Michael Jordan vs. LeBron James: ‘Tarihin En İyisi Kim?’ Sorusuna Farklı Bir Bakış

23/Tem/20 10:21 Temmuz 23, 2020

admin69

23/Tem/20 10:21

Eurohoops.net

21. yüzyılda basketbolseverlerin belki de en çok kutuplaştığı konu LeBron James ve Michael Jordan karşılaştırması oldu. Peki bu iki efsanevi ismi teraziye koyduğumuzda hangisi daha ağır basıyor?

by Arma Kaynar / info@eurohoops.net

The Last Dance belgeselinde Michael Jordan’ın 1989 playofflarında Craig Ehlo’nun üzerinden Cleveland Cavaliers‘ı evine yolladığı şutu izlerken uzun süredir aklımın ucundan bile geçmeyen bir anı tekrar canlandı.

7 yaşında altyapılarda basketbol oynamaya başlayan birisi olarak tabii ki Michael Jordan’ın kim olduğunu biliyordum. Michael Jordan, insanlık tarihinin gördüğü en büyük basketbolcuydu.

Basketbol topunu elime ilk aldığım andan itibaren zaman zaman değişik yerlerde Michael Jordan ile yolum kesişti. Yeri geldi kablolu televizyonda yayın yapan NBA TV’de eski maçlardan birinde karşıma çıktı majesteleri, yeri geldi okuduğum Space Jam kitabında… Michael Jordan’ın basketbolun zirvesinde oturan isim olduğunu biliyordum, ancak Jordan’ın gerçekten ne ifade ettiğini 2008 yazına kadar anlayamamıştım.

2008 yazında babamın çalıştığı şirketteki iş arkadaşlarından birisi, Amerika’dan gelen misafiriyle birlikte Akdeniz yolculuğuna çıkmıştı. Bu yolculuk esnasında İzmir yakınlarında bir yerde arabalarının lastiğinin patlaması sonucu bir gece bize misafir olmuşlardı. Evimize Amerikalı bir misafirin gelmesiyle birlikte hayatlarının bir döneminde kolejde okumuş her çocuğun maruz kaldığı “Hadi amcayla İngilizce konuş” isteklerine ben de maruz kalmıştım.

Henüz 14 yaşındaydım ve İngilizceme çok da güvenmiyordum. O yüzden misafirimizle adının Eric olduğunu ve Cleveland’da yaşadığını öğrenecek düzeyden fazla muhabbet edememiştim.

O esnada salondaki televizyonda NBA TV açıktı ve basketbol tarihinin en ikonik anlarından birisi olan Michael Jordan’ın Craig Ehlo’nun üzerinden attığı şutun reklamı dönüyordu. Benim pür dikkat televizyona kitlendiğimi farkeden Eric, bana baktı ve “Ben bu maçı tribünlerden izlemiştim.” dedi.

Decades After a Famous Shot, the Fall Guy Is Still Recovering ...

Eric, gerçekten o maçta salonda mıydı bilmiyorum. Belki sevgililer gününde oynanan Galatasaray – Deportivo maçını her Galatasaraylının statta izlemesi gibi Clevelandlılar arasında da böyle bir fenomen vardı. Ya da Eric sadece benim dikkatimi çekmek için yalan söylemiş de olabilir. Sonuçta hangimiz yeri geldi mi çocuklara yalan söylemiyoruz ki? Ancak o andan itibaren Eric bütün dikkatimi üstüne çekmeyi başarmıştı.

Birkaç dakika önce İngilizce konuşmaya çekinen ben, bir anda NBA hakkında kıyasıya bir sohbete girişmiştim. Doğal olarak da ilk sorum, sohbetimizin çıkış noktası olan Michael Jordan ile alakalı olmuştu.

‘Onu izlemek nasıldı?’ dediğimde Eric’in yüz ifadesinden bile Jordan’ın defalarca canını yaktığını ama bir yandan da ona büyük bir saygı duyduğunu anlayabiliyordunuz. Eric, daha sonra basketbolseverlerin büyük olasılıkla defalarca duyduğu Jordan güzellemelerini sıralamaya başladı. Ancak benim için en etkileyici olan, Eric’in ondan bahsederken duyduğu hayranlık olmuştu.

Eric’in o esnadaki tavırları, birkaç ay önce Boston Celtics‘e elenirken yedinci maçta Boston Celtics‘e 45 sayı atan LeBron James’ten bahsederkenki tavırlarıma benziyordu. Konu ilerleyen anlarda doğal olarak LeBron James’e de geldi. Eric biraz kendinden emin bir gülümsemeyle “LeBron’un yeni Jordan olmaması için hiçbir sebep yok. Bizim Jordan’ımız olacak.” demişti. (Eric selam, gelecekten geliyorum. Sana bir çok kötü bir de çoook iyi haberim var.)

Jordan o güne kadar benim için hep tarihin en iyi oyuncusu olmuştu. Ancak kafamda bu unvanı Jordan’a yakıştırırken altını çok da doldurduğumu söyleyemem. Çünkü Jordan’ı doğru düzgün izlememiştim bile. Ama o gün Eric ile yaptığımız sohbet, beni Jordan’ı adam akıllı araştırmaya itmişti.

14 yaşımdaki halimin, LeBron James’in “seçilmiş kişi” olduğuna inanan ve Jordan’dan nefret eden birisinden Michael’ı dinlerken hayatımın devamındaki 12 yıl boyunca düzenli olarak bu ikilinin etrafında şekillenen tartışmalara şahit olacağından hiç haberi yoktu. Ancak bu sohbet sayesinde Jordan’ı daha yakından tanıma konusunda ilk adımımı atmıştım.

Sonraki birkaç yılımı sık sık Jordan’ın maçlarını izleyerek ve onun hakkında mümkün olduğu kadar araştırma yaparak geçirdim. Jordan’ı izlerken de bir yandan ister istemez onu, LeBron James ile karşılaştırıyordum. Bunu yaparken Jordan’ın lige ilk geldiği dönemde yıllarca dışlanmış Chicago Bulls organizasyonu için yeni bir umut olduğunu öğrenmiştim. Bu umut, Eric’in LeBron James’ten bahsederken sahip olduğu umuda çok benziyordu.

İzlediğim maçlar esnasında, LeBron James’in basketbol sahasında yapabildiklerinin çok daha çeşitli olduğunu fark etsem de Jordan, havası ve kararlılığı sayesinde sürekli inanması güç şeylere imza atıyordu.

O dönem NBA TV sayesinde, Jordan’ın kariyerinin ilk yıllarında tıpkı LeBron James’in ilk yıllarındaki gibi kötü takımlara sahip olduğunu ve takımını taşımak için elinden geleni yaptığını gördüm. Hatta özellikle Michael Jordan’ın Boston Celtics’e 63 sayı attığı maçtaki bir basketi, LeBron James’in 2008 playoffları ikinci turunun yedinci maçında attığı bir basketle neredeyse karbon kopya gibi olduğunu fark ettiğimde adeta büyülenmiştim.

The Numbers: Paul Pierce, LeBron James Top 40 in Game 7

Ancak Michael Jordan ile LeBron James’in kariyerlerindeki benzerlikler tabii ki bununla sınırlı kalmıyordu. İki oyuncu da lige geldiği ilk andan itibaren zayıf organizasyonların umudu olmuş ve NBA seviyesinde parkeye çıktıkları ilk andan itibaren ligi etkileri altına almıştı. İki isim de gençlik yıllarında takımlarını playoff’lara taşımayı başarırken basketbolun en üst seviyesinde de destansı performanslara imza atmayı başarmıştı.

İki oyuncunun da özellikle ligdeki ilk altı yılı benzerlikler gösteriyordu. LeBron James ilk altı yılında normal sezonlarda 27.5 sayı – 7.0 ribaund – 6.7 asist – 1.8 top çalma ortalamalarıyla oynuyordu. “Kral” bu dönemde 1 kez MVP, 2 kez Yılın En İyi Beşine, 2 kez Yılın En İyi İkinci Beşine, 1 kez Yılın En İyi Savunma Beşine seçilirken 2004 Yılında Yılın Çaylağı ödülünü alıyor ve 2008’de sezonu sayı kralı olarak tamamlıyordu. LeBron James, ligdeki dördüncü senesinde Detroit Pistons karşısında tarihin en özel playoff performanslarından birisine imza atarak takımını NBA Finallerine taşımayı başarırken 1 kez de takımını Konferans Finallerine çıkarıyordu.

On this day in 2007: LeBron James scores 25 straight points in win ...

Michael Jordan ise sezondaki 6 sezonunda 32.8 sayı – 6.3 ribaund – 6.0 asist – 2.8 top çalma ve 1.1 blok ortalamalarıyla oynamıştı. 1 kez MVP ödülünü kazanan Jordan; 4 kez Yılın En İyi Beşine, 1 kez Yılın En İyi İkinci Beşine, 3 kez Yılın En İyi Savunma Beşine seçilirken 1 kez seonu Yılın Savunmacısı 1 kez de Yılın Çaylağı seçiliyordu. Bu dönem boyunca 4 farklı sezonu sayı kralı olarak tamamlayan Jordan, playofflarda ise dönemin ağır abileri Boston Celtics ve Detroit Pistons‘a toslayarak takımını NBA Finallerine hiç taşıyamıyor ve 2 kez Konferans Finallerinde sezona veda ediyordu.

Kariyerlerinin ilk sezonlarında iki oyuncunun istatistiksel ve kişisel başarı açısından birbirine yakın sezonlar geçirdiği söyleyebiliriz. LeBron James, bir kez takımını finallere taşıma başarısını gösterirken Michael Jordan ise bireysel ödüllerde daha etkileyici bir performans sergiliyordu.

Jordan ile LeBron’un kariyer hikayelerinin yavaş yavaş ayrıldığı noktaya gelmeden önce biraz iki yıldızın oyun karakterlerinden de bahsetmek istiyorum. Kariyer hikayelerinin özellikle ilk yıllarda benzerlik gösterdiği ortada ancak saha içerisinde birbirlerine çok benzeyen oyuncular olduğunu söyleyemeyiz.

Michael Jordan, özellikle kariyerinin ilk yıllarında insan üstü atletizminin ve bir sanat eserinden fırlamış gibi gözüken estetikliği ile adeta tek kişilik bir şovdu. Tek kişilik şov benzetmesinin Jordan’ın oyun karakterine çok yakışmasının bir diğer sebebi de maçı kazanmak için sık sık ipleri tamamen eline alması da sayılabilir. Jordan, oyununu skorerliği üzerinden tanımlayan ve karşısına çıkan herkesi yok etmeye çalışan bir yıldızdı. Jordan’ın kazanma hırsını saha içindeki her hareketinde, maç sonlarındaki röportajlarında, yaptığı antrenmanlarda, kısaca her yerde hissedebiliyordunuz. Jordan’ın bu takıntı seviyesindeki kazanma isteği, hala tartışılan liderlik yöntemlerinde de karşımıza çıkıyordu. Jordan’ın ne gerekirse ben yaparım zihniyeti, zaman zaman sahip olduğu üst seviye pas yeteneklerinin bile göz ardı edilmesine sebep oldu. Pas yetenekleri demişken…

Madalyonun diğer tarafındaki LeBron James, Jordan gibi skorerliği üzerinden değil de oyununu takım oyunu üzerinden tanımlayan bir yıldız. Altyapılarda koçların çocuklara sürekli olarak anlatmaya çalıştığı “doğru basketbol” tanımının adeta sözlükte karşılığı. Bu söylediğim LeBron’un verimli bir skorer olmadığı anlamına da tabii ki gelmiyor. LeBron, insanüstü fiziğiyle birlikte Jordan kadar göze hitap eden bir oyuna sahip olmayabilir fakat LeBron, bir basketbolcudan sahada beklediğiniz her şeyi yapabilen yeteneklere sahip bir oyuncu. Skor, asist, ribaund, savunma… Bir basketbol takımının olumlu anlamda fark yaratması için ne gerekiyorsa LeBron bunu yapabiliyor. Ve eğer basketbol NBA 2K’daki yetenek puanları gibi hesaplanıyor olsaydı, LeBron büyük olasılıkla bu karşılaştırmadan rahatlıkla galip ayrılırdı. Ancak gerçek hayatta işler video oyunlarındaki gibi olmuyor.

Bir sporun en iyisi kim konusunu tartışırken işin içine yetenekten çok daha fazlası giriyor. Buradaki etmenlerin belki de en önemlisi elde edilen başarılar ancak ben oyuncuların başarıları kadar başarısızlıkların ve ortaya koydukları karakterin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle iş bir sporun en iyisini bulma noktasına geldiğinde, yapacağınız tercih bu sporda dünya tarihindeki en yetenekli 3-5 kişi arasından seçim yapmanız gerektiği anlamına geliyor. Bu noktada bahsedilen sporcuların mental sertlikleri, liderlik yetenekleri, başarıya ulaştıkları yollar gibi birçok etken de denkleme dahil oluyor.

Tam olarak burada devreye LeBron James’in 2010 sezonu devreye giriyor. Cleveland Cavaliers ile kontratının son sezonunu geçiren LeBron, normal sezonda takımının 61 galibiyet almasını ve NBA’i lider tamamlamasını sağlamıştı. LeBron James’in görece zayıf bir kadroya sahip olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak en azından benim gözümde bu zayıf kadro 2010 playoff’larında ve devam eden yazda yaşananları aklayacak kadar da kötü değildi.

Kevin Garnett: 2010 Boston Celtics 'Broke' LeBron James

LeBron James ve arkadaşları, playoffların ikinci turunda iki yıl önce yine playoff ikinci turunda karşılaştıkları Boston Celtics ile eşleşmişti. Ancak Boston Celtics‘in 2008 senesindeki takımdan birçok önemli farklılığı vardı. Takımın en önemli oyuncusu olan Kevin Garnett, 2009 sezonunda yaşadığı diz sakatlığından sonra önemli seviyede güç kaybetmişti. Ray Allen’ın yaşı iyice ilerlemiş, Paul Pierce da ilerleyen yaşıyla birlikte form düşüklüğü yaşamaya başlamıştı. Celtics’in rotasyonunun 2008 yılındaki kadro kadar geniş olmadığı da ortadaydı. Celtics ekibinin en iyi oyuncusu neredeyse faul çizgisinin gerisinden skor tehdidi olmayan Rajon Rondo olmuştu.

Buna rağmen Boston Celtics, 2-1 geriye düştüğü serinin dördüncü maçında rüzgarın yönünü tamamen değiştirmeyi başarmıştı. Beşinci maç, LeBron James’in o güne kadarki kariyerinin belki de en büyük lekelerinden birisiydi. Serinin kaderinin çizileceği beşinci maçtaki ilk basketini üçüncü çeyrekte kaydeden LeBron James ile alakalı olan sıkıntı şut performansından ve skor katkısından çok daha ciddiydi. LeBron, sanki kafasında Cleveland’daki günlerini bitirmiş gibi geziyordu. Maçın devamında da benzer bir görüntü çizdi ve seri Boston’a Celtics’in 3-2’lik üstünlüğüyle döndü. Altıncı maçta ise Boston Celtics seriyi bitiriyor ve Cleveland şehrini soru işaretleriyle dolu bir yaza itiyordu.