by Thomas Golianopoulos, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 19 Şubat 2019 tarihinde TheRinger’da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
6 Ocak 1999 sabahının erken saatlerinde NBA Oyuncular Birliğinin direktörü Billy Hunter, birliğe toplu iş sözleşmesi kontratı görüşmelerinde dışarıdan danışmanlık yapan Jeffrey Kessler ve Oyuncular Birliği Genel Danışmanı Jim Quinn, Beşinci Caddede yürürken ne başardıklarını düşünüyorlardı. Hep birlikte 1998-99 NBA sezonunun kurtarılmasını sağlamışlardı. Ancak sezonun nasıl şekilleneceği hakkında hiçbirinin fikri yoktu. Bu bilinmezin cevabı, ilerleyen günlerde belli olacaktı.
1999 NBA sezonu, daha önce eşi benzerine rastlanmamış bir yıl olmuştu. Serbest oyuncu görüşmeleri ve antrenman kampları 21 Ocak tarihinde aynı anda başlamıştı. Ligin ilk maçı ise 5 Şubat tarihinde oynanmıştı. 90 günde oynanan 50 maçın ardından tamamlanan normal sezonda, oyuncuların o dönemde yük kontrolü yapması alışık bir şey olmadığı için de fazlasıyla yorulmasına sebep olmuştu. Arka arkaya günlerde oynanan maçlar bir normal hale gelirken takımların 3 gecede 3 maç oynaması da rastlanan bir durumdu.
“Normalde bir sezonun maraton olduğu söylenir.” diyor tecrübeli guard Terry Porter. “1999 sezonunun bir maratondan çok sprint yarışına benziyordu.”
1998-99 sezonu oynanan kötü basketbol sebebi ile çok iyi bir şöhrete sahip değil. Oyuncular fiziksel olarak iyi bir durumda değildi, takımların hücum performansı bir hayli zayıftı ve birçok oyuncu sakatlık yaşadı. Sezonun sonunda NBA taraftarları yeni bir hanedanlığın doğuşuna şahit olsa da ligin imajı zarar görmüştü. NBA Finallerinde San Antonio Spurs‘ün New York Knicks‘i mağlup edişini ortalama 16 milyon kişi televizyon başında izlemişti. Bu sayı, bir önceki sezonki izlenme oranlarından %40 daha azdı ve 1999 Finalleri, 1981 yılından beri en az izlenen Final Serisi olmuştu.
Ancak maçların başlamasından önce, herkesin onaylayacağı bir toplu iş sözleşmesi üzerinde anlaşmak gerekiyordu.
Sıkı bir maaş sınırı 1999’da imzalanan Toplu İş Sözleşmesinin parçası olsa da takım sahipleri, Oyuncular Birliği ile yapılan görüşmelerde üç kazanç elde etmişti. Fazla maaş dağıtan takımların lüks vergisi ödemesi, oyuncuların maaşlarına uygulanan rehin vergisi ve oyunculara ödenen maaşlara getirilen maksimum sınır bu kazançlar arasındaydı. Buna karşılık olarak oyuncular düşük ve orta seviyede ücret olan sporcuların kontrat şartları geliştirilirken takımların üzerine çıkabildiği bir maaş sınırı, garanti kontratlar ve Larry Bird exceptionı da hayata geçti. Ligin elde ettiği basketbol gelirlerinin paylaşılması konusunda yeni anlaşmanın ilk 3 yılı için bir değişikliğe gidilmezken anlaşmanın 4. yılı ile 6. yılı arasında oyuncuların payı %55 olarak belirlendi. Anlaşmanın 7. yılında ise bu oran %57’ye kadar yükseliyordu. Oyuncular Birliği, görüşmelerin sonunda manevi olarak da olsa kendilerini kazanan taraf olarak görüyordu. “1999 Lokavtı, lig yönetimi ve takımların oyuncuları ezemeyeceğini kanıtlamış oldu.” diyerek bu görüşmelerin önemini anlatıyordu New Jersey Nets‘in guardı Kendall Gill. “Lokavt ile aklımda kalan en önemli şey buydu. Oyuncular uzun süre boyunca kuvvetli duruşlarından vazgeçmediler.”
“Oyuncuların maaş çeklerinden vazgeçmeyeceklerine dair bir inanç vardı. Oyuncular sergiledikleri bu tutum ile bu inancı yerle bir etti.” diyordu NBA Oyuncular Birliği Sözcüsü Dan Wasserman. “Oyuncular mutlaka vazgeçecek, maaşlarını bırakmazlar diye düşünülüyordu. Ancak oyuncular istediklerini almak için maaşlarını gözlerini kırpmadan feda ettiler.”
Jeffrey Kessler, Oyuncular Birliği’nin danışmanı: Oyuncuların aldığı minimum maaşların yükselmesini sağladık. Orta sınıf olarak nitelendirebileceğimiz oyuncuların sahip olduğu hakların gelişmesini sağladık.
Ron Klempner, Oyuncular Birliği’nin avukatı: Bununla birlikte oyuncuların büyük bir menfaat pakedi elde etmesini de sağladık. Her takım bu havuza 1 milyon dolar aktarıyordu. Bu şekilde oyunculara sağlık sigortası yaptırmış olduk. 2000-01 sezonun başından beri her oyuncunun altı hanelere kadar çıkan sağlık sigortası var.
Aaron McKie, Philadelphia 76ers guardı: Ligdeki oyuncuların %50’si tekrar basketbol oynayacakları için heyecanlıydı. Geriye kalan %50’nin ise anlaşmayı o kadar da beğenmediğini söyleyebilirim.
Terry Porter, Miami Heat guardı: Lokavt sonrasında kariyerimin son yıllarını oynuyordum. Veteran minimum maaşının yükselmesi benim hayatımı çok daha yaşanabilir bir hale getirdi.
Will Perdue, San Antonio Spurs pivotu: Açıkçası ben yeni anlaşmanın takım sahiplerinin daha çok işine geldiğini düşünüyordum.
Juwan Howard, Washington Wizards forveti: Her açıdan mutlu olduğumuz bir anlaşma olduğunu söyleyemem. Ancak ligin geriye dönebilmesi için bazı şeyleri feda etmemiz gerekiyordu.
Antonio Davis, Indiana Pacers forveti: Oyuncuların şu anda kazandığı miktarlara bakınca o dönemde bir şeyleri doğru yaptığımızı düşünüyorum.
Kessler: 1999 yılında son olarak üzerine anlaştığımız toplu iş sözleşmesinde sistemsel açıdan birçok değişiklik vardı. Oyuncuların 1 Temmuz tarihinde aldığı tekliften çok daha iyi bir anlaşmaydı. Temmuz ayından itibaren Ocak ayına kadar oyuncuların kabul edeceği bir sözleşme yapabilmek için çok uğraşmamız gerekti.
Billy Hunter, NBA Oyuncular Birliği Direktörü (1996-2013): Takım sahiplerinin yaptığı tekliflerin hepsi akıl alır gibi değildi. Çok acımasız teklifler yapmışlardı. En sonunda Stern’e “Takım sahiplerinin tuttuğu kılıcın üzerine düşmeyeceğim.” demiştim.
Dan Wasserman, NBA Oyuncular Birliği Sözcüsü: Takım sahiplerinin teklifleri gerçekten rezaletti. Sonunda elde ettiğimiz anlaşmadan çok çok daha kötüsünü teklif etmişlerdi.
David Falk, oyuncu menajeri: Aslına bakarsanız elde ettikleri anlaşma ilkiyle aynıydı. Fazladan en ufak imtiyaz elde edemediler.
Klempner: Takım sahiplerinin ilk teklifinde aşılamayacak bir maaş sınırı vardı ve Larry Bird exceptionı bulunmuyordu. Takım sahipleri sonunda geri adım atmaya razı oldu. 1998’in Eylül ayında yapılan rezalet anlaşmaları sıraladılar. Binlerce kesik yüzünden ölmeye benziyordu.
Falk: Eğer Billy, Haziran ayında odaya girip “Bu üç maddeyi verirseniz lokavt olmaz.” deseydi, taraflar bir anlaşmaya varabilirdi. Takım sahipleri buna tamam derdi. Lokavta gitmenin Billy’nin pazarlık kozunu arttırdığını mı düşünüyorsunuz? Lig yönetiminin görüşmelerin başında bunu teklif etmemiş olması, bunun kabul edilmeyeceği anlamına gelmiyordu. Lig yönetimi Ocak’ta kabul ettiği bir şeyi başka bir zaman da kabul edebilirdi.
Kessler: Oyuncular, maksimum maaşın iki ucunun keskin bir kılıca benzediğini düşünüyorlardı.
Falk: Ligdeki ikinci sezonundan sonra Stephon Marbury ile kontrat imzalamıştım. O bana geldi ve onu temsil etmemi istedi. Daha sonra Toplu İş Sözleşmesinde maksimum kontrat geldi. Marbury, Kevin Garnett kadar para kazanamayacağı gerçeğini bir türlü kabullenmedi. Marbury, Garnett’ten daha iyi olduğunu düşünüyordu. Büyük olasılıkla dünya üzerinde bunu düşünen tek kişi Marbury’ydi.
Jim Quinn, NBA Oyuncular Birliğinin eski genel danışmanı: Sonuç olarak bu yeni kontratın oyuncuların işine yarayan bir şey olduğu açıktı. Birisi maksimum kontrat aldıktan sonra oyuncular “Eğer o maksimum alıyorsa ben de almalıyım.” demeye başladılar. Bu da oyuncuların kazandığı maaşların artmasına yardımcı oldu.
Nick Van Exel, Denver Nuggets guardı: Maksimum kontrat benim o kadar da umrumda değildi. Sadece iyi bir sözleşme imzalamak istiyordum. Dan Issel’in imzaladığı kontratı düşünüyordum ve Denver bana 1.9 milyon dolarlık kontratım bittikten sonra 5 yıl 50.5 milyon dolarlık bir kontrat teklif etti. Benim için harika bir kontrattı. O dönemde b*k gibi para kazandığımı düşünüyordum.
Bob Whitsitt, Portland Trail Blazers genel menajeri ve takım sahibi: Ben her zaman maksimum kontrata karşı olmuştum. Oyuncular kazan – kaybet zihniyetine sahipler. Bu yüzden bir yerden sonra “Eğer bana maksimum kontrat teklif etmiyorsan bana saygısızlık ediyorsun.” diye düşünmeye başladılar.
Klempner: Maksimum kontrat, oyuncular arasındaki statü farkının daha belirgin hale gelmesini sağladı.
Whitsitt: Damon Stoudamire’ı severim. Onu bir insan olarak da oyuncu olarak da seviyordum. Onun sözleşmesi bitiyordu, Damon da henüz yeni sözleşme imzalamadığımız için antrenman kampına gelmiyordu. Takım sahibi Paul Allen, beni aradı ve “Damon’a maksimum kontrat ver.” dedi. Maksimum kontrat o zaman 7 yıl için 86 milyon dolar değerindeydi. Bunu Allen’a hatırlattığımda “Evet kontratın değerini biliyorum. Damon’a 86 milyon dolar vermek istiyorum çünkü antrenman kampının ilk gününde onun da orada olmasını istiyorum.” dedi. Allen dalga geçiyor olmalı diye düşünüyordum. Maksimum kontrat benim Damon’a biçtiğim değerin çok uzağındaydı. Aynı gün içerisinde Damon ile 80 milyon dolar değerinde bir kontrat imzaladım. 6 milyonluk bir indirim yapmıştım. En azından elimden bu kadar gelir diyordum.
Damon Stoudamire, Portland Trail Blazers guardı: 80 milyon dolar ile 86 milyon dolar arasında o kadar büyük bir fark yoktu benim için. İkisi de aynı şeydi ve aynı vergi sınıfına giriyordum. O parayı da bir şekilde harcayacaktım zaten.