by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Ekol: Bir bilim ve sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul.
Avrupa basketbolunun günümüze kadar gelişiminde ülkeler bazında büyük ekollerden bahsetmemiz mümkündür. Geçmişte Yugoslavların ve günümüzde Sırpların sahayı domine eden kadife elli yönetici pivotları, Sovyet basketbolunun Arvydas Sabonis, Vladimir Tkachenko gibi dev pivotlarla 80’li yıllara damga vuruşu, çeşit çeşit ülkelerin yakaladığı jenerasyonlar…
Yugoslavya ve Sovyetler örnekleri, çok uluslu devlet yapılanmalarının bir getirisi olarak nüfus kalabalıklığıyla harmanlanan bir yetenek havuzu şeklinde karşımızda duruyor. Sonuç olarak Yugoslavya’nın 1990 yılı itibariyle 23 küsür, Sovyetler Birliği’nin ise 287 küsür milyon gibi bir nüfusu vardı. Ancak o dönemde baş gösteren bir Yunanistan basketbolu var ki, 1990 sayımında 10.1 milyon nüfuslu bir ülkenin basketbola bu kadar uzun süre nasıl damga vurabildiğini, Avrupa’nın diğer devleriyle savaşabildiğini net biçimde gözler önüne seriyor.
Yunanların basketbol macerasına baktığımız zaman 1891’de oyunu YMCA’deki (Genç Hristiyan Erkekler Birliği) fizik antrenörü James Naismith’in bulduğunu, ardından YMCA’in Selanik örgütlenmesinin bunu Yunanistan’a taşıdığını biliyoruz. İlk profesyonel takımın kurulmasıysa 1919 yılına tekabül ediyor.
Ancak basketbolun Avrupa’da hakettiği ilgiyi bulmasının bu bahsi geçen yıllarla uzaktan yakından alakası yok. 1958’de kurulan FIBA EuroLeague’in devamında yaşanan gelişmelerin bu bağlamda kıta kapsamındaki ekipleri bir rekabet yarışına soktuğunu ve basketbolun organizasyonel olarak birleşik faaliyet göstermesi bakımından kritik rol oynadığını görüyoruz.
Bunun yaratacağı avantaj köklü Yugoslav, Sovyet, Yunan, İspanyol ve Türk kulüplerinin birbirlerinden etkilenerek yıllar içinde başarı basamaklarını tırmanarak küresel bir basketbol kültürü oluşmasında önemli rol oynamasını sağlayacaktı.
İlk Filizler
1950’li yıllarda Boston Celtics‘in efsanevi oyun kurucusu Bob Cousy, takımın Yunan oyuncusu Lou Tsioropoulos’la beraber Yunanistan’a ayak basarak Celtics‘in o dönemki basketbolunu anlattıkları bir klinik düzenliyor. 1950 ve 60’lar Celtics takımını anlatmaya fazla gerek yok. Bu kliniğin baş muhatapları arasında yer alan Olympiacos efsanesi kardeşler Giannis ve Alekos Spanoudakis, Amerikan basketbol etiğini Yunanistan’a taşıyan ilk sporcular oluyorlar.
Bir yandan o yıllarda Panathinaikos efsanesi ve aynı zamanda “Yunan Basketbolunun Atası” olarak kabul edilen Faidon Matthaiou’nun hikayesi de ilginç. 12 yıl süren kariyerine pivot olarak başlayan Matthaiou, 1949 EuroBasket’te bronz madalya kazanan bir takımın parçası. Faidon, sonradan bir oyun kurucuya evriliyor ve Panathinaikos formasıyla tam 3 Yunan Ligi şampiyonluğu kazanıyor.
Bu süreçte ülkeyi basketbol anlamında domine eden ekip Panellinios olurken “Altın Beşli” olarak adlandırılan bu kadro EuroLeague’in kuruluşu öncesinde saygıdeğer turnuvalar olan Brüksel ve San Remo turnuvalarında Kızılyıldız ve Virtus Bologna’yı mağlup ederek 2 uluslararası şampiyonluğu müzesine ekliyor.
Milat
1960 ve 70’li yıllara baktığımız zaman önce AEK Atina’nın uluslararası mücadelede, sonrasında Panathinaikos ve Olympiacos‘un tekrar yerel bağlamda etkili oldukları gerçeği bizi karşılasa da 1970’li yılları değerlendirmemiz gereken başka bir bağlam daha var.
Nikos Galis ismini profesyonel olarak basketbolla uğraşan günümüz nesli bir yere kadar biliyor olsa da basketbol izleyicilerinde bu noktada bir eksiklik olduğunu söylemek mümkün. 70’ler,insanlığın onu basketbol sahnesinde duymaya başladığı 10 yıllık dilim olarak tarihe geçti.
Seton Hall Üniversitesi mezunu Galis, 4 yıl boyunca formasını giydiği SHU Pirates’te tam anlamıyla bir efsane haline geldi. Draft öncesi son sezonu olan 1978-79 sezonunda 27.5 sayı averajıyla NCAA’in en skorer 3. oyuncusuydu. Önündeki 2 isimse kolej efsanesi Lawrence Butler ve NBA’de gelecek 10 yıl boyunca hüküm sürecek olan Larry Bird’dü. 1986’da üçlük çizgisine kavuşan NCAA’de bir Avrupalı oyuncunun hele ki 70’li yıllarda üçlüksüz bile baskınlığını hissettirebilmesi nasıl bir mitin gelmekte olduğunun en büyük habercisi olmalıymış bugünden o güne bir revizyon yaptığımız zaman.
1979’da mezun olarak draftlere katılan Yunan genç, Boston Celtics tarafından 68. sırada seçilmesine rağmen idman kampında yaşadığı sakatlık sebebiyle takımın bir parçası olamıyor. Celtics‘in büyük dominasyon sürecinin mimarı olan efsanevi koçu ve başkanı Red Auerbach, “Galis’le imzalamamamız kariyerimin en büyük hatasıydı” şeklinde bir değerlendirme yapacaktı.
Mit
1979’da NBA’e hazırlanan bir oyuncuyken verdiği karar onu gelecekte bir ikon haline getirecek olan Selanik takımı Aris’e taşıyacaktı.
Yunan Ligi’ndeki 1979-80 sezonu istatistikleri: 22 maçta 31.5 sayı ortalaması
Yunan Ligi’ndeki 1980-81 sezonu istatistikleri: 26 maçta 44.0 sayı ortalaması
Bu averajları görüp “O yıllarda basketbol mu oynanıyordu yahu” çıkarımında bulunmak yerine aslında ne kadar üst düzey bir iş başardığını görmek lazım diye düşünüyorum. 20’li yaşlarının ilk yarısındaki bir oyuncu için pek de alışılageldik bir şey değil gibi gözüküyor. Evet, büyük skorerlerin çıktığı o dönemde bile.
Drazen Petrovic ve Nikos Galis isimleri 80’ler basketbolunu geçtim, tüm Avrupa basketbolu tarihinde bu yüzden farklı anılırlar. Neticede birisi Arvydas Sabonis gibi bir devin o yıllarda EuroLeague şampiyonluğu yaşamasına engel olmuş, diğeriyse 1987’de Marciulonis, Valters, Tkatchenko ve Volkov gibi oyunculardan kurulu Sovyetler’in Avrupa şampiyonluğuna…
İşin o kısmına geçmeden önce 1984 yılının bu yazının bağlamındaki öneminden bahsetmek istiyorum. ’84, Aris’te Galis’in yanındaki o boşluğun doldurulduğu yıl olarak yer alıyor kayıtlarda. Bu oyuncu, Yunanistan basketboluna yıllar yılı damga vuracak olan “Ejder” lakaplı Panagiotis Giannakis.
Bu ikili gibisi elbette dünya üzerinde hiç görülmedi ama oyuncu olarak Damian Lillard – CJ McCollum ikilisi, günümüzde oyun yapısı ve takımlarındaki rol paylaşımları itibarıyla benzerlikler taşıdığını düşündüğüm oyuncular.
Bu ikili elit seviyede bir uzunları, yanlarında tamamlayıcı bir forvet bulunduğu müddetçe neler yapabileceklerini 1987 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Panagiotis Fasoulas ve Fanis Christodoulou gibi isimlerle beraber gösterdiler. Galis o turnuvada 37 sayı ortalamasıyla oynarken Giannakis 12.6 sayıyla onun yanındaki isimlerdendi. İkili olarak en büyük efsaneyi yazdıkları turnuva da o’dur.
Galis’i izlerken hakikaten hayretler içinde kalıyorum hep. Böyle bir ayak çabukluğu, böyle bir şutörlük, böyle bir çabuk karar alabilme yetisi… Kaç oyuncuda bunların hepsi birleşir? Bir de fiziksel olarak dezavantajlı olduğu barizken. Şu an inanılmaz bir skorere saygı duruşunda bulunuyorum!
Yunanistan topraklarında basketbolu sevdiren en önemli figürdü. Bu yazıya hazırlanırken konuştuğum önemli bir referans olan Eurohoops yazarı Nikos Varlas, Yunanistan halkı için onun bir nevi “Michael Jordan” niteliği taşıdığını ve o döneme kadar ülkelerinde potalar yerine futbol kaleleri olduğunu anlatıyor.
Partneriyse müthiş yetenekli, akıllı bir Avrupa basketbolu guardıydı. Hayatımda izlerken daha fazla keyif aldığım iki oyuncu pek oyuncu aklıma gelmiyor. Belki yakın dönemden Ekpe Udoh ve Bogdan Bogdanovic’i aday olarak gösterebilirim.
1984 ve 1985-91 yılları arasında Yunanistan şampiyonluklarına ambargo koyup EuroLeague’de Final Four’larda takılmalarının ana sebebi de yanlarındaki tamamlayıcı parçalardan yoksun kalmalarıydı diye düşünüyorum.
İkisi de Aris kariyerlerini birer yıl arayla 1992 (Galis), ve 1993’te (Giannakis, Efes Pilsen’e karşı oynadıkları finalde Saporta Kupası’nı kazanıp ayrıldı) noktalarken devamında aynı süreçte olmasa da Panathinaikos forması giydiler.
Tarihin en büyük skoreri Galis, EuroLeague kariyeri boyunca tam 8 kez En Skorer Oyuncu ünvanına sahip olurken Giannakis, Aris’te yapamadığını yaparak 37 yaşında, 1996’da Vrankovic, Wilkins, Alvertis gibi oyuncularla Boza Maljkovic önderliğinde EuroLeague şampiyonluğuna ulaştı.
Yugoslav Ekolü ve Geçiş Süreci
Kostas Patavoukas, Evangelos Kolonios, Georgios Kalaitzis gibi guardların varlığında geçen 90’ların ikinci, 2000’lerin ilk yarısını bir geçiş süreci gibi değerlendirebiliriz.
Bu yıllar, Yunanistan’da yabancı yıldızların esip gürlediği ve elbette neticesinde kulüpler bazında uluslararası büyük başarıların geldiği süreç olarak tarihe geçerken 1987’de ülkenin en popüler spor aktivitelerinden birisi olma yolunda önemli bir adımı atılmış olan basketbolun artık çok büyük bir tutku haline dönüşmesi de bu büyük oyuncuların varlığıyla mümkün olacaktı.
Olympiacos‘un Zarko Paspalj, Milan Tomic, Roy Tarpley gibi yıldızlara sahip olduğu bu süreçte Panathinaikos ise Dominique Wilkins, Stojko Vrankovic gibi yıldızlarla önemli başarılar elde edecekti. Bu dönemde üst üste gelen 2 EuroLeague şampiyonluğunun da Boza ve Duda gibi Yugoslav koçlar tarafından yönetilen takımlarla gelmesi de bir tesadüf değil elbette.
Galis – Giannakis sonrası dönemdeki milli takımın önemli guardlarından birisi olan Angelos Kolonios’u AEK’daki Saporta Kupası şampiyonluğunda çalıştıran Ivkovic, daha sonrasında da sürece damga vuracak nice büyük isimleri çalıştırırken Yugoslavya Milli Takımı’ndaki yardımcısı Zeljko Obradovic de Panathinaikos cephesinde ondan eksik kalmadı elbette. Obradovic‘in halen Diamantidis’i nasıl andığını hepimiz biliyoruz. Oyuncu-koç ilişkisi bağlamında yapılacak her türlü değerlendirmenin zirvesiydi onlar.
Mesai arkadaşımız Antonis Stroggylakis de kendisiyle konuştuğumda “Bence Yunan guardlarda Papaloukas, Diamantidis ve Spanoulis’i içeren ikinci dalga, Dusan Ivkovic ve Zeljko Obradovic gibi isimlerin koçluğundan büyük ölçüde yararlandı” şeklinde açıklıyordu durumu.
Yugoslav ekolünün basketbola kattıkları hiç tartışılmaz ancak bu isimlerin Yunanistan basketbolunda yoğunlaşması ve büyük ölçüde harika guardlar olması da halihazırda oluşmuş bir geleneğin nasıl ve nereye kadar geliştirilebileceğinin örneklerini yazan müthiş bir hikayeye önderlik etti.
İkinci Dalga
2000 sonrası oyuncular, aslında Türkiye’de epey meşhur bir Yunan guard söyleminin yolunu açan isimlerdi… Özellikle o yıllarda burada basketbolun popülerleşmeye başladığını düşünürsek. Bu bakımdan en güçlü olmasa da ilk örnekler Theo Papaloukas ve Nikos Zisis olarak gözüküyor.
Theo Papaloukas ise bu noktada diğerlerinden ayrılan, daha farklı bir değerlendirmeye tabii tutulması gereken süper yıldızlardandı. Olympiacos ve CSKA Moskova formalarıyla çok farklı seviyelere çıkan Theo, 2002-05 arasında Duda’yla çalıştığı dönemin sonunda Ettore Messinalı macerada CSKA‘yı şampiyonluğa taşıyan isimlerden olacaktı. Bu oyunculara baktığınız zaman hırslarıyla öne çıktığını düşünürsünüz. Ama Papaloukas’ın takımdaşlığı gibisini görmek de kolay değil. Öyle her babayiğidin harcı olmayacak türden bir oyuncuydu.
Çok skorer bir kimliği olduğunu düşünmesek de sahada görüp görebileceğiniz en temiz basketbol aklına sahip oyunculardandı. Eski maçları izlerken yaptığı birçok şeyi hayretle karşıladığım oluyor. Yıl 2020!
Zisis’i zaten diğer maceralarından öte, 2015’te sezon ortasında Fenerbahçe Ülker’in şans eseri yolunu tutup ilk Final Four yolunda ne kadar kritik bir oyuncu olduğunu, playoff serisinde Maccabi‘ye karşı ne zorluklar çıkardığını biliyoruz. 2005’teki Avrupa şampiyonluğunda da çok önemli bir pay sahibiydi. O takımda bu başlık altındaki 4 guard da bulunurken ekibin başındaki ismin de koçluğuyla da efsaneleşen Giannakis olduğunu unutmamak lazım.
Iraklis ve Maroussi’den çıkan 2 isim daha var ki, Dimitris Diamantidis ve Vassilis Spanoulis’ten bahsediyorum. Zeljko Obradovic yönetimindeki Panathinaikos‘un Yunan oyunculara yoğunlaştığı duraksama ve yeniden yapılanma döneminin en önemli parçalarıydılar.
Diamantidis’i Panathinaikos‘taki 12 yılında 3 kez EuroLeague şampiyonu, bir kez normal sezon MVP’si, 2 kez Final Four MVP’si ve 6 kez Yılın Savunmacısı olarak gördük. Onu anlatmak çok zor. Oyununa baktığınız zaman hemen farkını belli eden, savunmasını da işin içine kattığınızda en özel oyuncu olduğunu söylemek fazlasıyla mümkün. Destansı bir yanı vardı her zaman. Bilgece bir dinginlik, derinlikli bir eda…
Spanoulis ise günümüze kadar gelen kariyerinde ezeli rakip Olympiacos‘ta da 2 şampiyonluk yaşayarak 3’e tamamladı. Bir kez normal sezon ve 3 kez Final Four MVP’si olan Kill Bill, hem modern tarihin en skorer oyuncusu ünvanını Juan Carlos Navarro’dan aldı hem de Yunan guardlar arasında en ihtişamlı kariyerlerden birine sahip oldu.
Burada Papaloukas ve Diamantidis’in çağ olarak diğerlerine göre daha önde bir jenerasyon olması sebebiyle, 30 saniyelik hücum süresi döneminden başlayarak basketbolu bıraktıkları 2010’lu yıllara kadar oyunun çokça değiştiğini ve bu değişimde onların da büyük payı olduğunu söyleyebiliriz. Koçların hükmettiğine inanıyoruz ya hani bu kıtada, ligde parkenin iç tarafına ayak basan koçlardı bu ikisi.
Aslında savunmadaki mücadelecilikleriyle benzerliklerinin yanında izleyiciye istisnasız her maçta verdikleri rekabetçi görüntü onları çok özel bir noktaya taşıyor bu isimler arasında.
Çağımızın NBA’ini domine eden isimlerinden Giannis Antetokounmpo, fizikli birer guard örneği olarak Diamantidis ve Papaloukas’tan nasıl etkilendiğini Eurohoops’a böyle anlatmıştı:
“Çocukken daha fizikli guardlar olan Diamantidis ve Papaloukas’ı izler, onlar gibi olmak isterdim. Nikos (Zisis) ve Vassilis’e (Spanoulis) göre daha uzundular ve onlar gibi olmayı, saha görüşümü geliştirip vereceğim pasları yukarıdan görebilmek amacıyla istedim.”
Velhasıl kelam, bu dörtlünün çocukluklarında etkilendiği, izlerken “onlar gibi olmak istediği” isimlere bakınca Nikos Galis ve Panos Giannakis’in bir silüetini rüyalarında görmek mümkün. Fakat bu oyuncular daha şanslıydı ki, basketbolun gitgide globalleşmesinden paylarını Galis ve Giannakis’e göre çok daha fazla alarak farklı ekolleri görüp onları öğrenerek yollarına devam ettiler. Şimdiyse Amerikalılar, bu oyuncuların verdikleri ilhamla yetişen Giannis gibi bir canavarın NBA’de yarattığı etkiyi izliyorlar. Bu da oyunun aslında her Avrupa ekolünde ne kadar farklı oynandığını ancak karşımızda bir bütün olarak nasıl keyif verici bir şekilde boy gösterdiğini kanıtlar nitelikte.
Papaloukas’ın 2006’daki efsanevi ABD galibiyeti sonrası “Onlar daha büyük atlet olabilirler ancak biz bu oyunun zekayla oynandığını herkese gösterdik” minvalindeki açıklaması her şeyi anlatıyor. O jenerasyonda bulunan bu oyuncuların basketbol IQ’sunun aynı bütünde tekrar bir birleşimi ne zaman söz konusu olabilir ki?
Galis’le Başlayan Altın Çağın Sonu Spanoulis Mi?
Olympiakos efsanesi Vassilis Spanoulis ise ayrı bir efsane yarattı. Kendisi EuroLeague tarihinin en skorer oyunculuğuna erişirken arkasında kimselerin dokunamayacağı ikinci bir ikonu oluşturdu Avrupa basketbolundaki Yunan guardlar adına.
Evet, iddialı görenler olabilir bu söylediğimi ancak bana göre bu böyle. Galis’i skoru koklamasıyla bilir izleyen kesim. Her zaman, her yerde, her şekilde skora katkı sağlayabilmesiyle. Gerek asistleriyle, gerekse “inanılmaz” diye nitelendirilebilecek ataklarla…
Kill Bill’in oyununda da çokça bu tarz eğilimler görmek mümkün. Modern EuroLeague’in sayı ve asist kralı olan Spanoulis, yıllar içinde kritik anları oynayışıyla, geliştirdiği kendine has hücum stilleriyle, pick and roll’larda topu taşıyan oyuncunun hücumu kendisinin tamamlamasıyla meydana gelen ball handler oyunlarını icrasıyla…
Kesinlikle diğer hepsinden farklı, günümüz basketbolunun değişen şartları neticesinde Nikos Galis gibi bir rekortmen olmasa da sahadaki duruşuyla özellikle Olympiacos‘a geçerek ipleri eline aldığı bir ortamı yakaladıktan sonra hep o görüntüyü çizdi.
Bu başlıktaki soruyu danıştığım herkes Spanoulis’in bu devri kapatan oyuncu olduğunu düşünüyor ancak buna ek olarak Eurohoops yazarı Aris Barkas konuya “Yunanistan’da guardların bu kadar öne çıkması da fazla elit uzun yetiştiremeyişinden kaynaklanıyor. Spanoulis devri kapatsa da gelecekte yeni isimler görmemiz mümkün. Nick Calathes ve Kostas Sloukas bir süre daha bu sahnede boy gösterecektir. Hatta orijini forvet olmasına rağmen Giannis’i de oyun kurucu içgüdülerinden ötürü buraya dahil edebiliriz” şeklinde bir pencereden baktı.
Son 10-12 yılda karşımıza çok çıkan ve hala kariyeri en üst seviyede devam etmekte olan Calathes ve Sloukas‘a baktığımız zaman ligin en önemli oyun kurucuları arasında yer aldıklarını, kendilerine has pek çok özellikleri olduğunu görebiliyoruz. Hele ki Sloukas’ın kazandığı 3 şampiyonluk, Calathes’inse modern tarihin en klas, en büyük pasörlerinden birisi olduğu gerçeği karşımızda dururken hala Yunanistan kökenli guardların yabana atılamayacağını günümüzde bile bu ikili gibi büyük kontratlar alabiliyor olmalarından anlayabiliyoruz.
Tekrar uzunlara dönecek olursak, son 30-40 yıllık tarih boyunca Panagiotis Fasoulas, Sofoklis Schortsanitis ve Ioannis Bourousis gibi önemli uzunlar çıkmış olsa da ben bu konuyu başka kişilerle de tartışmış birisi olarak edindiğim farklı bir açıyı paylaşmak istiyorum. Yunanistan’ın istikrarlı basketbolcu yetiştirme geleneği, Yugoslavya bünyesindeki ülkelerde olduğu gibi her pozisyondan üst düzey oyuncu çıkabilmesi gibi bir niteliğe sahip değil ve neredeyse tek mevkiye özgü.
Bu durumun son yıllarda artık altın devrin yavaş yavaş kapandığını da düşünürsek gelecek açısından epey sıkıntı yaratabileceğine inanıyorum.
Fakat geçmişten gelen deneyim ve ilhamın tıpkı Spanoulis’in Luka Doncic’in oyununa etki etmesi gibi Avrupa’nın dört bir yanında yeni çiçekler açtıracak bir ortamın hazırlayıcısı olduğunu da şahsen biliyorum.
Her ne kadar fazla atletik olduğunu öne süremeyeceğimiz Doncic, NBA’i abluka altına alsa da veya Facundo Campazzo gibi bir örnek ligde saf yetenekle neler yapabileceğini gösterse de oyunun değişen şartlarının artık sadece parmak hassasiyetiyle veya zekayla örtülüp başarıya ulaşılabilecek bir yönü kalmadı.
Bu sebeple Yunanistan ve tüm Avrupa bünyesinde yetişen guardların atletik vücut yapılanmaları bakımından 2020’lerin temposuna ayak uydurabilecekleri seviyede olması “elzem” olarak nitelendirebileceğimiz bir olgu.
Bu da Yunanların klasik aklımıza gelen oyun kurucu profilinden yeni yapılanmalarda ve oyuncu seçimlerinde biraz vazgeçmeleri gerekebileceğini gösteriyor ki çağa ayak uydurup yollarına aynı ihtişamla devam edebilsinler. Bu cümlede eskilerin haşa çağdışı olduğu gibi bir imada bulunmuyorum fakat oyunun gelişimini gündengüne devam ettirmesi karşımıza yeni şartlar ve ona uyum sağlamak zorunda olan basketbol insanlarını taşıyor.
“Ekol” kelimesini günlük hayatımda, özellikle son zamanlarda basketbol tarihiyle ilgilenmeyi epey sevmiş birisi olarak aşırı, mide bulandıracak düzeyde fazla kullanırım ancak Yunanistan basketbolunun bünyesinden çıkardığı guardları aynı çatı altında toplayacak daha uygun bir kelimenin var olduğunu da zannetmiyorum.
Elimizden de aynı şekilde yeni isimleri, yeniden basketbola olan iştahımızı artıracak biçimde izlemeyi ummaktan başka bir şey gelmemekte.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!