by Sean Highkin, Çeviri Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 23 Haziran 2020 tarihinde BleacherReport’ta yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
2010 yılının Temmuz ayında Amerika Basketbol Milli Takımı, FIBA Dünya Şampiyonası öncesi hazırlıklarını tamamlamak için Las Vegas’da toplanmıştı. Saha kenarında oturup antrenmanı izleyen Danny Granger, özel bir şeye şahitlik ettiğinin o zaman da farkındaydı.
NBA’in geleceği, orada şekilleniyordu.
Daha spesifik konuşmak gerekirse Granger, Russell Westbrook’un daha önce NBA’de bile görülmemiş oyun tarzını ve fiziksel seviyesini izliyordu.
Granger, daha önce Westbrook ile beraber antrenmanlar yaptığı için onun oyun tarzının yabancısı değildi. Los Angeles’ta yaşayan iki oyuncu, yaz dönemlerinde diğer NBA oyuncularıyla bir araya gelerek maçlar yapıyordu. Ancak 2010 yazında Milli Takım kampında gerçekleştirilen hazırlıklar maçları esnasında Granger, Westbrook’un koç Mike Krzyzewski’nin Duke’taki oyun kitabından milli takıma monte ettiği pressi nasıl yönettiğini izlerken hayranlık duymadan edemiyordu.
Bu tarz bir savunmanın NBA oyuncularının karşısında işe yaramaması gerekiyordu. Ancak önceki yıllardan NBA seviyesinde işe yaradığını bildiğimiz birçok yöntem, sonraki 10 yıl boyunca işe yaramayacaktı. Vegas’taki antrenmanlarda Westbrook, diğer oyuncuların neredeyse orta sahayı bile geçmesine izin vermiyordu. Westbrook, defalarca hücum oyuncularının üzerine giderek topu onların ellerinden almayı başardı ve sonrasında canı ne istiyorsa sahada onu yaptı.
“Böylesine bir baskıyı profesyonel oyunculara yapmaktan bahsediyoruz.” diyerek şaşkınlığını belli etmeye çalışıyordu Granger. “Bazı hazırlık maçlarında genç isimlere karşı oynuyoruz. Russ o maçlarda da sürekli topu çalıyor ve gidip daha sonra turnike atıyor ya da smaç basıyor. Sanki kolejdeki rakiplerine karşı oynuyormuş gibi gözüküyor.”
Westbrook, o dönemde Oklahoma City Thunder formasıyla üçüncü sezonuna giriyordu. NBA kariyerinin ilk dönemlerinde Westbrook, oyunun iki tarafında da zaman zaman iniş çıkışlı performanslar göstermişti. Ancak Westbrook’un nasıl bir oyun kurucuya dönüşeceği konusunda herkesin fikri vardı. Ancak ilk andan itibaren milli takım ortamında başarılı olacağı belliydi.
“Onun atletizmini tabii ki biliyorduk. Ancak zamanla ne kadar iyi bir savunmacı olabileceğinin farkında vardık.” diyerek o günleri hatırlıyor Rudy Gay. Rudy, o dönemde Memphis formasıyla beşinci sezonuna hazırlanıyordu ve Milli Takımda ilk kez forma giyecekti. “Onun ne kadar iyi bir atlet olduğunu televizyondan izlerken bile anlayabiliyordunuz. ancak antrenmanlarda buna kendi gözünüzle şahit olduğunuz zaman onun ne kadar özel bir oyuncu olduğunu anlıyorsunuz.”
Bahsettiğimiz değişiklik sadece Westbrook’un oyun tarzı ve oyunu oynadığı tempoyla alakalı da değildi. 2010 yılındaki Milli Takım kampında yaşanan her şey adeta geleceğin fragmanıydı.
2010 yılının Milli Takımı, 2008 yılındaki kadar yıldız oyuncuya sahip değildi ancak sessiz ve sakin bir şekilde o takım 2010’lu yılları başka hiçbir oyuncu grubunun etkilemediği kadar etkiledi. O takımın DNA’sı, geride bıraktığımız 10 yıl boyunca NBA basketbolunun neredeyse her seviyesinde karşımıza çıktı.
2010 Milli Takımının yıldızı tartışmasız şekilde 21 yaşındaki Kevin Durant’ti ve yıldız oyuncu henüz NBA’deki üçüncü sezonunu bitirmişti. Durant, henüz dünya çapında büyük bir yıldız olmamıştı fakat 2005 yılından itibaren Milli Takımı yöneten Jerry Colangelo tarafından fazlasıyla övülüyordu.
Durant ve Westbrook’un yanı sıra Türkiye’de düzenlenen Dünya Şampiyonası kadrosunda Kevin Love, Derrick Rose, Stephen Curry ve Eric Gordon gibi genç isimler bulunuyordu. Bu oyuncuların yanında Danny Granger, Rudy Gay, Andre Igoudala gibi tecrübeli kanat oyuncuları vardı. Takımda yer alan tek gerçek pivot Tyson Chandler’dı. Takımda yer alan sadece iki oyuncu 30’lu yaşların üstündeydi: Chauncey Billups ve Lamar Odom.
Bu kadro sadece altın madalya almakla kalmadı ve turnuva boyunca karşılarına çıkan bütün rakipleri adeta domine etti.
“Bu kadar uyumlu olacağımızı düşünmüyorduk.” diyerek o günleri hatırlıyor Iguodala. “Birçok takımın sahip olduğu egoya sahip olmak için çok genç bir ekibe sahiptik. Bizim takımımızda ego neredeyse hiç yoktu. Sahaya sadece basketbol oynamak için çıkıyorduk. Bunu Koç K ve diğer koçlarla da birleştirince ortaya muazzam bir birliktelik çıkıyordu. Turnuva boyunca son gaz ilerledik ve kimse karşımızda duramadı. Herkes rollerini kabul edince çok büyük bir uyum yakaladık. Gerçekten özel bir hikayeydi.”