by Jake Malooley, Çeviri: Arma Kaynar / info@eurohoops.net
Bu çevirinin tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
Bu yazı 2 Ocak 2020 tarihinde TheRinger’da yayınlanmış ve uyarlanarak çevrilmiştir.
Chicago Bulls’un üst üste kazandığı ikinci üç şampiyonluğun ardından 16 Haziran 1998 tarihinde binlerce insan Chicago’daki Grant Park’ta şampiyonluk kutlamaları için toplanmıştı.
Mikronofu eline alan Chicago Bulls’un koçu Phil Jackson, “Bu bizim son dansımızdı. Bu muhteşem vals için hepinize çok teşekkürler.” diyordu.
Daha sonra Scottie Pippen, “Muhteşem günler geçirdik. Her şey için teşekkürler” dedi…
En son mikrofona gelen Michael Jordan, “Önümüzdeki yıl Grant Parkında olacak mıyız kimse bilmiyor. Fakat ne olursa olsun kalbim, ruhum ve sevgim her zaman Chicago şehrinde olacak.” diyerek taraftarlara veda ediyordu.
Bulls taraftarlarından “Bir yıl daha!” tezahüratları yükseliyordu ama Chicago Bulls’un bu kadrosunun macerasının sonuna gelinmişti.
Phil Jackson, sezon bittikten sonra görevinden ayrıldığını açıkladı. 1999 senesinin Ocak ayında NBA lokavtı devam ederken Michael Jordan, NBA’den ikinci kez emekli olduğunu açıkladı. Bu açıklamadan yaklaşık 10 gün sonra Chicago Bulls’un genel menajeri Jerry Krause, şampiyon kadroyu dağıtmaya başladı. Scottie Pippen, sign and trade ile Houston Rockets’ın yolunu tutarken Dennis Rodman serbest bırakıldı. Steve Kerr San Antonio’ya giderken Luc Longley ise sonraki sezon Phoenix kadrosunda yer aldı. Krause takımın başına Tim Floyd’u getirdi. Ron Harper ve Toni Kukoc gibi isimler, takımın hızla değişmesine şahit oluyordu. Chicago Bulls’un kadrosuna Rusty LaRue ve Kornel David gibi isimler gelmişti.
Son dans olarak adlandırılan sezonun hemen ardından Chicago Bulls’un her şeye sıfırdan başlaması gerekiyordu. İlerleyen 6 yıllık süreçte Bulls, NBA tarihinin en kötü ikinci altı yıllık sekansını yaşadı. Oynadığı maçlarda 119 galibiyet 341 mağlubiyet alan Bulls, 1999 yılının Nisan ayında oynadığı bir karşılaşmada sadece 49 sayı atarak 24 saniye kuralının yürürlüğe girdiği dönemdeki en düşük skor rekorunun sahibi olmuştu. 2000-01 sezonunda organizasyon tarihinin en kötü sezonunu geçiren Bulls, sadece 15 maç kazanmıştı. 2001 yılının Kasım ayında 53 sayı farklı bir mağlubiyet yaşayan Bulls, kadrosuna süperstar oyuncular katmak istiyordu ama ligdeki hiçbir oyuncu onları ciddiye almıyordu.
Bulls’un taraftarlarının yavaş yavaş sezonluk biletlerinden ve takıma dair umutlarından vazgeçmeye başladığı 2004-05 sezonunda umut yeniden yeşermişti. Bebek Bulls olarak adlandırılan takım, 47 galibiyet alarak hanedanlık sonrası dönemde ilk kez playofflara kalmayı başarmıştı. Sıkı çalışan ve savunmaya ağırlık veren Bulls kadrosu, Scott Skiles’ın yönetiminde ve Ben Gordon, Luol Deng, Chris Duhon Andres Nocioni gibi çaylakların yanı sıra Antonio Davis ve Adrian Griffin gibi tecrübeli oyuncularla birlikte tekrar iddialı bir ekip haline gelmişti. Bulls, adını playofflara yazdırırken organizasyon tarihinin en kötü başlangıcını (0-9) egale ettikten sonra da birçok sorun ile başa çıkmak zorunda kalmıştı. Koç Skiles ile Tyson Chandler’ın arasındaki sorunlar, sezonun sonuna doğru takımın skor lideri Eddy Curry’nin sağlık sorunları nedeniyle oynayamamaya başlaması gibi engellerle başa çıkmak zorunda kaldı. İlerleyen günlerde Ben Gordon, Michael Jordan sonrası dönemde kritik anlarda skor yükünü çeken oyuncu olarak kendisini kanıtladı ve taraftarlardan Ben Jordan lakabını aldı. Aynı sezonda Ben Gordon, bir çaylak olarak En İyi Altıncı Adam ödülünü alan tek oyuncu olarak da tarihe geçti.
2004-05 sezonundaki genç Chicago Bulls takımı, Bulls taraftarlarına güzel günlerin tekrar onları beklediğine inandırmıştı. Ancak yaklaşık 15 yıl sonra Bulls hala güzel günlere ulaşabilmiş değil. 2004-05 sezonundaki Baby Bulls’un hikayesini ise koçlar, oyuncular ve o dönemi yaşayanlar anlattı.
1. Bölüm: Hanedanlık Sonrası Bilinmezlik
K.C. Johnson (Chicago Tribune gazetesinin Bulls muhabiri): Hanedanlık dağıldıktan sonra Chicago Bulls, NBA tarihinin en kötü ikinci altı yıllık dönemini yaşadı.
Jack Silverstein (Chicago spor tarihçisi): Hanedanlığın dağılması gerçekten çok üzücüydü. Birden bire karşımızda bambaşka bir takım vardı. Evet formalar aynıydı ama takımın izleyenlere hissettirdikleri çok farklıydı. Takımın bu kadar kötü olacağını ben düşünmemiştim. Takımın kötü olmasının bu kadar uzun süreceğini de düşünmemiştim.
Sam Smith (Chicago Tribune yazarı): Hanedanlık sonrası ilk sezonda şampiyon olan takımdan kalıntılar hala vardı. Toni Kukoc ve Ron Harper kadrodaydı. Takımın asistan koçu Tex Winter hala görevine devam ediyordu. Bu yüzden hala umut vardı. Taraftarlar kazanılan bütün şampiyonluklar için hala minnettardı.
Silverstein: Bir önceki sezon 62 maç kazanan Bulls, lokavt sezonunu 13-37’lik derece ile bitirmişti. 98 finallerinin bir maçında Bulls, Jazz’ı 54 sayıda tutarak şut saati uygulamasının başladığı dönemdeki rekoru kırmıştı. Bir sonraki sezon oynadıkları bir karşılaşmada sadece 49 sayı atarak bu rekoru ele geçirdiler.
Smith: Takımın performansı bir noktadan sonra utanç verici bir hal almaya başlamıştı. 99-00 sezonunda sadece 17 maç kazandılar, 00-01 sezonunda bu sayı 15’e düştü.
Silverstein: O dönemde Bulls taraftarı olmanın kötü yanlarını mı öğrenmek istiyorsunuz? 2000 yılında John Starks’ın Bulls formasını giydiği dört maçlık bir dönem vardı. Yaşanan tüm rezilliklerin içerisinde Bulls taraftarlarının John Starks’ı destekleyip desteklemeyeceğine karar vermeye çalıştığı dönem kesinlikle taraftarlık deneyimlerinin diplerinden birisiydi.
Johnson: 2001 yılında Bulls, Minnesota Timberwolves’a 53 sayı farkla kaybetti. Maçın ardından Charles Oakley, “Bu kadroyla kıytırık bir lise takımını bile yenemeyiz” şeklinde bir açıklama yaptığı için Bulls yönetimi ona 50 bin dolar ceza vermişti.
Siverstein: 99 yılında koleje gitmeden önce adımı Bulls’un sezonluk bilet listesine yazdırmıştı. Bulls yeni yeni kötü bir takım olmaya başlamıştı. O dönemde benim planımda sezonluk bilet listesinde sıra bana gelene kadar kolejden mezun olurum, iş bulurum ve sıra bana geldiğinde sezonluk bileti karşılayacak kadar param olur şeklindeydi. Bu sırada Bulls da daha iyi bir takım haline gelir diye düşünüyordum. Sadece 1 yıl sonra Bulls’un bilet ofisinden bir telefon geldi ve sıranın bana geldiğini söylediler. Ancak benim planım bu değildi. İnsanların sezonluk biletlerinden bu kadar çabuk vazgeçmesi takımın ne kadar kötü olduğunu net şekilde gösteriyordu.
Johnson: 2-3 yıl boyunca takım çok kötü oynadıktan sonra hayal kırıklığı gitgide artmaya başladı. 2000 yazında genel menajer Jerry Krause; Tim Duncan, Tracy McGrady, Grant Hill gibi yüksek profilli oyuncuları hedef almıştı ama bu isimlerin hiçbiri Chicago’ya gelmeye sıcak bakmadı.
Silverstein: İşlerin iyi gitmeyeceğine dair ilk büyük işaret oydu.
Johnson: Organizasyon, taraftarlar hatta bazı Bulls yazarları bile bir noktadan sonra takımın kaybetmesine çok alışmıştı. Takımın etrafında yolunda gitmeyen birçok şey vardı. Takımın antrenmanlarına giderken sık sık “Acaba bugün nasıl bir saçmalık ile karşılaşacağım?” diye düşünürdüm. Genç bir yazar olarak neredeyse her gün yazacak bir şeyler buluyordum ama ortam çok kaotikti. Krause düzenli olarak plan ve felsefe değiştiriyor gibi gözüküyordu. Bunların arasında Elton Brand’i takas ettikten çok kısa bir süre sonra onu Tyson Chandler’ın draft hakları için takas etmek ve kadroya Eddy Curry’i katmak gibi kumarlar da vardı. Bu iki oyuncu da liseden direkt olarak NBA’e geliyordu.
Silverstein: Bulls kadrosuna Tyson ve Eddy’yi kattığında Bulls taraftarlarının umutları yeniden yeşermişti. Krause’un sonunda istediği yaptığını düşünüyordum. Sıradaki Scottie ve Horace’ını bulmuş gibi gözüküyordu.
Smith: Curry inanılmaz bir atletizme sahipti. 2.10’luk bir jimnastikçi gibiydi.
Johnson: Floyd’un 2001 sezonunda istifa etmesiyle birlikte hayal kırıklığı, baskıyla birleşmeye başladı. Bulls’un eski pivotu Bill Cartwright, koç olarak takımın başına geçtiğinde insanlar birazcık umutlanmıştı çünkü takım daha iyi performans gösteriyordu. Jamal Crawford, taraftarların biraz daha umutlanmasını sağlamıştı ve2002 yılında gerçekleşen Jalen Rose takasıyla birlikte heyecan da artmıştı.
Silverstein: Hanedanlık dağıldıktan sonra 2002-03 sezonunda Bulls ilk kez bir sezonda 30 maç kazanabilmişti. Bu ileriye doğru atılan dev bir adım gibiydi.
Johnson: 2003 yılının bahar aylarında çok büyük bir şok yaşanmıştı: Bulls’un sahibi Jerry Reinsdorf, sonunda genel menajer Krause ile yollarını ayırmaya karar vermişti. Bulls’un yaptığı açıklamada bu kararın arkasında Krause’nin sağlık sorunları olduğunu belirtmişti ancak herkes tek sebebin bu olmadığını biliyordu. Bununla birlikte genel menajerlik görevine John Paxson getirildi.
2. Bölüm: Kültür Değişimi
Silverstein: Günümüzde takımın geldiği nokta sebebiyle bu baya göz ardı ediliyor fakat Paxson, takımı gerçekten en dip noktadan çıkardı. 2003-04 sezonunda Paxson, Jalen Rose ve Antonio Davis’i kadroya katmıştı ve bu isimler Baby Bulls kadrosunda önemli bir yere sahip oldu. Takıma abilik etmesi için geriye getirilen Scottie Pippen ile yollarını ayırmıştı. Pax, eski takım arkadaşı Bill Cartwright’ın koçluk görevine son verdi ve yeni bir sayfa açıldığını herkese gösterdi. Daha sonra takımın başına Scott Skiles’ı getirdi. Bu takımın yeni bir kültür oluşturmaya çalıştığının en büyük göstergesiydi.
Smith: Paxson, kafasındaki vizyona göre kadroyu yeniden kırdı. Paxson kariyeri boyunca beklentilerin üzerine çıkan, mücadeleden asla kaçmayan fiziğine kıyasla sert bir oyuncu olmuştu. Genel menajer olduktan sonraki ilk draft tercihi de bu profile benzeyen Kirk Hinrich oldu. Jalen Rose, Jamal Crawford ve Eddie Robinson gibi savunma özellikleri çok iyi olmayan “yumuşak” oyunculardan kurtuluo Scott Skiles gibi sert bir koçu takımın başına getirmişti.
Kirk Hinrich (Bulls guardı): 2003 yılında Chicago’ya geldiğimde herkesin kaybetmekten yorulduğunu hissetmiştim. Ancak bir yandan herkes bu sonuçları kabullenmişti de.
Tyson Chandler (Bulls pivotu): Ligdeki en kötü takımlardan birisi haline gelmiştik. Kaybetmek kültürümüzün bir parçası haline gelmişti ve bunu değiştirmek istiyorduk.
Johnson: Scott Skiles, o genç takım için olabilecek en iyi koçtu. Gözetimi altında saçma sapan işlere izin vermezdi ve bahanelere inanmazdı. Vasatlığı asla kabul etmiyordu. Oyuncularından birçok şey istiyordu ve çok adil bir şekilde oyuncularına hesap sorabiliyordu. Oyuncularından ne beklediğini her zaman ifade ederdi ve bu beklentileri nasıl karşılayacaklarını da anlatırdı.
Smith: Scott sert ve direkt bir koçtu. Paxson ve Scott, disiplinli bir kadro kurmak istiyorlardı. Scott’ın aynı zamanda muhteşem bir mizah duygusu vardı. Yanında deneyimli asistan koçlar da vardı. Tim Floyd’un liseden arkadaşlarıyla kurduğu koç ekibinden çok daha iyilerdi.
Ron Adams (Bulls’un asistan koçu): Scott muhteşem bir koçtu. Çok iyi bir yöneticiydi ve ne yapmak istediğine dair kafasında çok net planları vardı. Bulls organizasyonuna disiplini geri getirmek istiyordu.
Hinrich: Pax ve Scott, kültürü tamamen değiştirmek istiyorlardı. Bulls, çok uzun süredir yetenekli ama birbiriyle uyumlu olmayan oyuncuların bir arada olduğu bir takımdı. Asla bir amaç için mücadele eden bir takım haline gelmemişlerdi. Paxson, Chicago şehrinin sıkı çalışan bir takım görmek istediğini biliyordu. Bu bizim maçları kazanmamızı sağlayacaktı fakat aynı zamanda bu Chicago’nun kimliğiydi de. Lig genelindeki takımların tekrar saygısını kazanmak istiyorduk. Çaylak sezonum esnasında Scott takımın başına geldiğinde sıkı çalışan, savumaya önem veren ve takım olarak oynayacak bir ekip olacağımızı net şekilde belli etmişti.
Chandler: Bulls’ta geçirdiğim önceki sezonlarda doğru şekilde oynamıyorduk. Her oyuncu kendi işine geldiği gibi sahaya çıkıyordu. Bencildik. Scott’ın geldiği sezon ilk kez takım olarak basketbol oynamaya başlamıştık.
Hinrich: Scott, savunma yapmayacaksak süre almayacağımızı net şekilde belli etmişti. Bu bizim için çok büyük bir değişiklikti. Takım olarak bu zihniyete uymamız gerektiğini ve sıkı çalışmamız gerektiğini bize göstermişti. Ne olursa olsun takım diğer her şeyden önce geliyordu.
Smith: 2004-05 senesindeki Bulls takımı, Paxson’ın bir NBA takımının nasıl olması gerektiğine dair fikirlerini çok iyi yansıtıyordu. Paxson’ın takımın karakterini değiştirme amacı başarıya ulaşmıştı. Takıma getirdiği tecrübeli oyuncular olan Adrian Griffin, Othella Harrington ve Antonio Davis de bu kalıba uyan oyunculardı.
Silverstein: Jalen Rose takası, Paxson’ın nasıl bir takım kuracağını herkese göstermişti. Kağıt üstünde baktığınızda Bulls bu takastan zararlı çıkıyordu. Maç başına 20 sayı atan bir oyuncuyu Antonio Davis için takas etmek çok mantıklı değildi.
Antonio Davis (Chicago forveti/pivotu): 2003 yılında Chicago’ya gittikten sonra Scott ile konuştuğumda orada bulunmamın sebeplerinden birisinin takıma abilik yapmak olduğunu anlamıştım. Bu benim çok hoşuma gitmişti. Lige ilk geldiğim ve Pacers’ta oynadığım dönemde takımdaki tecrübeli oyuncular aynısını benim için yapmıştı.
Johnson: Paxson takımı kurarken kolejde iyi programlardan birden fazla yıl oynamış oyuncuları tercih ediyordu. 2004 yılında Arjantin Milli Takımı ile Olimpiyatları kazanan Andres Nocioni’yi de bu kalıba sokabiliriz. Takıma katılan çaylaklarının hepsi belirli düzeyde tecrübeli isimlerdi. 2003 Draftında NCAA finali oynayan Kirk Hinrich, 2004 yılında NCAA şampiyonu olan Ben Gordon kadroya katılmıştı. 2001 yılında NCAA şampiyonu olup 2004 senesinde NCAA Final Fouru oynayan Chris Duhon, Duhon’un takım arkadaşı olan Luol Deng gibi oyuncular da takıma katılmıştı.
3. Bölüm: Gençleşme Harekatı
Chandler: Antrenman kampına giderken takımın ne kadar iyi olacağına dair en ufak bir fikrim yoktu. Ben, Luol ve Nocioni’nin ne kadar iyi oyuncular olduğunu bilmiyordum. Bazılarını kolejdeyken izlemiştim ancak NBA seviyesinde aynı performansı gösterip gösteremeyeceklerini bilmiyordum. Duke’tan bazı oyuncular aldığımızı biliyordum ama onların takıma ne katacaklarını görene kadar emin olamamıştım. Antrenman kampı başladıktan sonra onların iyi oyuncular olduğunu anlamıştım.
Silverstein: O yılki kadronun 3’te 1’inden fazlası çaylak isimlerden oluşuyordu: Gordon, Deng, Duhon, Nocioni, Jared Reiner…
Johnson: Antrenman kampı başlamadan önce kesinlikle herkes takıma katılan çaylaklarla ilgili heyecanlıydı. Fakat buna rağmen beklentiler fazlasıyla düşüktü çünkü Bulls çok uzun süredir kötü bir takımdı. Evet takımda tecrübeli oyuncular ve heyecan uyandıran çaylaklar vardı ama kimse takımın iyi olmasını beklemiyordu.
Smith: Ben Gordon, Chicago Bulls ile inanılmaz bir deneme antrenmanı geçirmişti. O antrenman hakkında birçok hikaye duymuştum. Üst üste 50 tane üç sayılık isabet kaydettiği söyleniyordu.
Chris Duhon (Bulls guardı): Bulls’un kadrosuna kattığı oyuncular konusunda heyecanlıydım. Kolejdeyken Hinrich ile karşı karşıya oynamıştım bu yüzden onun nasıl bir oyuncu olduğunu biliyordum. Duke’ta Luol ile birlikte oynadım, bu yüzden onun nasıl bir iş ahlakına sahip olduğunu biliyordum. Eddy ve Tyson’ın yıllar içerisinde nasıl bir gelişim gösterdiğini biliyordum. Yetenekli oyunculara sahip olduğumuzu ve ligde rekabet edebileceğimizi biliyordum. Bulls’un son zamanlarda zorlandığını biliyordum ama bunu organizasyonu tekrar doğru yola sokmak açısından bir meydan okuma olarak görüyordum.
Smith: Bulls, Chris Duhon’a “kadroda çok fazla guardımız var bu yüzden bu sezon sana ihtiyaç duymayacağız. Birkaç sezon için Avrupa’ya gidersen senin için daha iyi olabilir” demişti. Duhon ise buna karşı çıktı ve antrenman kampına gelip bütün guardlarınızı yeneceğim dedi. Gerçekten de bunu yaptı, Duhon tam olarak bu yüzden Scott’ın seveceği tarzda bir oyuncuydu. O sezon Duhon ilk beşe yerleşmişti.
Adams: Yaz döneminde Duhon yanıma geldi ve “Ron, benimle biraz daha ilgilenmezsen sanırım takımda yer alamayacağım” dedi. Daha önce bir oyuncudan böyle bir şey asla duymamıştım. Onu takımda tutmayı düşünmediğimiz için onunla çok ilgilenmiyordum. Chris, iki guard pozisyonunu da savunabiliyordu ve bu da onu bizim için değerli hale getiriyordu. Ben de ona “Üç sayılık atışlarını geliştirmen gerekiyor” demiştim ve biz de yaz boyunca bunun üzerine yoğunlaştık. O da iyi bir üç sayı şutörü haline geldi.
Chandler: Duhon geldiği andan itibaren kazanan bir oyuncu olduğunu herkese göstermişti. Takıma katıldığı andan itibaren bir lider olduğunu herkese göstermişti. Luol’ün de savunma ve skor yeteneği de dikkat çekiyordu. Sonunda elimizde iyi bir kadro var diye düşünmeye başlamıştım.
Andres Nocioni (Bulls forveti): Antrenman kampı gerçekten zorlayıcıydı. Çok fiziksel ve rekabetçi antrenmanlar yapıyorduk. Ben o dönemde çok fazla ingilizce bilmiyordum bu yüzden her gün antrenmanlardan sonra İngilizce dersi alıyordum.
Johnson: Takımdaki oyuncular kolejde ve Avrupa’da çok sıkı antrenmanlar yapmışlardı. Bu yüzden Skiles’ın onlara olan yaklaşımı NBA’e geçiş süreçlerini kolaylaştırdı. Kirk ile Skiles’ın sert tarzı hakkında konuşurken bana “Kansas’taki koçum Roy Williams’tı. Koçunuz size ne derse onu yaparsınız” demişti.
Adams: Scott, genç oyun kurucularla çok iyi anlaşıyordu. Kolejdeyken Scott’a karşı koçluk yapmıştım. Üç sayı çizgisinin gerisinden çok iyi şut atan ve takımını çok iyi yönetebilen bir oyuncuydu.
Davis: Antrenman kampına gittiğimde ne kadar genç bir kadroya sahip olduğumuzu daha iyi anlamıştım. Ben, Chris ve Luol gerçekten çok genç isimlerdi. Daha önce genç oyuncularla oynama şansı yakaladığım için bu konuda deneyimliydim. Çaylak oyuncuların beni izlediğini bildiğim için daha iyi bir örnek olma adına daha sıkı antrenman yapmaya başladım. Genç oyunculara sıkı çalışmanın ne kadar önemli olduğunu göstermek istiyordum. Bu düşünce şekli bana da yardımcı oldu.
Adams: Antonio Davis, o sene bizim için çok önemli bir oyuncuydu. O dönemde hem saha içinde katkı verebiliyordu hem de saha dışında bizim için önemli bir liderdi. Her gün takıma yardımcı olacak bir şeyler yapıyordu.
Duhon: Takımda kaliteli veteran oyuncularımız vardı. Genç oyuncular için en büyük avantajlardan bir tanesi de buydu. Büyüdüğüm dönemde Antonio Davis’i Pacers formasıyla izleme şansım olmuştu. Bize harika liderlik ediyordu. Eric Piatowski, Adrian Griffin, Othella Harrington… Onların adımlarını takip ediyorduk. Her gün antrenmanlara erken geliyorlardı ve tesislerden geç ayrılıyorlardı. Sürekli daha sıkı çalışmamız için bizi motive etmeye çalışıyorlardı.
Fred Tedeschi (Bulls antrenörü): Othella sert, fiziksel oynayan bir veterandı. Piatowski’nin üç sayı tehdidi vardı. Griffin sert bir savunmacıydı ve benchten oyuna fiziksellik katıyordu.
Adrian Griffin (Bulls guardı/forveti): AD ile ben iyi polis / kötü polis numarasını yapıyorduk. O çaylak oyunculardan birisine yaptıkları bir hata yüzünden kızardı, ben ise daha sonra gidip ortamı yumuşatırdım. Skiles bunu yaptığımız için çok mutluydu. Onunla genç oyuncular arasında bir köprü görevi görüyorduk. Ben de Skiles’ın vizyonuna saygı duyuyordum. Bizden profesyonel olmamızı istiyordu.
Davis: Genç bir takıma sahip olduğumuz için Skiles, nasıl sayı atacağımızdan çok bizimle savunma hakkında konuşuyordu. Eğer genç oyuncuların savunma yapmasını sağlarsak iyi bir takım olacağımızın farkındaydı.
Duhon: Koç, iyi bir savunma takımı olmamızı ve ligin en iyi savunma takımlarından biri olmamızı istiyordu. Bu yüzden antrenmanlar çok sert geçiyordu.
Griffin: Skiles antrenman salonuna hoparlörler kurmuştu ve antrenman maçlarında salona taraftar sesi veriyordu. Bu şekilde antrenmanlar esnasında maç atmosferini yaşamamızı sağlıyordu. Beraber oynarken takım kimyasını geliştirebilmek için buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyordu. Antrenman maçlarının ne kadar sert ve gergin geçtiğini hala hatırlıyorum. Ben yaşlı olduğum için beni zorladığını hatırlıyorum. Genç oyunculara ayak uydurmakta zorlanıyordum. Her gün Luol Deng ile başa çıkmak zorundaydım ama o asla yerinde durmuyordu. Nocioni’nin de inanılmaz bir oyun motoru vardı. Ne kadar yetenekli olduklarını net şekilde görebiliyordunuz.
Çaylaklara işkence etmiyorduk ancak onları düzenli olarak donut almaları için görevlendirmiştik.
Nocioni: Bir takvim yapmıştık. Çaylaklardan bir tanesinin mutlaka antrenmanlara donut getiriyordu. Zaman zaman benimde almam gerekiyordu. Bulls’taki ilk antrenmanımdan önce koç, beni takımın kalanına tanıttı ve “Evet, Nocioni bir çaylak ama o özel bir çaylak çünkü daha önce Avrupa’da yıllarca profesyonel olarak oynadı.” dedi. O dönemde 23-24 yaşındaydım ama yaklaşık 9 yıl boyunca profesyonal basketbol oynamıştım.
Griffin: Antrenmanlardan sonra takımın tecrübeli isimleri bizi bir araya toplayıp “Genç bir takım olmamıza rağmen beraber oynamayı başarırsak özel şeyler başarabiliriz” diyorlardı.
Adams: Genç ve yeni bir takımla yeni sezona girerken sizi nelerin beklediğini bilemezsiniz.Onların gelişim göstermesini umut ediyorduk ve sezon boyunca da bunu gördük.
Silverstein: “Baby Bulls” tamlamasını ilk duyduğumda bu kalıp Tyson Chandler ve Eddy Curry için kullanılıyordu. Fakat daha sonra bu sözü Chicago Tribune yazarlarından Bob Logan’ın 1966-67 yılındaki ilk Chicago Bulls takımı için kullandığını öğrenmiştim.
Chandler: Herkes bizden “The Baby Bulls” olarak bahsetmeye başlamıştı. Bunun çok güzel bir takma isim olduğunu düşünüyordum. Ligde kendini kanıtlamaya çalışan bebeklerden farkımız yoktu. Bunu bir hakaret olarak değil de övgü olarak kabul etmiştim.
4. Bölüm: Saçmalıklar Silsilesi
Jared Reiner (Bulls pivotu): Antonio Davis, nasıl bir takım olacağımızı Washington Wizards ile oynadığımız hazırlık maçında göstermişti. Bir hızlı hücum esnasında Larry Hughes, Kirk Hinrich’i Luol Deng’e doğru itti ve Luol yere düştü. Daha sonra Kirk, bunu yaptığı için Hughes’un üzerine yürüdüğünde Brendan Haywood da Hinrich’i itti.
Davis: Bunu gördüğümde birilerinin sakatlanabileceğini düşündüm ve buna izin veremezdim. Sezon boyunca takıma korumanın benim görevim olduğunu düşünmüştüm.
Reiner: Antonio araya girdi ve Haywood’u yumruklayarak onu yere serdi. O ikisi yerde boğuşurken Eddy de kavgaya dahil oldu ve yumruk atmaya başladı.
Griffin: Antonio Davis belalı birisiydi. Kimse ona bulaşamazdı.
Davis: Maçtan sonra takımla birlikte bu konu üzerine konuştuk. Bütün takıma “Ne olursa olsun, yanınızdaki adamın size destek olacağını bilin. Dışarıdaki herkese karşı biz varız. Önemli olan tek şey bu soyunma odasındaki takım arkadaşlarınız” demiştim.
Hinrich: Davis’in yaptığı şey benim için çok önemliydi. Ligde birçok şey yaşamış bir oyuncu bizi koruyacağını gösteriyordu. Geriye dönüp bakınca şu anda buna gülüyorum. Hazırlık maçında kavga çıkarmıştık.
Davis: Eddy ve ben normal sezonun ilk iki maçı için ceza almıştık. Ancak bu önemli değildi, ceza alacağımı bilseydim de yine aynı şeyi yapardım.
Duhon: Chicago’daki ilk normal sezon maçında Skiles beni oyuna sokarken bir hayli heyecanlanmıştım. Koşarak hakem masasına gittim ve üzerimdeki t-shirt’ü çıkardığımda formamı soyunma odasında unuttuğumu fark ettim. Scott bunu gördüğünde kahkaha atmaya başlamıştı. Daha sonra koşarak soyunma odasına gittim ve geri döndüm. Sadece birkaç pozisyon kaçırmıştım.
Silverstein: Sezonun ilk maçında Bulls, iyi bir takım olan Nets karşısında mücadeleyi iki uzatmaya götürmeyi başarmıştı. Bulls maçı kaybetse bile bazı şeylerin değiştiğinin farkındaydık. Kirk 34 sayı atmıştı, Deng kenardan gelerek 18 sayı ile oynamıştı. Daha rekabetçi, mücadeleci bir takımlardı ve gerçekten iyi savunma yapıyorlardı. Jordan – Pippen’lı takımlardan beri en iyi Bulls kadrosunun bu olduğu belliydi.
Smith: Sezon başında kendi evinde birkaç maç oynadıktan sonra Bulls, uzun bir batı turuna çıktı. Hanedanlık sonrası yıllarda Bulls, bu deplasman turunda neredeyse sürekli kaybediyorlardı. Önceki 6 sezon boyunca bu deplasman turunda üst üste 30 maç kaybetmişlerdi.
Davis: O deplasman turu çok kötü geçmişti. Takımda birçok genç oyuncu vardı. Uzun bir deplasman turundaydık ve iyi Batı Konferansı takımlarına karşı oynuyorduk.
Hinrich: Sezon başlangıcı gerçekten çok zorlayıcıydı. Genç oyuncular olarak bu durumun üstesinden gelebileceğimizi düşünmüyorduk. Her maçta kıçımız tekmeleniyordu. Takım olarak kimliğimizi bulmaya ve nasıl maç kazanacağımızı anlamaya çalışıyorduk. NBA’de nasıl maç kazanacağımızı bulmamız gerekiyordu.
Chandler: Maçları kaybediyorduk ama her geçen gün daha iyiye gittiğimizi hissediyorduk. Kaybettiğimiz bir maçtan sonra otobüse doğru ilerlerken Kirk’e döndüm ve “Sanırım bu sene playoff yapacağız” dedim. O da bana aynı şeyi düşündüğünü söyledi. Gerçekten iyi basketbol oynadığımızı düşünüyordum. Evet kaybediyorduk ama iyi oynamaya devam edersek işleri yoluna koyacağımızı biliyordum.
Duhon: Uçak yolculukları esnasında sürekli beraber takılırdık ve AD bizi cesaretlendirmek için elinden geleni yapardı.
Davis: Böyle bir mağlubiyet serisi yaşadığınızda özellikle genç oyuncular ne yapacaklarını şaşırıyor ve birbirlerini suçlamaya başlıyorlar. Ben de takıma sürekli olarak bu işte beraber olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyordum. Bu bizim için çok önemliydi çünkü sezonun devamında da birçok iniş çıkış yaşadığımız dönem oldu. Buna rağmen istikrarlı olarak bir arada kalmaya devam ettik. Maçları kazanmak için sahaya çıkmamız gerekiyordu, kaybetmemek için değil.
Johnson: O dönemde en çok etkilendiğim şey genç oyuncuların sergilediği kararlılıktı. Gordon, Duhon, Deng ve Hinrich kaybettikleri için çok sinirlilerdi. Kaybetmeye alışık değillerdi ve bunu da belli ediyorlardı. Onların kaybetmeye karşı verdikleri bu reaksiyondan gerçekten çok etkilenmiştim. Bulls’un önceki sezonlarına göre büyük bir fark yaratmışlardı.
Smith: Sezon başladığında ilk maçlarda Bulls henüz maç kazanamamıştı. Ben de “Scott ne yapmaya çalışıyor?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazının ardından Scott yanıma geldi ve “ne yapmak istediğimi sana göstereyim” dedi. Daha sonra bana liseden beri oynadığı her maçtan farklı setlerin çizili olduğu kalın bir defter gösterdi. Uzun süredir koç olmak için çalıştığı belliydi. Bana “Biraz zaman alacak ama bu işe yarayacak” demişti.
Jannero Pargo (Bulls guardı): O mağlubiyet serisi boyunca kimse mutlu değildi. Görevini yapmayan bazı çaylaklarımız vardı ve bu yüzden cezalandırıldıkları da oldu. Ben ve diğer tecrübeli oyuncular takımın durumuna yardımcı olabileceğimizi düşünüyorduk ama fazla oynamıyorduk.
Hinrich: Scott bize sinirlenir miydi? Kesinlikle. Eğer savunmada yeteri kadar çabalamıyorsanız yapabileceğiniz daha kötü bir şey yoktu. Antrenmanlarda deli gibi çalışıyorduk. Takımın tecrübeli oyuncuları bunun delilik olduğunu düşünüyordu.
Adams: Takımda gerçekten çok rekabetçi oyuncularımız vardı. Ancak hiçbiri Scott kadar rekabetçi değildi. Scott oyuncuyken de böyle bir karaktere sahipti. Bu yüzden beklentileri de çok yüksekti.
Hinrich: Genç oyuncular için en büyük şoklardan birisi maçlardan sonra maç kasedi izlerken Scott tarafından defalarca suçlanmak olmuştu. Kaybettiğimiz maçlardan sonraki maç kasedi seansları çok zor geçiyordu. Yaptığımız top kayıpları, savunma hataları, verdiğimiz kötü kararlar yüzünden suçlanıyorduk. Buradaki en önemli şey bu durum hakkında çok hassas olmamak ve kişisel almamaktı. Bu durumu yapıcı eleştiriler olarak görmemiz gerkeiyordu.
Chandler: Skiles ile ben çok iyi anlaşamıyorduk. Beraber çalıştığım bütün koçlara saygım var ancak Skiles’ın benimle kişisel bir sorunu olduğunu düşünüyordum. Sert antrenmanlar ve disiplin bu sorunun sebebi değildi çünkü ben bunları seven birisiyim. Scott’ın takımı değiştirmek konusunda çok iyi iş çıkardığını düşünüyordum. Takım olarak bizi yeni bir şekle sokmak, savunma yapmaya teşvik etmek yeni bir kimlik ve kültür kurmak için gelmişti. Ancak işleri biraz fazla ileriye taşıdığını düşünüyorum.
Nocioni: O zamanlarda bu tarz sert bir koç olmak daha kolaydı. Skiles, her gün bütün oyuncularının üzerinde belirli bir düzeyde baskı oluşturuyordu. Bazı oyunculara bu ağır gelirdi. Zaman zaman bu durum Tyson’ı rahatsız ederdi.
Smith: Skiles en çok Chandler ve Deng ile uğraşırdı çünkü bu iki isim onun sevdiği tarzda oyuncular değillerdi. Onlar daha çok yeteneklerine dayanarak oynayan oyunculardı. Scott, bu iki ismin de daha sert oynamasını sağladı ama bu zorlu bir süreçti. Chandler zaman zaman Paxson’ın ofisine gider ve Skiles’ın ona çok bağırdığından şikayet ederdi. Ne kadar zorlanırsa zorlansın yıllar sonra geriye dönüp baktığında Tyson’ın Scott’ın o sene yaptıklarına saygı duymaya başladığına düşünüyorum.
Chandler: O sezon takımda kalabilmemin en büyük sebebi Antonio Davisti. Sezon boyunca sürekli benimle konuştu ve benim konsantre kalmamı sağladı. Moralim bozulduğunda hemen yanıma gelir benim konuşurdu ve tekrar odaklanmamı sağlardı.
5. Bölüm: 0-9
Smith: Sezonun dokuzuncu maçınca Bulls, Phoenix’ten fark yemişti.
Johnson: O karşılaşmayla birlikte Bulls, organizasyon tarihinin en kötü başlangıcını egale etmişti.
Griffin: Çok genç bir takıma sahiptik ve bu yüzden sezon içerisinde dönem dönem zorlanacağımızı biliyorduk. Ancak işlerin bu kadar çabuk, bu kadar kötüye gideceğini hiç düşünmemiştik. İster tanking yapan ister yeniden yapılanan bir takım olun sezona 0-9 başlamak kolay kolay sindirilecek bir şey değil.
Smith: 10. maç için Utah’a giderken Scott bize “İyi bir takım olmaya çok yakınız” demişti. Ben de içimden bu adam manyak diye düşünüyordum. O dönemde sezonu 20 galibiyet ile bitirebilirsek şanslı olduğumuzu düşünürdüm. Bulls’un sezonunun çoktan bittiğini düşünüyordum.
Hinrich: Kolektif olarak “Kimse bizim bir şey başarabileceğimizi düşünmüyor ancak perde arkasında çok fazla çalışıyoruz. Bu sıkı çalışmamızın ziyan olmasına izin vermeyelim. Her gün antrenmanlarda deli gibi çalışıyorsak maçlarda da elimizden gelen her şeyi yapalım. Bir araya gelip işleri yoluna koymanın yolunu bulmalıyız” diye düşünüyorduk.
Tedeschi: Phoenix karşısında üst üste dokuzuncu mağlubiyeti aldıktan sonra Scott ve yardımcısı Jim Boylan, otelde birer kadeh şarap içmişti. Takımı düzeltmek için neler yapabileceklerini konuşuyorlardı ve Chris Duhon’u ilk beşe yerleştirmekten bahsettiler.
Silverstein: Takımın ilk beşi Hinrich, Curry, Deng, Duhon ve Davis olmuştu. Zaman zaman da Nocioni ilk beş başlıyordu.
Chandler: Benchten gelmekle ilgili hiçbir sorunum yoktu. Tek istediğim oynadığımız maçları kazanmaktı. Ancak bu değişikliğin yapıldığı esnada benimle düzgün şekilde iletişim kurulduğunu düşünmüyorum. Skiles, belki de beni motive etmek için gereksiz şekilde akıl oyunları oynuyordu ama ben takımın kazanması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Bana açık açık ne yapacağını söylemesi yeterliydi, ben de takım için elimden geleni yapacaktım. Aramızda çok iyi bir ilişki yoktu. Skiles’ın bana daha iyi davranabileceğini düşünüyordum.
Tedeschi: Chris ilk beşe yerleştikten sonra işler yavaş yavaş yoluna girmeye başladı. Hücumu nasıl yönlendireceğini biliyordu ve sert bir savunmacıydı.
Johnson: Sezonun ilk galibiyetini aldığımız maç gerçekten çok keyifliydi. Sezonun 10. maçıydı ve deplasmanda son ana kadar kafa kafaya giden bir maçı kazanmıştık.
Hinrich: Nasıl kutlayacağımızı bilemedik. Omuzlarımızdan çok büyük bir yük kalkmıştı.
Pargo: Gerçekten kendimizi muhteşem hissediyorduk. Eve dönerken uçakta herkes gülüp eğleniyordu. Kimse uyumak istemedi. Sonunda biraz momentum kazandığımızı ve maçları kazanmaya devam edeceğimizi düşünüyorduk.
Smith: Utah’ı yendikten sonra Skiles bana geldi ve “Gerçekten iyi bir takım olacağız” dedi. Henüz sadece bir maç kazanmışlardı. Ancak o günden itibaren gerçekten işler değişti.
6. Bölüm: Savunmayla Yaşamak
Nocioni: Utah’ı yendikten sonra daha farklı hissetmeye başladık. İyi bir takım olduğumuzu düşünüyorduk. Rekabet edebilen genç oyuncular ve tecrübeli veteran liderlere sahiptik. Arjantin’den bir oyuncumuz bile vardı, İngilizce konuşamıyordu ama basketbol oynayabiliyordu. (Gülerek)
Silverstein: Üst üste 9 maç kaybederek başladığınız bir sezonda toplam 47 galibiyet alıyorsanız oyuncular arasında özel bir bağ olduğu kesin.
Chandler: Beraber nasıl oynamamız gerektiğini anlamaya başlamıştık. Kervanı yolda düzüyorduk. Maçlara nasıl başlamamız gerektiğini, devre arasında nasıl değişiklikler yapacağımızı, maçları nasıl bitirmemiz gerektiğini öğreniyorduk. Sıkı çalışmamız sonunda karşılığını vermeye başlamıştı.
Hinrich: Arka arkaya galibiyetler almaya başlamıştık. Aralık ayında beş maçlık bir galibiyet serisi yakaladık. Ocak ayının başında 7, sonunda ise 5 galibiyetlik başka seriler de yakaladık.
Johnson: Scott, 0-9’luk başlangıçtan sonra Bulls takımıyla başardıkları için çok büyük övgüyü hak ediyordu. Bu genç takımın kazanmak için çok büyük bir azmi vardı ve kazanmaya aç bir koça sahiplerdi. Sonuda da Scott’ın kafasındaki vizyonu sahaya yansıtmayı başardılar.
Davis: İyi bir takım olmak için iyi savunma yapmamızın şart olduğunu biliyorduk. Scott, bizi galibiyete taşıyacak küçük şeylere dikkat etmemiz için kafamızın etini yiyordu. Savunmada topa değdiğimiz her pozisyondan, yaptığımız her box-out’tan gurur duyuyorduk.
Griffin: Maçlarda yaptığımız her şeyi en ufak detayına kadar takip ediyordu. Savunmaya koştuk mu? Box-out yaptık m? Scott bunların hepsini göz önünde bulundurup maçtan sonraki sabah soyunma odasındaki dolaplarımıza maç notlarımızı asardı. Bazı oyuncular aldıkları maç notundan şikayet ettiğinde Scott da maç kasedi burada diyip hatalarımızı gösterirdi. Hücumumuza dair de beklenmedik quizler yapardı. Soyunma odasına girdiğinde herkese kağıt ve kalem dağıtıp “Şu seti çizin” derdi. Bu tarz hareketleri bizim bir arada kalmamızı sağlardı.
Smith: Skiles sahada diğer kişilerin görmediği detayları görürdü. Açılarla nasıl oynamanız gerektiğini diğer herkesten daha iyi bilirdi ve rakiplerinin neler yapacağını çok iyi analiz ederdi.
Davis: Scott, maçın içerisinde başka meydan okumalar yaratırdı. İlk çeyrekte rakibimizi şu kadar sayıda tutmalıyız, üçüncü çeyreği kazanmalıyız. Eğer rakibimizi 100 sayının altında tutmayı başarırsak kazanmak için büyük bir avantaja sahip olduğumuzu bilirdik.
Duhon: Savunmada esas hedefimiz rakibimizi 88 sayının altında tutmaktı. Çeyrek başına 22 ya da daha az sayı yemeye çalışıyorduk. Bir çeyrekte 26 sayı yediğimizde sonraki çeyreğe “Kendimizi toparlamamız gerekiyor” diye düşünerek başlardık.
Johnson: Aralık ve Ocak ayı boyunca 26 maç üst üste Bulls, rakiplerini 100 sayının altında tutmayı başarmıştı. Elbette o dönemdeki NBA, şimdikine kıyasla daha farklıydı. Chicago Bulls, önceki sezon rakiplerinin şut yüzdesinde lig sonuncusuyken 2004-05 sezonunda birinci sıraya yerleşmişti.
Hinrich: Her maçta rakiplerimizi %42’nin altında tutmayı hedefliyorduk.
Adams: Takımımızda Kirk, Chris, Luol, Andres Nocioni ve Adrian Griffin gibi savunmacı oyuncular vardı. Tyson, çember altında savunmanın lokomotifiydi. Şutları zorlaştırmaktan çok büyük keyif alıyorduk. Takımdaki herkes iyi savunma yapmak için çaba gösteriyordu. Ben Gordon ve Eric Piatowski gibi daha hücum ağırlıklı oyuncular bile savunmada ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlardı. Savunma felsefemizi, takımdaki çok iyi savunmacı olmayan oyuncuların işini kolaylaştırmak üzerine kurmuştuk.
Hinrich: Savunmada o kadar iyi olmamızı sağlayan en önemli faktör sürekli konuşmamızdı. Mesela ben Allen Iverson ile eşleştiğimde AD ve Tyson sürekli benimle konuşurlardı ve görmediğim yerlerde neler olduğunu söylerlerdi.
Griffin: Takım olarak en büyük avantajlarımızdan bir tanesi mobil ve hızlı olmamızın yanı sıra kondisyonumuzun da çok yüksek olmasıydı. Takımları maç boyunca yorardık. Savunmada ilk üç çeyrek boyunca o kadar sert oynardık ki çoğu rakibimizin dördüncü çeyrekte hali kalmazdı. Çoğu maçımızı bu sayede kazanıyorduk.
Hinrich: Genç ve kendisine çok güvenen bir takımdık. Bu yüzden zaman zaman ligdeki diğer takımların oynadığı gibi oynayarak kazanmayacağımızı birilerinin bize hatırlatması gerekiyordu. Kendi tarzımızda oynayarak kazanmamız gerekiyordu.
Griffin: Eğer antrenmanda yeterince sıkı çalışırsanız Skiles mutlaka maçta size süre verirdi. Jannero Pargo ve ben rotasyonun sonundaki oyunculardık. 20 sayı geriye düştüğümüz bazı maçların son çeyreğinde koç bizi oyuna sokardı. Pargo birkaç üçlük atardı, ben birkaç top çalardım ve bizim sahaya getirdiğimiz enerjiyle birlikte geriye dönerdik. Karşılaşmaların son çeyreğinde bu şekilde 3-4 tane maç kazanmayı başarmıştık.
Duhon: Bu takımımızın karakteriydi. Kazandığımız her şeyi tırnaklarımızla kazıyarak kazandık. 20 sayı önde de olsak geride de olsak maçın son anına kadar mücadele etmeye devam ediyorduk.
7. Bölüm: Veliaht Gordon
Silverstein: Bir noktadan sonra Ben Gordon, altıncı adam olarak çok iyi performans göstermeye başladı ve o andan itibaren takım çok daha iyiye gitti.
Smith: Hücum açısından bakarsanız Eddy Curry takımın en yetenekli oyuncusu ve en skorer ismiydi. Karşılaşmaların ilk yarılarını çok iyi oynardı fakat ikinci yarılarda gerilip maçın son anlarında çok fazla katkı veremezdi. Skiles, koçluğunu konuşturarak bu durumu da çözdü. Maçların son anlarında Ben Gordon’ı oyuna alırdı ve Gordon da bizim k*çımızı kurtarırdı. Sürekli olarak çok kritik şutlar sokuyordu. Kenardan gelerek oynamasına rağmen Gordon, rakiplerin çekindiği bir oyuncu haline gelmişti. O sezon yanlış hatırlamıyorsam 21 maçın son çeyreğinde çift haneli skor üretmişti. Bu alanda onu sadece LeBron James geçebilmişti.
Davis: Ben kenardan gelirdi ve iyi bir gününde bir çeyrekte 18-20 sayı atabilirdi.
Hinrich: Ben Gordon çok yetenekli bir skorerdi. Hayatım boyunca gördüğüm en yetenekli skorerlerden birisiydi, gerçekten inanılmazdı. Güçlü ve atletik bir oyuncuydu. Ben oynadığı her maçta 20 sayı atabileceğini biliyordu ancak takım için en iyisi neyse onu yapmaya ve altıncı adam rolünü oynamaya da hazırdı. Onun gibi yetenekli bir oyuncun şikayet etmeden böyle bir fedakarlık yapması karakteri hakkında çok fazla şey anlatıyor. Bencil olmama konusunda o sezon çok önemli bir iş yaptı.
Tedeschi: Ben kenardan gelerek çok etkili oluyordu. Onun bu rolü çok sevdiğini düşünmüyorum ama ona uygun bir roldü. Yılın sonunda En İyi Altıncı Adam ödülünü kazanmıştı.
Duhon: Özellikle maç sonlarında topu Ben’e veriyorduk ve bizim için maçları kapatmasını istiyorduk. O da neredeyse bütün büyük şutları sokarak bu isteğimizin karşılığını veriyordu. Yakın geçen maçların son anlarında büyük şutları atmaktan çekinmeyen bir oyuncumuz olduğu için kendimizi çok daha rahat hissediyorduk. Michael Jordan, lig tarihinin en clutch oyuncularından birisiydi ve Ben Gordon da sbenzeri bir şöhret geliştiriyordu.
Smith: İnsanlar ona “Ben Jordan” ve “Veliaht Gordon” demeye başlamıştı çünkü sürekli olarak maç kazandıran şutları sokuyordu. Büyük şutları atmak isteyen, kritik anları seven bir oyuncuydu. Bulls, çok uzun süredir onun gibi bir oyuncuya sahip değildi.
Silverstein: Ocak ortasında Bulls, Knicks ile üst üste iki maç oynayacaktı. Bu maçların ikisi de çok heyecanlı karşılaşmalar olmuştu. İlk maçın son anlarına girerken skor 84-84’tü. Nocioni, Knicks’in son anlardaki şutunu blokladı ve maçın bitimine 2 saniye kala Eddy Bulls’u öne geçiren turnikeyi attı. Daha sonra maçın son saniyesinde Chandler, Knicks’in son şutunu blokladı ve Bulls sahada 86-84 galip ayrıldı. İkinci maç ise New York’ta oynanıyordu. Yine maçın son anlarına kafa kafaya girilmişti. Bu sefer Ben Gordon maçı kazandıran basketi kaydetti ve Bulls üst üste 7. galibiyetini almış oldu.
Duhon: Ben eskiden MSG’ye “Madison Square Gordon” derdi. Kolejdeyken turnuva maçları genellikle orada oynanırdı ve Ben de New York’ta genellikle çok iyi maçlar çıkarırdı.
Johnson: Maçın ardından Madison Square Garden’ın soyunma odasında takımın sahip olduğu inancı ve heyecanı hissedebiliyordunuz. O inanç, sezon boyunca gitgide kuvvetlenmişti.
Duhon: Knicks galibiyetleri bizim için çok önemliydi. Maç sonlarını iyi oynayabileceğimize dair kendimize güvenmeye başlamıştık.
Griffin: Ben’in bizim için maçları kazanmaya başladığı dönemde onu Donut alma görevinden azad etmiştik. Diğer çaylaklar bu durumdan şikayet etmişti ve ben de onlara “Bu akşamki maçta 20 sayı atarsan, yarın donut almak zorunda olmazsın” demiştim.
Tedeschi: Ocak ayının sonuna doğru bir önceki senenin şampiyonu Detroit’i yenerek derecemizi 19-19’a getirmiştik. Bir sonraki gece ise Atlanta’da oynuyorduk. Atlanta’nın ününü bilirsiniz. Takımlar Atlanta’ya gittiğinde genellikle maçtan önceki gece kulüplere gider ve iyi oynamazlar. Antonio, koça “Merak etme, yarın Atlanta ile oynamaya hazır olacağız.” dedi. Ertesi gün çok iyi oynayarak Atlanta’yı yendik. Bu takımın gerçekten özel olabileceğini ilk o an hissetmiştim çünkü gerçek bir lidere sahiptik.
Hinrich: Sezonun ikinci yarısına doğru işleri iyice yoluna koyup çok iyi oynamaya başlamıştık. United Center’daki atmosfer de her geçen gün daha iyiye gidiyordu.
Smith: Bulls, Chicago şehrinin istediği “mavi yakalı” bir takım haline gelmişti. Jordan gibi bir süperstara sahip değillerdi ancak Jordan da Chicago’nun gelenekselleşmiş olarak sevdiği sporcu tarzında bir oyuncu değildi.
Duhon: Bulls’un son yıllarda zorlanmasına rağmen salon oynadığımız her maçta doluyordu. Taraftarların sonuna kadar mücadele ederek oynamamızdan mutluluk duyduğunu görebiliyorduk. Bu da bizim özgüvenimizi iyice arttırmıştı.
Joe O’Neal (Bulls’un bilet satış departmanı direktörü): İnsanlar arayıp United Center’daki biletlerini geriye istiyorlar. Ancak bazı durumlarda bu biletleri çoktan satmış oluyoruz. Bu tarz bir durumla daha önce sadece 1986 senesinde karşılaşmıştım.