1985-1992 Partizan: Boyunduruktan Krallığa Uzanan Yol

27/Tem/20 02:10 Temmuz 27, 2020

admin69

27/Tem/20 02:10

Eurohoops.net

Balkanların köklü kulübü Partizan’ın 80’lerin ikinci yarısından 90’ların başına kadar yaşadığı dönüşümü Eurohoops Fırın yazdı.

by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net

Büyük başarılara giden yol ne kadar çileli olursa, elde edilen kazanımların o kadar büyük hazzı oluyor. Bu gündelik hayattan spora kadar her şartta böyle.

Bugün işleyeceğimiz hikayede Yugoslav basketbolunun en ihtişamlı ancak en sıkıntılı dönemlerinde sahne almış, hatta uzunca bir süre sahnede “büyük ağabeyin” arkasında kalmış Partizan takımının 7 yıllık sürecini ele alacağız.

Bünyesinden Dusko Vujosevic, Zeljko Obradovic, Vlade Divac, Zarko Paspalj, Sasha Danilovic, Sale Djordjevic gibi Avrupa basketboluna damga vurmuş, hala daha vuran figürleri çıkartan o Belgrad takımının öyküsü nasıl yazıldı?

O dönemde Drazen Petrovicli Cibona, uzun yıllar kıtaya hükmeden Split (çok bilinen adıyla Jugoplastika) gibi ekipler arasından sıyrılıp kendilerini nasıl Avrupa’nın en büyükleri arasına yazdırdılar?

İç savaş döneminde Yugoslavya’dan kilometrelerce uzakta bir ülkede bir sezon boyunca oynayıp nasıl Avrupa şampiyonluğuna uzandılar?

Bütün bu soruların cevapları için Eurohoops Fırın huzurlarınızda…

Gençlik Ateşi

1970’ler Partizan’ına bir göz atacak olursak Praja Dalipagic, Dragan Kicanovic gibi o dönemin Yugoslavya Milli Takımı’nda Kresimir Cosic, Mirza Delibasic ve çeşitli efsane oyuncuların yanında yer almış çok önemli isimlerden kuruluydular.

Gel gelelim 1970’lerde 2 kez Yugoslavya Ligi, 2 kez de Koraç Kupası şampiyonluğu yaşayan bu takım 80’lerin ilk yarısında duraksama dönemine girmiş, o eski halinden pek de eser kalmamış bir ekipti. Bunun başlangıcı da Borislav Corkovic yönetiminde bu takımın 1981’deki lig şampiyonluğu sonrasını kapsayıp 1986’ya kadar sürmüştür.

Bu süreçte elbette ligde final de oynadılar, yarı final de oynadılar, normal sezonu da lider bitirdikleri oldu. Ancak uzaktaydılar işte. Cibona, Sibenka, Kızılyıldız gibi ekiplerin ağır bastığı bir döneme tekabül eder. 1983-86 arasında beşincilikten öteye gidemediler.

Yugoslav basketbolunun her dönemde bir genç oyuncu geleneği vardır. Yani elbette bu sadece Yugoslavlara özgü bir şey değildir ama genç bütünlerle başarılı olmak konusunda onların üzerine pek söz sahibi olacak gelenek de yoktur.

Partizan’ın bu anlatacağımız süreçteki tüm başarıları da bu olgu üzerine kurgulanmış özel bir niteliğe sahip.

1985 yılına geldiğimizde takım yönetimsel bir değişikliğe gitti ve 70’lerde oyuncularından olan Dragan Kicanovic’i direktörlüğe getirdiler.

“Kicha”, Cacak doğumlu bir basketbol adamı olarak duayen Avrupa basketbolu gazetecisi Vladimir Stankovic tarafından “Kresimir Cosic ve Drazen Petrovic’in ardından en iyi 3. Yugoslav oyuncu” şeklinde gösterilecek kadar büyük yetenekmiş vaktinde.

Stankovic ayrıca Kicha’nın Zeljko Obradovic ve Cacak doğumlu bir diğer basketbol adamı olan, Fenerbahçe‘de ZOC’ın yıllarca yardımcılığını yapan yakın arkadaşı Vladimir Androic’in hayatında da derin izleri olduğunu anlatıyor.

Konumuza dönecek olursak Vladislav “Lale” Lucic yönetimindeki takım Sibenka’yı çeyrek finalde 2-0’la geçerken yarı finalde Avrupa’nın en büyük oyuncularından 22 yaşındaki Drazen Petrovic’in 43.1 sayı ortalamasıyla liderlik ettiği Cibona’ya seriyi 2-1’le kaybettiler.

O Cibona, daha sonra finalde Zadar’a 2 uzatmalı inanılmaz çekişmeli bir maçın sonunda 110-111 yenilerek şampiyonluğu kaybedecekti.

O sezon Partizan staffında bir isim vardı. Bu isim 17 yaşındayken koçluğa başlamış ve 1976-82 arasında Partizan altyapısında görev almış bir isimdi. Bu isim Dusko Vujosevic’ti.

1986-87 sezonuna başlarken Lucic’le yollarını ayıran Partizan’da daha sonra ülkenin Spor Bakanlığı’nı da yürütecek olan Kicanovic ve yönetim, kulübü ve bünyesindeki genç oyuncuları iyi tanıyan Vujosevic’i takımın başına geçirdiler.

1986 demek, Partizan için bir gençlik devrimi demekti. O yaz kadroya dahil edilen Sloga’nın pivotu Vlade Divac 18, Buducnost’tan alınan forvet Zarko Paspalj ve Yugoslav Ligi finalisti Cibona’nın forveti Ivo Nakic 20 yaşındaydı.

Halihazırda takımda bulunan isimlerse 26 yaşındaki oyun kurucu Zeljko Obradovic, 16 yaşından beri takımda forma giyen Sale Djordjevic, takımın 25’lik “terminatörü” Goran Grbovic ve son 2 lig şampiyonluğunda da kadroda bulunan pivot Milenko Savovic’ti.

1986-87 normal sezonunda 22 maçta 18 galibiyet toplayan o kadro Cibona’nın arkasından ligi 2. bitirmiş ve playofflara da iddialı bir giriş yaparak finale kadar oynanan 5 maçta sadece 1 mağlubiyet almıştı. Finaldeki rakipse çetin cevizdi.

Kızılyıldız ise 7 yıldır takımın başında olan, Partizan’ın o 70’ler takımına 5 yıl koçluk yapan Ranko Zeravica’yla yollarını ayırmış ve Zadar’ı 1986’da Cibona’ya karşı şampiyonluğa taşıyan Vlade Djurovic’i başa getirmişti.

Ne var ki, tam 14 yıldır ligde şampiyonluk yaşamamış ve aç bir ekiptiler.

O dönemin formda koçu etkisini çabucak hissettirdi ve normal sezon + playofflarda oynadığı 24 maçta mağlubiyet yüzü görmemiş Cibona’yı tekrar eleyerek finale yükseldiler.

İşte Vujosevic’in Partizan’ı böyle bir ekiple karşı karşıyaydı finalde. 27 yaşında, henüz saçları dökülmemiş koç Vujosevic, kendisinin koç standartlarında olduğu gibi oyuncu standartlarında genç kadrosuyla o Kızılyıldız’ı 2 maç sonunda mağlup ederek Yugoslavya şampiyonluğuna uzandı.

Ardından Kızılyıldız’ın kupa hasreti Yugoslav Ligi’nin kapandığı 1992 yılına kadar devam etti, 1992-93 sezonunda Sırbistan & Karadağ Ligi’ni kazandılar.

Bu yılların elbette şöyle bir destansı tarafı da var: Cibona’yı ’85 ve ’86 yıllarında üst üste 2 kez Avrupa şampiyonluğuna taşıyan, ligde de adeta skor anlamında çığır açan genç Drazen, kariyeri boyunca sadece bir lig şampiyonluğu yaşadı. Bana göre bu en ilginç meselelerden birisi 80’ler Yugoslavya basketbolunda.

Boyunduruk

Şampiyonluğun ardından artık Avrupa’nın bir numaralı turnuvasında mücadele edecekti Partizan. Bir yandan da dünyanın o dönemki en zorlu liglerinden birinde mücadelesi devam ediyordu.

1987-88 sezonunda yine kadrosunu koruyan Partizan’da artık Djordjevic takımın hücumlarında daha çok söz sahibiydi.

Aynı zamanda Obradovic gibi bir oyun kurucuları daha vardı. Kendisi o yıllarda daha çok bir asistan koç profilinde gibi olmasına rağmen sahada temponun düşmesi gereken anlarda kritik bir isimdi. Djordjevic ise daha çok topu taşımasıyla bile tempoyu yükselten bir oyun kurucuydu kariyeri boyunca.

Bu takım EuroLeague’de Final Four’a kadar geldi. Hatta geçen sezonun şampiyonu ve o sezon tekrar şampiyon olacak olan Tracer Milano‘yu da bir kere mağlup ettiler. O dönemki Yugoslavya’nın karışıklığını düşününce aslında Yugoslav Ligi daha zor bir statüdeydi sahadaki aktörler açısından.

Maccabi‘ye yarı finalde yenilip Aris’i yenerek Avrupa üçüncüsü oldular ve bu hiç kötü bir sonuç değildi elbette. Övünülesiydi.

Ligdeyse yine Djurovic’in Kızılyıldız’ını eledikten sonra Cibona’dan ayrılıp Real Madrid‘e gitmeden önceki son sezonunu oynayan Drazen’i de eve eli boş gönderdiler. Finalde rakip belliydi. Normal sezonu 21-1’le kapattıktan sonra şimşek gibi bir playoff safhası geçiren yeni süpergüç: Jugoplastika Split!

İlk maçı 101-79 kaybettikten sonra 2. maçta sahasında 86-80’le galip geldi Partizan. Her şey finale kalmıştı artık.

Partizan’ın boyalı alan ikilisi Vlade Divac ve Miroslav Pecarski. Hakikaten çok büyük gelecek vaat eden bir ikiliydiler ancak Crno-Beli formasıyla geçirdikleri kariyerlerinde karşılarında tarihin en iyi uzun ikililerinden birisi vardı: Goran Sobin ve Dino Radja.

Özellikle Sobin çok büyük bir fizik avantajı olmamasına rağmen inanılmaz bir uzundu gerçekten. O 3. maçta da dizginleri eline bir aldı ki işte… Partizan’ı perperişan etti.

O maçta zaten 2 oyuncu alev alev yandı. Birisi Sobin’di, diğeri de takımın kaptanı ve en büyük skorerlerinden Dusko Ivanovic’ti.

İlk yarısı aslında yine Split’in oyun olarak üstünlük koyduğu ancak skorda başabaş giden maçın 2. devresi tam anlamıyla bir lunapark havasındaydı. Sanki o devrede Hırvat ekibinde tüm sayıları Sobin ve Ivanovic atmıştı, istatistik yok elimizde ama belki de öyledir en azından son çeyrek açısından. Dalga geçer gibi oynuyorlardı son şampiyona karşı.

Vujosevic bu süreçte Divac’ı Sobin’in dominasyonundan kurtarmak için tepeye çekti ve oradan top dağıtmasını sağladı ancak hiçbirisi yeterli değildi. Tribünler “JU-GO-PLASTIKA!” diye inleyen binlerce insan, sahadaysa birbirinden yetenekli oyunculardan oluşan ve ilerleyen yıllarda üst üste 3 Avrupa şampiyonluğu kazanacak bir kadro vardı.

Bozidar Maljkovic’in öğrencileri, koç Vujosevic ve “arkadaşlarını” yerle bir edip Yugoslavya şampiyonu olmuştu o maçta 88-67’lik skorla.

Split, “boyunduruğu” altına aldığı genç yeteneklerden oluşan Partizan’a daha çok eziyet edecekti.

Büyü

1988 yılı Partizan için zirveye giden yolda olumlu bir dönüm noktası olarak daha göze çarpacaktı. Bosna Federasyonu tarafından çıkarılan sıkıntı yüzünden lisansı için 2 sene beklemek zorunda olan 18 yaşındaki bir genç daha takıma katılıyordu.

Bu genç, Predrag “Sasha” Danilovic’ten başkası değildi. Takımın skorer sıkıntısı çektiği Dusko Ivanovic gibi deneyimli bir oyuncunun skoruyla sürüklediği Jugoplastika karşısında görülmüştü.

Danilovic o sezon takıma önemli etki etti hakikaten de. En büyük yıldızları olmaya henüz yakın bile değildi belki ama ekibin büyük dörtlüsünü Divac, Paspalj ve Djordjevic’le beraber oluşturuyorlardı.

1988-89 sezonu finallerde yine Jugoplastika’yla karşılaştıkları ve bu sefer rekabet dozunun çok daha arttığı bir sezon olarak göze çarptı.

Bu şartlar altında Avrupa’nın o dönem en önemli uluslararası organizasyonu olmasa da bir saygınlığı her halükarda bulunan Koraç Kupası finalinde İtalyan ekollerinden Cantu’yla eşleştiler.

O dönem Cantu, daha sonraları 90’ların sonunda Carlton Myerslı Fortitudo Bologna’ya ihtişamlı dönemlerini yaşatacak olan 45 yaşındaki Carlo Recalcati tarafından yönetiliyordu.

16 Mart 1989’da oynanan ilk maç İtalya’daydı ve yıllar önce sahaya ilk kez profesyonel olarak çıktığı maçta Los Angeles Lakerslı Kareem Abdul-Jabbar’a attığı dirseğin dönüşünü yediği yumruk sonucu çenesinin kırılmasıyla alan Kent Benson’ın 24 sayılık etkili oyunuyla 89-76 Cantu kazanmıştı.

Ertesi hafta, 22 Mart’ta oynanan maçtaysa Partizan’ın genç bütünü resmen şov yaptı. Divac – Djordjevic – Paspalj – Danilovic dörtlüsü takımın attığı 101 sayının 83’ünü bizatihi kendileri kaydedecekler, Belgrad ekibi maçı 101-82’yle kazanarak uluslararası bir şampiyonluk kazanmış olacaktı.

Lig finallerinde tekrar Split’le yüz yüze gelme fırsatı buldular. O sezonki mücadeleleri, Partizan’ın artan tecrübesiyle artık çok daha çetindi.

Divac artık Sobin’e “daha az” eziliyordu, çünkü tepede daha çok kullanılmaya başlanmıştı Vujosevic tarafından. Zarko Paspalj nasıl bir sırtı dönük gücü olduğunu bastıra bastıra gösteriyordu. Aynı zamanda topla da daha çok haşır neşir oluyordu yeni modelde. Zoran Sretenovic gibi bir kısa karşısında gençliğiyle etkisiz gibi kalsa da Djordjevic ülkenin en önemli yeteneklerindendi.

İki takım da sezonu 16’şar galibiyetle bitirmişti. İlk maç, Partizan’ın sahasındaydı ve son derece de çekişmeliydi. Son çeyrekte Split pivotu Sobin’in hücumda inanılmaz zorluk çıkarmasıyla galip gelirken son top da takımdaki herhangi bir kısanın elinde değil, forvette topla buluşup içeri girmek zorunda kalan Divac gibi ağır bir oyuncunun elinde patlıyordu.

2. maçtaysa yeniden kıran kırana bir oyun ve maç sonlarında hüsran. Bu sefer olaylar çok farklı gelişti ve Dusko Vujosevic takımı sahadan çekti. Maçın bitimine az bir süre kala Partizan oyuncuları ellerini başlarına siper ederek soyunma odasına gidiyorlardı binlerce Splitli taraftarın arasından. Güç yeniden kazanmıştı.

Yol Ayrımı

Divac ve Paspalj

1989 yazı bir hikayenin sonu mu demekti? Yoksa yepyeni bir tanesinin başlangıcı mıydı? Bu soruların tüm cevaplarını izleyerek öğrenecekti basketbolseverler.

Takımın yıldızlarından, Koraç Kupası şampiyonluğunu getiren yıldızlarından ikisi artık NBA Batı Konferansı’nda boy göstereceklerdi. Divac, dönemin flaş takımı Los Angeles Lakers‘a giderken Paspalj ise San Antonio Spurs‘ün yolunu tutacaktı.

En berbat gelişme de koç Vujosevic, takımdaki oyunculardan Milenko Savovic’le beraber eski oyuncusu Goran Grbovic’in kadrosunda bulunduğu Oximesa Granada’nın yolunu tutacaktı.

O takımda Türkiye’de de çok tanınan isimlerden olan Dallas Comegys de ilk Avrupa deneyimini yaşıyordu o sezon. Nitekim başarılı olamadılar ve Vujosevic tekrar takımın başına döndü 1990-91 sezonunda.

Ancak onun öncesinde 1989-90 sezonunda Partizan’ın yaşadığı buhrana değinmek lazım. Takım normal sezonu tam bir felaket olarak geçirmişti. Kayıpları çok büyüktü ancak hala kaydadeğer isimleri yok değildi. Zadar’dan 30, Jugoplastika’dan 21 sayı fark yedikleri sezonu 8. sırada bitirmişlerdi.

Ekibin başındaki isim çok da yabancı değildi aslına bakacak olursak. 1976 ve 1981’de takıma şampiyonluk kazandıran Reba Corkovic, koçluğunun son yılındaydı ve 57 yaşındaki bir koç olarak Vujosevic’ten sonra aranan isim kesinlikle değildi.

Kader yollarını tekrar kesiştirdi Dule ve Partizan’ın. Ligde o sezon Djordjevic, Danilovic ve Nakic’in yanında Igor Mihajlovski, Slavisa Koprivica gibi oyuncularla mücadele ettiler.

Hikaye benzer şekilde devam etti. 1990’da Jugoplastika’nın sponsorluktan çekilmesiyle İtalyan şirketi POP 84’ün ismini alan Split, yine normal sezon lideriydi. Finallerde de Partizan’ı yine geçip boyunduruğu devam ettirdiler.

21.7 Zirvede

Partizan’ın 32 yaşındaki koçu Zeljko Obradovic

Dragan Kicanovic’e getirdik yine hikayeyi. Kicha, 1990-91 sezonunun sona ermesiyle Vujosevic’le yollar tekrar ayrılınca zekasını kullanıyor diyebiliriz. Koç olacak ismi gözünden tanımak o dönem o yapılanmanın içinde olan birisi için çok mu zordur?

Yoksa ben mi Zeljko Obradovic‘i hayatımın her döneminde bir koç olarak tanıdığım için oyunculuğundaki hareketleriyle saha içinde bir koçmuş gibi görüyorum?

Bu soru karmaşık, cevabı daha da karmaşık olacaktır.

Kicanovic, tam da ülkesinde Spor Bakanı olduğu dönemde Obradovic‘le bir gece yarısı yaptığı görüşmede onu 31 yaşında formasını çıkarıp takım elbisesini giymeye ikna ederken acaba böyle şeyler yaşanacağından haberdar mıydı?

Varese’yle 1970’lerde İtalya ve Avrupa’ya hükmeden Aca Nikolic onun mentörüydü. Yardımcılarından birisiyse uzun süre takım arkadaşlığını yapan ve yazıda da ismi sıkça geçen Milenko Savovic.

O yıl oluşturulan takımın kalite olarak Vujosevic’in elindeki takımlarla uzaktan yakından alakası yoktu. Elbette Vujosevic’in 1988 EuroLeague Final Four’unda karşılaştığı takımlar kadar kaliteli ekipler yoktu o sezonki EuroLeague Final Four’unda ancak yine de Partizan’ın şampiyon olacağını tahmin etmek imkansızdı sezon başlarken.

Yaş ortalamaları tam olarak 21.7’ydi. Kadroya kattıkları isimlerden biri olan, daha sonra Avrupa basketbolunda önemli yer edinecek olan Zeljko Rebraca 19 yaşındaydı.

Ekibin iki yıldızından biri olan Djordjevic 24, Danilovic 21 yaşındaydı ve en önemlisi de birbirleriyle araları hiç iyi değildi o dönem. Danilovic bu küslüğün sebebini “Sebebini biliyorsam beni öldürün” şeklinde cevaplarken Djordjevic ise egoları sebebiyle böyle bir durum oluştuğunu söylemişti.

Sasha Danilovic ve Sale Djordjevic

O sezon ülkedeki iç savaş dolayısıyla maçlarını İspanya’da oynamak zorunda kalan Partizan için ligde de bir “zaruri kolaylık” demekti. Slovenya ve Hırvatistan takımları ligde mücadele edemiyordu ve Split de böylece -zaten Bozidar Maljkovic Barcelona’nın başına geçmiş, Kukoc İtalya’ya gitmişti- ligde artık yoktu.

Bu boşluğu iyi değerlendiren Partizan normal sezonu da iyi geçirmişti ve 20 galibiyetle en yakın takipçisi Kızılyıldız’a 5 fark atmıştı. Yani Cibona, Zadar, Split gibi takımların olmadığı ligde şampiyon olmak hangi takım için ne kadar anlamlı olabilir bilmiyorum ancak Partizan için 1991-92 sezonunun destansılığı Kızılyıldız’ı lig finalinde devirip şampiyon olmasıyla gelmiyor.

EuroLeague’e 2. turdan dahil olan Partizan ilk karşılaşmalarını Szolnoki Olaj’a karşı oynayıp grup safhasına kalmayı başarıyor. Joventut Badalona, Estudiantes ve Milano‘nun arkasından grubunu 4. bitirerek çeyrek finaller için son bileti alan genç Belgrad takımı için şimdiye kadar her şey normal.

Çeyrek finalde Virtus Bologna gibi köklü bir ekibi Ettore Messina’nın ilk başantrenörlüğü döneminde 3 maçta 65’in üzerinde sayı yemeden geçip Final Four’a kalıyorlar önce. Geçtiğimiz yıllarda Divaclı, Paspaljlı kadrosuyla Jugoplastika’dan, Cantu’dan oradan buradan 80+ sayı yiyen Partizan, kırpılmış bir ekiple bunları başarıyordu.