Zeljko Obradovic’in 9 EuroLeague Şampiyonluğunun Öyküsü

03/Ağu/20 10:05 Ağustos 9, 2021

admin69

03/Ağu/20 10:05

Eurohoops.net

Eurohoops Fırın sizleri Avrupa basketbolunun efsane koçu Zeljko Obradovic’in şampiyonluklarına göz atmaya davet ediyor.

by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net

Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bir konuda alanının “en iyisi” olmak kavramı, sıklıkla tartışmaları da beraberinde getirecek ve hatta çok büyük mücadelelere sebep olacak fikir ayrılıkları demektir.

Avrupa basketbolu, bu yönde yetiştirip bünyesinden çıkardığı koçlarının kariyerleri doğrultusunda sıralamaları yapılırken epey şanslı gözüküyor. Çünkü “en iyinin” kim olduğuna dair 2020 yılı itibarıyla çok keskin fikir ayrılıkları mevcut değil.

Zeljko Obradovic, 1991’de henüz 31 yaşındayken takım arkadaşlarına koçluk yaparak başladığı kariyerinde geçen 29 yılda tam 9 kez EuroLeague şampiyonu takımları çalıştırdı.

5 farklı takımla 9 şampiyonluk…

Bu ekiplerden 3 tanesi ilk ve son şampiyonluklarına Obradovic yönetiminde ulaştılar. Kimisi bir daha zirvenin yolunu bulamadı yahut yakınlarından geçmekle yetindi.

Eurohoops Fırın olarak Avrupa basketbolu tarihinin en özel figürleri arasına tereddüt etmeden en başlara yazılacak Sırbistanlı koç Zeljko Obradovic’in şampiyonluklarına göz atacağız.

1992 – Partizan

EuroLeague’e 2. turdan dahil olan Partizan ilk karşılaşmalarını Szolnoki Olaj’a karşı oynayıp grup safhasına kalmayı başarıyor. Joventut Badalona, Estudiantes ve Milano’nun arkasından grubunu 4. bitirerek çeyrek finaller için son bileti alan genç Belgrad takımı için şimdiye kadar her şey normaldi.

Çeyrek finalde Virtus Bologna gibi köklü bir ekibi daha sonra ezeli rakiplerinden birisi haline gelecek Ettore Messina’nın ilk başantrenörlüğü döneminde 3 maçta 65’in üzerinde sayı yemeden geçip Final Four’a kalıyor Crno-Beli.

Yarı finaldeyse Barcelona’yı eleyip gelen ancak Meneghin, McAdoo ve D’Antoni gibi yıldızlarını kaybetmiş Milano‘yla karşılaştılar.

Abdi İpekçi Spor Salonu’nda oynanan Final Four’un ilk ayağında Milano’yu yarı finalde 82-75’lik skorla elemeyi başardı Obradovic ve takımı.

Finalde karşılaşacakları rakip zorluydu.

Lolo Sainz tarafından yönetilen 7up Joventut Badalona, Jordi Villacampa gibi yetenekli bir kısanın etrafına Rafa ve Tomas Jofresa gibi 2 guard, uzun rotasyonunaysa Ferran Martinez ve Corny Thompson gibi kalıplı isimlerin yerleştirildiği bir takımdı.

Maça iyi başlangıç da yaptılar fakat Partizan çok enerjikti sahada. İlk yarıda dış şut güçleri olan Danilovic, Djordjevic ve Nakic’i kullanmayı başardılar. Devreye girerken 40-34’lük bir üstünlükleri söz konusuydu.

Karşıda Corny Thompson gibi bir isim olunca da Partizan’ın genç ve çelimsiz uzunlarıyla ribaund konusunda fark kaçınılmaz oluyor. 27’ye 38 gibi bir üstünlüğü vardı İspanyol ekibinin.

Harold Pressley ve Tomas Jofresa o maçta epey zorluk çıkarıyorlar Obradovic’in ilk koçluk deneyimindeki savunma kurgusuna ancak nafile.

Partizan yine rakibini 70 sayıda tutuyor. T. Jofresa, Sale Djordjevic’i geçip çok zor bir pozisyonda basketi kaydediyor.

Mola alamıyorlar o esnada. Slavisa Koprivica topu hemen Djordjevic’e iletti. Devamında bitime saniyeler kala gelen Djordjevic üçlüğüyle Obradovic gibi bir antrenör ilk şampiyonluğunu elde etmiş oldu.

1994 – Joventut Badalona

1993-94 sezonu itibarıyla Zeljko Obradovic, bir sene önce Abdi İpekçi’deki EuroLeague Finali’nde devirdiği Joventut Badalona’nın yeni koçu olarak göreve getirildi.

Obradovic‘in takımı devralışıyla Badalona’nın savunma potansiyeli daha da öne çıkarken kendilerini teker teker turları geçerken buldular.

Efes Pilsen’in 10 galibiyetle lider çıktığı B Grubu’ndan Panathinaikos ve Virtus Bologna’yla beraber çıkan 4 takımdan birisi olan Badalona, playofflarda ligdeki en büyük rakiplerinden biriyle yani Arvydas Sabonisli Real Madrid‘le karşılaştı.

Zeljko’nun elindeki uzun rotasyonu o sezon kimseye boyun eğecek gibi değildi. 2-0’la Los Blancos’u geçerek Final Four’a isimlerini yazdırdılar.

Barcelona ilk rakipleriydi. Aito Garcia Reneses kariyeri boyunca bir türlü EuroLeague şampiyonluğu yaşayamamıştı ve aç bir isimdi.

Juan Antonio San Epifanio hariç o maçta etkili olabilen bir isim çıkmadı Barça’dan. Epi, 23 sayıyla oynamıştı. Ona en yakın desteği veren oyuncu 10 sayıyla Tony Massenburg’du. 65 sayıda kaldı Katalanlar o mücadelede.

Finaldeyse ilk maçta ezeli rakibi Panathinaikos‘u deviren Zarko Paspalj, Panos Fasoulas, Giorgos Sigalas, Milan Tomic ve Roy Tarpley gibi isimlerden kurulu Olympiacos‘la karşılaştılar.

O maçın son çeyreğine girilirken Olympiacos, Paspalj ve Sigalas’ın çabalarının yanında Fasoulas’ın çember savunmasıyla önemli bir üstünlük yakalamıştı.

Ancak son periyotta inanılmaz bir şey oldu. Olympiacos son 6 buçuk dakika boyunca sayı atamadı. Paspalj’ın üst üste serbest atışlar kaçırması, Sigalas’ın rotasyon sebebiyle kenara geldikten sonra etkisiz kalması gibi pek çok nedenle Giannis Ioannidis tarafından yönetilen Olympiacos skor üretemedi.

O esnada geri gelen Badalona’da Ferran Martinez’in 17 sayı – 10 ribaundla müthiş bir maç çıkarmasının yanı sıra son bir dakika içinde Jordi Villacampa ve Corny Thompson’dan gelen üçlükler skoru bir anda 57-59’a getirdi.

Yaş 34, Obradovic’in 2. şampiyonluğu. O dönemki yardımcılarından birisi de Fenerbahçe‘de de uzun yıllar beraber çalıştığı Josep Maria Izquierdo’ydu.

1995 – Real Madrid

Real Madrid 1994 yazında Zeljko Obradovic’le anlaştı.

Obradovic Sabonis’te nasıl bir iz bıraktıysa Sabonis de Obradovic’te aynı izi bırakacaktı. O da onu çalıştığı en özel oyuncular arasında konumlandırmıştır hep.

Takımın büyük ikilisi Arvydas Sabonis ve Joe Arlauckas’tı.

Yarı finalde rakip, 1993’te yarı finalde kaybettikleri Limoges’du. Tek maç usulü klasik EuroLeague Final Four’u. Savunmada Zeljko Obradovic’in hüneri konuştu.

Michael Young, Richard Dacoury gibi isimlerden kurulu Limoges’a 49 sayı attırdılar bir Final Four maçında, 49!

Sabas da 21 sayı – 9 ribaundla üzerine düşeni yapmış, Zeljko Obradovic’i şampiyonluğa bir adım daha yaklaştırmıştı.

Alexander Volkov, Giorgos Sigalas, Milan Tomic ve Edward Johnsonlı Olympiacos’u devirmeye çalışacaklardı artık.

Ayrıca o takım yarı finalde ezeli rakibi Panathinaikos’u üst üste ikinci kez devirerek finale çıkmıştı. Üstelik en büyük yıldızlarından Paspalj artık Panathinaikos‘taydı.

Obradovic önceki sezon da Olympiacos‘u finalde kupadan etmişti Badalona’nın koçuyken.

Maç boyunca Arlauckas 16 sayı üretti, 8/21’le oynadı. Sabonis ise 6/9 ikilik, 2/2 üçlükle 23 sayı.

Olympiacos 7 ribaund fazla çekmişti o gün ama ne fayda? Kim durdurabilirdi ki böyle bir hücum gücünü o gün?

Maçı da 73-61’lik skorla kazanarak şampiyonluğa eriştiler.

2000 – Panathinaikos

Kısa bir dönem olduğu için pek konuşulmaz ancak Zeljko Obradovic‘in Benetton Treviso’da geçirdiği 2 yıl boyunca da önemli başarıları oldu.

Onun öncesinde Real Madrid‘le 1997’de, son sezonunda FIBA Saporta Kupası’nın sahibi olan Obradovic 1999’da bunu Treviso’yla başardı ve 13 yıllık mükemmel bir hikayeye yol açıldı.

Giannakopoulos kardeşler tarafından yönetilen Yunanistan devi Panathinaikos‘un yolunu tuttu ve koskoca bir tarih orada başladı.

O sezon lig finalinde PAOK’u 3-0’la geçip kupa finalinde de AEK’yı 57-59 mağlup eden Panathinaikos, sezonu 3 kupayla tamamlayabilecek miydi?

Kadro gerçekten çok ama çok iyiydi. 1998’de bünyelerine Obradovic’in Real Madrid‘inden kattıkları Dejan Bodiroga, Fragiskos Alvertis, şimdilerde Hapoel Jerusalem’in koçluğunu yapan Oded Kattash, Ale Gentile’nin babası Nando Gentile, Johnny Rogers, Antonis Fotsis…

İlk grupta 9 galibiyet – 1 yenilgi ve ikinci grupta 13 galibiyet – 3 yenilgilik harika bir normal sezon geçirdikten sonra playofflarda Cibona Zagreb’le eşleşti PAO.

Yarı finalde ilk kez Final Four yapan deneyimsiz ancak Hidayet Türkoğlu, İbrahim Kutluay, Damir Mulaomerovic, Predrag Drobnjak gibi yeteneklerden oluşan Efes Pilsen’i Bodiroga’nın 22, Zeljko Rebraca’nın 15 sayısıyla devirmeyi başararak finalde Reneses’in Barça’sını deviren Maccabi Tel Aviv‘le karşılaştılar.

Pini Gershon tarafından yönetilen o Maccabi‘de skor yükünü, hatta takımın tüm yükünü çeken isim pivot Nate Huffman’dı.

8 bin 500 kişilik PAOK Spor Salonu’nda 6 bin 500 kişilik seyirci kapasitesi vardı ancak o gün maçı 10 binden fazla seyircinini izlediği söylenmektedir. Yunan taraftarlar 2. EuroLeague şampiyonluğu için epey açtı.

Maccabi için maçın şöyle bir önemi vardı: Efsaneleri Doron Jamchi, son EuroLeague Finali’ni oynuyordu. 4 kez (1987, 1988, 1989, 2000) bu başarıyı gösteren İsrailli oyuncu için kupayı kazanmak adına 39. yaşı, son şansı olabilirdi.

Maç aslında Rebraca ve Huffman’ın karşılıklı düellosu gibi gözükse de Panathinaikos rakibini 70’in üzerine çıkarmayarak Mark Brisker, Doron Sheffer, Arriel McDonald, Dallas Comegys gibi silahları kullanmalarına izin vermedi.

Rebraca, 73-67’lik maçın sonunda Final Four MVP’si seçilirken Zeljko Obradovic ise 4. kez şampiyon oluyordu 8 yıllık koçluk kariyerinde.

2002 – Panathinaikos (2)

5.

Yolun yarısının bir adım ötesi.

Zeljko Obradovic, Panathinaikos‘taki 3. sezonunu tamamlarken yeniden Avrupa’nın en büyük ekipleri arasında yer aldı ve Final Four’a ulaşmayı bildi.

Takımın parçaları arasında Dejan Bodiroga gibi bir süperyıldızın yanı sıra Fragiskos Alvertis, İbrahim Kutluay, Darryl Middleton, Damir Mulaomerovic, Johnny Rogers, Lazaros Papadopoulos ve Giannis Giannoulis gibi isimler yer alıyordu.

Bodiroga ve İbo, iki iyi arkadaş olarak hücum yükünü sırtlarken Middleton ve Papadopoulos’un boyalı alanda etkili olduğu bir ekiptiler. Tabii Middleton yaşlıydı ancak hala katkı verebilen bir oyuncuydu.

2002’deki Final Four’a Panathinaikos “underdog” olarak gelirken, finaldeki rakip Virtus Bologna ise bunun tam tersiydi. Şaşaalı, yetenekli bir kadroya sahiptiler ve tüm öngörüler onların kazanacaklarını gösteriyordu. Fakat kadroda yalnızca bir eksik vardı, Dejan Bodiroga gibi bir oyuncu.

Öncesinde yarı finalde David Blatt’in yönettiği Nate Huffman, Anthony Parker, Tal Burstein, Arriel McDonald, Gur Shelef, Derrick Sharp ve Hüseyin Beşok gibi isimlerden kurulu Maccabi Tel Aviv‘i Bodiroga’nın 26 sayılık performansıyla geçtiler.

Maccabi Tel Aviv‘e karşı oynadığı muhteşem oyundan sonra Bodiroga final maçında da sahnedeydi. Maç, Yeşiller adına iyi başlamamış olsa da Sırp forvet sorumluluğu aldı, olabilecek her şekilde sayı üretip Bologna’nın savunmasına bolca zarar verdi.

O Bologna takımında Obradovic – Messina rekabetinin aktörlerinden Ettore Messina komutasında Manu Ginobili, Matjaz Smodis, Antoine Rigaudeau, Marko Jaric, Antonio Granger ve Sani Becirovic gibi pek çok önemli isim bulunuyordu.

Kesinlikle üst üste 2. şampiyonluklarını kazanmaları bekleniyordu, hele ki Final Four’un evlerinde oynandığını düşünürsek…

Maç içerisinde 13 sayı civarında öne de geçtiler ancak 2016 Berlin’deki finalde Fenerbahçe‘nin CSKA‘ya yaşattığı şokun ufak çaplısını Bodiroga ve İbo önderliğinde Panathinaikos, Virtus Bologna’ya yaşattı.

Bitime bir dakikadan az süre kala İbrahim’in hançeri saplamasıyla 5. şampiyonluğu Obradovic’in ellerinde yükselmekteydi.

2007 – Panathinaikos (3)

2000’lerin ortası, Zeljko Obradovic‘in kariyeri açısından en sönük geçen dönemler olarak adlandırılabilir. 2002 şampiyonluğunun ardından bir duraksama dönemine girdiklerini söylemek mümkün.

Fakat Panathinaikos organizasyonu koçuna her daim güvendi. Başka seçenekleri var mıydı diye sorarsanız, bence yoktu. Güvenmelerinin meyvesini de 2000 ve 2002’nin ardından gelen 3 şampiyonlukla daha aldılar ve dünyanın süpergüçlerinden birisi haline geldiler.

Bu 3 şampiyonluktan ilki 2007 şampiyonluğuydu.

2006’da CSKA Moskova, Ettore Messina yönetiminde 35 yıllık kupa hasretini gidermiş ve EuroLeague’i kazanmayı başarmıştı. 2007’de de ellerindeki efsanevi bütün olduğu gibi duruyordu genel hatlarıyla.

O sezon Theo Papaloukas’ı MVP çıkarmışlardı. Kariyerinin zirvesindeydi resmen Yunan oyun kurucu. J.R. Holden, Matjaz Smodis, David Andersen vb. takım arkadaşları da cabasıydı.

Obradovic – Messina rekabetinin en önemli kilometre taşlarından birisi olan bu maçtan önce PAO, Dimitris Diamantidis’in savunmadaki harika oyunu ve Mike Batiste’in mükemmel bir akşam geçirerek 15 sayı – 12 ribaundluk katkı vermesinin sonucunda Baskonia‘yı elemişti.

CSKA ise o sezonun sürprizlerinden olan Unicaja Malaga karşısında rahat bir galibiyet alarak üst üste 2. şampiyonluk için geliyorlardı.

OAKA’da binlerce Panathinaikos taraftarının önünde gergin bir atmosfer vardı her final maçında olduğu gibi.

Theo Papaloukas inanılmaz bir maç çıkardı o gün. 23 sayı – 8 asist istatistik kağıdında nasıl gözüküyorsa sahada da bir gram abartı olmayacak şekilde olağanüstü performans sergiledi. Trajan Langdon, Holden ve Smodis gibi skorer profilli oyuncuları da iyi katkı vermişti CSKA’nın.

O maçta iki takım toplam 47 ribaund alabildiler ve kimse kimseye bu konuda bir üstünlük sağlayamadı. Şut yüzdeleri o kadar yüksekti ki!

Batiste yine posttan skor üretiyor, top dağıtıyor ve ikili oyunlarını icra ediyordu. Kısaca her şeyi yapıyordu hücum sahasında. Daha sonra CSKA formasıyla PAO’ya rakip olacak olan Ramunas Siskauskas, kişisel tarihinin en önemli performanslarından birisini çıkardı sahaya.

Diamantidis (Final Four’un da MVP’siydi), Nikos Chatzivrettas, Sani Becirovic ve Milos Vujanic gibi kısalarla etkili olmayı başaran Obradovic son çeyrekte ağırlıklı olarak Dejan Tomasevic – Mike Batiste ikilisini birlikte kullanarak farkı açtı.

Fakat o dönemin CSKA Moskova’sı gibi bir takım asla hafife alınacak bir ekip değildi, maça tutundular son ana kadar. Hücum silahları daha keskindi ve daha fazla şut soktular.

Tabii serbest atışlar o maçın asla unutulmaması gereken bir gerçeğiydi. Tamı tamına 46 kez çizgiye gelen Panathinaikos, 38 isabet buldu serbest atışlardan. İnanılmaz bir şey bu.

Sonunda da şampiyonluğa ulaştılar kendi seyircilerinin önünde. Kaç etti, 6 mı?

2009 – Panathinaikos (4)

2008-09 Panathinaikos takımı, Zeljko Obradovic‘in koçluğu bakımından 1992 Partizan gibi özel incelenmesi gereken takımlardan bir tanesi.

O sezon şampiyonluğa ulaştığı takım dünya basketbolunda, bakın sadece Avrupa’da veya NBA’de değil hiçbir yerde görmeye ve başarılı olduğuna şahit olmaya alıştığımız türden bir kadro değil.

Problemli dönemler geçirmediler de değil. Asseco Prokom maçının ardından Obradovic‘in verdiği basın toplantısı tam anlamıyla bir efsanedir.

Yahut Drew Nicholas’ı Dimitris Diamantidis, Sarunas Jasikevicius ve Vassilis Spanoulis gibi oyuncuların olduğu bir kadroda topsuz oynamaya adapte etmek kolay bir iş mi oldu?

Playofflarda rakipleri Montepaschi Siena olurken Terrell McIntyre ve Rimantas Kaukenas’ın performansları sayesinde OAKA’da ev sahibi avantajını yitirmişlerdi 2. maç sonunda. Fakat İtalya’da Nicholas’ın iki maçta 32 sayı kaydettiği performanslarıyla turu atlamayı başardılar.

Yarı finalde rakipleri maçı sadece bir yarı final veya Final Four maçı olmaktan çıkaran bir ekipti. 1990’lı yıllarda Panathinaikos‘u karşılaştıkları Final Four mücadelelerinde devirmekten imtina etmeyen Olympiacos

Nikola Pekovic – Mike Batiste – Sarunas Jasikevicius – Vassilis Spanoulis dörtlüsünün 75 sayı kaydettiği maçı 82-84 kazanmayı bildi PAO.

Maçın ardından Papaloukas, Josh Childress, Yotam Halperin, Ioannis Bourousis ve Georgios Printezis gibi oyunculardan kurulu Olympiacos‘un başantrenörü Panos Giannakis maçı kontrol etmeye çalıştıklarını ancak küçük detayların galibi belirlediğini ifade ederken rekor maaşla Yunanistan’a getirdikleri Childress ise istedikleri oyunu oynadıklarını ifade ediyordu.

2000’lerde rezalet bir görüntü çizen Olympiacos‘un Final Four’a dönüş maçında Panathinaikos böyle bir zorluğu yenmişti 4 oyuncusu sayesinde.

Fakat final maçında onları bu dörtlünün performansı kurtarmayacaktı elbette. Çok daha özel bir şeyler olması gerekiyordu. Oldu da…

2007’de devirmeyi başardıkları Ettore Messina’nın CSKA Moskova’sıyla yeniden final oynadılar. Yeniden son şampiyon CSKA‘ydı.

Erazem Lorbek ve Sasha Kaun gibi uzunları, Ramunas Siskauskas ve Trajan Langdon gibi kanatlarının yanında J.R. Holden, Nikos Zisis ve Zoran Planinicli guard rotasyonuyla derin bir takımdı gerçekten. Victor Khryapa ve Terence Morris’i de unutmamak lazım.

Ancak şimşek gibi girdi mücadeleye Yeşiller. Yani o maçın 2. çeyreğindeki Panathinaikos bana göre tarihteki herhangi bir takımdan daha iyi performans göstermiş olabilir. İnanılmaz bir üçlük yüzdesi yakaladılar. Öyle iyi alan ve top paylaşımı vardı ki sahada, eline gelen sallıyordu mesafesine bakmaksızın.

Hal böyle olunca devre sonunda 48-28 gibi bir fark oluştu PAO lehine.

Messina bir kurt. Obradovic’in en büyük rakibi ve bu ünvanın hakkını vermesi lazımdı 2. yarıda. Devre başlarken Panathinaikos’un aynı performansı devam ediyordu ancak bu sefer de CSKA olağanüstü bir seriyle döndü. Çeyrek boyunca sadece 8 sayıda tuttukları rakibine karşı bir ara 10-0 gibi bir seri yakalamışlardı.

Bunun gelişi de ikili oyun opsiyonlarını tıkamakla oldu elbette. Az önce nasıl 2. çeyrek PAO’sunu övdüysem, şimdi de CSKA’nın o maçın 3. çeyreğindeki savunmasını aynı mübalağayla övebilirim.

İkili oyun kanallarını kapatmakla, Batiste’i olduğundan daha etkisiz hale getirmekle bitmiyor o iş öyle kolay kolay. Müthiş bir şut potansiyeline sahip o PAO. Üstelik oyuncuların birbirleriyle oynamaktan keyif aldıkları çok ama çok belli.

Rakibinin ilk yarıdaki dış şut yüzdesine rağmen dış şut atmaya zorladı Messina. Bunun meyvelerini de çokça aldı ve bir ara 23 sayıya çıkan farkı eritti maçın sonlarına doğru.

Berlin çok şanslı bir şehir. Modern EuroLeague tarihinin en gerilimli 2 final maçına ev sahipliği yaptı. Thanasis Giannakopoulos’un hakem Juan Carlos Arteaga’ya maç sonunda kazanmalarına rağmen tepki olarak banknot saçtığı bir ortamdı.

O ortamda maçın sonunda 73-71’lik skorla bir şekilde kazandılar. Tarihin en keyifli final maçlarından birisi olmakla beraber Zeljko Obradovic’in de en anlamlı EuroLeague şampiyonluklarından birisi oldu.

2011 – Panathinaikos (5)

Bir önceki sezon TOP 16 E Grubu’nda Barcelona ve Partizan gibi daha sonra Final Four yapacak olan 2 ekibin arkasında kalarak elenmişti Panathinaikos. Beklenmedik bir durumdu ancak o kredisi hiç bitmez elbette Zeljko Obradovic‘in.

2010-11 sezonuna şok bir ayrılıkla girdiler. Yıldızlarından, 2009 şampiyonluğunda büyük pay sahibi isimlerinden birisi artık ezeli rakibin oyuncusuydu…

O yaz iyi bir teklifle kapısına gittikleri Vassilis Spanoulis’in Olympiacos‘a transferi çok büyük bir infial yarattı. Öyle ki, Obradovic ve Spanoulis yıllarca birbirleriyle konuşmadılar.

2010-11 artık bir onur meselesi haline gelmişti. Elbette Spanoulis’e nispet olsun diye şampiyonluk hedeflemek Obradovic gibi bir koçun ajandasında yer alacak bir şey değil ancak hem Panathinaikos‘taki son şampiyonluğu olması hem de eskisi kadar derin bir kadroya sahip olmamaları açısından çok önemliydi.

Playofflarda son şampiyon Barcelona’yı 3-1’le geçtikten sonra yarı finaldeki rakipleri Spanoulis’i devirerek oralara gelen Montepaschi Siena oldu.

Siena kadrosunda Rimantas Kaukenas, Shaun Stonerook, Malik Hairston, Nikos Zisis, Bo McCalebb, Ksistof Lavrinovic gibi oyuncuları bulundururken bu ekibi Simone Pianigiani’ye emanet etmişti.

Palau Sant Jordi’deki Final Four’un ilk ayağında onları 77-69’la geçerken finalde karşılarına Chuck Eidson’ın performansıyla Real Madrid‘i deviren Maccabi çıkıyordu.

O yıl Final Four’da bulunan ekipler aslında diğerlerinin aksine rekabet düzeyini aman aman artıracak takımlar değildi. Panathinaikos bu yönden öne çıkıyordu ama Maccabi, Eidson haricinde de Sofoklis Schortsanitis, David Blu, Lior Eliyahu ve Jeremy Pargo gibi önemli oyunculara ev sahipliği yapan bir takımdı.

Obradovic’in daha önceden defaatle devirdiği ancak çok büyük bir başarı potansiyeline sahip Blatt gibi bir koçları vardı.

Diamantidis’in basketbolunu üst düzeye çektiği Final Four’lardan birisi de 2011’dir. 16 sayı – 9 ribaundla tüm yükünü çekmişti takımının. O sezon playofflarda Barcelona’ya çok çektiren 3D, aynı zamanda normal sezon MVP’siydi.

Maccabi’nin ikili oyun savunamayışını ustaca kullanan Batiste – Diamantidis ikilisi, Panathinaikos’un maç içerisinde sürekli öne çıkmasını sağladı.

Kariyerinin 3. şampiyonluğunu kazanan efsane isim, böylece sezonu normal sezon MVP ödülü, Final Four MVP ödülü ve sezonun en iyi savunmacısı ödülünü alarak kapattı ve eşsiz bir sezon geçirmiş oldu.

Panathinaikos’taki 12 yıllık kariyerinde 3 şampiyonluk yaşadı ve hepsi birbirinden özel başarılardı ancak en fazla katkı sağladığı Final Four’lardan birisi de buydu. “Diamantidis olmasaydı Panathinaikos bu şampiyonluğu kazanabilir miydi?” sorusunu sorabileceğiniz bir sezon 2010-11 sezonu.

Obradovic de 8. şampiyonluğuyla rakip koçlarla arayı bir daha kapanmayacak şekilde kapattı.