by Mike Vorkunov – Çeviri: M. Bahadır Akgün / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 4 Şubat 2019 tarihinde The Athletic‘te yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Igor Kokoskov, yıllar önce geçirdiği trafik kazasına felsefi bir şekilde yaklaşıyor. 18 yaşında, Yugoslavya’nın güneyinde askerlik hizmetini yerine getiriyordu o günlerde. Genç milli takımlara seçilen Kokoskov’un parlak bir basketbol kariyeri varmış önünde ve askerlik hizmeti yalnızca bir yıllık bir ara olacaktı.
1990’da bir sabah erken saatlerde Kokoskov Niş’te askeri aracı kullanırken karşı taraftan gelen bir araç, onun kullandığı araca hızla tam karşıdan çarpıyor.
Sonrası bulanık. Ani bir acı… O kadar canı yanıyordu ki sorunun ne olduğunu bile anlayamadı. Sol ayağındaki tendonlar kopmuş, menisküsü ve arka çapraz bağları yırtılmıştı ancak bileğinde o kan kaybetmişti ki hastaneye gidene kadar dizinin parçalandığını fark etmemişti bile.
Artık basketbol oynamasının mümkün olmadığı söylenmişti. Kokoskov yürürken bile zorlanıyordu. Sonra dört ameliyat daha geçirmek zorunda kalmıştı.
Çok iyi yerlere gidebilecek o kariyer, işte oracıkta şerit değiştirmeye çalışırken akan trafikte karşı taraftan gelen araca çarpan sorumsuz bir yabancı tarafından mahvolmuş şekilde sonlanmıştı. Kokoskov şimdilerde bu konuda bir kayıp hissi yaşıyorsa da bunu ihtiyatla saklıyor.
“Benim basketbol oynadığımı hatırlamıyorsanız her şey çok soyut kalıyor” diyor. “Herkes bu olay olmasa harika, çok büyük bir basketbolcu olacağımı söylüyor. Kimse beni tanımadığından ve oyunculuğumu hatırlamadığından böyle. O kadar da iyi değildim.”
Kokoskov tedavi sürecinde hırpalanmıştı. İyileşmesi 11 ay sürmüştü. Tezkeresi yaklaşırken hastanede altı ay geçirmişti ve Belgrad’a, memleketine döndüğü zaman doğru düzgün yürüyemiyordu bile.
Hayatı bir anda tepetaklak olan Kokoskov, yeni bir anlam arayışına koyulmuştu. Sporda huzur bulmuş ve sporun içinde kalmak istemişti. Dolayısıyla bir sonraki meşgalesi koçluk ve öğretmek olmuştu. İlk olarak minikler takımıyla başlayacak, sonra daha büyük fırsatlara doğru merdivenleri tırmanacaktı.
Aklına geldiyse bile NBA o günlerde muhtemelen küçücük bir fikirden ibaretti. Kokoskov sıhhatine kavuşurken Yugoslavya da bir çöküşü yaşıyordu. Henüz Batı’ya açılan bir hat yoktu. Ülkesi parça parça dağılırken o da bir bütün olmaya çalışıyordu.
Yaklaşık 30 yıl sonra Kokoskov, ligde geçirdiği 17 yılın ardından Mayıs ayında Suns tarafından baş antrenörlük görevine getirilmesi nedeniyle NBA’de Amerika doğumlu olmayan ilk koç. Yani artık çığır açan bir koç. İlk sezonunda takımı tökezlese de Kokoskov’un şimdiye kadar yaptıkları pek gördüğümüz şeyler değil.
Trajik bir olaydan doğan yeni koşullar, onu Phoenix’te benchin başına getirdi.
“Kaderin cilvesi işte” diyor kardeşi Nenad.
“Askerde geçirdiği trafik kazası hayatını değiştirdi.”
Partizan Belgrade antetli ve vakumlu paket, Duke spor bölümüne geldi. Duke, yabancı koçları ağırlama geleneğini sürdürüyordu. Basketbol Operasyonları Başkanı Jeff LaMere, şanslı katılımcıları seçme görevini üstlenmişti.
Her mektup, beraberinde LaMere için bir karar yükümlülüğü getiriyordu. Yanıtlarını dikkatli bir şekilde seçmeliydi. Henüz e-posta ve akıllı telefonlar yokken iletişim, çok zaman alıyordu: Hangi sebeplerle kimi seçeceğine karar vermesi gerekiyordu ve bu çok zor olabilirdi. Yıllar sonra bile Kokoskov’un referansları ve başarıları ile onun başvurusu öne çıkacaktı.
Ödülü ise şampiyon okulda neredeyse sınırsız erişim ve Hall of Fame koçu yakından takip etme şansını da bulduğu büyük resmin bir parçası olarak Durham’da haftalar süren deneyim oldu. O program için dört koç seçildi ve Kokoskov, kampüste iki odalı bir ev tutup hepsinden daha uzun süre kaldı.
Kokoskov, daha önce Birleşik Devletler’e seyahat etmişti. 1996’da Sırbistan Basketbol Koçları Federasyonu tarafından seçilen iki kişiden biri olarak Jim Calhoun ve University of Connecticut’ı ziyaret etmişti. Öncesinde ise bir yıl kadar önce Calhoun ile Belgrad’da görüşmüştü. Kokoskov, yeni bir bilgi arayışındaydı. 24 yaşındayken köklü kulübün tarihindeki en genç koç olmuştu ama daha fazlasını istiyordu.
Storrs seyahati adeta bir keşif görevi, bağlantı kurup bilgi edinmek için bir fırsattı.
“Buraya Amerikalıların gizemini çözmeye gelmiştim” diyor. “Sakladıkları şey ne? Nasıl bir sistem? Sanki farklı bir gezegen gibi.”
“20 yıl önce buralar bilinmedik topraklardı. Farklı yöntemleri ve bakış açıları vardı. Şimdilerde basketbolun evrenselleşmesinden söz ediyoruz. 20 yıl önce böyle değildi. İşler çok değişti.”
Duke’taki deneyimi ona yalnızca bilgi kazandırmadı. O dönem takımın 32 yaşındaki yardımcı antrenörü Quin Snyder ile çabucak sıcak bir arakadaşlık kurdu. Mike Krzyzewski, onu ve diğer ziyaretçi koçları oyuncu izleme toplantılarına ve video izleme seanslarına davet etti ancak Snyder’ın ofisi Kokoskov’un uğrak noktası oldu. Birbirlerine benziyorlardı. Snyder’ın çalıştığı oda, ikisinin basketbolun inceliklerini tartıştığı, dripling üzeri şutları ayrıntıları ile incelediği bir salon oldu.
Kokoskov, Duke’ta yalnızca birkaç hafta geçirdi ama ilişkileri devam etti. Snyder, 1999 yılı baharında Missouri tarafından göreve getirildi. Teknik ekibinde yer açılır açılmaz Kokoskov’a e-posta gönderip iş teklifi yaptı.
“Igor’u tanımayan ya da Quin’i tanımıyor olabilecek bazı insanlar için bazı açılardan çok acayip bir karardı. Quin’in alışılmışın dışına çıkmaktan çekinmiyor olması da öyle. Tek düşündüğüm şey eğer takıma birini getirmesi gerekirse bunun nasıl olacağıydı” diyor LaMere.
“Basketbolu öğretmek konusunda ise Igor’un çok ama çok iyi olacağına dair hiçbir soru işareti yoktu aklımda.”
Kokoskov’un göreve getirilmesi şüpheyle karşılandı. Sırp koç o dönem yalnızca 28 yaşındaydı ve yabancı bir koçtu. Partizan’da hâlâ yardımcı antrenörlük yapıyordu ve Yugoslavya’nın genç yaş kategorilerinde teknik ekipte yer alıyordu. İşin iç yüzünü bilmeyenlerin sadece dışarıdan oyuncu kazandırmak için göreve getirildiğini düşünüyor olabileceğine inanıyormuş ancak bunu da dert etmiyormuş.
“Basın hep bir merak içindeydi. Büyük, uzun Rus ve Sırp çocuklar ne zaman gelecekti?” diyor Kokoskov. “‘Bilmiyorum’ diye yanıtlıyordum. Ben okula alınacak öğrencilerden sorumlu değildim. Bir başka soru da ‘Bizim için ne yapıyorsun?’ sorusuydu. Sanki ‘Üçüncü dünya ülkesinden gelip basketbol hocası olabilecek biri kimdir?’ der gibi. Çünkü sırf yetenekli çocukları takıma kazandırmak için orada olduğumu sanıyorlardı. Hiç kimseyi de getirmedim.”
Kokoskov, Missouri’de yalnızca bir yıl kaldı ancak kariyerinin devamı için o dönem bir basamak oldu.
Etrafındakiler, Birleşik Devletler’e asimilasyonunu kolaylaştırdı. Missouri’de Kokoskov, onun için sıkıştığında gidebileceği bir yer sağlayan büyük bir kurumun parçasıydı. Program dahilinde ona garanti verip bir itibar getiren basketbol vardı elinde. Duke’taki Snyder gibi Kokoskov da orada kıvrak zekası ile meslektaşlarını etkiliyordu.
Sınırlı seviyedeki İngilizcesine rağmen etkili bir eğitmen oluyordu Kokoskov. 13 yıllık NBA deneyimi bulunan Keyon Dooling, Kokoskov’un kendisine “bulldog“u öğrettiğini söylüyor. Kendi ifadesine göre o hareket sayesinde kolay smaçlar buldu, üniversite döneminde skor ortalamasını neredeyse iki katlayıp daha sonra da lotaryadan seçildi.
Sporun dili onun dili oldu. Kokoskov dil becerilerini geliştirmeye devam ederken antrenman setleri ve hareketleri beden dili yoluyla iletişim kurarak anlatıp açığını kapattı. Maç setlerini tahtaya çiziyor, düzeltmeleri video aracılığıyla yapıyor, sahada bilgi veriyordu.
“Muazzam bir basketbol zekası vardı” diyor aynı teknik ekibin yardımcı antrenörlerinden olan John Hammond. “Ne kadar yetenekli ve ne kadar iyi olduğunu biliyordum.”
Hammond ve Kokoskov yakın arkadaşlar oluyorlardı. İlişkileri, fast food ve taktik tahtası sayesinde gelişmişti. Hammond, Kokoskov’un zekasını fark etmişti. Kokoskov ofisine giriyor, kapının arkasında tahtaya bir set çiziyor ve Hammond en son bir saat sonunda kadavra inceler gibi taktiği bölüp çarpmamasını söylüyordu. Ofisinde böyle sayısız gün geçirdiler.
Yakınlardaki fast food restoranından birlikte sık sık öğle yemeği yiyorlardı: Hammond çabucak kendi siparişini veriyor, hep aynı yiyeceği ısmarlıyor ve sonra Kokoskov’a onun siparişini soruyor, hep karşılığında “bir şey söyle işte” cevabını alıyordu. Daha sonra şimdilerde Magic’in genel menajeri olan Hammond ve eşi Kuzey Michigan’dan Orlando’ya her gidişlerinde yol üzerindeki her Çin restoranı onlara Kokoskov’a hatırlatıyordu. Hammond, Kokoskov’un orada çok sık yediğini, müdavim olduğunu, öyle ki Hammond onunla gittiği zaman Cheers dizisinden bir sahne gibi hissettiğini söylüyor.
Hammond, Missouri’den ayrılıp Clippers‘a giderken Kokoskov’u da koç Alvin Gentry ve genel menajer Elgin Baylor’a önererek yanında götürdü. Üç yıl sonra Hammond, Pistons yönetimine geçiş yapınca Joe Dumars’ı Kokoskov’u Larry Brown’ın teknik ekibine katma konusunda ikna etti.
“John Hammond, Igor’un Amerikalı babasıydı” diyor Nenad Kokoskov. “Gerçek bir dost. Dürüst bir arkadaş. Mahrem ve profesyonel bir arkadaşlık. Hammond, ondaki yeteneği görüyordu.”
Kokoskov, Gentry’nin Clippers‘taki teknik ekibine katılarak NBA’de ilk ABD vatandaşı olmayan yardımcı antrenör oldu. Gentry’nin onu NBA’e getirmek konusunda hiçbir kaygısı yoktu. Gentry, ilk olarak onunla Missouri’ye gerçekleştirdiği bir ziyarette tanışmış ve daha o günlerden etkilenmişti.
“Ofansif anlamda gerçekten yenilikçi bir zihni olduğunu düşündüm” diyor Gentry.
Her şeyden çok o zihin, Kokoskov’un bir işten diğerine geçmesini sağlıyordu. Hammond, Missouri’li oyuncuların onun bireysel antrenmanlarında nasıl karşılık verdiklerini fark ettikten sonra Clippers, onun genç oyuncularla çalışmasını istemişti. Dumars da Missouri döneminde Kokoskov ile tanışmıştı. Kokoskov’un beş oyuncunun da hareketli olduğu akıcı taktik setleri ve oyuncu gelişimi dersleri, Pistons‘ın patronunu da etkilemişti.
Kokoskov, 2008-2013 yılları arasında yardımcı antrenörlük yaptığı Phoenix Suns‘ta Goran Dragic’in ilk 2,5 yıllık kariyerinde yıldız ismin gelişimine katkıda bulundu.
“ABD’ye gittiğim zaman ikinci babam gibiydi” diyor Dragic. Kokoskov kendisinden yalnızca 15 yaş büyük olsa da…
Kokoskov, Sloven Dragic’in yeni bir kültür ve dil ile karşılaştığı NBA’de konforlu bir ortam bulmasına yardımcı oluyordu.
Süre alamadığı ve kötü oynadığı maçların ardından sabır ve hazırlıklı olma telkinlerinde bulunup özgüvenini yüksek tutuyordu. Saha dışında aileleri yakınlaşıyor, birbirlerinin evlerinde izin günlerini geçiriyor ve birbirleriyle Sırpça konuşuyorlardı. Eşleri ve çocukları arkadaş oluyorlar, Kokoskov evini süsleyip Dragic’i ve diğer Sırpları her yıl davet ediyor, Sırp Noeli’ni birlikte kutluyorlardı.
“Goran Dragic’in bugünkü Dragic olmasında herkesten çok onun payı var bence” diyordu dönemin Suns baş antrenörü Gentry. “Bence genç bir oyuncunun NBA’de yapması gereken her şeyi yapması için Goran’a yardımcı olmak konusunda harika bir iş çıkardı ve ona çok da güven aşıladı.”
Dragic özlüyor o günleri şimdilerdi. O yiyecekler ve evinde hissetme, kültürel yakınlık hissi, Miami’de pek bulabildiği bir şey değil. 11 yıldır NBA’de olan Dragic, All-Star da seçildi ama hâlâ Phoenix günlerini unutamıyor.
Genç yaşında NBA’e gelip ondan 10 yıl önce öğrenmek zorunda kalan Kokoskov’un dersleri ile nasıl uyum sağlayacağını öğrenmişti.