by Jason McGahan, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 28 Şubat 2020 tarihinde LAMag’de yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Kobe Bryant ve 13 yaşındaki kızı Gianna’nın trajik bir helikopter kazasında diğer 7 yolcu ile birlikte vefat etmesinin ardından Lakers efsanesinin arkadaşları, takım arkadaşları, koçları ve eski rakipleri Kobe’nin yasını tuttu ve yıldız ismin yaşadığı sıra dışı hayatı andı.
Bu gerçekleştirdiğimiz röportajlarda Kobe’nin bir sekizinci sınıf öğrencisi olarak ailesiyle birlikte İtalya’dan Philadelphia’ya döndükten sonra okuduğu lisede bir basketbol fenomeni haline geldiği ve direkt olarak NBA’e girdiği dönemden anılar yer alıyor. Kobe, henüz 19 yaşındayken All-Star seçilen, aynı yılda Smaç Yarışması’nı kazanan ve üst üste üç sezon şampiyonluğa uzanan Los Angeles Lakers kadrosunun en önemli oyuncularından birisi haline geldi.
Jeremy Treatman, Lower Merion Lisesi Basketbol Takımı eski yardımcı antrenörü:
Kobe’nin babası 1992 yılında İtalya’dan döndüğünde bölgedeki Yahudi okulunun kız basketbol takımının antrenörü olmuştu. O dönemde ben de erkek takımını çalıştırıyordum ve Kobe arada antrenmanlarımıza geliyordu. İki takım da antrenman yaparken Kobe de yan tarafta şut atardı. Bir gün Joe’nun [Kobe’nin babası] yanına gittim ve “Kobe basketbol konusunda ciddi mi? Nasıl oynuyor?” diye sordum. Joe bana baktı ve “Kobe şu anda, onun yaşındaki halimden çok daha iyi. Gerçekten sinir bozucu” cevabını verdi. Ben şok olmuştum. “Joe, sen Amerika’nın en iyi oyuncularından birisiydin. Sixers, Rockets ve Clippers’ta oynadın. İtalya Ligi’nde iki kez MVP seçildin.” diyebildim. O da bana baktı ve “Bana inanmalısın. Onun yaşındaki halim Kobe’nin yanına bile yaklaşamaz” dedi.
Sam Rines, Kobe’nin Philadelphia’daki altyapı koçu:
Delaware’deki gösteri maçına gittiğim günü hatırlıyorum. Ben biraz geç kalmıştım ve salona vardığımda maç başlamıştı. Saha kenarında otururken zayıf bir çocuk dikkatimi çekti. “O kim?” diye düşünüyordum. Onu daha önce hiç görmemiştim. Birisi bana yaklaştı ve “O Kobe, Joe’nun oğlu” dedi. Ben de Kobe’yi izlemeye başladım. Uzun, zayıf bir fiziği vardı. Nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama Jordan’a benzer bir havası vardı. Kendi kendime “Bu çocuğun nesi var? Jordan mı olmaya çalışıyor?” diye düşünüyorum. O zaman henüz 13 yaşındaydı ama kullandığı ilk 6 üçlükte isabet bulmuştu.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Biyoloji Öğretmeni:
Bunu tahmin edebilirsiniz büyük olasılıkla ama saha dışında, sahadaki kadar agresif birisi değildi. Lisedeki ikinci yılında okuldaki tavırları gayet sakin ve ağırbaşlıydı. Derslerine sıkı çalışır, iyi notlar alırdı. Çok saygılı genç bir adamdı. Sınıfta onun gibi bir öğrenciye sahip olmak çok güzeldi çünkü onun sakin tavrı sınıftaki diğer öğrencilerin de durulmasını sağlardı. Ergen çocuklarla baş etmek kolay bir şey değildi. Ancak Kobe etrafta olduğunda diğer öğrenciler de onun kadar sakin olmaya çalışırdı.
Donnie Carr, Philadelphia’daki Roman Katolik Lisesi’nin Basketbol Oyuncusu:
Kobe’nin adını ilk kez Hoop Scoop isimli bir dergide görmüştüm. Onu Güneydoğu Pennsylvania bölgesindeki en iyi dokuzuncu sınıf oyuncusu olarak belirlemişlerdi. Ben de ikinci sıradaydım. O dönemde Kobe West Philly’de oynuyordu, ben ise South Philly’deydim. Kobe o dönemlerde iki dizine de dizlik, dirseklerine bandaj takıyor ve gözlükle maçlara çıkıyordu. Uzun boylu, ince bir fiziğe sahipti ve hiç de atletik gözükmüyordu. Dürüst olmak gerekirse sahada yatay olarak da çok hızlı değildi. Bu yüzden Kobe’nin neden bu kadar abartıldığını anlamıyordum. Kobe’nin Joe Bryant’ın oğlu olduğunu biliyordum. Bu yüzden karşılıklı oynadığımız ilk maçtan sonra Kobe’yi Joe’nun oğlu olduğu için abartıyorlar diye düşünmüştüm. Bana her zaman basketbol oynarken küçülebilen oyuncuların kazanacağı söylenmişti. Kobe, o dönemde eğilmekte sıkıntı yaşıyordu. Ben de savunmaya iyi oturduğum için Kobe’yi gayet iyi savunmuştum. Yatay olarak çok hızlı olmadığı için onun üzerinden sayı da atabiliyordum. Aradan iki yıl geçti ve Kobe’nin fiziği gelişti. Top kontrolü daha iyi hale geldi, yatay olarak hızlandı. Daha atletik bir oyuncu haline geldi. 11. sınıfa geldiğimizde diğer herkes gibi Kobe’yi izlerken ben de hayretler içerisinde kalıyordum.
John Linehan, Kobe’nin altyapı takımındaki takım arkadaşı:
Altyapı maçlarımız esnasında Kobe’nin babası tribünlerde ayağa kalkar, biz hücum ve savunmadayken İtalyanca bir şeyler bağırırdı. Oyun durduğu zamanlarda Kobe’nin gözü hemen babasını arardı. O ikisi dışında salonda olan kimse ne konuştuklarını anlamazdı bile. Maçlardan sonra Kobe ile babası maç hakkında İtalyanca konuşurlardı. Maçları hep İtalyanca analiz ederlerdi.
Sonny Vaccaro, Adidas Pazarlama yöneticisi:
ABCD Kampı Amerika’nın en gözde kampıydı. 1982 yılında başladı. 1983 yılında Nike’ta çalışırken bu kampa katılmıştım. Sonraki yıllarda da çalıştığım her marka için bu kampa gittim. Kamptan birkaç gün önce yakın bir arkadaşımla sahanın kenarında sohbet ediyordum. Bana Joe Bryant’ın oğlunu ABCD kampına katılmasını istediğini söyledi.
Joe Bryant, benim çalıştığım ilk liseler arası All-Star maçının MVP’siydi. O maç 1972’de oynanmıştı. 1994 yılındaydık ve aradan geçen sürede hiç Joe ile konuşmamıştım. Joe’nun bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum. Kobe, İtalya’dan yeni gelmişti. Kimse gerçekten iyi bir oyuncu olup olmadığını bilmiyordu. Ben kesinlikle bilmiyordu. Ancak en azından Joe’ya bir iyilik borcum olduğunu düşünüyordum.
Kobe kampa geldiğinde kimse onun kim olduğunu bilmiyordu. Kampta Lamar Odom, Tim Thomas gibi oyuncular vardı. Yanlış hatırlamıyorsam o seneki kampta sonraki yıllarda NBA’e giden ve All-Star olan 7-8 tane oyuncu vardı. Kobe de kendi yaş kategorisinde All-Star seçilmişti ki bu kolay bir şey değildi. Kampın ardından Kobe benim yanıma geldi ve “Bay Vaccaro, özür dilerim.” dedi. Neden özür dilediğini anlamamıştım. “Kobe, niye özür diliyorsun ki? All-Star seçildin.” dedim. Gözlerimin içine baktı ve “önümüzdeki sene bu kampa tekrar geleceğim. O zaman bu kamptaki en iyi oyuncu ben olacağım.” dedi.
Donnie Carr, Philadelphia’daki Roman Katolik Lisesi’nin Basketbol Oyuncusu:
Lisedeki kız arkadaşımla telefonda konuşuyordum. O dönemdeki telefonlarda birisi sizi aradığında ekranda arayanın kim olduğu çıkmıyordu. Bir sonraki gün Lower Merion ile oynayacaktık. Telefonumu başka birisi aradı, karşıdaki kişi Kobe’ydi. Lisedeki son yılımıza geçiyorduk ve takımdaki bazı oyuncular da başka okullara geçiyordu. Telefonu açtığım anda Kobe, “Hey, Yah Davis yarınki maçta oynayacak mı?” diye sordu. Bana bu soruyu sorduğu anda iş ciddileşmişti. Davis, bizim yaş grubumuzda ülkenin en iyi 40 oyuncusundan birisi olarak gösteriliyordu ve takım arkadaşımdı. Kobe daha sonra durdu ve “Eğer bana karşı sen ve Yah olacaksanız eğlenceli bir maç olur. Ancak Yah değil sadece sen oynayacaksan maça çıkmama bile gerek olmayabilir.” dedi.
Acayip sinirlenmiştim ve telefonu Kobe’nin suratına kapattım. Ondan önce kız arkadaşımla konuştuğumu bile unutmuştum. Sesleri duyunca kız kardeşim koşarak odama geldi. Telaşlı bir şekilde ne olduğunu sordu, ben de ona durumu anlattım ve ertesi günkü maç için sabırsızlandığımı söyledim.
Maçı izlemeye birçok kolejin koçları gelmişti. Koç K, Rick Pitino, Bobby Knight, Steve Fisher… Kobe ve ben maç boyunca birbirimizi savunduk. Kobe maçı 36 sayı – 12 ribaund – 8 asist ile bitirdi. Ben de 29 sayı – 9 ribaund – asist ile oynamıştım. Michael Jordan’ın 1998 finallerinde Bryon Russell’a yaptığı hareketi hatırlıyor musunuz? Kobe bire bir aynı hareketi ben onu savunurken yaptı. Tıpkı Michael Jordan gibi omzunu düşürdü ve crossoverını tamamladı. İşin komik tarafı Kobe bu hareketi yaparken babası tribünlerden “İşte bu bebeğim!” diye bağırıyordu.
Maç sonunda bizi son saniyede attıkları sayı ile bir sayı farkla yenmişlerdi. Ben üzüntüyle kendimi yere bıraktım. Kobe yanıma geldi ve beni ayağa kaldırdı. Daha sonra bana bakıp “Dün seni kızdırdığımı biliyorum. Ancak sana karşı oynamayı çok seviyorum. En iyi performansımı sergilememi sağlıyorsun. Bunu bir daha yapacağımıza eminim” dedi.
John Lucas, 1994-96 yılları arasında Philadelphia 76ers’ın Başkan Yardımcısı ve Genel Menajeri:
Beş günlük bir deplasman turundan sonra evime dönmüştüm ve eşim bana “Sonunda senden daha iyi bir lise oyuncusu buldum.” dedi. Eşim daha önce bana her zaman dünyadaki en iyi basketbolcu olduğumu söylerdi. Daha sonra eşimle birlikte Kobe’nin oynadığı bir maçı izlemeye gittik. Yanlış hatırlamıyorsam Kobe’nin lisedeki henüz ikinci yılıydı. Salonun dışındayken Joe ile karşılaştım ve ona Kobe Bean isimli bir çocuğu izlemeye geldiğimi söyledim. Bana baktı ve “O benim oğlum.” dedi.
Maçtan sonra Kobe’yi benimle beraber antrenman yapması için 76ers’ın tesislerine çağırdım. Her sabah 6’da antrenman yapmak için yanıma gelirdi. Ben salondan sadece bir blok ötede yaşıyordum. Kobe ise kilometrelerce uzakta oturuyordu. Buna rağmen hiçbir sabah Kobe’den daha önce salona gitmeyi başaramadım.
O sezon draftta seçtiğim bütün oyuncular Kobe ile bire bir maç yaptı. Drafttaki üçüncü sıra bizimdi ve Jerry Stackhouse’u seçmiştik. Jerry bana geldi ve “Takımda hangi pozisyonu oynuyor?” diye sordu. Ben de “Stack, o sadece bir lise öğrencisi” cevabını verdim.
John Linehan, Kobe’nin altyapı takımındaki takım arkadaşı:
Chester Lisesi, okulda oynayan birçok iyi basketbolcu yüzünden gayet bilinen bir okuldu. Lower Merion Lisesi de Kobe geldiği anda popüler olmuştu. Birbirimizle karşılaştığımız her maçta çok çekişmeli maçlar oynardık. Lisedeki ikinci yılımızda Lower Merion ile playofflarda karşılaştık ve onları 27 sayı farkla yendik. Bu mağlubiyet uzun süre Kobe’nin aklından çıkmamıştı. Bütün yaz boyunca o maçtan bahsetti.
Bir sonraki yıl bölgesel şampiyonada Lower Merion ile karşılaşıyorduk. Ben evde duşa girmiştim ve annem bana seslendi: “John, Kobe telefonda.” Duştan çıkıp telefonu aldığım anda Kobe konuşmaya başladı. “Önümüzdeki hafta sizin kıçınızı tekmeleyeceğiz.” dedi.
Sonraki hafta gerçekten bizi yendiler. Onlar normal sezonu birinci sırada, biz ise ikinci sırada bitirmiştik. Playofflar boyunca ilerleyip finallere kadar gelmeyi başarmıştık. Maçta 5-6 kez topu Kobe’dan çalmayı başardım ancak onu durdurmanın bir yolu yoktu. Bütün takım onu savunmaya çalışıyorduk. Ancak Kobe maçı 39 sayı ile bitirdi, takım olarak çok iyi bir iş çıkardığımızı söyleyemem. Bizi uzatmalarda mağlup etmişlerdi.
Sam Rines, Altyapı koçu:
Kobe, normal bir çocuğun yaşadığı bir hayat yaşamıyordu. O her zaman ciddiydi. Adeta film senaryolarında olduğu gibi Kobe ruhunu satmıştı ve tarihin en iyi oyuncusu olmak istiyordu. Bunu gerçekleştirebilmek için her şeyi göze almıştı. Maçlara gittiğimizde hep ciddiydi. Maçtan önce müzik falan dinlemezdi, bir köşede ısınma hareketlerini yapardı. Bugüne kadar çalıştırdığım oyuncular içerisinde en çalışkan olanı Kobe’ydi. Onun gibisini hiç görmedim.
Bellevue Oteli’nde Kobe ile buluşup onun profesyonel oyuncularla maç yapmasını izledim. Lisedeki son yılına geçiyordu ve herkes Kobe’nin profesyonel olması gerektiğini söylüyordu. Ancak Kobe o zaman daha yeteri kadar iyi değildi. Philadelphia’daki bütün profesyonel oyuncular o gün Bellevue’deydi. Iverson, Stackhouse, Aaron McKie, Eddie Jones… Kobe, sahadaki en iyi oyuncuydu. Bir gün Kobe maç esnasında Vernon Maxwell ile eşleşti. Maxwell’i o sezon Rockets serbest bırakmıştı ve ligde bir daha iş bulması çok zor gibi gözüküyordu. Bu yüzden Kobe’nin onun canına okuyacağını düşünüyordum. Ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Vernon, Kobe’nin meydan okumasını ciddiye aldı ve ona “Benimle başa çıkamazsın ufaklık” diye bağırıyordu. Kobe ise “Ligdeki işin bitti ihtiyar” diye cevap veriyordu. Kobe’nin hiçbir zaman karşısındakine bu kadar sataştığını duymamıştım. Ancak Vernon’ın söylediklerini kişisel algıladı. Bir kez Vernon’ın onu yenmesi hakkında Kobe’yle dalga geçtim. Sonraki haftalarda benimle konuşmayı kesti. Karşılaştığımız birkaç turnuva boyunca benimle hiç konuşmadı. Kobe böyle birisiydi.
Donnie Carr, Philadelphia’daki Roman Katolik Lisesi’nin Basketbol Oyuncusu:
O zamanlar ben ülkenin en iyi 30 oyuncusundan biri olarak gösteriliyordum. Kobe ise üçüncü sıradaydı. NBA Oyuncular Birliğinin düzenlediği Amerika karması kampına katılıyorduk. Ülkedeki en iyi 50 oyuncu bu kampta bir araya gelecekti. Bu kamptaki maçlar televizyonda yayınlanmayacaktı çünkü bizim arkadaş edinmemizi ve network sağlamamızı istiyorlardı. Kampa katıldım, kimlik kartımı aldım ve Princeton Üniversitesi’ndeki yurt odama doğru gidiyordum. O sırada Kobe arkamdan bana yaklaştı.
Bana baktı ve “Seni sevdiğimi biliyorsun. Ancak buraya arkadaş edinmeye gelmedim. Şu anda ülkenin en iyi üçüncü oyuncusu olarak görülüyorum. Kimsenin gelip odamın kapısını çalmasını istemiyorum. Basketbol oynayacağımız zaman gelene kadar odamdan bile çıkmak istemiyorum.” demişti. Odasında egzersiz mi yapıyordu ne yapıyordu bilmiyorum. Ancak Kobe cidden kamp boyunca odasından basketbol oynamak dışında bir sebep için çıkmadı. Kamptaki herkesi mahvetti. Turnuvanın şampiyonu oldu ve kampın MVP ödülünü kazandı. Kamptan ayrıldığında ülkenin en iyi oyuncusu olarak Kobe görülüyordu.
John Lucas, 1994-96 yılları arasında Philadelphia 76ers’ın Başkan Yardımcısı ve Genel Menajeri:
Kobe ile tanıştıktan bir sezon sonra onu bütün iç saha maçlarımıza davet ettim ve Michael Jordan ile tanıştırdım. Chicago Bulls‘a kaybettiğimiz bir maçın ardından Jordan ile bir dakika sohbet etti. Kobe’nin durup Jordan’a “Merhaba Bay Jordan” dediği anı unutamıyorum. Ona bakıp “Kobe, eğer önümüzdeki sene profesyonel olursan artık ona Bay Jordan diyemeyeceksin.” demiştim.
Jeremy Treatman, Lower Merion Lisesi Yardımcı Antrenörü:
O dönemde NBA takımları bizi telefonla arardı. Henüz ortada sosyal medya falan yoktu. Takımlar bizi arayıp istatistiklerini sorardı. Sürekli “31 sayı – 12 ribaund – 8 asist – 3 blok – 3 top çalma ortalamalarıyla oynuyor.” cümlesini kurardım. Dün gibi hatırlıyorum. “Evet, şu ana kadar 2 bin 625 sayı attı. Büyük olasılıkla Wilt Chamberlain’in rekorunu kıracak.”
İlgilenmemiz gereken başka şeyler de vardı. Kobe’nin birçok hayranı vardı. Bu yüzden maçlardan sonra Kobe ve takımı salondan çıkarmak baya zor bir işti. Bruce Springsteen takımımızda oynuyormuş gibi hissediyorduk. Kimse onu görmek için saldırmıyordu fakat herkes onunla ilgilenirdi de. Maç öncesinde çok uzun bilet sıraları olurdu. Bine yakın kişi salonun kapısında kalırdı. Eyalet şampiyonluğu maçı büyük bir salonda oynanmıştı. Buna rağmen bütün biletler de satılmıştı.
Mike Harris, Kobe’nin ilk menajeri:
Bir gece yarısı bisikletiyle benim evime geldi. Annem bana seslendi ve Kobe’nin kapıda olduğunu söyledi. Daha sonra bana “Dostum, yarın okuluma gelmeni istiyorum çünkü koleje gitmeyeceğim. Direkt olarak profesyonel olacağım.” dedi. Ben de ona ne giyeceğini sordum, babasının eski takım elbiselerinden birisini giyeceğini söyledi. Kobe’ye biraz büyük geliyordu ancak o zamanlarda moda böyleydi. Güneş gözlüklerini de kafasının üstüne koydu ve basın toplantısını öyle gerçekleştirdi. Çünkü New York’ta “bir oyuncunun” böyle giyindiğini görmüştü.
Jeremy Treatman, Lower Merion Lisesi Yardımcı Antrenörü:
1996 yılında Kobe’nin liseden direkt olarak NBA’e geçeceğini açıkladığı toplantının organize edilmesine yardımcı olmuştum. Yerel medyadaki herkesi aradım. New York bölgesinden ve ulusal medyadan da birkaç kişiye telefon etmiştim. Kobe ve koç Gregg Downer ile birlikte bir masada oturuyordum. Okulun atletik direktörü Tom McGovern da yanımızdaydı. Bu tercihte doğru ya da yanlış karar olmadığını, önemli olanın Kobe’nin ne yapmak istediği olduğunu söylüyordu. Daha sonra Kobe ayağa kalktı ve “NBA’e gideceğim.” dedi.
Kobe’nin bu kararını destekleyen birçok kişi vardı. Öğrenciler bu kararına çok mutlu olmuştu fakat Philadelphia’da da bu kararın yanlış olduğunu düşünen bir yığın insan vardı. Kobe liseden NBA’e geçen ilk guard olacaktı. Ancak onun paraya ihtiyacı yoktu. Koleje giremeyeceği için de NBA’e gitmiyordu. Eğer basketbol oynamıyor olsaydı da akademik başarısı sayesinde koleje girebilirdi. Üç dil konuşuyordu, koleje geçiş sınavlarında çok iyi puan almıştı, okuldaki notları harikaydı. Eğer basketbol oynamasaydı da Duke’a girebilirdi.
Sonny Vaccaro, Adidas Pazarlama yöneticisi:
Lisedeki son senesinden önceki yaz Kobe, ABCD Kampı’na tekrar geldi. Kampın MVP’si seçildi. O dönemde ben Adidas’ta çalışıyordum. O dönemde sene 1996’ydı ve Adidas o günlerde Nike’ın seviyesine çıkmaya çalışıyordu. O dönemde Adidas’ın başındaki kişiler bir yıl boyunca yaşamam için beni New York’a yollamışlardı. Ulusal pazarda Adidas’ı temsil edebilecek oyuncular arıyordum. O aradığım ismin ise Kobe olduğu ortaya çıktı.
O dönemde Adidas’ın elinde ne oyuncu ne de para vardı. Buna rağmen ben Kobe Bryant’a milyonlarca dolarlık bir kontrat verdim. Sahip olduğumuz her şeyi Kobe’ye basmıştık.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Biyoloji Öğretmeni:
Liseden sonra direkt olarak NBA’e geçmeye karar verdiğinde yıl sonundaki mezuniyet balosunun klasik bir balo olmayacağını biliyorduk. Baloya ne kadar süre kala öğrendiğimizi hatırlamıyorum ama Kobe’nin Brandy ile birlikte geleceğini öğrenmiştik. Bunu öğrendiğimiz anda bunun gergin bir ortam olacağını biliyorduk.
Mike Harris, Kobe’nin ilk menajeri:
Kobe için ilk çalışmaya başladığımda onu Essence Ödülleri’ne götürmüştüm. İnsanlar Kobe’yi tanımaya başlamıştı. Orada spor yorumculuğu yapan bir adam vardı ve Kobe’ye “Okula geri dönmelisin. Liseden direkt olarak NBA’e geçen son oyuncu Kevin Garnett’ti ve onun boyu 2.10’du.” dedi. Kobe daha genç yaşlarda bile kendisine çok güvenen birisiydi. Suratında minik bir gülümseme belirdi ve Kobe yoluna devam etti. Daha sonraki partide aynı adam bana yaklaştı ve “Kobe şu anda mezuniyet balosunu düşünecek yaşta.” demişti. Ona sinirlenmedim bile, aksine bana bir fikir verdi.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Biyoloji Öğretmeni:
Baloya birkaç hafta kala gazetecilerden birçok telefon almaya başlamıştık. Genellikle telefonlar okul sekreterinden öteye geçmiyordu ancak bazı telefonlar sınıfımıza bağlanmayı başarıyordu. Sınıfa bağlandıklarında da “Bu kadar ilgi olması rahatsız edici oluyor mu?” diye soruyorlardı. Gerçekten derslerimi bölüp bunu sormaları baya ilginçti.
Mike Harris, Kobe’nin ilk menajeri:
Şarkıcı Monica ve onu temsil eden kişilerle arkadaştım. Monica, birkaç hit şarkı çıkarmıştı ve bence çekici birisiydi. Ama Kobe, gözlerini çoktan Brandy’ye dikmişti. Brandy’yi seviyordu. O yüzden biz ne yaparsak yapalım “Eve dönüp Moesha’yı izlemem gerekiyor” derdi. En sonunda bir gün “Balo için Brandy’yi ayarlayabilir misin?” diye sordu. Ben de ona “Evet” dedim.
O dönemde Boyz II Men’i de temsil ediyordum. Boyz II Men’den Wanya Morris, gizli bir şekilde Brandy ile birlikteydi. Ödül töreni için oteldeyken Wanya ve Brandy’nin bir alt katta olduğunu biliyordum. Wan’a yanlarına uğrayacağımızı söyledim ama bundan Kobe’nin haberi yoktu. Daha sonra yanlarına gittiğimizde Kobe’yi onlara tanıttım. Wan, Brandy’ye baloyu sormamı söyledi. Ben de Brandy’ye Kobe ile birlikte baloya gelmek isteyip istemeyeceğini sordum. Cevap olarak “Anneme sormam gerekiyor.” dedi. Brandy’nin annesini tanıyordum. Kobe’nin annesini de tanıyordum. Onların ikisini bir araya getirip bunu gerçekleştirmek istiyorduk.
Daha sonra odaya döndüğümüzde Kobe adeta çılgına dönmüştü. Yatakta otururken üstüme atladı ve “Aman Tanrım! Aman Tanrım! O gerçekten Brandy’ydi!” Kobe, Brandy ile tanıştığı için çok mutluydu ve balo için de heyecanlanmıştı.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Biyoloji Öğretmeni:
Herhangi bir baloya giderken doğal olarak ortamın biraz çılgın olmasını bekliyorsunuz. Ancak Bellevue Oteli’ndeki balodan önce otelin dışında inanılmaz bir medya ve paparazzi kalabalığı vardı. Öğrencileri ve görevlileri yan kapıdan otele sokmak zorunda kaldık. Kobe ve Brandy otele gelene kadar beklentiler çok artmıştı.
John Lucas, 1994-96 yılları arasında Philadelphia 76ers’ın Başkan Yardımcısı ve Genel Menajeri:
Baloya Kobe, benim kızım ve onun Kobe’nin lisedeki takım arkadaşı olan kavalyesi beraber gitmişlerdi. Kobe’nin bütün balo fotoğrafları benim evimde çekilmişti. Brandy’nin yanında bodyguardları vardı ve Brandy’nin annesi fotoğraf çekilmesini istemiyordu. Eşimin durup “Bu gerçekten özel bir gece” dediği anı hiç unutamıyorum.
Mike Harris, Kobe’nin ilk menajeri:
Hep beraber limuzine binişlerini izledim. Kobe bildiğiniz Kobe gibiydi. Ne kadar sakin olunabilirse o kadar sakindi. Her şeyin böyle olması çok normalmiş gibi davranıyordu. O günkü görüntüsü hala gözümün önünde.
Susan O’Bannon, Lower Merion Lisesi Bioloji Öğretmeni:
Ben koridorda, bilet satılan yerde bekliyordum. Bir yandan da herkesin olması gerektiği yerde bulunduğuna emin olmaya çalışıyorduk. Kobe, baloya geldiğinde ortalık bir anda insan seline dönmüştü. Brandy ve Kobe’nin etrafında onlarla fotoğraf çekilmek isteyen birçok insan vardı. Onlardan bir tanesi de bendim. Kobe ile Brandy adeta kraliyet ailesi üyesi gibilerdi.
Herkes ünlü çiftin baloya gelmesini bekliyordu. Onlar baloya geldiği anda ortalık bir anda elektriklenmişti. Herkes Kobe ya da Brandy’e bakıyordu ya da havalı görünmek için onları görmezden gelmeye çalışıyordu.
Brandy, Şarkıcı:
Philadelphia Daily News’a göre Kobe’yi iki kez öpmüştüm. Dudakları gerçekten yumuşaktı.
Mike Harris, Kobe’nin ilk menajeri:
Balodan sonra fazlasıyla yakınlaştılar. Hatta… neyse çenemi kapalı tutmam gerekiyor. Ancak dediğim gibi, balodan sonra baya yakınlaştılar. Bu Wanya’nın çok hoşuna gitmemişti. Ancak aynı yaşlardaki bu kadar karizmatik iki kişiyi bir araya getirirseniz bazı şeylerin olması da kaçınılmaz.