Luka Doncic: EuroLeague’den NBA Play-off’larına Eşsiz Bir Evrim

31/Ağu/20 10:32 Ağustos 31, 2020

admin69

31/Ağu/20 10:32

Eurohoops.net

Günümüzün en büyük Avrupalı oyuncularından olan Luka Doncic, kıtadaki gelişiminin ardından NBA’e nasıl bu denli kısa sürede bir süperyıldız olacak şekilde adapte oldu?

by Semih Altınbaş / info@eurohoops.net

Bu yazının tüm hakları Eurohoops Ltd. Şti.’ye aittir ve tamamının veya bir kısmının izinsiz kullanılması kesinlikle yasaktır.

“Zaman ne çabuk geçiyor değil mi?” sorusunu sormaya bahanenizin olmadığını, zamanın akmadığını düşünüyorsanız Luka Doncic’in kariyer gelişimine tüm hatlarıyla tanıklık ettiğinizi ve etmekte olduğunuzu unutuyorsunuz.

Gerçekten ne büyük şans değil mi? Daha 21 yaşında tarihin en büyük oyuncuları arasına gireceğine kesin gözüyle bakılan bir Avrupalı basketbolcunun ömrümüz yeterse tüm basketbol yaşantısını takip edecek olmak, hiç değilse çocuk yaştan beri yaptığı olağanüstü şeyleri izleyebilmiş ve onlardan feyz almış olmak…

19 yaşında EuroLeague’e kıtanın en büyük camialarından birisinin bünyesinde adeta hükmetmesine şahitlik edebilmek, sosyal medyada “BU ÇOCUK NELER YAPIYOR BÖYLE!?” şeklinde tepkiler vererek onun büyüleyiciliğini bu sporu takip eden herkesle paylaşabilmek sahiden de ne büyük şans!

Nesiller boyu Avrupa basketboluna sevdalı insanlar çok büyük isimler gördüler. Ben Nikos Galis’e, Drazen Petrovic’e, Toni Kukoc’a ya da Dejan Bodiroga’ya yetişemedim… Saras Jasikevicius’un son dönemlerini canlı izleyebildim. Ama bu öyle bir çeşitlilik, öyle bitmek dinmek bilmeyen bir üretim ki; dönemimin yıldızları olan Milos Teodosic’e, Vassilis Spanoulis’e, Dimitris Diamantidis’e, Bogdan Bogdanovic’e hayranlık ve hayretlik karışımı duygularla gıpta edebildim.

Fakat bu çok farklı bir vaka.

luka-doncic

GELENEK

Luka Doncic’in kariyer adımlarını anlatacaksak eğer, en baştan başlamalıyız. En baştan, İspanyol devi Real Madrid‘in altyapısındayken bile izleyenleri kendisine hayran bıraktığı günlerden…

Real Madrid’in basketbol altyapısıyla Barcelona’nın futbol altyapısı arasında benzerlikler kurabilmek fazlasıyla mümkündür bana kalırsa.

Farklı ülkelerden geleceğin yeteneklerini gözleyip onları bünyesinde yetiştirmek futbol ve basketbol özelinde özellikle büyük camiaların çokça odaklandığı bir durum olarak karşımızda uzun bir süredir. Geleceğe hükmeden kulüpler bunu nasıl yapıyor?

“Devasa bütçelerin getirisiyle dünyadaki en kaliteli sporcuları bünyelerinde barındırarak yapıyorlar” cevabını haklı bir şekilde verebilirsiniz. Bunun zaten tartışılır bir yanı yok. Ancak yine futboldan örnek verelim: Bakın Barcelona’nın futbol takımına, yurt dışından ithal edilen büyük sporcuların yanı sıra kadrolarında yerli yahut yabancı kendi yetiştirdikleri oyuncuların ne kadar fazla olduğunu biliriz.

Bunlar manşetlere “Dün akşam oynanan Barcelona – X Takımı maçında Y oyuncunun yerine dahil olan Z oyuncusu, UEFA Şampiyonlar Ligi tarihinde forma şansı bulan en genç futbolcu oldu” ya da “Barcelona maça 16 yaşındaki Z futbolcusunu ilk 11’de başlatarak çıktı” şeklinde yansır, devamında onların muhteşem kariyerlerine tanıklık ederiz.

Luka Doncic böyle bir geleneğin ürünü. Usman Garuba böyle bir geleneğin ürünü. Carlos Alocen, Mario Nakic ve çok daha fazlası böyle bir geleneğin sayısız ürünleri.

20 YAŞINDA 20 YILLIK KARİYER

Bu geleneğin bir ürünü olarak çıktığı yolda onu zorluklar ancak harika başarılar bekliyordu. Başarılar mı onu bekliyordu yoksa o mu teker teker bu başarıları var etti?

Doncic kırdığı rekorlardan; kazandığı ödüllerden, Kızılyıldız deplasmanında inanılmaz bir tribünün önünde Ognjen Dobric’i ekarte edip maç kazandıran şutu atmasından ya da El Clasico’da Victor Claver’e yerleri süpürten yeteneklerinden bağımsız değerlendirilmemeli.

2015-16 ve 2016-17 sezonları onu belirli bir düzen çerçevesinde izlemeye başladığımız ilk sezonlar olsa da Luka’nın “o çocuk” olmaktan çıkıp “Luka Magic” olduğu sezon elbette 2017-18 sezonuydu.

EuroLeague’in MVP’si oldu. Her ne kadar Fabien Causeur’ün hakkı olduğuna inansam da Final Four’un da MVP’si oldu. Real Madrid‘e 10. EuroLeague şampiyonluğunu kazandırıp yine 10. şampiyonluğunu arayan Zeljko Obradovic‘i memleketinde mağlup eden takımın bir parçasıydı. Şimdiye kadar 3 ACB şampiyonluğu, 1 ACB MVP ödülü var.

Wikipedia’sına girdiğiniz zaman ödülden, şampiyonluktan geçilmiyor. 20 yıl oynayan oyuncularda böyle bir özgeçmiş yok neredeyse.

2017-18’e dönecek olursak, hatırlayın o sezon sonunda draft gündemini. EuroLeague’de başardıklarını hafife alan NBA efsaneleri mi dersiniz, Avrupalı oyunculara hep bir önyargıyla bakanlar mı dersiniz… Ne ararsanız vardı gündemde.

Charles Barkley, onunla ilgili 18 yaşında MVP. Bu bana b*ktan bir organizasyonda oynadığını gösteriyor” demişti. Luka Doncic bu lafın üzerinden geçen 2 yılda ABD’de fırtınalar estirdi.

Onu burada izleyenlerin, hatta sadece izlemek demeyeyim, “fark edenlerin” her zaman bildiği bir şey vardı: Luka Doncic, Real Madrid gibi bir yapının şişirdiği hava gazı değil, gerçekten olağanüstü bir kariyer inşa etmek için gerekli tüm basketbol donanımına sahipti.

“Bütün bunlar hepimizin bildiği şeyler, sadede gel” diyenler olabilir. Peki, sizlerle Doncic’in EuroLeague’deki gelişimini ve bütün bu klişe “altyapıya önem veren camia” geleneğini ardımızda bırakıp bu yüce basketbolcunun NBA sürecine ışık tutalım.

NBA VE ÖTESİ

Luka’nın NBA macerası onu bu kadar iyi tanıyan bizlerin bile beklemediği kadar iyi başladı. Sezon sonunda Yılın Çaylağı seçilmesini bir kenara bırakırsak oynadığı oyun bir çaylağa dahi fazla gelecek türden muhteşemlikler barındırıyordu bünyesinde.

Tabii, bu sezonki profilinden uzaktaydı. Bunun sebebi de bir “çaylak” olması nihayetinde. Yani ne kadar iyi iş çıkarırsanız çıkarın bir “çaylaksınız” sonuç olarak. Bu yıl bunu Luka gibi kırabilecek bir performans gösterdiğine şahitlik ettiğimiz diğer oyuncu Ja Morant oldu mesela. Hiç çaylak gibi bir hali var mı? Ama öyle değil işte, işler yolunda giderse gelecek sezon çok daha farklı bir Morant izleyeceğiz diye düşünüyorum Doncic’te olduğu gibi.

İlk sezonunda playoff oynayamamış olması Luka için belki de bir avantaj doğurdu. Dallas Mavericks takım olarak şimdiki gibi oturmuş bir görüntü çizmiyordu. Şu anda da kat etmeleri gereken epey yol olduğunu sahada görebiliyoruz ama geçen seneyle 2019-20 arasında da uçurum gibi bir fark var rakiplerde uyandırdıkları korku açısından.

Bunu sağlayan faktörler arasında en büyük krediyi Kristaps Porzingis’in takıma katılmasına verebiliriz. 2015’ten beri Porzingis’i eleştirmek için çok fazla argüman üretebilecek konumdayız basketbol izleyicileri olarak. Hâlâ bu böyledir. Ancak New York Knicks gibi sağlıksız bir organizasyondan Mavericks gibi hedefleri yüksek, iyi yönetilen bir organizasyona geçince farkını hissettirmeye başladığını kimse inkar etmemeli.

Porzingis’in Dallas’ta olacağını duyduğum zaman Luka’nın nasıl bir ikili oyun yöneticisi olduğunu bildiğimden dolayı bu noktada çok fazla heyecanlanmıştım ki, Mavs koçu Rick Carlisle bu noktada ufkumu açtı. Porzingis’ten daha çok sahada topsuz hareketliliğiyle ve elbette zaman zaman ikili oyunlarla dışarıdan şut attırmak suretiyle yararlandı.

Kristaps Porzingis, Dallas adına dış şut tehdidiyle çok fark yaratıyor. Bir hücum takımı olarak ondan isteyebilecekleri şeyleri sağlıyor.

Carlisle demişken Luka’nın şansından bahsedelim. Pablo Laso gibi dünyanın sayılı koçlarından birisi tarafından eğitilen ve NBA kültüründen gelen Igor Kokoskov’la da çalışma fırsatı yakalayan Sloven yıldızın bir büyük şansı da Carlisle oldu.

DALLAS MAVERICKS – MUHTEŞEM BİR HÜCUM DÜZENİ

Rick Carlisle, an itibarıyla ligin en iyi hücum eden takımlarından birini inşa etmiş durumda ve günden güne takımı bu yönde gelişimini sürdürüyor. Elbette Luka Doncic’in varlığı bunu sağlayan etkenlerin başında geliyor ancak Dallas’ın hücum potansiyeli Luka yerine başka bir guarda sahip olsalar da iyi bir düzeyde olurdu. Neticesinde NBA’de koç takımı tabirine uyacak nadir takımlardan birisi Mavericks. Eldeki oyuncu Luka olunca o değişkenlere ve “potansiyel” gibi orta yolcu bir kullanıma gerek duymadan ligin en iyi hücum takımları arasına girilebilir. Tarihin en iyi hücum ratingine sahip olunabilir.

Dallas’ın maçlarını izlediğiniz zaman görebileceğiniz net bir şey vardır. O da Luka topu eline aldığı zaman sahaya ne kadar iyi yerleştikleridir. İlla ya şut atıp ya içeri drive edip yahut ikili oyun üzerinden uzunu bularak oynayacak bir takım değil Mavericks. Luka hafif bir hareketlendiği zaman onu dışarıda bekleyen en az iki atıcıları oluyor. Bu noktada da onun saha görüşünden ve kuvvetli pas icrasından faydalanıyorlar.

Böyle bir şablonda bir oyuncu nasıl kötü grafik çizebilir ki? Artı olarak Doncic topu elinde bulundurmadığı anlarda da bir süperyıldızdan çok bu yerleşime büyük katkı sağlayabilecek bir rol oyuncusu gibi hareket edebiliyor. Aldığı özgürlük karşısında her şeyini vermeye hazır.

Açıkçası NBA’de hareket alanının geniş olması ve oyunun Avrupa’da daha yoğun oynanması sebebiyle bana genç yaşta EuroLeague’de yaptıkları hep daha olağanüstü gelir ama fiziksel olarak en üst düzeydeki oyunculara karşı eksiklerini akıl ve beceriyle kapatması da en az Avrupa’da yaptıkları kadar olağanüstü iş.

Çok atletik bir oyuncu olmamasına rağmen demir gibi fizikli sporcuların üzerine üzerine gidip bu kadar rahat skor bulmak kolay değerlendirilebilecek bir şey değil. Nasıl adımlayacağını, ne zaman vücut koyacağını o kadar iyi biliyor ki, basketball IQ’su dedikleri şey Luka’nın oyununun her zerresinde gizli. Mesela bu, yakın bir örnek vermek gerekirse Nando De Colo’da da rastlayabileceğiniz bir olgu. Yürüye yürüye skor üretebilen isimler bunlar.

Evet, bildiğiniz üzere çok atletik olmadığını söyledim ama bu, bir oyun kurucu için gerçekten avantajlı bir fiziğe sahip olmadığı manasına gelmiyor. Mavericks’in savunma kurgusunda Doncic genellikle bir toplu savunmacıdan çok kanatlarla ilgilenen, içeride daha fazla vakit geçiren profilde yer buluyor. Hücumdaysa bu fiziğinin ekmeğini ribaundlarda yediğini gözlemlemek mümkün.

Bana kalsa skorer oyuncuları izlemektense Magic Johnson, Luka gibi fizikli ve becerikli oyun kurucuları yahut çok atletik pivotlar yerine Nikola Jokic gibi yönetici pivotları izlemesi çok ama çok daha keyiflidir.

Bu fiziğinin bir getirisi olarak da o meşhur triple-double’larını oluşturan parçalar arasındaki ribaundlardan da kesin suretle bahsetmek gerekir.

Gerçek oyun kurucular ve oyun kurucu rolünde oynayan isimler arasındaki hücum ribaundu kıyasında Doncic lig genelinde 3. sırada bu yıl:

  1. Ben Simmons: Maç başına 2.0 hücum ribaundu
  2. Russell Westbrook: Maç başına 1.8 hücum ribaundu
  3. Jrue Holiday ve Luka Doncic: Maç başına 1.3 hücum ribaundu

Ribaundlar da dahil olmak üzere sahada ayak bastığı her yerde işini layıkıyla yerine getirmesi onu çok başarılı kılacak.

SORGUSUZ SUALSİZ SÜPERYILDIZ

Şimdi bütün bunlar bir kenara, Luka’nın oyun karakteristiğini teknikle karışık irdelemek gerekir biraz. Yıldızların, büyük yıldızların her zaman kendilerinin bile savunamayacağı türden imza hareketleri olmuştur. Dirk Nowitzki’nin fadeawayleri, James Harden’ın stepback şutları, Damian Lillard’ın logo şutları gibi çokça örnek gösterilebilir bunlara elbette.

Luka Doncic’in top hakimiyetinin getirisiyle dans ederek sol arkaya doğru çekilerek attığı stepbackler de bu noktada muhteşem örnekler. Üstelik bu NBA’e gittiğinden beri böyle değil, hep öyleydi. EuroLeague’de MVP olduğu sezon o şutla maç kazandırdı bu insan. Tıpkı geçenlerde Los Angeles Clippers‘la oynadıkları 4. maçta olduğu gibi.

Bu imza hareketleri sadece üstünde durarak, çalışıp ederek başarıya ulaştırabileceğini basit şeyler değildir. Hiçbir zaman olmamıştır. Eğer öyle olsaydı her oyuncunun kendine has, çok ünlü bir hareketi olurdu. Bu, soğukkanlılık ve sorumluluk hissiyatı tam kapasite oyuncularda; Michael Jordan, Kobe Bryant, Kevin Durant gibi süperyıldızların sınıfında başarıya kavuşacak bir olgu.

Tabii, soğukkanlılığıyla öne çıkmayan hiçbir oyuncunun gerçek bir yıldız statüsünde görülme olasılığı ihtimaller arasında çok düşüktür. Doncic’e hayranlığım da fizikli ve çok yetenekli bir oyun kurucu olmasının yanı sıra sakin, soğukkanlı oyun stilinden kaynaklanıyor.

Oyunun içerisinde sıkıntılı giden anlarda o soğukkanlılığını koruyup bu denli sorumluluk alabiliyordu daha 18-19 yaşlarında bile. Bu durumun şu an geldiği nokta çok daha üst düzey elbette. Karşımızda yine o Clippers‘a karşı oynadıkları 4. maç capcanlı bir örnek olarak duruyor.

Önceki maç sol ayak bileğini burkmuş ve maçı çok üzgün biçimde terk etmek zorunda kalmıştı Luka. Üstelik 4. maçta Kristaps Porzingis oynamayacaktı. Clippers kadrosunu biliyorsunuz, adeta bir kurtlar sofrası. Hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak Dallas’a göre daha üstünler. Ligin en iyi savunmacılarını tek takımda birleştirmiş durumdalar. Kısacası Dallas ne kadar iyi bir hücum takımı olursa olsun bu denli direniş göstermeleri de ayrı bir takdiri hakediyor.

Tekrar Doncic’in imza hareketine bir göz atalım. Crossoverlarının ardından sol ayağının üzerine tüm vücut ağırlığını verdiği bir şut. Önceki maç o bileğini burkmuştu. O bilek burkulmaları hiç hafife alınacak sakatlıklar değil. Yani normal şartlarda o şiddette bir bilek burkulması bir oyuncunun en az bir ancak ortalama 2 haftasını alacak sakatlığa sebebiyet verir.

Gel gelelim, Luka 4. maça çıktı ve adeta kariyerinin en iyi performansını gösterdi. Üstelik partnerinden, takımın en iyi 2. oyuncusundan yoksun oldukları bir maçta yaptı bunu. Takım ilk yarıda çift haneli geriye düşmesine rağmen farkı eritirken son çeyrek ve uzatmalarda Clippers’ı darmaduman etti.

Sonrasında o burktuğu sol ayağının üzerindeki ağırlığıyla maç kazandıran şutu attı. O maç her şeyiyle inanılmazdı. O maçı canlı izlediğim için kendimi çok iyi hissettim.