by Brian Windhorst, Çeviri: Cem Doğan
Bu yazı 23 Haziran 2013 tarihinde ESPN’de yayınlanmış olup uyarlanarak Türkçeye çevrilmiştir.
Profesyonel sporlarda bu kadar heyecanlanmaya ve beklentiye değecek fazla olay yoktur. 2003 NBA Draftı onlardan biriydi.
Yaklaşmakta olan yeni yetenekler hakkındaki heyecan — önce yöneticiler ve sonra taraftarlar arasında olmak üzere– bir yıl öncesinden başlamıştı. Ve, ligin buna ihtiyacı vardı.
NBA bir durgunluk döneminden geçiyordu. Michael Jordan emekli olduğunda, ligdeki iyi durumda ve pazarlanabilir gençlerin azlığı nedeniyle, taraftarların ilgisi azalmıştı. Los Angeles Lakers ve yıldızları Kobe ile Shaq haricinde, ligin geniş kitleleri çekecek pek bir şeyi yoktu.
San Antonio Spurs ve New Jersey Nets arasında oynanan 2003 NBA Finalleri tarihin en düşük reytingine sahip olmuş ve Jordan’ın Bulls ile kazandığı son yüzüğün ardından toplam seyirci sayısı yüzde 50’den fazla düşüş göstermişti.
Yeni jenerasyonun işleri değiştirebileceği ve 2003 sınıfının bazı gelecek vaat eden oyuncular içerdiği hakkında bir inanç, ya da en azından bir umut vardı.
Lebron James, dergi kapakları ve oynadığı maçların ESPN’de yayımlanması sebebiyle 18 yaşına girmeden yıldızı ülke çapında parlayan ilk lise oyuncusuydu. Carmelo Anthony, ilk sezonunda Syracuse’ü şampiyonluğa taşıyarak spot ışıklarını üstüne çekmişti. Chicagolu sert bir çocuk olan Dwyane Wade de NCAA turnuvasında okulu Marquette’i pek de beklenmeyen bir şekilde Final Four’a taşıyarak ve Kentucky’ye karşı kaydettiği, turnuva tarihine geçecek bir triple-double ile kendine isim yapmıştı.
Bu arada yalnızca yerli oyuncular yoktu. Dirk Nowitzki’nin bir süperstar haline gelmesi ve Yao Ming’in yükselişiyle, takımlar bir sonraki uluslararası yıldızı bulmak üzere tüm dünyayı tarar olmuşlardı: Ve açık sarı saçlı, 17 yaşındaki Darko Milicic, çoğu kişi için bir takıntı haline geldi.
“Eğer yeteri kadar uzun zamandır buralardaysanız, potansiyel bir franchise oyuncusunu gördüğünüzde anlıyorsunuz” diyor Miami Heat başkanı Pat Riley. “Hepimiz bu draftta birbirinden farklı özel oyuncular olduğunu biliyorduk. Bunu hissedebiliyordunuz. Ve hepsini istiyorduk.”
Sahip olunacak bu kadar çok yetenekle, draft sıralaması, 02-03 sezonunun ana hikayesi haline geldi: Hem medya, hem de taraftarlar, ligin alt sıralarına daha dikkatle bakar oldular. Bu kadar ilgiyle beraber, olağan draft lotaryası –ligin de ilk 13 sırayı açıklamasıyla birlikte– büyük bir televizyon olayı haline geldi. Ve draft gecesi geldiğinde birkaç takım, sonraki yıllar boyunca ligin kaderini çizecek olan kararlar aldılar.
Olaylardan bu yana 17 yıl geçti ve alakalı kişilerin anlatacakları hikayeler var. Bazıları hoş. Bazıları korkunç.
LOTARYA GÜNÜ
22 Mayıs 2003, draft lotaryası günü, NBA tarihi için önemli bir gündü; ama aksiyon, önceki geceden başlamıştı.
O perşembe sabahı James, kendisini anında basketbol tarihinin en zengin kişilerinden biri yapacak kağıtları imzalamak için Akron, Ohio’da bir otele geldi. 18 yaşındaydı ve lise mezunu olmaktan iki hafta uzaklıktaydı.
Aylar süren “teklifte iyileştirme”ler, özel jetlerle okuldan alınmalar, partiler ve şirket merkezine ziyaretlerin ardından James bir ayakkabı şirketinde karar kıldı. Reebok yetkilileri oteldeydi ve genç yıldızla bir anlaşma yapmayı umuyorlardı. Ama Reebok’ın daha fazla garanti para önermesine rağmen James, son anda Nike’ın teklifini kabul etti.
Yedi yıl ve 100 milyondan fazla bir parayı içeriyordu. Ama sabahın köründe imzaladığı bu anlaşmada 10 milyonluk bir bonus da vardı. Bu çek, birkaç gün içinde FedEx ile ulaştırıldı.
Bunların hepsi, James bir NBA maçına çıkmadan, draft edilmeden, ya da ilk sırada hangi takımın seçeceği henüz belli olmadan gerçekleşti.
LeBron James (forvet, St. Vincent-St. Mary’s, Ohio): Nike ile anlaştığımda, drafta rahat bir kafayla gidebilecek durumdaydım. Bir araya getirmesi biraz zaman alan bir şeydi, ama halledilmişti ve nerede oynadığımın bir önemi yoktu. Bu benim için mühimdi.
Aaron Goodwin (James’in menajeri 2003-2005): Ayakkabı şirketleri, onun hangi takım tarafından seçilip, hangi markette yer alacağından endişe ediyorlardı; lotaryaya kadar beklemeyi seçtiler. Onunla ilgili olmasını istedim, teklif verme savaşında en yüksek pozisyondaydı. “Eğer”leri çıkardık. Bunu başarmak, birkaç yoğun günün zirve noktasıydı.
Maverick Carter (James’in arkadaşı ve iş ortağı): Büyük bir olaydı. Reebok daha çok para önerdi, ama LeBron, Nike’ı seçti. Yapmamız gereken şeylere fazlasıyla odaklanmıştık; paradan daha çok, onun ilk reklamı ya da ilk ayakkabısının neye benzeyeceği gibi mesela.
Goodwin: Lebron, Upper Deck ile anlaşma imzalamadan ve milyon dolarlık çeki almadan birkaç gün önce, zaten para içinde yüzüyordu.
Carter: Yüz milyon çok fazla para ama bu bir odaya girip Varyemez Amca gibi para içinde yüzmek anlamına gelmiyor. Çalışmak için sabırsızlanıyordu.
Goodwin: Kaldığım oteldeki odamın büyük bir jakuzisi vardı ve bütün evrak işleri tamamlandıktan sonra, ben de biraz girip rahatlamak istedim. Öyle yorgundum ki, orada uyuyakalmışım.
Lotarya çekilişi, Nets ile Pistons arasındaki Doğu Konferansı Finali 3. maçıyla aynı akşamdı. Pistons, sabahki şut idmanını yapmaya, misafir NBA takımları için popüler bir yer olan Manhattan’daki John Jay Koleji’ne gitti.
Marc Cornstein (Darko Milicic’in menajeri): Gayet iyi hatırlıyorum. Lotarya günüydü ve John Jay’deki salonu, antrenman yeri olarak kullanıyorduk. Pistons da oradaydı. Bir Pistons workout’u olarak ayarlanmamıştı. Darko’nun çalıştığı normal bir gündü ve drafttaki diğer çocuklar yolda olduğundan, o tek başınaydı. Bir antrenör vardı yanında. Her gün gittiğimiz aynı saatlerdi. Pistons’la bir alakası yoktu. Tamamen tesadüf.
Chad Ford (draft analisti, ESPN): Darko bundan birkaç gün önce New York’a gelmişti. İki salonu sadece bir perde ayırmaktaydı ve (Pistons başkanı) Joe Dumars’a doğru yürüyüp yan tarafta kimin çalıştığını sordum; bilmediğini söyledi. Ona Darko’nun burada olduğunu söyledim. Cornstein’a gelip gelemeyeceğini sordu. Bu doğaçlama bir workout’tu.
Chris McCosky (Pistons yazarı, Detroit News): Bunun bir tesadüf olduğunu sanmıyorum. Önceki gün bunu konuştuklarını hatırlıyorum.
Cornstein: Bir grup adam, diğer salonu süzüyordu. Her şut, her hareket, inanılmaz gözüküyordu. Pistons’tan herkes oradaydı. Joe Dumars, Rick Carlisle… En kıdemliden en alt kademeye, herkes oradaydı.
Ford: Darko olağanüstüydü. Kesin bir şekilde daha mükemmel olamazdı. Bir noktada koçlar dahil olmaya başladı ve belirli şeylerle ilgili sorular sormaya başladılar. Ve Darko kaçırmıyordu; agresifti ve diğer oyuncuların gözü önünde, o ânın yarattığı yükün altından kalkıyordu. Dumars’ın yanında oturuyordum. Niyetini açıkça belli eden biri değildi. Ama Darko çok etkileyiciydi. Kesinlikle gördüğüm en iyi workout’tu. Yüzlercesini gördüm ve bu en iyisiydi. Elinizde 2.13 boyunda, 17 yaşında, yetenekli biri varsa, işte o “Vay be” anıdır; özellikle bir uzuna ihtiyacı olan bir takım için. Sonrasında sadece fısıldamalar duyuluyordu.
Tony Ronzone (Pistons yöneticisi, 2001-2010): Bizim tayfa “Aman tanrım, şu çocuğa bak” şeklindeydi. Faul çizgisinden bir kere yere vuruyor, smaç. Sol elle hook. Çabuk ayaklar. Bir uzun için harika bir yanlamasına çabukluğu vardı. Spin hareketleri vardı. İnanılmazdı yani. 17 yaşında, manyak bir atletti. Bir geyik gibi koşuyordu. Sıçrıyordu. “Vay be” diyordunuz. Listedeki her şeyi kontrol edebilirdiniz.
Jon Barry (2001-2003, Pistons guardı): Joe Dumars’ın onla çalıştığımızı söylediğini hatırlıyorum. Sanırım 6-7 kişi onu izlemeye gitti. Dumars bana bu çocuğun olacağını söylemişti. “O, Dirk’ten daha iyi. Tam bir aygır olacak” diyordu. Ben de “Gidip bir bakalım o zaman” dedim.
Cornstein: Pistons etkilenmiş ama durgun ayrıldı. Herkes onu gördüğünde, Darko’yu seçme şanslarının kalmayacağını düşünmeye başladılar.