NBA’in Kaderini Değiştiren 1999 Lokavtı: Son Düzlük ve Spurs’ün Şampiyonluğu

04/Ağu/20 11:17 Ağustos 6, 2020

Mehmet Bahadır Akgün

04/Ağu/20 11:17

Eurohoops.net

NBA’i baştan aşağı değiştiren lokavtın tanıkları anlattı, Eurohoops Çeviri dilimize kazandırdı.

by Thomas Golianopoulos, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net

Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

Bu yazı 19 Şubat 2019 tarihinde TheRinger’da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.

Derin kadroları sayesinde Portland Trail Blazers, sıkıştırılmış takvime daha rahat ayak uydurdu. Blazers kadrosunda bulunan 10 oyuncu en az 43 maçta oynadı ve ortalama 10’dan fazla dakika sahada kaldı. Geleceğin All-Star’ı Jermaine O’Neal, Blazers rotasyonunun 11. oyuncusuydu. 

“Gerçekten derin bir takıma sahiptik” diyor koç Mike Dunleavy, “Aynı zamanda takımda farklı karakterlerde de birçok oyuncu vardı.”

Bunun sonucu olarak Division, Pacific Grubunu birinci sırada bitirdi ve Konferansı ikinci sırada bitirerek playofflara girdi. İlk turda Phoenix Suns‘ı rahat bir şekilde geçen Blazers, ikinci turda önceki iki senenin konferans şampiyonu Utah Jazz‘i eledi ve Konferans Finalinde San Antonio Spurs ile eşleşti.

Stoudamire: Benimle birlikte takımdan 5-6 kişi yaz boyunca Portland’da kalmıştı. Beraber antrenman yapmadık ancak sürekli birbirimizi kontrol ediyorduk. Rasheed’in her zaman form tutabilmek için biraz zamana ihtiyacı oluyordu ama hiçbir zaman bu konuda zorlanmamıştı.

Whitsitt: Takımdaki oyuncuları iyi yönettik. Kimlerin antrenman yapacağına kimlerin yapmayacağına beraber karar veriyorduk.

Dunleavy: Sabonis’in yapacağı antrenmanlarla yakından ilgileniyordum. Antrenmanlarda önce konuşurduk ve ona “Bugün birkaç drillde çalışmanı istiyorum” derdim. Genellikle beşe beş antrenmanlarda ya da zamanlamamızı geliştirmemiz gereken setlerde Sabonis’i çalıştırırdım. Bunları aradan çıkardıktan sonra ona ihtiyacım kalmazdı.

Stoudamire: Düşününce Sabonis asla ciddi antrenman yapmıyordu. Onun antrenman yapmasına gerek yoktu. Onun nasıl bir oyuncu olduğunu hepimiz biliyorduk. Bu onun takımıydı.

Dunleavy: O sezon ile ilgili iki şeye dikkat ediyorduk. Takımı dağılmasını engellememiz gerekiyordu bu yüzden üst üste üç maç kaybetmemek bizim için çok önemliydi. Hedeflerimizden birisi buydu ve sezon boyunca hiç üst üste üç maç kaybetmedik. Diğer konu ise maçlar arasında oyuncular içerisinde bir şut dengesi kurmaya çalışıyorduk. Bir önceki maçta çok şut kullanmayan bir oyuncu varsa sonraki maçın başında onun şut atabilmesi için birkaç set kullanıyorduk.

Stoudamire: Bizim ve San Antonio’nun konferanstaki en iyi takımlar olduğunu biliyorduk. Konferans finallerini kazanan takımın şampiyonluğa ulaşacağı konusunda gayet emindik.

Mario Elie, San Antonio Spurs guardı: İyi bir takımdık ama sezona çok iyi başlayamamıştık. Hatta Pop’un işinin tehlikede olduğu bile konuşulmaya başlamıştı.

Daniels: Houston’a kaybedersek Popovich’in kovulacağına dair söylentiler bizim kulağımıza kadar gelmişti.

Elliott: Doc Rivers’ın Pop’tan sonraki koçumuz olacağı söyleniyordu.

Daniels: Avery Johnson, koçlar indikten sonra bütün takımın otobüste kalmasını söyledi. Biz de işleri yola koymamız gerektiği ve Pop’un son maçının bu olmasına izin vermeyeceğimiz üzerine bir konuşma gerçekleştirdik.

Elliot: Daha sonra deplasmanda Houston’ı yendik. O andan itibaren takım olarak çok iyi bir seri yakalamıştık. [Rockets maçından sonra Spurs üst üste 9 maç kazandı ve sonraki 20 maçta 18 galibiyet aldı.]

Daniels: Otobüste yaptığımız takım toplantısı bütün sezonun gidişatını değiştirdi.

Elliott: Takım toplantılarından nefret ederim. Dünya üzerindeki en tatsız şeyler bence takım toplantıları. Birçok akılda kalıcı takım toplantısı yaptık ancak genellikle bu toplantılar zaman kaybından başka bir şey değildir. Medyaya hakkında yazacakları bir konu verir ve oyuncular birkaç maç için kendilerini iyi hisseder. Ancak bir süre sonra işler eski haline geri döner.

Elie: Bayrak yavaş yavaş David’den Tim’e geçiyordu. Spurs’ün Tim’in takımı olduğunu herkes kabul ettiği anda çok daha iyi oynamaya başladık.

Daniels: David, saha içindeki sorumluluklarının bir kısmını feda etmişti. Bu Dwyane Wade’in LeBron Miami’ye geldiğinde yaptığına benziyor.

Dunleavy: Normal sezonun sonunda Spurs ile iki ya da üç maç yapmıştık. Başımıza gelebilecek en kötü şey o maçlardı. O maçlarda yedek oyuncularımız, Spurs’ün yedek oyuncularına çift haneli fark atmıştı. Ancak playofflar geldiğinde Pop, rotasyonunu daralttı. En iyi iki oyuncusundan birisinin sürekli sahada olduğundan emin oluyordu.

Perdue: 50 maçlık sezonun sonlarına doğru Portland ile üç kez oynadığımız için o seri başlarken kendimize çok güvvveniyorduk.

Elie: Birbirinden farklı iki sezon gibiydi. Playofflar gerçekten çok başka bir ortam. Normal sezonda oynadığımız o 3 maçı şu anda kimse hatırlamıyor.

Dunleavy: Bahsettiğimiz playoff serisi Sean Elliot’ın topuklarının neredeyse çizgiye değdiği seriydi. Evet, pozisyon temizdi ama bunun gerçekten yaşanma ihtimali ne kadar ki?

Daniels: Memorial Day Mucizesi mi? O şut gerçekten inanılmazdı.

Elliot: O gün şutuma çok güveniyordum. Bütün gün boyunca attığım bütün şutlar neredeyse girdi. Maç öncesi ısınmalarda farklı bölgelerden 5’er tane üçlük atıyorduk. Bütün ısınmalarda sadece iki tane şut kaçırmıştım ve o şutların ikisi de çemberin içinden çıktı. [Elliot maç boyunca 8/10 ile şut atarken, üç sayı çizgisinin gerisinden 6/7 ile oynadı ve 22 sayı üretti] Nereden şut atarsam atayım hepsi girecekmiş gibi hissediyordum. Bütün şutörler bazen böyle geceler yaşar. Tüm yapmanız gereken çemberi bulmak ve düşünmeden şutunuzu atmaktır.

Whitsitt: Sean Elliott… Yemin ediyorum o şutu izlediğimde ayakları çizgideydi. Kenar çizgisinin hemen önünden parmak uçlarında durarak şut atmıştı. Topukları çizgi ile aynı hizadaydı ama havadaydı. İnanılmaz bir pozisyondu.

Daniels: Dışarıya çıkmayacak ayak hakimiyetine sahip olup sahada kaldıktan sonra güçlü şekilde şutu çıakrabilmesi gerçekten inanılmazdı.

Whitsitt: 2.10 boyundaki Rasheed şutu atamasın diye ona uçuyordu…

Elliott: Rasheed’in o şutu nasıl bloklamadığını hala bilmiyorum. NBA reklamlarında gördüğüm kamera açısıyla izleyince top hemen parmaklarının ucundan geçmiş gibi gözüküyor. Ben sadece ayağımı kurup potaya döndüğümü hatırlıyorum. Normalde postta duran Robinson’a pas vermem gerekiyordu. Ama sahaya doğru dönüp dengemi sağladığımda tek gördüğüm potaydı. Gerisini düşünmedim bile.

Perdue: Rasheed Wallace deli gibi itiraz etmişti ve bir türlü de vazgeçmemişti. Elliott’ın dışarıya bastığına çok emindi. Hangi açıdan bakarsanız bakın iki kez dışarıya basmış gibi gözüküyordu ama basmamış.

Whitsitt: Seriyi kazanırdık demiyorum ancak o maçı kazanıp kendi evimize 1-1 dönseydik çok daha iyi bir seri çıkartabilirdik. En azından Spurs o seriyi bu kadar rahat bitirmezdi.

Perdue: Sean Elliott o şutu sokmasaydı her şey daha farklı olabilirdi. İnsanlar her zaman çok fark yemenin mi yoksa bir sayıyla maç kaybetmenin mi daha kötü olduğunu tartışır. Portland’ın normal şartlar altında o maçı kazanması gerekiyordu. Gerçekten onlar için yıkıcı bir mağlubiyetti.

Elie: Memorial Day’de oynanan maçı geri dönüp kazanınca Portland’ın kalbine hançeri saplamışız gibi hissediyordu. Daha sonrasında Portland kendine gelemedi ve deplasmanda iki maçı da kazanarak onları süpürdük. Playofflarda her şey bizim istediğimiz gibi ilerlemişti. İlk turda Garnett’i yendik, daha sonra Kobe ile Shaq’ı süpürdük. Son olarak da Blazers’ı yendik. Bunların hepsi çok iyi takımlardı. 

NBA Finallerinde Spurs‘ün rakibi olan New York Knicks, NBA tarihinde konferansını sekizinci sırada bitirip Finale yükselmeyi başaran ilk takımdı. Yıllar boyunca playofflarda çok ciddi hezimetler yaşayan Knicks, sezon başlamadan önce ciddi değişiklikler yapmıştı. Charles Oakley’i Marcus Camby karşılığında Toronto Raptors‘a takas eden Knicks, John Starks karşılığında Warriors‘tan Latrell Sprewell’i kadrosuna kattı. 

Taraftarların çok sevdiği Oakley ve STarks’ı kaybetmek Knicks’in hem saha içi hem saha dışı kimyasıyla birlikte takımın sertliğine de önemli bir darbe vurmuştu. Normal sezonu 27-23’lük derece ile bitiren Knicks, playofflarda ise çok farklı bir görüntü sergilemeye başladı. İlk turda normal sezonu birinci sırada bitiren Miami Heat‘i eleyen Knicks, ikinci turda Atlanta Hawks‘ı eledikten sonra konferans finallerinin ikinci maçında Patrick Ewing’in sezonu kapatmasına sebep olan bir sakatlık yaşamasına rağmen Pacers‘ı elemeyi başardı. Larry Johnson’ın mucizevi 4 sayılık basket faulüyle herkesin hafızasına kazanan New York Knicks’in playoff macerası ise San Antonio Spurs‘ün karşısında sona eriyordu. 

Dudley: Bu konuda tarafsız olduğumu söyleyemem. Ancak gerçekten desteklenmesi kolay bir takımdık. Kadroda çok sıkı çalışan birçok oyuncu vardı ve çalışmaktan asla kaçmıyorduk.

Childs: Rock yıldızları gibiydik. Gittiğimiz her yerde insanlar bizden imza istiyordu.

Dudley: Hangi maç olduğunu tam hatırlamıyorum, sanırım Atlanta ile oynuyorduk. Bütün salon beni ayakta alkışlamıştı. Çılgıncaydı.

Childs: Bir gece kulübünde herkes beni ayakta alkışlamıştı.

Davis: New York konusunda çok endişeli değildik. Kesinlikle onlarla karşılaşmak için hazırdık. Her şey planladığımız gibi gidiyordu ama daha sonra o 4 sayılık pozisyonda bana faul çalındı.

Childs: Molada seti Allan Houston için çizmiştik. Ancak savunmada adam değiştirdiler ve top Larry Johnson’a gitti. Johnson bir adım geriye kaçtı ve şutu yolladı. Garden’ın bir daha asla öyle görmedim. Peki pozisyon faul müydü? Bu sorunun cevabını mezarıma götüreceğim.

Davis: Kesinlikle faul değildi! O pozisyonu kaç kere izlediğimi inanın bilmiyorum. Kafamda o pozisyonu tekrar tekrar oynadım. Eğer o pozisyonu tekrar yaşama şansım olsaydı hiçbir şeyi farklı şekilde yapmazdım. Larry Johnson, normalde üç sayı atabilen birisi değildi. Ben de ondan uzun olduğum için ona mesafe bırakmıştım. Şut atmak için zıpladığında da ellerimi kaldırarak işini zorlaştırmaya çalıştım. Eğer o şutu sokarsa yapabileceğim bir şey yoktu. Sonuç olarak şutu soktu ama ben kesinlikle faul yapmadım. En kötü durumda skor eşitlenecekti ve top bize geçecekti.

Childs: Üçlük girdikten sonra skor berabere, sakin olmamız lazım diye düşünüyordum. Ama LJ adeta çıldırmıştı. Tribünlere “L” hareketi yapıyordu. Ona sakinleşmen lazım, daha faul atacaksın. 10’a kadar say ve derin nefes al diyordum. Benim ne dediğimi fark edince bir anda sakinleşti. LJ’in o faulü sokması gerçekten çok önemliydi.

Davis: Direkt olarak “Allah kahretsin, takım arkadaşlarımı hayal kırıklığına uğrattım.” diye düşünmeye başlamıştım. Bu maçı bizim kazanmamız gerekiyordu. Ancak tek pozisyonda bütün momentum değişmişti.

Childs: Bence Patrick oynamayacağı için rahatlamışlardı ve işlerinin daha kolay olacağını düşünüyorlardı. Bu durum bizim işimizi çok daha ciddiye almamızı sağladı.

Davis: Ewing sahada olduğu zaman çoğu şey onun üzerinden dönüyordu. Onun sakatlanmasından sonra diğer oyuncuların sorumluluk alması bekleniyordu ama bunun nasıl olacağını kimse bilmiyordu. Bu da onlara karşı hazırlanmayı çok daha zor hale getiriyordu. Marcus Camby harika bir seri geçirdi. Bunun nasıl yaşandığına hiç birimiz anlam veremiyorduk. Skorboarda baktığımızda Camby’nin 18 sayı – 9 ribaundla oynadığını görüyorduk. Buna hazırlanmamıştık, bizi hazırlıksız yakaladılar.

Childs: Bu durum Konferans Finallerinde bize yardımcı oldu ama Final Serisinde işimiz çok daha zor hale geldi.

Elie: Şampiyonluğa kesin gözüyle bakmıyorduk çünkü karşımızda Jeff Van Gundy’nin takımı vardı ve ne olursa olsun çok sert oynayacaklarını biliyorduk.

Perdue: Seriden önce “Oyunculara değil, bu takımın nasıl oynadığına bakın. Bizim kadromuzdaki oyuncularla onların oyuncularını kıyaslamayın” sözleri her yerdeydi. Bu konuda Pop’un hakkını vermem lazım. Rahatlamamıza asla izin vermedi.

Childs: İşimiz zordu çünkü LJ sakatlanmıştı ve biz fiziksel açıdan Spurs’e göre çok ufak kalıyorduk. Spurs, pota altında adeta voleybol oynuyordu. Bir yandan da karşımızda genç Tim Duncan vardı. O gerçekten ölümcül bir oyuncuydu.

Elie: Ewing’in sakatlığı sebebiyle oynamaması ve LJ’in tamamen sağlıklı olmamasıyla birlikte pota altında ciddi bir avantajımız vardı. 1.95 boyundaki Larry Johnson, 2.11 boyundaki Tim Duncan’ı savunmaya çalışıyordu.

Elliott: Knicks, playofflar boyunca oynadığımız diğer üç takımdan çok daha sert bir oyun sergiledi. Fiziksel ve sert oynuyorlardı ve her pozisyonu kovalıyorlardı. Portland, Knicks’ten daha yetenekli bir takımdı ve onları süpürmüştük. Çok daha yetenekli olan Lakers‘ı süpürmüştük. Ancak Knicks, deli köpekler gibi bize saldırıyordu.

Childs: Elimizden geldiği kadar savaştık. Ancak Spurs bizden daha iyi bir takımdı. Onların elini sıkıp tebrik etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yoktu. İşin sıkıntılı yanı o seri bittikten sonra bir arkadaşımla Hawaii’ye gittim. Orada golf oynamaya gittik ve golf parkuruna adım attığım anda David Robinson ile karşılaştım. Biri benimle dalga geçiyordu adeta. Benimle konuşmak istedi ve gülerek yanıma gelip “Bir kişilik daha yeriniz var mı?” diye sordu. Ona “Hayır, bir kişilik yerimiz yok. Şu anda seni görmek istemiyorum.” dedim. O ise gayet arkadaş canlısıydı. Adada bir evi varmış, bizi oraya davet etti ama biz gitmedik.

Elliott: O Final Serisi hakkında geçenlerde Tim Duncan ile konuştum. “Knicks’i süpürmemiz lazımdı” dedi. Madison Square Garden’da bir maç kaybettiğimiz için hala sinirli.

Perdue: O sezon şampiyon olmamızın sebeplerinden birisi de, ki bu en önemli sebep olabilir, sezon boyunca bir arada kalmamızdı. Lokavt boyunca haftada 4-5 gün San Antonio’daki bir spor salonunda bir araya gelip antrenman yapıyorduk. Hem ağırlık çalışıyorduk hem de toplu antrenman yapıyorduk. Birbirimizle 4’e 4, 5’e 5 yapıyorduk. Bu maçlar da gayet rekabetçi oluyordu. Bazen ortalık çok gerilirdi ve sakinleşmek için biraz ara verirdik.

Blase: Spurs’ün o sezon şampiyon olmasının en büyük sebebi sene boyunca San Antonio’nun farklı yerlerinde antrenman yapmaya devam etmeleriydi. Takımın birçok antrenörü, Duncan ve diğer oyuncularla şehrin farklı yerlerinde buluşup antrenman yapardı. Bu gerçekten yaşandı.

Perdue: Antrenmanlarda kesinlikle San Antonio Spurs’ün koçları ya da kulüple ilgisi olan birisi yoktu. Sadece oyuncular olurdu.

Blase: Spurs için çalışan profesyoneller, kulübün her konuda ne kadar harika olduğunu söylerler. San Antonio’da AT&T Center’a giderken herhangi bir spor salonunu gösterip size “Tim ile burada buluşmuştum.” derler. Bunu söyleyen kişi o dönemde Spurs’te stajyer olarak çalışan birisiydi. Spurs zaten “stajyerleriyle” ünlüdür. Kulübün tam zamanlı çalışanı olmadıkları için şehrin farklı yerlerinde oyuncularla antrenman yapabiliyorlardı.

Perdue: Lokavt esnasında Oyuncular Birliği telekonferanslar düzenlerdi. Biz de takım olarak spor salonlarında bir araya gelip bu konuşmaları dinlerdik. Bir süre sonra biz bu konuşmalara takım olarak katılırken çoğu oyuncunun bireysel olarak katıldığını fark ettik. Lokavt esnasında neredeyse her gün takım olarak bir arada kalmak için neler yapabiliriz diye tartışıyorduk. 

Billy Hunter, 2013 yılında görevine son verilene kadar 1998-99 lokavtından bir hatırayı ofisinde tutuyordu. 18 Ocak 1998 yılında SLAM dergisinde yer alan, Patrick Ewing ile Billy Hunter’ın yanında oyuncuların bulunduğu ve David Stern’ün önderliğindeki bir grup atlı süvarinin onlarına üzerine geldiği bir illüstrasyonu odasında asılı tutuyordu. Bu illüstrasyonun altında “Oyuncular Birliği, Takım sahipleri tarafından mahvedildi.” yazıyordu. 

Lokavt lig için kötü bir deneyimdi. Ligin gelirleri, o sene %50 oranında düştü. Lokavt yüzünden kısa süren sezon boyunca takımlar, önceki sezonlara göre %2 daha az bilet sattılar. Televizyon reytingleri de ortalama 6.3 milyondan 4.0 milyona kadar düştü. NBA Finallerinin reytingleri, 1997-98 senesinde oynanan Chicago BullsUtah Jazz serisinin seviyesine bir daha asla çıkmadı. 

Ancak ilerleyen 10 yıl boyunca NBA’de işlerin çok daha sorunsuz ve yolunda gittiği de bir gerçek. 1999 yılında imzalanan Toplu İş Sözleşmesi, birkaç ekleme yapıldıktan sonra genel hatlarıyla 2005 senesinde uzatıldı. 2011 yılında NBA bir kez daha lokavta gitti. 2011 lokavtında oyuncuların basketbol gelirlerindeki %57’lik payı, %50’ye indirildi. 

Bu sporla alakalı bir konu olduğu için her şeyi karakterize etmek istiyoruz. Toplu bir iş görüşmesinin sonucunda bile kazanan ve kaybeden arıyoruz. 1999 yılında imzalanan Toplu İş Sözleşmesi, Oyuncular Birliğinin orta sınıfının daha kuvvetli hale gelmesini sağlasa da 1998-99 lokvatını takım sahiplerinin kazandığını söyleyebiliriz. Takım sahiplerinin Oyuncular Birliğini mahvettiğini söylemek ise o kadar doğru olmaz. 

Charles Grantham, NBA Oyuncular Birliği direktörü (1988-95): Kontrattaki bu dengesizlik bir kez oluştu mu bu durumu geriye çevirmenizin bir yolu yok. Bazı şeyleri pazarlık ederek geri alamazsınız. Basketbol gelirlerindeki %8’lik payı geri alma ihtimaliniz yok.

Perdue: Oyuncular kağıt bir maket gibi yıkıldı.

McIlvaine: Takım sahipleri bence bu işten daha karlı çıktı.

Keefe: Sports Illustrated’ın yaptığı illüstrasyon tam olarak görüşmelerden sonra benim aklımda kalan düşünceydi. Bununla birlikte aradan 20 yıla yakın bir süre geçti ve oyuncuların durumunun çok iyi olduğunu söylemem gerekiyor.

Jim Thomas, Sacramento Kings‘in sahibi: Benim açımdan bakınca takım sahipleri için harika bir kontrat olduğunu söyleyemem. Burada bahsettiğim bakış açısı ufak bir marketin takımınınki… Ancak bu anlaşmanın sonuçları iyi oldu ve lig büyümeye devam etti. Yakın zamanda imzalanan yayın anlaşması herkesin işine geldi. Eşim her zaman takımı erken sattığımı söylüyor. Bu düşüncesinde kesinlikle haklı.

Klempner: Takım sahipleri daha sıkı bir maaş sınırı ve basketbol gelirlerinin daha fazlasını istiyordu. Bunların ikisini de alamadılar.

Kessler: Oyuncuların başladıkları anda bulundukları noktaya ve şu anki konumlarına bakarsanız kazananların oyuncular olduğunu söylemek gerekiyor?

Willis: Kesinlikle takım sahipleri kazandı.

Wasserman: 1997-98 sezonunun sonunda oyuncuların elde ettiği maaşlar ve faydaların toplamı 1 milyar dolara ilk kez ulaşmıştı. 1999 yılında imzalanan anlaşma 2004-05 sezonunun sonunda bittiğinde bu değer 1.8 milyara kadar çıkmıştı. Bu anlaşmanın tam olarak hangi kısmında mahvolduğumuzu birinin bana açıklaması lazım.

Dudley: Oyuncular zaman içerisinde basketbol gelirlerinde indirim yaptı ancak takım sahipleri de istedikleri katı maaş sınırına sahip olamadılar. Bence iki taraf da masadan istediklerini alarak kalktı.

Mark Bartelstein, oyuncu menajeri: Ben kimsenin gerçekten kazandığına inanmıyorum. Anlaşmanın iki tarafı da ciddi fedakarlıklar yaptı.

Perdue: Eğer lokavt sonrasında oyuncuların bir kazancı olduğunu söyleyeceksek bu kesinlikle oyuncuların zamanla birbirine daha çok kenetlenmesi ve daha da kuvvetlenmesiydi.

Falk: Ben LeBron’un büyük bir hayranıydım. 2011 lokavtından hemen önce Miami’deydim ve Juwan Howard’ı ziyaret ediyordum. Juwan’ın takvimiyle alakalı bir sıkıntısı vardı. Beraber yemek yiyecektik ancak LeBron’un ekibinden birisinin de onunla birlikte olması gerekiyordu. O da bunun bir mahzuru olup olmayacağını sordu. Ben de bunu kabul ettim. Yemeğin sonunda LeBron ile karşılaştım. Onun yanına gittim ve “K*çını kaldır ve işlerine dahil ol. Senin paranı çalıyorlar.” dedim. LeBron’un çok akıllı birisi olduğunu düşünüyorum. Onun gibi birisi, bu tarz görüşmelerin içinde bulunmalı. Çünkü yılda 80 milyon dolar kazanması gereken birisinin maaşına sınır koymaya çalışıyorlar.

Hunter: Oyuncular, daha önce hiç olmadığı bir şekilde bir arada durabileceklerini herkese gösterdiler. Sporcuların bir arada duramayacağı stereotipi, siyah sporcuların bir arada duramayacağı stereotipi bu şekilde yıkılmış oldu.

Glass: Lokavt çok mantıklı bir şey değildi. Oyuncular er ya da geç bunu atlatacaktı. Maaşlar er ya da geç tekrar yükselecekti. Takım sahipleri bunu inkar etseler de her sene milyonlar kazanıyorlar. Ancak lokavttan kötü etkilenen birçok insan vardı. Salonlarda çalışanlar, otoparklarda çalışanlar, maç günü yemek satanlar. O insanların paraya ihtiyacı vardı. Bunu göz ardı etmek bana her zaman çok ters geliyor.

Falk: Lokavt, kelimenin tam anlamıyla felaketin daniskasıydı.

Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!

NBA gündemindeki son gelişmeler için tıklayın!