by Michael Shapiro, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 6 Haziran 2020 tarihinde SportsIllustrated’da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
NBA yönetimi, Orlando fanusunda maçların başlamasından önce çıkan dedikodulara rağmen 2020 sezonunu bitirmek için gelenekselleşmiş playoff formatını kullanmayı tercih etti. Önümüzdeki 10 yıl boyunca da bu playoff formatının değişmesi çok olası gözükmüyor.
Eğer NBA, 1-16’lı bir playoff formatını tercih etseydi ilk turda Philadelphia 76ers ile Boston Celtics eşleşirken Miam Heat ile de Oklahoma City Thunder’ın eşleştiğine şahit olabilirdik. Bucks ile Clippers’ın birbiriyle karşılaştığı bir yarı final serisi yaşanabilir, finallerde ise Los Angeles Laker’ın Los Angeles Clippers’la mücadele ettiğini görebilirdik. Adam Silver ve lig yönetiminin, böyle bir fırsatı es geçmesi bir kısım NBA taraftarı için büyük bir sürpriz oldu.
1-16’lı bir playoff formatı için kurulan argümanlar son 20 yıllık dönemde giderek daha da kuvvetlenmeye başladı. 21. yüzyılın büyük bir kısmında Doğu Konferansı, Batı Konferansına göre daha zayıf bir görüntü çizdi. Konferans temelli oynanan playofflar sonucunda dört kere Cleveland Cavaliers ile Golden State Warriors’ın finallerde birbiri ile karşılaştığına şahit olduk. Eğer 1-16’lı playoff formatına geçilseydi son 20 yıl içerisinde Rockets, Thunder ya da Pacers’ın bir şampiyonluk kazandığını görebilirdik.
Bu düşünceden yola çıkarak NBA’in yakın geçmişine bir göz atarak son 20 yılda izleme şansına sahip olamadığımız potansiyel playoff eşleşmelerine bir kez daha göz atmak istedik. Chris Paul ile LeBron James’in mücadelesinden Stephen Curry ile Carmelo’nun mücadelesine kadar birçok farklı playoff mücadelesi izleyebilirdik. Bu yazıda hep beraber alternatif bir geçmişe doğru yol alarak NBA daha farklı bir playoff formatını takip etseydi neler yaşanırdı ona göz atacağız.
2014- Los Angeles Clippers (#3) vs Miami Heat (#6)
Golden State Warriors’ın 2010’lu yılların ortasından itibaren sergilediği dominasyon, Los Angeles Clippers’ın bu dönemin en iyi takımlarından birisi olarak görülmesinin önüne geçti. Bu 10 yıllık süre boyunca tam 5 kez 50 galibiyetin üstüne çıkmayı başaran Clippers’ın normal sezonda 57 maç kazandığı 2013-14 sezonu belki de NBA finali oynamak için eline geçen en büyük şanstı. Clippers, ellerindeki büyük üçlünün bir arada zirve performans verdiği son sezonlardan birisinde ligin en iyi hücumuna sahipti. Batı Konferansının yarı final eşleşmesinde Clippers’ın Oklahoma City Thunder’a elenmesi, Clippers’ın başarısızlığından çok rakibinin çok yetenekli olmasıyla alakalıydı.
Clippers’ın Miami Heat karşısında favori olacağını düşünmek ilk bakışta çok mantıklı değil. LeBron James ve Miami Heat, 2014 yılında üst üste dördüncü kez final oynamıştı. LeBron, normal sezonun büyük bir kısmını rölantide oynamasına rağmen kariyerinin en iyi efektif şut yüzdesine sahipti. Ancak 2014 senesinde Miami Heat’in önceki yıllardaki kadar güçlü olmadığı da göz önünde bulundurulunca Los Angeles Clippers’ın belki de bir şansı olabilirdi. Heat, büyük üçlüsünü bir arada tutabilmek için çok fazla ara harcamaya başlamıştı ve bu da rotasyonlarının daralmasına sebep olmuştu. Playofflar boyunca Dwyane Wade’in sayı ortalaması 18’in altında kalmıştı. Oyun kurucu görevlerini paylaşan Norris Cole ve Mario Chalmers, hayal kırıklığı yaratan playoff performansları sergiledi. LeBron James, Clippers ile oynayacakları serinin büyük kısmında Chris Paul’ü savunmak zorunda kalabilirdi ve Miami Heat, Clippers’ın yarı saha hücumunu durduracak savunma silahlarına da sahip değildi. Chris Paul’ün kariyeri boyunca finallere ulaşamadığını görmek gerçekten üzücü. 2014 sezonu, bu açıdan bakınca Chris Paul için kaçmış bir fırsat olabilir.
2013- New York Knicks (#7) vs Golden State Warriors (#10)
O günlerde henüz bunun farkında değildik ancak New York Knicks ile Golden State Warriors’ın oynayacağı bir playoff serisi, kariyer eğrileri açısından spekturumun iki farklı ucunda bulunan yıldızların karşılaşmasına sahne olabilirdi. 2012-13 sezonu, Carmelo Anthony’nin New York’ta geçirdiği son iyi sezon olabilir. Knicks, bu sezonu hücum sıralamasında üçüncü sırada bitirirken kaydedilen üç sayılık basket miktarında da lig lideriydi. Bu esnada Golden State Warriors, beş yıllık süre içerisinde ilk kez playofflarda yer alıyor ve sonraki yıllar için de kendisini Batı Konferansının önemli aktörlerinden birisi olarak ilan ediyordu.
Stephen Curry, kariyerinin ilk All-Star maçını oynamak için bir yıl daha beklese de 2012-13 sezonunda herkesin gözüne görmeyi başlamıştı. İlk üç sezonuna kıyasla aldığı dakika ve ürettiği skor bakımından ciddi bir patlama gösteren Curry, üç sayı çizgisinin gerisinden %45.3 gibi akıl almaz bir yüzdeyle oynuyordu. Curry’nin bu muhteşem performansına rağmen böyle bir eşleşmede kazanan taraf ise büyük olasılıkla New York Knicks olurdu. O dönemde Tyson Chandler, hala elit seviyede bir pota savunucusuydu ve Jason Kidd de üst düzey bir saha generaliydi. En önemlisi ise sezonu sayı lideri olarak bitiren Carmelo Anthony, hücum performansı açısından kariyerinin zirvesindeydi. Bir sonraki sezondan itibaren takımların yaşadıkları değişikliklerle birlikte Golden State Warriors, tarihin en büyük hanedanlıklarından birisi olma yolundaki ilk adımını atarken New York Knicks’te işler iyice sarpa sardı. Buna rağmen 2012-13 sezonunda Knicks’in iyi bir takım olmadığını söylemek doğru olmaz. İlk turda Boston Celtics’i eleyen Knicks, ikinci turda Roy Hibbert’ın gösterdiği çok yönlü oyun olmasa Doğu Konferansı Finallerine de kalabilirdi. Curry ve takım arkadaşlarının Madison Square Garden’da zor zamanlar yaşayacağını düşünmek çok yanlış olmaz.
2009 – Orlando Magic (#4) vs Denver Nuggets (#5)
Carmelo Anthony’nin kariyerinin son yılları Denver’da gösterdiği dominant performansların önüne geçmeyi başardı. Buna rağmen Nuggets’ın üst üste yedi kez finallerde mücadele etmesi önemli bir başarıydı. Syracus çıkışlı Carmelo, 2009 yılında neredeyse Kobe Bryant’ın Los Angeles Lakers’ını eleyerek NBA finallerine kalıyordu. Carmelo’nun yanında önemli işler yapan tecrübeli oyun kurucu Chauncey Billups ile normal sezonda 54 galibiyet alan Denver, ligin önemli aktörlerinden birisiydi. Nuggets’ın koçu George Karl; Kenyon Martin, J.R. Smith, Chris Andersen ve Nene gibi oyunculardan üst seviyede verim alıyordu. Denver, ciddi bir şampiyonluk adayı olarak herkesin gözüne çarpıyordu.
Orlando Magic’in sergilediği görüntünün de Denver’a benzer olduğunu söyleyebiliriz. NBA taraftarlarının büyük kısmının burun kıvırdığı ancak gayet yetenekli oyunculara sahip olan Magic, Stan Van Gundy’nin üç sayı devrimine katkısını yaptığı takım olarak öne çıkıyordu. Knicks dışında normal sezonda 800 üç sayı isabetinin üzerinde bulan tek takım olan Magic’te Jameer Nelson ve Rashard Lewis, üç sayı çizgisinin gerisinden %40’ın üzerinde isabet sağlarken Hidayet Türkoğlu da önemli üç sayı performansları sergiliyordu. Eğer Courtney Lee, NBA Finallerinin ikinci maçında Los Angeles Lakers karşısında son saniyelerde attığı turnikede isabet bulabilseydi şu anda Dwight Howard, çok daha farklı bir NBA kariyerine bakıyor olabilirdi. Orlando, daha derin bir rotasyona ve hücum anlamında daha modern bir takıma sahip olsa da Denver onlar ile rekabet edebilecek bir takım olabilirdi. Magic, bu hayali karşılaşmada Denver karşısında bir adım önde gözüküyor.
2007 Phoenix Suns (#2) vs Cleveland Cavaliers (#7)
LeBron James’in de yer aldığı bu seri belki de listemizdeki en ilginç eşleşmelerden birisi. 2007 yılında LeBron, fazlasıyla zayıf bir Cavaliers kadrosunu NBA Finallerine taşımayı başarsa da takımının San Antonio Spurs tarafından süpürülmesine engel olamamıştı. Eğer Cavs, o sezon Phoenix Suns ile karşılaşsaydı benzeri bir kadere sahip olur muydu? İşlerinin kesin olmayacağı kesin…
2006-07 Suns takımı, belki de Steve Nash’li Phoenix takımlarının en güçlüsüydü. Phoenix, ikinci turda eğer Robert Horry’nin bu hareketinden sonra verilen cezalar olmasaydı San Antonio Spurs’ü de eleyebilirdi. Steve Nash, bu sezon boyunca 50-40-90 şut yüzdeleri ile oynamaya çok yaklaşmış ve Amar’e Stoudemire kariyerinin zirve performansını göstermişti. Muhteşem bir hücum takımı olan Suns’ın güçlü yanları bunlarla da sınırlı kalmıyordu.
Shawn Marion ve Raja Bell, takımlarının savunma verimliliğinde lig genelinde 13. sırada yer almasını sağlarken Leondro Barbosa kenardan gelerek takımına önemli bir katkı veriyordu. LeBron James ise takımını NBA Finallerine taşırken Detroit Pistons’ı adeta tek başına mağlup etmişti. Belki de 2007 Finallerinde Kral, San Antonio Spurs dışında bir takımla karşılaşsaydı aynısını diğer takımlara da yapabilirdi. Buna rağmen Nash ve Stoudemire’ın ne kadar durdurulmaz bir ikili olduğu düşünülünce, LeBron’un sahip olduğu zayıf kadroyla bunu başarabileceğini düşünmek çok da gerçekçi gelmiyor.
2005 – Dallas Mavericks (#4) vs Detroit Pistons (#5)
Bu serinin televizyon reytingleri açısından çok dikkat çeken bir eşleşme olacağını söylemek doğru olmaz fakat takımların sahip olduğu birbirine zıt basketbol stilleri gerçekten izlemesi çok keyifli olabilirdi. Dallas, 2004-05 sezonunda NBA’in en iyi dördüncü hücumuna sahipti ve Dirk Nowitzki kariyerinin en iyi sezonlarından birisini geçiriyordu. Dirk’ün yanını skorer kanat oyuncuları ile donatan Mavericks, hücum anlamında Nowitzki’ye fazlasıyla yardımcı olmayı da başarmıştı. Michael Finley ve Jason Terry, üçlük çizgisinin gerisinden %40’ın üzerinden isabet yakalarken Josh Howard, Jerry Stackhouse ve Keith Van Horn maç başına çift haneli skor ortalaması yakalamıştı. Normal sezonda oynadığı son 19 maçın 17’sini kazanan Dallas karşısında rakip takımların savunmaları çoğu zaman çaresiz kalıyordu.
2004-05 sezonunda savunmada çok az takım Mavericks’e cevap verebiliyordu. Ancak bunu 7 maçlık bir seri boyunca başarabilecek takımlardan birisi de Detroit Pistons’tı. Ben Wallace, NBA’de Yılın Savunmacısı seçilirken Rasheed Wallace ve Antonio McDyess de çember savunması konusunda önemli bir rol oynuyordu. Detroit’in savunma yıldızları da sadece boyalı alan ile sınırlı kalmıyordu. Tayshaun Prince, beş pozisyonu birden savunabilen bir oyuncuyken Richard Hamilton ile Lindsey Hunter da dış oyuncuları savunma konusunda önemli işler yapıyordu. Piston, 2004 ve 2005 yıllarında üst üste şampiyonluk kazanabilecek güçte bir takımdı.
2004 – Minnesota Timberwolves (#2) vs San Antonio Spurs (#3)
Tarihin en iyi oyuncuları listesinde Tim Duncan, Kevin Garnett’in birkaç adım önünde yer alıyor. Ancak bunun en büyük sebeplerinden biriside bu iki oyuncunun lige geldiği dönemde kendilerini buldukları takımlar. Duncan, kariyeri boyunca 21. yüzyılın en stabil organizasyonlarından birisi için forma giymenin avantajlarını yaşadı ve yanında Hall of Fame seviyesinde bir koç vardı. Bu esnada Kevin Garnett, kariyerinin en verimli yıllarını Minnesota’da sıkıntılı kadrolarla geçirmek zorunda kaldı. Garnett, 2008 yılında kariyerinin tek şampiyonluğuna uzanmayı başardı ancak kariyerinin ilk yıllarını daha iyi kadrolarla geçirseydi daha fazla şampiyonluğa sahip olabilirdi.
Duncan ve Spurs, 2001 yılında Timberwolves’u playofflarda elemeyi başarmıştı ancak Minnesota ekibinin o dönemde büyük sahnede boy göstermeye hazır olduğunu söylemek de doğru olmaz. 2004 yılındaki Timberwolve takımı, kulüp tarihinin en iyi kadrosu olarak anılmaya devam ediyor. 2004 yılında Garnett’in Minnesota’da oynadığı dönemde ilk kez playoff ilk turunu geçmeyi başaran Timberwolves, normal sezonda 58 maç kazanırken hücum ve savunma verimliliğinde ligin ilk altı sırasında yer alıyordu. Konferans Finallerine kadar ilerlemeyi başaran Timberwolves, Los Angeles Lakers’a altı maçta mağlup olarak sezonu noktalamıştı. Timberwolves, Batı Konferansının en yetenekli kadrosu olmasa da Sam Cassell, All-Star olmayı başarmıştı ve Latrell Sprewell ile Wally Szczerbiak da skorer kanatlar olarak önemli işler başarıyordu.
Peki Minnesota gerçekten San Antonio Spurs’ü eleyebilir miydi? 2004 sezonunda San Antonio’da 15 sayının üzerinde bir ortalama yakalayan tek isim Tim Duncan’dı. Manu Ginobili, henüz ligdeki ikinci senesini yaşıyordu. Ancak günün sonunda Gregg Popovich’in kadrosunun bir adım önde olacağını düşünmemek de çok mantıklı değil. Spurs, kanat rotasyonunda da Minnesota’nın skor üretimine cevap verebilecek bir ekibe sahipti. Duncan, hala kariyerinin en iyi performanslarını sergilemeye devam ediyordu. Bu eşleşme gerçekleşseydi Duncan ve Garnett arasında muhteşem bir kapışmaya şahit olabilirdik. Ancak 2000’li yıllarda San Antonio Spurs’ün karşısında yer almak hiçbir zaman mantıklı olmadı.
Basketbol gündemindeki en son gelişmeleri kaçırmamak için tıklayın!