by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net
Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.
“Zaman ne çabuk geçiyor değil mi?” sorusunu sormaya bahanenizin olmadığını, zamanın akmadığını düşünüyorsanız Luka Doncic’in kariyer gelişimine tüm hatlarıyla tanıklık ettiğinizi ve etmekte olduğunuzu unutuyorsunuz.
Gerçekten ne büyük şans değil mi? Daha 21 yaşında tarihin en büyük oyuncuları arasına gireceğine kesin gözüyle bakılan bir Avrupalı basketbolcunun ömrümüz yeterse tüm basketbol yaşantısını takip edecek olmak, hiç değilse çocuk yaştan beri yaptığı olağanüstü şeyleri izleyebilmiş ve onlardan feyz almış olmak…
19 yaşında EuroLeague’e kıtanın en büyük camialarından birisinin bünyesinde adeta hükmetmesine şahitlik edebilmek, sosyal medyada “BU ÇOCUK NELER YAPIYOR BÖYLE!?” şeklinde tepkiler vererek onun büyüleyiciliğini bu sporu takip eden herkesle paylaşabilmek sahiden de ne büyük şans!
Nesiller boyu Avrupa basketboluna sevdalı insanlar çok büyük isimler gördüler. Ben Nikos Galis’e, Drazen Petrovic’e, Toni Kukoc’a ya da Dejan Bodiroga’ya yetişemedim… Saras Jasikevicius’un son dönemlerini canlı izleyebildim. Ama bu öyle bir çeşitlilik, öyle bitmek dinmek bilmeyen bir üretim ki; dönemimin yıldızları olan Milos Teodosic’e, Vassilis Spanoulis’e, Dimitris Diamantidis’e, Bogdan Bogdanovic’e hayranlık ve hayretlik karışımı duygularla gıpta edebildim.
Fakat bu çok farklı bir vaka.
GELENEK
Luka Doncic’in kariyer adımlarını anlatacaksak eğer, en baştan başlamalıyız. En baştan, İspanyol devi Real Madrid‘in altyapısındayken bile izleyenleri kendisine hayran bıraktığı günlerden…
Real Madrid’in basketbol altyapısıyla Barcelona’nın futbol altyapısı arasında benzerlikler kurabilmek fazlasıyla mümkündür bana kalırsa.
Farklı ülkelerden geleceğin yeteneklerini gözleyip onları bünyesinde yetiştirmek futbol ve basketbol özelinde özellikle büyük camiaların çokça odaklandığı bir durum olarak karşımızda uzun bir süredir. Geleceğe hükmeden kulüpler bunu nasıl yapıyor?
“Devasa bütçelerin getirisiyle dünyadaki en kaliteli sporcuları bünyelerinde barındırarak yapıyorlar” cevabını haklı bir şekilde verebilirsiniz. Bunun zaten tartışılır bir yanı yok. Ancak yine futboldan örnek verelim: Bakın Barcelona’nın futbol takımına, yurt dışından ithal edilen büyük sporcuların yanı sıra kadrolarında yerli yahut yabancı kendi yetiştirdikleri oyuncuların ne kadar fazla olduğunu biliriz.
Bunlar manşetlere “Dün akşam oynanan Barcelona – X Takımı maçında Y oyuncunun yerine dahil olan Z oyuncusu, UEFA Şampiyonlar Ligi tarihinde forma şansı bulan en genç futbolcu oldu” ya da “Barcelona maça 16 yaşındaki Z futbolcusunu ilk 11’de başlatarak çıktı” şeklinde yansır, devamında onların muhteşem kariyerlerine tanıklık ederiz.
Luka Doncic böyle bir geleneğin ürünü. Usman Garuba böyle bir geleneğin ürünü. Carlos Alocen, Mario Nakic ve çok daha fazlası böyle bir geleneğin sayısız ürünleri.