Tanıklar Anlatıyor: Michael Jordan’dan Sonra Chicago Bulls

22/Tem/20 10:19 Temmuz 22, 2020

admin69

22/Tem/20 10:19

Eurohoops.net

Jordan, Pippen, Rodman, koç Jackson… Hepsinin ayrılığı sonrası 1998-99 sezonundaki Chicago Bulls’u tanıkları anlattı.

by Alex Kennedy, Çeviri: Cem Doğan 

Bu yazı 18 Mayıs 2020 tarihinde HoopsHype‘ta yayınlanmış olup uyarlanarak Türkçeye çevrilmiştir.

Sekiz sezonda altı şampiyonluktan sonra Chicago Bulls hanedanı, 1998 yazında sona ermiş. Phil Jackson, Michael Jordan, Dennis Rodman, Steve Kerr, Jud Buechler ve Luc Longley takımdan ayrılmıştı. Yalnızca altı oyuncu takımda kalmıştı. 62 galibiyetlik derece normal sezonun en iyi derecesine imza attıktan ve üçüncü arka arkaya şampiyonluğun ardından Bulls, 1998-99 sezonunda sadece (ligin en kötü üçüncü derecesi olan) 13 galibiyet alabildi. Böylece 1969-70 Boston Celtics‘ten sonra, şampiyonluk üstüne playoff göremeyen, tarihteki ikinci takım oldu. İşte ‘The Last Dance’ten sonra yaşananlar…

Dickey Simpkins (Bulls forveti, 1994-2000): O yaz, dönüşümün başladığını görebiliyorduk. Takımda kalan tecrübeli oyuncular olarak bunu benimsemeliydik. Başımızda kolej basketbolundan gelen yeni bir koç olacaktı ve kadroda birçok genç oyuncu bulunacağını biliyorduk. Yeniden yapılanmanın başladığını biliyorduk. Şampiyonluk adayı bir takımdan böylesine keskin bir değişim sürecine girmek zordu.

John Jackson (Chicago Sun-Times, Bulls yazarı 1994-99): Genel menajer Jerry Krause takımı dağıtmaya hazırdı ve o noktada takım sahibi Jerry Reinsdorf da kalmalarını istemiyordu çünkü 1997-98’de toplam 61.3 milyon maaş ödeniyordu ve de devam etmeye karar verirlerse bu rakam 80 milyona çıkacaktı. Şampiyonluklar yaşamak Reinsdorf için önemliydi fakat verdikleri son eldeki geliri düşününce, kârlı sezonlardan biri değildi bu. 1998-99 muhtemelen en çok kâr ettikleri sezonlardan biri olacak çünkü 28.6 milyon maaş ödeyeceklerdi ve gelirler aşağı-yukarı aynı kalacaktı. Yani Reinsdorf takımı dağıtma kararına karşı değildi.

Jud Buechler (Bulls forveti, 1994-1998): Eğer bir şampiyonsanız, geri dönme hakkına sahip olduğunuzu ve dönüp bir kere daha kazanmayı deneyebileceğinizi hissedersiniz. Birisi sizi zirveden indirmedikçe daha fazla kazanmaya devam etmek istersiniz. Geri dönüp bakınca bizi oradan indirmeden devam edemeyecek olmamız hayal kırıklığıydı.

Scott Burrell (Bulls forveti, 1997-98): Hepimiz yeni kontrat istemiştik. Eminim insanlar Chicago’da kalmak isterdi. Bay Reinsdorf’un takımı dağıtma konusunda yapacağı çok şey vardı tabii. Herkes Jerry Krause’ı eleştiriyor fakat Reinsdorf’un da büyük rolü var. Yani, George Steinbrenner’ı yedi finalde beş kez şampiyon olduktan sonra Yankees’i dağıtırken göremezsiniz. Takımı yenilemek için birkaç kişi getirirler; asla takımı dağıtmazlar.

Sam Smith (Chicago Tribune köşe yazarı, 1987-2008): Bu tam anlamıyla sondu; önceki sefer gibi değildi. O zaman Scottie Pippen ve Horace Grant, Phil Jackson’la kalmıştı. 1998-99’un kötü bir sezon olacağından emindik.

Rusty LaRue (Bulls guardı, 1997-2000): Birçok muamma vardı. Kampa geldik, yeni bir sistem var, yeni oyuncular, kısa bir kamp ve üniversite sisteminden gelen, NBA’de hiç çalışmamış bir koç. Günden güne bakınca, rekabet beklentisi anlamında tamamen farklı bir his vardı.

Corey Benjamin (Bulls guardı, 1998-2001): Bize ‘Baby Bulls’ diyorlardı. Michael, Scottie, Dennis ve Phil’i kaybetmiştik fakat hâlâ son şampiyonduk. Ben daima Bulls’ta oynamak ve Michael Jordan gibi olmak istemiştim, o yüzden beni draft etmeleriyle rüyam gerçek olmuştu.

Kent McDill (Daily Herald’ın Bulls yazarı 1988-1999; altı şampiyonlukta da takımı takip eden tek gazeteci): Sezona girerken beklenti yoktu. Bulls’un herhangi bir şey başaracağını düşünmek için sebep yoktu. Belki bazı insanlar playoff umudunu sürdürmüş olabilir. Ama diğer yandan, takım için hiç beklenti bulunmuyordu.

Kornel David (Bulls forveti, 1998-2000): Herkes büyük isimlerin ayrıldığını biliyordu, yani beklentiler düşüktü. İnsanlar daha çok “Bu takım ne yapabilir?” diye merak ediyordu.

1998 yazında başlayan lokavt, 1998-99 sezonunun Şubat ayında başlamasına sebep oldu ve normal sezonda yalnızca 50 maç oynandı.

Kent McDill: 1998-99 sezonuna girerken durum şuydu: Şampiyon takım dağıtılmış, hoca gönderilmiş, yıldız oyuncular kaybedilmiş, sezona 4 ay geç başlanmış, 50 maç oynanacak, takımın başında NBA deneyimi olmayan bir koç var ve kadronun çoğu aşırı genç.

John Jackson: Oyuncular için zor bir durumdu, özellikle genç bir kadro olmaları sebebiyle. Sezon başlarken idman yapmak için neredeyse zaman yoktu. Normal bir NBA sezonunda sağlam çalışacağınız birkaç gün olur; bu 50 maçlık sezonda neredeyse idman yapmaya vakit yoktu.

Corey Benjamin: Çok zordu. Kamp çok hızlı geçti. Üçgen hücum uyguluyorduk yine; ben kolej geliyorum ve bunu öğrenmek için 200 sayfalık bir kitap verdiler. Çok az bir zamanda 200 sayfayı öğrenmek zorundaydık. Bizim için zordu. Her hafta back-to-back maçlar vardı ve biz son şampiyonduk. Noel günü bize maç verdiler ve hâlâ maçlarımızı ulusal kanallar veriyordu.

Sıkışmış program yüzünden Bulls o sezon 14 kez ‘back-to-back’, 2 kez de ‘back-to-back-to-back’ oynadı.

Kornel David: Hazırlık süreci kısa sürmüştü, birçok ‘back-to-back’ vardı ve Tim Floyd yeni koçumuzdu. Sistem hâlâ aynı olsa da (yine üçgen oynuyorduk), birçok oyuncudan sistemde yeni bir rol üstlenmesi isteniyordu ve artık MJ, Scottie ve Dennis gibi sorumluluk üstlenecek oyuncular yoktu. Büyük baskı vardı. Sezonu zorlaştıran birçok faktör vardı.

Sam Smith: Tim Floyd o kadar iyi bir hoca değildi. NBA koçu olmayı kendisine hedef olarak berlirlemişti ve Krause ile yıllardır açıkça bu konuda görüşüyordu, idmanlara gidiyordu vs. Karakteriyle alakalı olarak basketbol dünyasında pek arkadaşı yoktu ve anlaşılır şekilde, onu kucaklayanlara yöneldi. Tim, şu eski ‘The Candidate’ filminde işi almayı planlayan Robert Redford gibiydi ve son sahnede onun oynadığı karakter şöyle diyordu: “Şimdi ne yapacağız?” Tim bir NBA hocası olarak cazibe, ün ve parayı elde etmişti ama aslında NBA’den nefret ediyordu. Hiç NBA izlemediği belliydi ve lige girdiğinde bile hâlâ sürekli kolej maçlarından söz ediyordu. Liseden NBA’e geçiş çağında Krause’ın gençleri hazırlama konusundaki teorisi doğruydu ve bu doğrultuda bir kolej koçu istersiniz. Sadece yanlış koçu seçmişti.

Dickey Simpkins: Tim, çaylak bir NBA hocası için en zor işlerden birini almıştı. Şampiyonluktan sonra geliyor, tarihin en iyi oyuncusu ve tarihin en iyi hocasını kaybeden, tarihin en iyi takımını devralıyor! Bu şekilde gelmek hiç insaflıca değildi. Michael Jackson’ın ardından sahneye çıkmaya benziyor. Ama yeni gelen birisiniz, bunu insanların sizi kabul etmesini istediğiniz ve patron olduğunuzu kabul etmeleri için yapıyorsunuz. Ama onun süperyıldız gibi davranması gerektiğini hissettim. Bence iyi iş çıkardı. Mütevazı biriydi; egosunu belli etmiyordu.

John Jackson: İmkansız bir görev üstlenmişti. Tim Floyd’u çok severdim. Onunla basketbol haricinde çok fazla konuştuk. İyi bir koç, zeki bir adam, iyi bir insandı. Ama Phil Jackson’ın arkasından gelmek gibi talihsiz bir durumdaydı. Elinizde All-Star’lardan kurulu bir kadro olsa bile Phil’in yerini doldurmak yeterince zordur. Peki ya bunu genç ve daha az yetenekli bir takımla yapmak? Böyle bir konumda kimse iyi görünemez.

Kent McDill: Phil tam bir stratejistti ve Tim’de bunu göremedim. Jerry’nin Tim’de ne görüp de bu hamleyi yaptığını hâlen tam olarak anlamış değilim Tim’in Jerry’ye karşı kibar olması ve birlikte balığa çıkmaları hariç, ki bu Jerry için önemlidir. NBA’de hiç çalışmamış bir kolej koçunu son sekiz yılda altı şampiyonluk kazanmış bir kulübe getirmek ve kadronun o şekilde dağılmasıyla, herhangi bir şey başarmak mümkün değildi. Tim’in bu göreve hazırlıklı olmaması durumu daha beter yaptı. Ama bu kötü bir durumdu ve kim daha iyi iş çıkarırdı bilmiyorum. Phil bile bu takımla ne yapabilirdi, emin değilim.

Kornel David: Herhangi bir şey başarmak için omuzlarında çok fazla yük vardı. Elinde sürekli bir tomar kağıt vardı ve onları kıvırıp dururdu. Gergin görünüyordu.

Rusty LaRue: Eminim “Keşke yerimde kalsaydım” dediği günler olmuştur, çünkü muhtemelen öyle daha kolay olurdu.

Kornel David: Bence eğer daha daha az tecrübeli oyuncunun olduğu, daha az baskının hissedildiği daha genç bir takımla işler daha iyi olabilirdi. Chicago’da beklenti büyüktü, bu onu baskı altına aldı.

Corey Benjamin: Tim’in yapabileceği tek şey, gençlere bir şeyler öğretmekti, çünkü Ron Harper’a bir şey öğretemezdi. Ron 13 yıldır ligde olan bir adam ve tam tersine Ron ona neyin nasıl yapılacağını anlatır. Tecrübeli oyuncuların bir saygısızlığı olmadı ama Tim bizim için bir çaylak oyuncu gibiydi.

Kent McDill: Tim şehrin gece hayatına dalmıştı. Chicago’da ‘The Lodge’ adında çok popüler bir mekan vardır. Eğer geceleri dışarı çıkan biriyseniz, Tim’i hep orada bulurdunuz. Sezonun başlarında bir maçta hakeme bağırdığı için atılmıştı ve maç bitmeden önce biri bana orada olduğunu söyledi. “İlginç” diye düşünmüştüm. Takımı takip eden muhabirler her maçtan önce hocayla buluşur. Bir ay sonra falan, maç öncesi buluşmada ofisinde ayakları dikmiş oturuyordu ve beni düşündüren bir şey söyledi: “Bu akşam atılacak.” Buluşmadan sonra başka bir muhabire dönüp bunun kendisi olduğu tahmininde bulundum. Ve o akşam atıldı! Normalde böyle tahminler yapmayı sevmem, sadece garip bir histi. Olay parti planına döndü ve yine o akşam ‘The Lodge’da güzel bir akşam geçirdi. Sonra bu bir kez daha oldu. İç saha maçında her atıldığında orada bitiyordu. Üçüncü kez atıldığında hepimiz birbirimize bakıp “Özel bir şey içiyor olmalılar” dedik.

John Jackson: Birkaç kez Tim’le orada oturdum [gülüyor].

Corey Benjamin: Tim’in takım üzerinde tam kontrol sahibi olabildiğini sanmıyorum. Phil bunu yapardı. Sanki Tim’e ne yapacağı söyleniyor gibiydi. Herkese hakim değildi. Harika biri, ama bu süreçte kendisi olabildiğini sanmıyorum.

Kent McDill: Çok garipti çünkü Tim, Jerry Krause’un adamıydı ve gerçekten kim yetkiliydi, anlamak epey zordu… O sezon Jerry daha fazla ortalarda geziniyordu, yüzünde hep bir sırıtmayla.

Josh Jackson: Krause şampiyonluklardan sonraki yeniden yapılanma sürecine kendisinin ne kadar değerli olduğunu kanıtlama fırsatı olarak bakıyordu… Krause işi yerinde görmek isteyen bir adamdı; birçok deplasmana gelir, takım uçağı ya da otobüsünde bulunurdu. O sene sürekli etraftaydı. Dürüst olmak gerekirse, bunun sebebi etrafta kendisiyle dalga geçecek Jordan veya Pippen’ın olmamasıydı.

Corey Benjamin: Jerry’nin işleri kontrol altında tutmak istediğine inanıyorum. Hanedan yıllarında bu yoktu. Michael ve diğer yıldızlar olmadan Jerry bunu yapabilirdi.

Dickey Simpkins: Jerry kesinlikle takımın daha fazla etrafındaydı. Bunu yeni draft edilen çocuklar için bir zorlama olarak görüyordum. Bu işin bir parçası işte. Performansımıza etkisi olduğunu sanmıyorum.

Corey Benjamin: Genel menajer etraftaysa rahat hissedemezsiniz. Hep omzunuzun arkasından bakıyor olursunuz. Nihayetinde koça rapor verirsiniz, ama şimdi şöyle düşünürsünüz: “Tamam, güzel, koçun patronu da burada demek.” Bizim için Jerry’nin sürekli ortalarda olması rahatsız ediciydi otobüste bizimle, uçakta bizimle, idmanda etrafta dolanır. Liderin Tim olması gerekiyordu. Ama bana kalırsa, Jerry kontrol sahibi olmak istiyordu ve oldu da. Ama seçmeniz gerekli: Kazanmak peşinde misiniz, kontrol mü?

Kornel David: Sezonun ilk maçını hatırlıyorum: Salt Lake City’de Utah’a karşı. Dizilmiş, milli marşı dinlerken karşıma baktım: Karl Malone, Jeff Hornacek, John Stockton neredeyse önceki sezon finalde Bulls‘la oynayan takımın aynısı. “Aman tanrım, geçen sene kenarda izlediğim adamlara karşı şimdi mücadele mi edeceğim?” İlk maçımdı, o yüzden o an çok gerilmiştim.

Corey Benjamin: Sezonun ilk yarısı boyunca her şey harikaydı! Polis eskortu eşliğinde geziyorduk, çünkü hâlâ o takımdık. Benim gibi 20 yaşında bir genç için inanılmaz bir durumdu. Nereye gitsek polis ve korumalar etrafımızda, ama sonra maç kazanamadığımız için birden bunlar duruyor [gülüyor]. Pek kazanamadık o sene.

Rusty LaRue: Kaybetmek berbat bir şey. Kazanamadığınız zaman 50 maç çok uzun bir süre. Mesele sadece ‘back-to-back’ ve ‘back-to-back-to-back’ler değil, ortada yıllardır Bulls‘a yenilmenin öcünü almak isteyen takımlar var. Orlando’dan 47 sayı mı ne fark yedik! Takımlar “Esas oğlanlar gitti, darbe alma sırası sizde” diye bakıyorlardı.

Corey Benjamin: Tecrübeli takımlarla oynardık, bizi yenerlerdi ve “Yıllardır bizi yendiniz, şimdi boğazınıza sarılacağız” derlerdi. Daha çocuktuk, 20 yaşında bir sürü genç ama yılların intikamını alıyorlardı. Öfkelerini bize yöneltiyorlardı.

Kornel David: Malum, takım pek iyi değildi; aslında kötüydü, evet. Açık ara en iyi oyuncumuz Toni Kukoc’tu. Olağanüstü bir oyuncuydu. Daha Bulls’a gelmeden önce bile en sevdiğim oyuncuydu ve o sezon inanılmazdı. Ron Harper hâlâ takımdaydı ama kariyerinin son dönemlerini yaşıyordu ve sakatlanmıştı —  eskisi gibi değildi yani.

Dickey Simpkins: Toni ligdeki en değeri bilinmeyen tamamlayıcı oyuncuydu ve kariyerinin bu döneminde takımın liderine dönüşmüştü. İnanılmaz bir yetenek, inanılmaz bir oyuncuydu ve saha dışında da inanılmaz bir takım arkadaşıydı.

John Jackson: Kukoc en skorer oyuncuydu ve soyunma odasında da iyi, sağlam bir adamdı. Ama öne çıkıp dizginleri ele alacak birisi değildi. Serbest oyuncu olarak gelen Brent Barry onun haricinde lider karakteri gösteren biriydi. Ama genel olarak güçlü bir liderlik yoktu.

Sam Smith: Bulls o yaz serbest oyuncu pazarından tek bir önemli hamle yapmıştı, o da Brent Barry’ydi. Jerry Krause, mesela Dan Majerle gibi belli oyunculara aşık olur ve hep onlar hakkında konuşurdu bu da Jordan’a karşı oynarken onlara pek yardımcı olmazdı. Brent de onlardan biriydi ama takımın çoktan pes etmesine sebep olan bu amatörce yönetim yüzünden çok fena hevesi kaçmıştı.

Rusty LaRue: Takımda ligdeki gelecekleri için savaşan birçok kişi vardı; kendisini kanıtlamış pek fazla kişi yoktu. Birçoğumuz -ben, Corey Benjamin, Corey Carr- olan biteni çözmeye çalışan tecrübesiz oyunculardık. Ve yeni bir koçla bu iş zordu.