve Utah Jazz’e elenen Clippers, güçlü batı konferansının kurbanı oldu.
Daha sonra Chris Paul, Houston Rockets’a takas olurken Blake Griffin de yine takas yoluyla Detroit Pistons’ın yolunu tuttu. DeAndre Jordan ise sözleşmesi bittikten sonra Dallas Mavericks ile sözleşme imzaladı.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!