by Jason McGahan, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 28 Şubat 2020 tarihinde LAMag’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Kobe Bryant ve 13 yaşındaki kızı Gianna’nın trajik bir helikopter kazasında diğer 7 yolcu ile birlikte vefat etmesinin ardından Lakers efsanesinin arkadaşları, takım arkadaşları, koçları ve eski rakipleri Kobe’nin yasını tuttu ve yıldız ismin yaşadığı sıra dışı hayatı andı.
Bu gerçekleştirdiğimiz röportajlarda Kobe’nin bir sekizinci sınıf öğrencisi olarak ailesiyle birlikte İtalya’dan Philadelphia’ya döndükten sonra okuduğu lisede bir basketbol fenomeni haline geldiği ve direkt olarak NBA’e girdiği dönemden anılar yer alıyor. Kobe, henüz 19 yaşındayken All-Star seçilen, aynı yılda Smaç Yarışması’nı kazanan ve üst üste üç sezon şampiyonluğa uzanan Los Angeles Lakers kadrosunun en önemli oyuncularından birisi haline geldi.
Jeremy Treatman, Lower Merion Lisesi Basketbol Takımı eski yardımcı antrenörü:
Kobe’nin babası 1992 yılında İtalya’dan döndüğünde bölgedeki Yahudi okulunun kız basketbol takımının antrenörü olmuştu. O dönemde ben de erkek takımını çalıştırıyordum ve Kobe arada antrenmanlarımıza geliyordu. İki takım da antrenman yaparken Kobe de yan tarafta şut atardı. Bir gün Joe’nun [Kobe’nin babası] yanına gittim ve “Kobe basketbol konusunda ciddi mi? Nasıl oynuyor?” diye sordum. Joe bana baktı ve “Kobe şu anda, onun yaşındaki halimden çok daha iyi. Gerçekten sinir bozucu” cevabını verdi. Ben şok olmuştum. “Joe, sen Amerika’nın en iyi oyuncularından birisiydin. Sixers, Rockets ve Clippers’ta oynadın. İtalya Ligi’nde iki kez MVP seçildin.” diyebildim. O da bana baktı ve “Bana inanmalısın. Onun yaşındaki halim Kobe’nin yanına bile yaklaşamaz” dedi.
Sam Rines, Kobe’nin Philadelphia’daki altyapı koçu:
Delaware’deki gösteri maçına gittiğim günü hatırlıyorum. Ben biraz geç kalmıştım ve salona vardığımda maç başlamıştı. Saha kenarında otururken zayıf bir çocuk dikkatimi çekti. “O kim?” diye düşünüyordum. Onu daha önce hiç görmemiştim. Birisi bana yaklaştı ve “O Kobe, Joe’nun oğlu” dedi. Ben de Kobe’yi izlemeye başladım. Uzun, zayıf bir fiziği vardı. Nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama Jordan’a benzer bir havası vardı. Kendi kendime “Bu çocuğun nesi var? Jordan mı olmaya çalışıyor?” diye düşünüyorum. O zaman henüz 13 yaşındaydı ama kullandığı ilk 6 üçlükte isabet bulmuştu.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Biyoloji Öğretmeni:
Bunu tahmin edebilirsiniz büyük olasılıkla ama saha dışında, sahadaki kadar agresif birisi değildi. Lisedeki ikinci yılında okuldaki tavırları gayet sakin ve ağırbaşlıydı. Derslerine sıkı çalışır, iyi notlar alırdı. Çok saygılı genç bir adamdı. Sınıfta onun gibi bir öğrenciye sahip olmak çok güzeldi çünkü onun sakin tavrı sınıftaki diğer öğrencilerin de durulmasını sağlardı. Ergen çocuklarla baş etmek kolay bir şey değildi. Ancak Kobe etrafta olduğunda diğer öğrenciler de onun kadar sakin olmaya çalışırdı.
Donnie Carr, Philadelphia’daki Roman Katolik Lisesi’nin Basketbol Oyuncusu:
Kobe’nin adını ilk kez Hoop Scoop isimli bir dergide görmüştüm. Onu Güneydoğu Pennsylvania bölgesindeki en iyi dokuzuncu sınıf oyuncusu olarak belirlemişlerdi. Ben de ikinci sıradaydım. O dönemde Kobe West Philly’de oynuyordu, ben ise South Philly’deydim. Kobe o dönemlerde iki dizine de dizlik, dirseklerine bandaj takıyor ve gözlükle maçlara çıkıyordu. Uzun boylu, ince bir fiziğe sahipti ve hiç de atletik gözükmüyordu. Dürüst olmak gerekirse sahada yatay olarak da çok hızlı değildi. Bu yüzden Kobe’nin neden bu kadar abartıldığını anlamıyordum. Kobe’nin Joe Bryant’ın oğlu olduğunu biliyordum. Bu yüzden karşılıklı oynadığımız ilk maçtan sonra Kobe’yi Joe’nun oğlu olduğu için abartıyorlar diye düşünmüştüm. Bana her zaman basketbol oynarken küçülebilen oyuncuların kazanacağı söylenmişti. Kobe, o dönemde eğilmekte sıkıntı yaşıyordu. Ben de savunmaya iyi oturduğum için Kobe’yi gayet iyi savunmuştum. Yatay olarak çok hızlı olmadığı için onun üzerinden sayı da atabiliyordum. Aradan iki yıl geçti ve Kobe’nin fiziği gelişti. Top kontrolü daha iyi hale geldi, yatay olarak hızlandı. Daha atletik bir oyuncu haline geldi. 11. sınıfa geldiğimizde diğer herkes gibi Kobe’yi izlerken ben de hayretler içerisinde kalıyordum.
John Linehan, Kobe’nin altyapı takımındaki takım arkadaşı:
Altyapı maçlarımız esnasında Kobe’nin babası tribünlerde ayağa kalkar, biz hücum ve savunmadayken İtalyanca bir şeyler bağırırdı. Oyun durduğu zamanlarda Kobe’nin gözü hemen babasını arardı. O ikisi dışında salonda olan kimse ne konuştuklarını anlamazdı bile. Maçlardan sonra Kobe ile babası maç hakkında İtalyanca konuşurlardı. Maçları hep İtalyanca analiz ederlerdi.
Sonny Vaccaro, Adidas Pazarlama yöneticisi:
ABCD Kampı Amerika’nın en gözde kampıydı. 1982 yılında başladı. 1983 yılında Nike’ta çalışırken bu kampa katılmıştım. Sonraki yıllarda da çalıştığım her marka için bu kampa gittim. Kamptan birkaç gün önce yakın bir arkadaşımla sahanın kenarında sohbet ediyordum. Bana Joe Bryant’ın oğlunu ABCD kampına katılmasını istediğini söyledi.
Joe Bryant, benim çalıştığım ilk liseler arası All-Star maçının MVP’siydi. O maç 1972’de oynanmıştı. 1994 yılındaydık ve aradan geçen sürede hiç Joe ile konuşmamıştım. Joe’nun bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum. Kobe, İtalya’dan yeni gelmişti. Kimse gerçekten iyi bir oyuncu olup olmadığını bilmiyordu. Ben kesinlikle bilmiyordu. Ancak en azından Joe’ya bir iyilik borcum olduğunu düşünüyordum.
Kobe kampa geldiğinde kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Kampta Lamar Odom, Tim Thomas gibi oyuncular vardı. Yanlış hatırlamıyorsam o seneki kampta sonraki yıllarda NBA’e giden ve All-Star olan 7-8 tane oyuncu vardı. Kobe de kendi yaş kategorisinde All-Star seçilmişti ki bu kolay bir şey değildi. Kampın ardından Kobe benim yanıma geldi ve “Bay Vaccaro, özür dilerim.” dedi. Neden özür dilediğini anlamamıştım. “Kobe, niye özür diliyorsun ki? All-Star seçildin.” dedim. Gözlerimin içine baktı ve “önümüzdeki sene bu kampa tekrar geleceğim. O zaman bu kamptaki en iyi oyuncu ben olacağım.” dedi.
Donnie Carr, Philadelphia’daki Roman Katolik Lisesi’nin Basketbol Oyuncusu:
Lisedeki kız arkadaşımla telefonda konuşuyordum. O dönemdeki telefonlarda birisi sizi aradığında ekranda arayanın kim olduğu çıkmıyordu. Bir sonraki gün Lower Merion ile oynayacaktık. Telefonumu başka birisi aradı, karşıdaki kişi Kobe’ydi. Lisedeki son yılımıza geçiyorduk ve takımdaki bazı oyuncular da başka okullara geçiyordu. Telefonu açtığım anda Kobe, “Hey, Yah Davis yarınki maçta oynayacak mı?” diye sordu. Bana bu soruyu sorduğu anda iş ciddileşmişti. Davis, bizim yaş grubumuzda ülkenin en iyi 40 oyuncusundan birisi olarak gösteriliyordu ve takım arkadaşımdı. Kobe daha sonra durdu ve “Eğer bana karşı sen ve Yah olacaksanız eğlenceli bir maç olur. Ancak Yah değil sadece sen oynayacaksan maça çıkmama bile gerek olmayabilir.” dedi.
Acayip sinirlenmiştim ve telefonu Kobe’nin suratına kapattım. Ondan önce kız arkadaşımla konuştuğumu bile unutmuştum. Sesleri duyunca kız kardeşim koşarak odama geldi. Telaşlı bir şekilde ne olduğunu sordu, ben de ona durumu anlattım ve ertesi günkü maç için sabırsızlandığımı söyledim.
Maçı izlemeye birçok kolejin koçları gelmişti. Koç K, Rick Pitino, Bobby Knight, Steve Fisher… Kobe ve ben maç boyunca birbirimizi savunduk. Kobe maçı 36 sayı – 12 ribaund – 8 asist ile bitirdi. Ben de 29 sayı – 9 ribaund – asist ile oynamıştım. Michael Jordan’ın 1998 finallerinde Bryon Russell’a yaptığı hareketi hatırlıyor musunuz? Kobe bire bir aynı hareketi ben onu savunurken yaptı. Tıpkı Michael Jordan gibi omzunu düşürdü ve crossoverını tamamladı. İşin komik tarafı Kobe bu hareketi yaparken babası tribünlerden “İşte bu bebeğim!” diye bağırıyordu.
Maç sonunda bizi son saniyede attıkları sayı ile bir sayı farkla yenmişlerdi. Ben üzüntüyle kendimi yere bıraktım. Kobe yanıma geldi ve beni ayağa kaldırdı. Daha sonra bana bakıp “Dün seni kızdırdığımı biliyorum. Ancak sana karşı oynamayı çok seviyorum. En iyi performansımı sergilememi sağlıyorsun. Bunu bir daha yapacağımıza eminim” dedi.